AKP hükümetleri, halkların sağlığının ve sağlık hakkının gasp edilmesinin adı oldu

Sağlık ve Sosyal Politikalar Komisyonumuzun açıklaması:

AKP, iktidara gelişinin henüz birinci yılı dolmadan, Dünya Bankası projesi kapsamında, yurttaşların devlet hastanelerine gidebilmesi, ameliyat olabilmesi ve ilaç alabilmesi için sağlık sigortası primi ödemesini zorunlu hale getirmek üzere çalışmalara başladı. Bununla da yetinmeyerek muayeneden ilaca, ameliyattan tetkike kadar sağlık hizmetlerinin neredeyse tümü için ayrıca katılım ve katkı payı altında haraç talep etti.

AKP’li yıllarda parası olmayana ilaç da yok, sağlık hizmeti de yok. Halktan toplanan vergileri halka sağlık hizmeti sunmak için kullanmak yerine, şehir hastanelerinin müteahhit ve işletmecilerine ulufe gibi dağıttılar. Kent merkezlerindeki devlet hastanelerini kapatıp arsalarını yandaşlarına verirken, kanamalı ve acil hastaları bile şehirden kilometrelerce uzaktaki şehir hastanelerine gitmeye mecbur bıraktılar.

AKP hükümetlerinin 22. yılında, halklarımız muayene olabilmek, tetkik yaptırabilmek ya da ameliyat olabilmek için aylarca sonrasına bile randevu alamıyor. İnsanlar neredeyse 1 yılı bulan kuyruklara mahkum edildi. Devlet hastanesine ulaşamayan hastalar, acı çekmemek ve ölmemek için elinde avucunda ne varsa verip özel hastanelere gitmek zorunda bırakıldı. Özel hastane sahibi sağlık bakanları furyası da bütünüyle bu planların gereğiydi.

AKP hükümetleri döneminde inşa edilerek hizmete açılan hastanelerde sürekli güç kaynağı olmasına karşın, Şubat 2023 depremlerinde elektrik kesintisi nedeniyle yoğun bakım hastalarının bir bölümü hayatını kaybetti. Depreme dayanıklı olarak yapılması kanunen zorunlu olan hastaneler hastaların ve sağlık emekçilerinin başına yıkıldı. Aile sağlığı birimlerinin çoğu içine girilemez hale geldi. Geçen 18 aylık zamana karşın, büyük bölümü için ne hükümet ne de bakanlık tarafından yeni bir yer gösterilmiş değil. Bölge halkları da sağlık emekçileri de göz göre göre mağdur edilmeye devam ediyor.

Türkiye’de 2001 yılından itibaren 3-9 Eylül tarihleri Halk Sağlığı Haftası olarak kutlanmaktadır. Oysa, AKP hükümetleri her yıl birden fazla halk sağlığı sorununu üst üste eklerken böyle bir kutlama yapmak, halkın sağlığıyla alay etmektir. O nedenle, bu haftayı ülkede yaşanmakta olan halk sağlığı sorunlarını, nedenlerini ve çözüm önerilerini dile getirmenin bir platformu olarak görüyoruz. Bu kapsamda, her yıl Halk Sağlığı Haftasını kutlamak yerine, bir halk sağlığı sorununu gündem yapıp takipçisi olacağız.

Bu yılki konumuz bebek ölümleri. 21. yüzyıl Türkiye’sinde bebekler engellenebilir/önlenebilir nedenler yüzünden ölmeye devam etmekte, sağlıkta iller ve bölgeler arasındaki eşitsizlikler günden güne artmaktadır. “Bebek ölümü” canlı doğan bir bebeğin birinci doğum gününü göremeden ölmesidir. Bebek ölüm hızı ise canlı doğan bin bebekten kaçının bir yaşından önce öldüğünü gösterir. Bir ülke, bölge ya da ilde bebek ölüm hızının yüksek olması, anne adaylarının beslenme ve yaşam koşullarının sağlıklı olmak için yetersiz olduğunun, gebelik döneminde sağlık hizmetlerine ulaşılamadığının, doğumun sağlıklı koşullarda yapılmadığının, bebeğin yeterli ve dengeli beslenemediğinin, gerekli aşılarının yapılmadığının ve sağlık hizmetlerine ulaşılamadığının göstergesidir. Bu nedenle, bebek ölümleri toplumsal sağlık düzeyi göstergelerinin en önemlilerinden birisidir.

En son açıklanan verilere göre, Türkiye’de canlı doğan her bin bebekten 2021 yılında 9,3’ü ve 2022 yılında da 9,2’si birinci doğum gününü göremeden hayatını kaybetmiştir. Buna karşın, 2021 yılında OECD ülkelerinde canlı doğan her bin bebekten 3,6’sı; AB ülkelerinde ise 3,1’i birinci doğum gününü göremeden ölmüştür. Türkiye’de 2021 yılında bebek ölüm hızı, üyesi olduğu OECD ülkeleri ortalamasından 2,6 kat, AB üyesi ülkelerin ortalamasından ise 3 kat daha fazladır. Böyle bir sonuç kabul edilemez.

Her bir ilin bebek ölümlerinin karşılaştırması Türkiye’de sağlık alanındaki eşitsizliklerin ne kadar derin olduğunu net bir biçimde göstermektedir. 2021 yılında Hakkari’de doğan bin canlı bebekten 16’sı, 2022 yılında da Siirt’te doğan bin canlı bebekten 16,8’i birinci doğum gününü göremeden hayatını kaybetmiştir. Hakkari’de yaşanan her yüz bebek ölümünden 56’sı, Siirt’te yaşanan her yüz bebek ölümünde de 55’i engellenebilecek/önlenebilecek ölümdür. Ülke kaynakları, itibardan tasarruf etmeyenlerin israfı yerine bebeklerin sağlığı için kullanılmalıdır.

Bebek ölümlerindeki hem iller hem de bölgeler arasındaki farklılığın ortadan kalkabilmesi ve engellenebilir ölümlerin önlenebilmesi için öncelikle iller ve bölgeler arasındaki sosyoekonomik eşitsizliklerin giderilmesi temel bir zorunluluktur.

Öncelikle, her bir hane halkı geliri açlık sınırının üzerine çıkarılmalıdır. Aşılama ve gebelik dönemi koruyucu sağlık hizmetleri başta olmak üzere, ülkede yaşayan herkese kişiye ve çevreye yönelik koruyucu ve ayakta tedavi edici sağlık hizmetleri bölge ve nüfus bazında örgütlenen sağlık birimlerinde bir sağlık ekibi tarafından parasız olarak sunulmalıdır. Ülkede yaşayan herkes, hiçbir koşula bağlı olmaksızın tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerine ulaşabilmeli, ihtiyaç duyduğu hizmetleri alabilmeli ve reçete edilen ilaçlar ücretsiz sağlanmalıdır.

Bu ülkenin neresinde olursa olsun, doğan her bir bebeğin birinci doğum gününü görüp kutlayabilmesi mümkündür. Yeter ki hükümetler sağlık hizmetlerini halkların sağlığı için sunmayı hedefleyebilsin.

DEM Parti olarak, önlenebilir/engellenebilir bebek ölümlerinin takipçisi olacağız ve bu sorunun çözümü için elimizden geleni yapacağız. 

DEM Parti Sağlık ve Sosyal Politikalar Komisyonu
2 Eylül 2024