Ayşegül Doğan: İktidar Irak’ta Kürt karşıtı politika yürütüyor, Kürtleri karşı karşıya getirmeye çalışıyor

Parti Sözcümüz Ayşegül Doğan, Genel Merkezimizde devam eden MYK toplantısına verilen arada yaptığı basın toplantısında, toplantı gündemine ve güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Doğan, şunları söyledi:

Ez li ser navê DEM Partiyê gelê me yê ku me temaşe dikin, çav û dilê wan bi me re ye, bi rêzdarî silav dikim. Cardin min got ez bi Kurdî dest pê bikim. Zext û zordariya li ser nasname, çand û hunera Kurdî her diçe zêdetir dibe. Ji ber vê yekê jî ez di civînên çapemeniyê de bi Kurdî dest pê dikim. Em mijarên xwe bi Kurdî jî tînin zimên. Ev helwesta me bila careke din jî bide xuyakirin ku em dev ji zimanê xwe bernadin, em dev ji nasnameyên cuda yên Tirkiyeyê û azadiya van nasnameyan bernadin. Çiqas zext û zordarî li ser van nasnameyan pêk bên jî em ê li ber xwe bidin ku ev nasname bikaribin bi azadî bijîn. Em li hember qedexekirinên govendê jî disekinin. Em dibêjin qedexekirina govendan, sloganan, stran û kilamên zimanê dayikê ancax zimanê me xurttir bike.

Yasaklar yıldırmaz; aksine büyütür, çoğaltır, yan yana gelişleri artırır

Malumunuz MYK’miz sürüyor. Sizlerle MYK’mizin başlıklarını, şu dakikalara kadar vardığımız kararları paylaşmak istiyorum. Niye Kürtçe başladığımızı biraz önce anlatmıştım. MYK’mizde konuştuğumuz konular da bunlardan bağımsız değil. Son zamanlarda Kürtçenin gündelik hayattaki kullanımına artan baskılar dolayısıyla Kürtçe başlamayı tercih ettim. Dillere ve anadillerine yönelik, onların kendilerini yaşama ve yaşatma mücadelelerine yönelik baskıları, yasaklamaları bir nevi protesto etmek için aslında böyle başladım. Kürt meselesinden neredeyse hiç ayrılmayan bir söz haline geldi. O halde şöyle diyelim; 80’ler 90’lar değil artık, 80’lerde 90'larda yapılanları bugün uygulayarak o zaman elde ettiğinizi zannettiğiniz kazanımlara erişemeyeceğinizi bilmenizi isteriz. Bunu DEM Parti adına bir kez daha söylüyorum. Neye dayanarak, neye güvenerek söylüyoruz bunu? Bugün kadına şiddete dönük bir eylemde Hindistan'dan duyulabiliyor “Jin Jiyan Azadî” sloganı. Böyle geniş dünya coğrafyasına yayılmış bir halk gerçekliğinden ve mücadelesinden bahsediyoruz. O yüzden yasaklar yıldırmaz, ancak ve ancak büyütür, çoğaltır, yan yana gelişleri artırır. 

MYK’mizde görüşülen başlıklar

Ne var gündemimizde? Elbette Milletvekili Can Atalay’ın hapiste ısrarla tutulmak istenmesi ve buna ilişkin yapacaklarımız var. Hapishanelerde yeni bir işkence yöntemi olarak kullanılan ve bizim gündemimizden hiç düşmeyen gözlem ve idare kurulları eliyle artan baskılar var. Kamuoyunun gündemine de dün akşam böyle bir karar verilmesiyle yeniden geldi. Ama DEM Parti'nin gündeminde, önergelerinde, açıklamalarında, cezaevi ziyaretlerinde hiç değişmeyen bir başlıktır. Aslında bu, Türkiye’nin hiç değişmeyen bir başlığı olmalıdır. Yine gündemimizden düşmeyen ekonomik krizler. Çünkü Türkiye ne yazık ki günbegün giderek yoksullaşıyor. Kürt diline ve kültürüne dönük saldırılar da bir başlıktı. Yine bir askeri anlaşma çıktı karşımıza. Keşke başka türlü tartışıyor olabilseydik. Bağdat-Ankara arasındaki anlaşma da üzerinde durduğumuz konulardan biri. Ve yeni anayasa tartışmaları. Bu tabii vazgeçilmez gündemimiz. Buna ilişkin Merkez Yürütme Kurulumuzun tartışmalarını ve eğilimini de sizlerle paylaşacağım. Bir yandan da sözünü ettiğimiz bu krizlerle bağlantılı olarak süren Ekmek ve Adalet Kampanyamız. 

Meclis sorunları çözme zemini olmalıdır

Can Atalay ile başlayalım. Kamuoyunda doğru bilinen birtakım yanlışlar var. Geçen gün de izah etmeye çalıştık. Can Atalay, Hatay halkının iradesini temsil eden bir milletvekili. Anayasa da bunu böyle ifade eder. Biz bugün DEM Parti olarak, Meclis Başkanına açık bir çağrı yapmak istiyoruz. Meclis’in itibarıyla ilgili kendisi epey kaygılanmış, bir açıklama yapmış. Emine Şenyaşar’ın, yani adalet arayışının sembolüne dönüşen bir kadının hikayesine bakıp sorumluluk hissetmek yerine, onun orada adalet arayışını sürdürmesini Meclis’in itibarını zedeleyen bir eylem olarak değerlendirmiş. Sayın Kurtulmuş’a biz de buradan DEM Parti olarak bir çağrı yapalım: Şayet Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin itibarını gerçekten düşünüyorsanız, ki biz düşünmeniz gerekir, Meclis’in, sorunları çözme zemini olması gerekiyor. Ama 90’lı yıllardan bugüne kadar Meclis, itibarının üzerine düşen gölgeden kurtulamamıştır. Bakın, bugün TBMM bir üyesine sahip çıkamaz halde. Eğer TBMM, halen üyesi olan bir milletvekiline sahip çıkabilseydi, Can Atalay ile ilgili bu tartışmaları yapmıyor olacaktık. Yapılması gereken nedir? AYM dedi ki Can Atalay ile ilgili Meclis’in aldığı karar benim için yok hükmündedir. Can Atalay ile ilgili eski halin devam etmesi gerektiğini söylüyor AYM. Yani milletvekilliğinin sürdürülmesi gerekiyor. Peki, milletvekilliğinin sürdürülmesi için ne yapılması gerekiyor? Bununla ilgili genel görüşme açılması ve Meclis’te tartışılması taraftarıyız. Elbette bu AYM kararının Meclis’te okunmasının siyaseten çok büyük anlamları var. Ama tüm bunların yanı sıra yapılması gereken çok önemli bir şey var, o da TBMM başkanı sıfatıyla Sayın Kurtulmuş’un Hatay Milletvekili Can Atalay’ın özlük haklarını iade etmesidir. Biz DEM Parti olarak bu çağrıyı yapıyoruz. Hiç vakit kaybedilmeden Can Atalay’ın özlük hakları iade edilmeli, hakkındaki AYM kararı uygulanmalıdır. Çünkü yok hükmündeki bir karar okunarak milletvekilliği kaldırılmaya çalışıldı Can Atalay’ın. Artık bağlayıcılığı olan bir karar var ortada. Can Atalay’ın milletvekilliğinin sürdüğünün kabulünün gerekliliğini vurgulayan bir karar. Bunun hızla hayata geçmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz. Can Atalay milletvekilidir ve olması gereken yer hapishane değil TBMM’dir. Onun kendisine oy veren insanlarla buluşması gerekir. Hiçbir gerekçe olmadan hapiste zorla tutulan Kobanî Davası tutsakları, Gezi Davası tutsakları da bu yaklaşımla değerlendirilmelidir ve özgürce siyaset yapmaları için Meclis’in görev ve sorumluluğunu yerine getirmesi gerekir.

Türkiye kamuoyu infaz yakmayı yeni bir deyim olarak kazanmıştır

Öte yandan 30 yıl hapiste tutulan insanların tahliyelerine saatler kala infazları yakılıyor. Türkiye kamuoyu “infaz yakma” meselesini yeni bir deyim olarak kazanmış oldu. Kovid-19 salgını gerekçe gösterilerek 2020 yılında infaz mevzuatında bir düzenleme yapıldı. O dönem bunun ayrımcı bir yasa olduğunun altını çizdik. Çünkü adli suçlarda infaz sürelerinde indirim yapılırken, siyasi suçlar kapsam dışında bırakılmıştı. Hukukçular bu ayrımın Anayasaya, BM Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesine, BM Cezaevlerine İlişkin Asgari Standart Kurallarına ve de İnfaz Kanuna aykırı olduğunu siyasilerle birlikte defalarca dile getirdiler, itirazlarını ortaya koydular ama uygulama devam ediyor. Ne yapıyor idare ve gözlem kurulları? Dün İlhan Sami Çomak’ta olduğu gibi, 30 yıl hapis yatmış ve artık tahliye olması gereken bir tutsak ile ilgili keyfi kararlar veriyorlar. Bu kurul bir mahkeme değil, böyle bir karar veremez. Bu kurullar mahkemelerin yerine geçmiş durumda. Yönetmelik, kanunun uygulama alanını da ortadan kaldıramaz. Temel hak ve özgürlükler de kanunlarla düzenlenir. İnfaz yakma bu demek. Özgür olmanız gereken yerde, mahkeme kararı olmadan hapiste tutuluyorsunuz. Gözlem ve sınıflandırmadan sorumlu ikinci müdür, idare memuru, cezaevi tabibi, psikiyatrist, psikolog, infaz koruma başmemuru, ve teknik personele kadar devam eden bir kuruldan oluşuyor. 

İdare ve Gözlem Kurulu kararlarıyla en az 17 kadının Sincan Cezaevinde infazı yakıldı

Peki, infaz yakma gerekçelerinde ne var? Tutsakları ziyaret ettiğimiz zaman bize iletilen nedenler şöyle: Fazla su kullanmak, fazla kitap okumak veya okumamak, halay çekmek ya da çekmemek, arkadaşlarıyla selamlaşmak ya da selamlaşmamak, ALES sınavına girmek ya da girmemek, serzenişte bulunmak, şarkı söylemek, üniversite bitirmemek, Kürtçe türkü söylemek, görüşçülerle selamlaşmak, fazla dilekçi vermek, kurum personeline kayıtsız kalmak… Yalnızca bunlar mı? Bir de “Pişman mısın?” diye sorular yöneltiliyor. Bu yapılan insan haklarına aykırı. Mesela HDP’den belediye eş başkanı seçildiniz. “Şimdi olsa yine aday olur musunuz, bundan dolayı pişman mısınız?” diye soruyorlar. Eğer pişmanlık ifade etmiyorsanız bu, infazınızın yakılmasının gerekçesi olabilir. İlla bir pişmanlık ifade etmeniz gerekir infazınızın yakılmaması için. Düşünün cezaevi gözlem ve idare kurullarının ne yaptığını. Daha da netleştirmek ve somut hale getirmek için konuya dair bazı örneklere yakından bakalım. Şermin Demirdağ bir siyasi mahkum, müebbet hapis cezası almış, 31 yıldır cezaevinde ve bunun 18 yılı Sincan Kapalı Kadın Cezaevinde geçmiş. 30 yılı dolduğunda normalde şartlı salıverilmesi gerekiyor. Aleyhte karara neden olabilecek herhangi bir disiplin suçu da yok. Fakat bir kurul tarafından “şartlı tahliyeye uygun bulunmadınız” denilerek öteleniyor. Yeterince iyi halli bulunmadı. Kimin kanaatiyle? Böyle bir kurul kanaatiyle. Sincan Kadın Kapalı cezaevinde tutuklu bulunan 30 yıllık tutsak Şermin Demirdağ’ın infazı kaç kez yakıldı biliyor musunuz? Bendeki son bilgilere göre 5 kez. Yine sebep pişman olmamak. Şu an en az 17 kadının bu şekilde Sincan’da infazı yakıldı. Bir kısmı sonradan infazını tamamlayıp tahliye oldu. Ama hala en az 10’a yakın kadının infazı yakılıyor, hapiste tutuluyorlar. 

İnfaz yakma umut hakkının ihlaline neden olan yeni bir işkence yöntemidir

Bir başka örnek İmralı’dan. İmralı’da ağır tecrit koşullarında tutulan, aylardır haber alınamayan, ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmeyen ve tahliyesi bir yıl ertelenen Veysi Aktaş. Devam edeceğim örneklere. Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevinde tutulan hasta tutsak Şivekar Ataş. İleri derecede kalp, yüksek tansiyon, bel fıtığı ve diş hastası. Ayrıca rahminde tespit edilen kistlerin ameliyatla çıkarılması gerek. Bir operasyon geçirdi ve tedavisi devam ediyor. Buna rağmen infazı yakıldı. Patnos L Tipi Kapalı Cezaevinde 30 yıldır tutsak Mehmet Kınat. Şeker, mide, göz ve bel fıtığı gibi hastalıklara sahip. Sinan Sütpak, 6 kez infazı yakıldı ve ağır hasta. Bu örnekleri artırabiliriz. Keza Çetin Arkaş aynı durumda. Hangi ismi söylersek, diğeri eksik kalıyor. İnfaz yakmalar umut hakkının da ihlaline neden oluyor. 30 yıl tutuklu kalıp bu süre sonunda serbest kalacağınızı düşünüyorsunuz ama çok sayıda insanın umut edebilme hakkı bu tür kurullar aracılığıyla ellerinden alınıyor. O yüzden yeni bir işkence yöntemi diyoruz buna. 

Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu şey güçlü bir barış ve demokrasi hareketi

Cezaevi gözlem ve idare kurulları ve hapishanelerin durumunun bağlantılandığı ve ilişkilendiği yer ne yazık ki Türkiye’de Kürt meselesinin çözümsüzlüğü, Türkiye’nin bunu çözemediği için demokratik bir ülke olamayışı ve yine savaş ekonomisi dolayısıyla artan yoksulluk ve sefalet. Mevcut hale baktığımızda içeride bir çözümsüzlük, dışarıda bir çözümsüzlük. Yani hem içeride hem dışarıda ne yazık ki bir savaş siyaseti söz konusu. Ortadoğu’nun geneline yayılan ve daha büyük krizlere neden olabilme ihtimali olan bir savaş halinden bahsediyoruz. Yıllardır da buna karşı mücadele ediyoruz. Bu savaş siyaseti ve tercih edilen bu yolun yarattıklarına ilişkin de uyarılarda bulunuyoruz. Bu durumda şunu ifade edebiliriz. Türkiye’nin bugün en çok ihtiyaç duyduğu şey acil ve ivedi olarak kurtarıcı, güçlü bir barış ve demokrasi hareketi. Bunun üzerine hepimiz düşünmeliyiz. Güçlü bir barış ve demokrasi hareketi nasıl oluşturulabilir, bu ses nasıl çoğaltılabilir? Bu salt DEM Parti’nin meselesi değildir, olmamalıdır; aksine bu savaştan doğrudan ve dolaylı etkilenen herkesin sahip çıkması gereken bir şey barış ve demokrasi. Şu anda Türkiye’nin en acil biçimde ihtiyacı olan şey. Çünkü savaş; toplumsal, ekolojik ve ekonomik olarak yıkım demek, felaket demek, sefalet demek, yoksulluk demek, açlık demek. İşte biz bu nedenle savaş karşıtlığında buluşmalı ve bu eylemleri çoğaltmalı diyoruz; sorunların diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini savunuyoruz. Türkiye ne yazık ki çözmeyi beceremedi ya da çözmeyi tercih etmedi. Çünkü başka şeylere kaynaklar aktarılıyor. İşte sınır ötesi operasyonlara, İHA ve SİHA’lara... Oysa her yangında cayır cayır tüm Türkiye toplumu yanıyor ama gece görüşlü helikopter tartışıyoruz. Bu sorgulanmıyor. Bunun sorgulanmasının engellenmeye çalışıldığını görüyoruz. Yalnızca tweet attığı için bu konuda insanlar gözaltına alınıyor. Dolayısıyla çözümsüz bırakılan her mesele derinleşiyor. Bu da Türkiye ve Irak arasında imzalanan yeni mutabakat zaptında bir kez daha görülüyor. Bu bir ilk değil. Bir sürü yerde ilk olarak, tarihi bir mutabakat olarak lanse edildi. Bu neyin anlaşması diye soruyoruz DEM Parti olarak? Ankara ve Bağdat arasında imzalanan anlaşma neye karşılık, ne için bağlanmış bir anlaşmadır? Ben size ismini söyledim, “Askeri Güvenlik İşbirliği ve Terörle Mücadele”. Daha çok askeri üsse ihtiyacı yok Türkiye’nin. Ortadoğu’da da daha çok askeri üsle sorunlar çözülemez. Asıl ihtiyaç barış ve dostluk köprüleri kurmaktır. 

Büyüyen Kürt meselesi küçülen Türkiye ekonomisine neden oluyor

Asıl ihtiyaç konuşarak meseleleri çözmektir, askeri ya da sınır ötesi operasyonlara ilişkin iştahı kabartmak değil. O yüzden bir kez daha DEM Parti olarak diyoruz ki askeri üs kurarak Türkiye güç tahkim edemez. Bu anlaşmanın da kalbinde yatan şey ayan beyan ortadadır. Kalbinde yatan şeyin Kürt meselesi olduğunu ve anlaşmanın Kürtlerin kazanımlarına aynı zamanda ne yazık ki göz diktiğini ve Kürtleri de karşı karşıya getirmeye çalıştığını görmek gerek. Büyüyen Kürt meselesi küçülen Türkiye ekonomisine neden oluyor. O nedenle savaş ekonomisinde ısrardan vazgeçmek gerekir. Bakın, sahadan örnek vermek istiyorum. Ekmek ve Adalet Kampanyamıza bir süredir devam ediyoruz. Eş Genel Başkanlarımız ve yöneticilerimiz bu buluşmalar kapsamında işçiler ve emekçilerle bir araya geliyor. Kampanyamız İzmir’den Iğdır’a, Batman’dan İstanbul’a kadar sürüyor, sürecek. Kampanyamızı büyüterek yola devam edeceğiz. 

Bu buluşmalarda Şimşek’in ekonomi programının bir insani yıkım olduğunu görüyoruz sahada. Çırılçıplak bir sefalet görüyoruz. Bizim gördüğümüz sefalet ve yoksulluk da iktidarın bihaber olduğu bir sefalet ve yoksulluk değil. Bizatihi müsebbibi olduğu ve sorumluluk taşıdığı bu sefalet ve yoksulluğa ilişkin itirazı ve isyanı bizim duyduğumuz gibi asıl sorumlularının da duyması ve çareler üretmesi gerekir. Nefes alamaz haldeki bir ülkede beklenen, talep edilen şey daha fazla askeri üs kurmak ve bazı tavizler vermek değildir. Son verilere göre 15-34 yaşa aralığındaki Türkiye’nin en genç nüfusunda 6,3 milyon kişi okumuyor ve çalışmıyor. Okuyamıyor, çalışamıyor. Bu imkan ve olanaklardan yoksunlar demek. Bunun 4,6 milyonu kadın. Ekonomik felaket, yoksulluk görünmesin diye gündem değiştirmeye çalışmak kurtarıcı olmuyor. Türkiye tarihi bunun hazin örnekleriyle dolu. Türkiye’deki krizi besleyen en önemli neden savaş ekonomisidir ve bu savaş ekonomisini bir an önce ortadan kaldırmaya ihtiyaç var.

En geniş demokrasi ittifakıyla ve en geniş katılımla anayasa yapılması gerekir 

İktidar partisi ya da Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından biri gündemine aldı diye değil, onlarca yıldır gündemimizde olan bir mesele de yeni anayasa. Yeni anayasa konusundaki tutumumuz, tavrımız son derece net. Biz en geniş demokrasi ittifakıyla ve katılımla yeni anayasa yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Anayasa gerçekten yeni olmalıdır. Bunun için en çok mücadele eden siyasi geleneğiz. Ayrıca bu konuda çokça birikimi ve tecrübesi olan, bu tartışmalara da yıllar önce başlamış bir siyasi partiden bahsediyoruz. Yeni anayasa, gündem değiştirmek için birinin aklına geldiğinde ya da başka birine mesaj vermek için gündeme getirdiğinde tartıştığımız bir konu değildir. Bize göre gerçekten geçmişten tümüyle kopulduğunu gösteren bir anayasa yaklaşımı olmalıdır. Bu her zaman partimiz açısından hayati bir mesele. Bugün Türkiye’de hükümet edenler, bu ülkede en çok anayasa değişikliği yapan iktidardır ama buna rağmen Türkiye’de şu anda hukuksal olarak bir anayasa yok. Var olan uygulanmıyor. Darbe anayasası demek ki değiştirilerek yenilenmiyor. Biz usulü ve esası bir arada değerlendiriyoruz. O yüzden en geniş demokrasi ittifakıyla ve en geniş katılımla bir anayasa yapılması gerekiyor. 

Yangınlarda da gördük; ne kadar merkezi otorite o kadar nefes alamamak 

SORU: CHP’li belediyeler son dönemlerde SGK borçlarıyla ilgili bir çalışma yürütüyor. DEM Parti belediyelerinin bu konuda bir çalışması olacak mı? DEM Parti belediyelerinin SGK borçları ne durumda, çok fazla borçları var mı? 

DEM Parti belediyeleri, malumunuz, kayyım sonrası tahribatla uğraşıyor. Bir yandan da bir kayyım tehdidi sürekli canlı bir şekilde tepelerinde tutuluyor. DEM Partili belediyelerin ne durumda olduğuna ilişkin periyodik bir biçimde yaptığımız açıklamalarla kamuoyu bilgilendiriliyor. DEM Partili belediyelerin ekonomik olarak durumu ve tabii ki sosyal ve toplumsal olarak da yaratılan tahribata baktığımızda, bunu yangınlarda da gördük, ne kadar merkezi hükümet o kadar yerelde az nefes almak demek olduğunu görüyoruz. Her şeyin bu kadar çok merkezileşmesi ve tek elde toplanması, merkezi bir yerden idare ediliyor olması yerelde de sizin kararları istediğiniz şekilde alamamanıza ve oluşturulan bütçelerin yine merkezi hükümete takılmasına yol açabiliyor. Bunun üzerine bir de kayyım tahribatını da ekleyelim. Dolayısıyla DEM Parti belediyelerinin bütçe açısından iyi bir durumda olmadıkları ortada. Ayrıca 31 Mart seçimlerinden sonra yaptığımız açıklamalarda da ifade ettiğimiz gibi neredeyse demirbaşlar alınıp götürülmüş. Halkın kullanması gereken kaynaklar halkın, belediyelerin hizmetinde değil. Demokratik Yerel Yönetimler Kurulumuz da bu konuyla ilgili birtakım çalışmalar yapıyor. Bu çalışmalar olgunlaştığında sizlerle paylaşacağız. Belediyelerde 100’üncü günü geride bıraktık. Hala kayyımların yarattığı tahribatlarla uğraşan, bir yandan da kayyım tehdidini canlı tutmaya çalışan bir Türkiye gerçeğinden tekrar bahsetmek gerekiyor.

21 Ağustos 2024