Parti Sözcümüz Ayşegül Doğan, Genel Merkezimizde basın toplantısı düzenledi. Güncel gelişmeleri değerlendiren Doğan, şunları söyledi:
Sorunların demokratik yol ve yöntemlerle, uzlaşıyla çözülmesi gerektiğini her zaman savunduk
Hepinizi partimiz adına selamlıyorum. Dün toplanan MYK sonrası, bazı tartışmaları sizlerle paylaşmak üzere bulunuyoruz burada. Çok tarihsel gelişmelerin yaşandığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Bunlardan biri de yıllardır süren, aylardır en kanlı halini gördüğümüz süreçlerden biri. Filistin meselesinde kalıcı bir ateşkese varma ihtimali ortaya çıkmış gibi görünüyor. Biz DEM Parti olarak, her zaman sorunların diyalogla, demokratik yol ve yöntemlerle, uzlaşıyla çözülmesi gerektiğini savunduk. Bu söylemimizden ve bu konudaki kararlılığımızdan hiçbir şekilde vazgeçmedik. Filistin meselesi bu konuların başında geliyor.
Memnuniyetle karşıladığımız İsrail-Filistin ateşkesi kalıcı hale gelmelidir
Hatırlayacaksınız vahşetin boyutlarını. Hastaneler dahi bombalandı, on binlerce Gazzeli hayatını kaybetti. Gazetecilerin ve hastanelerin hedef alındığı bir vahşetten bahsediyoruz. İşte bu vahşetin sona ermesi için atılan adımları memnuniyetle karşıladığımızı, ancak yetersiz bulduğumuzu ifade edelim. Bunun mutlaka ama mutlaka kalıcı bir ateşkesle sonuçlanması için, başta BM olmak üzere uluslararası toplum gerekli sorumluluğu üstlenmelidir. DEM Parti olarak bu çağrıyı yapmak isteriz. Temennimiz bölgedeki halkların barış içinde yaşayabileceği bir formülün geliştirilebilmesi ve bugüne kadar ortaya çıkan bu en kanlı vahşet tablosunun yarattığı tahribatların halklar üzerindeki etkilerinin giderilebilmesidir. Ne yazık ki onulmaz, telafi edilmez acılar ortaya çıktı. Bir daha yaşanmaması için de bunun mutlaka ama mutlaka kalıcı bir hale getirilmesi gerekiyor.
Aslında savaş ve çatışmaların sürdüğü yerlerde yaşananların yarattıklarından bağımsız olmayan bir konu da toplantımızın gündemindeydi. Türkiye ve Ortadoğu'da, Filistin meselesinden sonra yıllardır en çok tartışılan konulardan biri de Kürt meselesi. Bu bağlamda son günlerde yaşanan gelişmelere ilişkin değerlendirmeler dünkü MYK’mızın en önemli başlıklarından biriydi. DEM Parti İmralı Heyetinin yaptığı görüşmelere, siyasi partilerin yaklaşımına, Suriye ve dolayısıyla Rojava’daki gelişmelere, Sayın Öcalan’ın koşullarına, Ekmek ve Adalet Kampanyamızın bundan sonra nasıl devam edeceğine ilişkin uzun süren bir MYK toplantısı sonrası buluştuk bugün.
Gelin, ortaya çıkan barış ihtimaline sahip çıkalım, onu güçlendirelim
Yıllardır hiç durmadan barış ve çözüm isteğimizi ve talebimizi toplumsallaştırmak için DEM Parti olarak çalışıyoruz. HDK de bugün “Barış İçin 1 Milyon İmza” kampanyası başlattı. Adeta bir seferberlik ruhuyla. Gelin, ortaya çıkan bu barış ihtimaline sahip çıkalım, bunu güçlendirelim diyoruz. Bugüne kadar tüm seferberlik çağrıları savaş için yapıldı. Oysa biz hep bu ezberi bozan bir yerden çağrı yaptık. En karanlık, en olmayacağını düşündüğümüz zamanlarda dahi barış ve çözüm ihtimalinin Türkiye’yi koruyabilecek en sahici yaklaşım olduğunu söyledik. İşte bugün çok tarihsel bu dönemeçte, bunu tekrar hatırlatmanın DEM Parti için çok büyük bir sorumluluk olduğunun farkında olarak, tüm kamuoyuna en sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim: Ortaya çıkan bu ihtimali ve bu umudu büyütelim. Barış ve çözüm ancak halklarla yapılabilir. Siyasi partilerin temasları ne kadar memnuniyet verici olursa olsun, bu sürecin nihayete ermesi için yetersiz kalır. O yüzden gelin imece usulü hep beraber bu ihtimali büyütmek için yapılması gerekenleri yapalım.
Hiç kimse DEM Parti’nin sorumluluktan kaçtığına dair spekülasyon yapmasın
Şimdi bakınız yapılması gerekenler günlerdir konuşuluyor. Yalnızca 1 Ekim’den bu yana değil. Aslında bu tartışma, epeydir Türkiye kamuoyunun gündeminde. Kah “milli güvenlik” adı altında Kürt meselesi tartışılıyor, kah ekonomik boyutlarıyla Kürt meselesi tartışılıyor, kah can kayıplarıyla tartışılıyor. Çoğu zaman yanlış tanımlayarak, çoğu zaman yok sayarak, çoğu zaman görmezden gelerek bugüne gelindi. Oysa bugün bambaşka bir tablo var ortada. Geçmiş süreçlere kıyasla farklı düşünen siyasi partiler, hala tam olarak Kürt meselesini nedenleriyle saptayarak ve tam olarak analiz ederek bir yaklaşım sergilemiyor olsalar da bugün kurulan temasların çok kıymetli olduğunu ve çok büyük bir anlam biçtiğimizi defalarca söyledik. Bu konudaki yapıcı tutumumuzu, olumlu yaklaşımımızı, özverimizi ve gayretimizi her defasında başka türlü adlandırmaya çalışanlara hatırlatalım: Hiç kimse DEM Parti’nin bu süreçte alması gereken sorumluluktan kaçtığına ilişkin kamuoyunda spekülatif algılar yaratmaya çalışmasın. Bunun hiçbir karşılığı yok. Kamuoyu araştırmaları ortada. Her ne kadar düşünce ve ifade özgürlüğü kısıtlanmış olsa da her ne kadar anti demokratik uygulamalar son hızla devam ediyor olsa da görüşlerini açıklayan, beklentilerini söyleyen, bu konuda iradelerini ortaya koymaktan çekinmeyen insanlar var. Ben bugün DEM Parti adına sizlerle onların beklentilerini paylaşmak istiyorum. Somut yaşanmış olaylardan hareketle paylaşmak istiyorum.
Halklar, devletin gerçekten demokratik bir değişime niyeti olup olmadığını soruyor
Diyarbakır’dan, Şırnak’tan, Bingöl’den, İstanbul’dan, Adıyaman’dan insanlar bu tartışmaları izliyor. Hangi siyasi partiden olurlarsa olsunlar izliyorlar. Hangi dili konuşuyor olurlarsa olsunlar, hangi etnisiteyle kendilerini tarif ediyorlarsa etsinler. Türk, Kürt, Arap ya da Ermeni fark etmez. Türkiye sonuçta çeşitli kimliklerin yaşadığı bir ülke. Hepsi “Bu devlet gerçekten barış istiyor mu?” sorusunu soruyor. Bu yalnızca DEM Parti’nin sorusu değil, halkların sorusu. Demokratik bir değişim ve dönüşüme devletin gerçekten niyeti olup olmadığını soruyorlar. Barıştan aynı şeyi mi anlıyoruz, diye soruyorlar. Yaşadıklarına bakarak soruyor insanlar.
Türkiye barış ve çözüm konusunda emekleme döneminden çıkmalı
Akdeniz Belediyesi için oy kullanmış seçmenler bize soruyor. Bir yandan barış görüşmeleri, bir yandan kayyım olur mu diye soruyorlar. Bu sorunun yanıtı bizde yok. İradesine sahip çıkmak için günlerdir Akdeniz Belediyesi önünde nöbet tutan insanlar adına bu soruyu soruyoruz. Beşiktaş Belediyesine yapılan siyasi operasyon ve Akdeniz Belediyesine böyle bir yaklaşımla anti demokratik uygulamaların son hız devam edeceğine dair güçlü mesajlar vererek halka bu soruları neden sordurtuyorsunuz? Beklenen bu değil, talep edilen bu değil. Uğruna mücadele edilen barış ve çözüm ihtimalinin ortaya çıkması ve güçlenmesi için güvene ihtiyaç vardır. Güven telkin edici bir yaklaşıma ihtiyaç var, güven telkin edici adımlara ihtiyaç var. Bunlar bir koşul siyaseti olarak algılanmamalıdır. Bunlar çarpıtılarak sanki DEM Parti çözüm ve barış istemiyormuş gibi bir algı yaratılmamalıdır. Bunların hepsi, yaratmak istediğimiz iklime ne yazık ki gölge düşüren adımlar olur. Türkiye artık barış ve çözüm konusunda emekleme döneminden, patinaj yapmaktan çıkmalı. En az 40 yıldır denenen ama sonuç alınamayan yöntemler yerine yeni yöntemler bulduğunu, yeni yöntemlerle devam edeceğini, barış ve çözüm yolunda kararlılıkla yürüyeceğini ifade etmeli. Yalnızca ifade de etmemeli; antidemokratik uygulamalardan uzaklaştığını, vazgeçtiğini göstererek kamuoyundaki bu güvensizliği gidermeli. Partimiz buradan yetkililere sesleniyor: Bu uygulamalardan vazgeçin artık.
Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı barış anlaşması görüşmelerinin olmasını istiyorsak kimse sorumluluktan kaçınmamalı
Akdeniz Belediyesine nasıl kayyım atandı? Önce bir gerekçe bulunmaya çalışılıyor. Çünkü kumpas tasarlanıyor, sonra o kumpasa bir gerekçe bulunmaya çalışılıyor. Gizli tanık. Yıllardır sürdürülen bu uygulamadan vazgeçin artık. Hukuk dışı, demokrasi dışı bir uygulama. Kayyım atamak anayasa ihlalidir. Halkların iradesinin tanınması için bir barış projesine girme yolunuz olacak ya da söyleminizde bu olacak -ki söylemde ne kadar var onu da değerlendireceğiz- fakat kayyımda ısrarcı olacaksınız. Bunu yapmaktan vazgeçmek gerekiyor.
DEM Partili belediyelerin her hizmetinin, aslında iktidarın yapamadıklarının ifşası niteliğinde olduğunu oralarda oy kullanan insanlar gayet iyi biliyorlar. Bu nedenle hedef alındığını biliyorlar. Bu gasp politikalarından, iradeyi yok sayan politikalardan vazgeçin. Eş başkanlık sistemini kriminalize etmekten de vazgeçin. Bunların hiçbir karşılığı yok. Bunlar Türkiye’ye bir fayda getirseydi, biz bugün belki de cumhuriyet tarihinin en büyük ve kapsamlı barış görüşmelerinden bahsediyor olmayacaktık. Bunun cumhuriyet tarihinin en büyük ve kapsamlı barış anlaşması görüşmeleri olmasını istiyorsak herkesin yapması gerekenler var. Hiç kimse bu konuda sorumluluk almaktan kaçınmamalıdır.
Herkesi eşitlerin ve barışın dilini kurmaya çağırıyoruz
Kayyım uygulamalarından bahsettik, bir de dönüp kullanılan dile bakalım. Son derece üsten, tehditkar, şantajcı dilden vazgeçmek gerekiyor. Bu dil ne yapıcı ne kapsayıcı ne de yeni. Eğer “asarız keseriz” diyen bir dille bu sorun çözülebilmiş olsaydı, bugüne kadar çözülürdü. Demek ki bu dil ve yöntemlerle bu sorun çözülemiyor. Çok kritik bir dönemden geçiyoruz ve bu konuda hepimiz mutabıkız. O halde herkes dilini değiştirmelidir. Geçen sefer bu kürsüde MYK’mızın yaklaşımlarından biri olarak paylaşmıştım. Tüm taraflar ezberleri bozmalı. Bunu yineliyoruz. Her şey dilde başlıyor. Karşınızdakini nasıl tanımlıyorsanız, ona göre bir iletişim kurarsınız. El uzatmanın dili başkadır, sırt çevirmenin dili başkadır. Bunu Türkiye halkları anlıyor. Eşitlerin dili başka, efendilerin dili başka. İktidarı ve bu konuda sorumluluk hisseden herkesi eşitlerin dilini kurmaya davet ediyoruz, barışın dilini kurmaya çağırıyoruz.
Barıştan bahsedilen bir atmosferde savaş dilinde ve aynı ezberlerde ısrar olmaz
Sayın Cumhurbaşkanı Diyarbakır’da, “Yeni bir şey söylemek lazım” diyor. Evet, biz de kendisine katılıyoruz. Yeni bir şey söylemek lazım. Yeni bir şeyler de yapmak lazım. Yeni bir dille, yeni yöntemlerle hem konuşmak hem de eylemek gerekiyor. Israrla hakikatleri halklara ulaştırmak ve halkın haber alma hakkını korumak için çalışan iki gazeteci SİHA’larla katledildi. Nazım Daştan ve Cihan Bilgin. Bu iki gazetecinin kendi memleketlerine gömülme hakları ellerinden alındı. Ben bu gazetecilerin aileleri adına soruyorum DEM Parti olarak: Böyle bir insan hakkı ihlalini, ahlaktan ve vicdandan yoksun böyle bir tutumu topluma nasıl izah edelim? Soruyoruz bunu yetkililere. Bunları yapmayın. İnsanlığın gereğini yapmaya davet ediyoruz sizi. Barıştan bahsedilen bir atmosferde savaş dilinde ve aynı ezberlerde ısrar olmaz, olmamalı. Ama şunu da bilelim “yaptık oldu” diyerek yapılan her şey kamuoyunca soruluyor. Bu soruları burada sizlerle paylaşmak, bu tartışmaları ve bu tartışmalardan süzülen DEM Partinin yaklaşımını sizlere aktarmak temel sorumluluklarımızdan biri.
Gelin, tüm nedenleri ortadan kaldıralım ve çatışmasızlık Türkiye’de kalıcı bir hale gelsin
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yeni bir şey yapmak” sözü tam da halkların istediği, beklediği şey. Yeni bir şey duymak, görmek. O yeninin ispat edildiğini görmek. Yeni bir şeyler için adım atılmasını bekliyor insanlar. Bunun için adım atmak iyi bir şey, hayırlı bir şey. Bunun için cesaret etmek hayırlı bir şey. Bunu yapmaktan imtina edilmemelidir. Bunu yapmanın koşulu olmamalıdır. Biz DEM Parti olarak sorunların diyalog ve uzlaşı yöntemiyle çözülmesini istiyoruz, silah ve çatışmayla değil. Biz diyoruz ki, gelin tüm nedenleri ortadan kaldıralım ve çatışmasızlık Türkiye’de kalıcı hale gelsin. Sayın Öcalan’ın mesajı da bu yönde. Hem 7 maddelik mesajıyla bunu kamuoyuyla paylaşıyor hem de daha önce Urfa Milletvekilimiz Ömer Öcalan’la gönderdiği mesajla. “Ben hazırım” diyor. Şimdi bakınız, bu konuda barışın bir tarafı Sayın Öcalan. Eğer öyle ise onun sesi ve sözü topluma doğrudan ulaşmalıdır. Özgür çalışma koşulları, bu sürece katkı sunacağı koşulları oluşturulmalıdır.
Erdoğan tecridin sona ermesi için de gerekli talimatı vermelidir
Sayın Cumhurbaşkanı dün yaptığı grup toplantısında, “Bu sorunun çözümü için gerekli talimatı verdim” diyor. Bunun için de gerekli talimatı vermelidir. Bu hukuksuzluk devam etmemeli, tecrit son bulmalıdır. Tecridi sürdüren bu yaklaşımdan uzaklaşılmalı. Sesini ve sözünü doğrudan Türkiye halkları duymalı Sayın Öcalan’ın. Tarihi bir Kürt-Türk ittifakı olarak tanımlanan ve bunu sağlamak için yapılan görüşmeler İmralı’da tecrit koşullarında yapılıyor. Bu tutarsızlıklar ve çelişkiler bir an önce giderilse Türkiye kamuoyu bu gündemlerle meşgul olmayacak ve gerçek gündemine dönüp gerçek sorunlarını konuşabilecek. Yıllardır bu sorunun gölgesinde gizlenen yoksulluk, sefalet ve pek çok alanda yaşanan yıkım konusunda çözümlerin geliştirilebileceği bir iklim ve atmosfer oluşacak. O yüzden de toplumdaki bu itiraz, eleştiri ve önerilerin, bu konuda yapılması gereken olumlu ve yapıcı katkıların yetkililer tarafından dikkate alınması gerektiğini yineliyoruz. Kayyım uygulamalarından özellikle vazgeçilmesi gerektiğini hatırlatıyoruz. İstanbul Barosu mesela fotoğrafın diğer tarafı. İstanbul Barosuna böyle bir siyasi operasyon düzenlemek, baroyu kriminalize etmeye çalışmak Türkiye’nin adaletine, hukukuna ve demokrasisine katkı sunmaz. O yüzden meslek odalarına, belediyelere ve barolara yönelik 2016’daki OHAL döneminde başlayan ve güya kaldırılmış olan ama pratikte süren bu antidemokratik uygulamadan vazgeçmeye, insanların tercihlerine ve iradelerine saygıya davet ediyoruz bir daha.
Kürtler karşı karşıya getirilmemeli, böl-parçala-yönet politikalarından vazgeçilmeli
Biz Suriye'de Türkiye’nin yapıcı bir katkı sunması gerektiğini en başından beri söylüyoruz. O yapıcı katkı nedir? En başta Suriye’de yaşayan halklara ilişkin tehdit dilinden vazgeçmektir. Orada yaşayan halklar nasıl yaşayacaklarına kendileri karar vermelidir. Suriye Suriyelilerin ise, bu konuda mutabık isek; o halde bırakın Suriye’de yaşayan halklar nasıl yaşayacaklarına, hangi modelle nasıl bir arada yaşama projesi gerçekleştireceklerine, bugüne kadar kazandıklarını nasıl koruyacaklarına ve Suriye'nin geleceği tahayyüllerine kendileri karar versinler. Bizler ne yapabiliriz? Ancak bu karar için, orada yeniden halkların karşı karşıya gelme ihtimalinin oluşmaması için destek olabiliriz. Katkı sunabiliriz. Demokratik bir Suriye için, bu olasılığı güçlendirmek için pozitif bir tutum alabiliriz. Negatif bir tutuma ihtiyaç yok. Türkiye’de bugün hem iç siyasette hem de dış siyasette ihtiyaç duyulan temel şey işte bu yaklaşımdır ve bu yaklaşımı ete kemiğe büründürecek somut adımlardır. Rojava hakikati olduğu gibi görülmeli, tanınmalı, kabul edilmeli. Kürtlerin bu konudaki hassasiyeti dikkate alınmalı. Kürtlerin bu konudaki sesi duyulmalı. Suriye’den buraya uzatılan el tutulmalı. Suriye’den buraya yapılan diyalog çağrıları yanıtsız ve karşılıksız bırakılmamalı. Kürtler karşı karşıya getirilmemeli. Böl-parçala-yönet politikalarından vazgeçilmeli.
Ekonominin düze çıkabilmesi için Türkiye’nin barış ve çözüm politikalarına ihtiyacı var
Demokrasiden, özgürlüklerden, adaletten ve hukuktan yoksun bir ülke maalesef ekonomik olarak da iyi bir durumda olmuyor. Türkiye de işte ekonomik çöküşü periyodik olarak, bu sorunda patinaj yaşadığı her dönemde çok daha derin bir şekilde yaşıyor. Ekonomik darboğaz teriminin bile yetersiz kalacağı bir dönemden geçiyor ne yazık ki. Ekonominin düze çıkabilmesi için de Türkiye’nin barış ve çözüm politikalarına ihtiyacı var. Barış ve çözüm politikalarının neden ekonomiyle bu kadar bağlantılı olduğunu anlatmak için uzun zamandır alandayız. Bu konuda buluşmalar ve ziyaretler gerçekleştiriyoruz. Bazen meslek odaları, bazen işçiyle ve çiftçiyle buluşarak yapıyoruz. Bunu Ekmek, Adalet ve Barış Buluşmaları olarak sürdüreceğiz. Çünkü biliyoruz ki biri olmadan ötekinin sağlanamayacağı çok hayati konular bunlar Türkiye için. Yine sizlerin de takip ettiği üzere halklar orada nöbette günlerdir. Nusaybin ve Suruç’ta Rojava ile dayanışma nöbetleri tutuluyor. Oraya farklı kesimlerden insanlar da ziyaretlerde bulunuyor. Biz de DEM Parti olarak oradayız. Gözü ve dikkati orada olan, tehditleri bertaraf etmek için desteklerini duyurmaya çalışan insanlar var. Bizim sınırda tuttuğumuz adalet ve dayanışma nöbetleri, çözüm ve barış nöbetleri devam edecek. Bunun Örgütlenme Komisyonumuz tarafından planlanması netleşince sizlerle paylaşacağız.
DEM Parti İmralı Heyeti tarafından yarın yazılı açıklama yapılacak
Soru yoksa MYK’mızın gündemimizdeki konular bunlardı. Şunu soracağınızı biliyorum siz sormadan ben yanıt vereyim. DEM Parti İmralı Heyetinin yaptığı görüşmeler sonrasında bir açıklama yapılacağı paylaşılmıştı. Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve Ahmet Türk bu konunun etraflıca değerlendirileceğini söylemişti. Yalnızca siyasi çevrelerle yapılmadı bu görüşmeler. Cezaevleriyle de yapıldı. Edirne’de Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı ziyaret edildi. Kandıra’da Figen Yüksekdağ ve Semra Güzel ziyaret edildi. Sincan'da Leyla Güven, Ayşe Gökkan, Sevtap Akdağ ve Nimet Tanrıkulu ziyaret edildi. Bunları da değerlendiren bir yazılı açıklama yarın DEM Parti İmralı Heyeti tarafından yapılacak.
SORU: İmralı Heyeti Öcalan ile görüşmeyi ne zaman yapacak?
Önümüzdeki günlerde görüşmenin gerçekleşmesini bekliyoruz. Normalde demokratik bir ülkede gazetecilerin bu rutinin nasıl olacağını biliyor olması gerekiyor. Çünkü zaten tecridin olmaması gerekiyor. Bugüne kadar bu sistemin çoktan ortadan kaldırılmış olması gerekiyordu. İnsan hakları ihlali olarak bunun sürdürülmemesi gerekiyordu. O zaman gazeteciler bu soruyu sormak, biz siyasetçiler de bu soruya yanıt vermek durumunda kalmazdık ve halkın gerçek gündemiyle ilgilenirdik. Halkın gerçek gündemlerinden çalan her konudan vazgeçilmelidir. Başta tecrit ve kayyım olmak üzere bütün antidemokratik uygulamalardan vazgeçilmelidir. Özellikle barıştan söz edilen böyle bir zeminde. Barışta herkes kazanır. Nasıl kurarsanız, nasıl başlarsanız, nasıl garantilerseniz, nasıl kalıcı hale getirirseniz, işte böyle kalıcı bir karakter kazanır çözüm ve barış ihtimali. DEM Parti’nin gönlü de çabası ve isteği de gelecek projeksiyonu da budur. Biz barış ve çözüm ihtimalinin kalıcı bir hale gelmesini istiyoruz. Bunun için üzerimize düşen her şeyi yapmaya hazırız. Hiçbir şeyden imtina etmiyoruz. Karşımıza çıkabilecek zorlukları göğüsleyebilecek en gayretkeş ve en fedakar siyasi partiyiz. Dolayısıyla herkesi ötekileştirici bir dil yerine barışın ve çözümün diliyle konuşmaya ve bunu uygulayarak da göstermeye davet ediyoruz.
16 Ocak 2025