Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, haftalık Meclis Grup Toplantımızda yaptığı konuşmada gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bakırhan, şunları söyledi:
Cejna Zimanê Kurdî pîroz be
Rêhevalên hêja, mêvanên ezîz hûn bi xêr hatin. Ez dîwanê û we bi rêzdarî silav dikim.
Sibê 15ê Gulanê Roja Cejna Zimanê Kurdî ye, ez cejna zimanê kurdî hezar caran pîroz dikim. Ez bi vê mabestê Celadet Alî Bedirxan û hemû dildar û xemxarên zimanê kurdî jî pîroz dikim. 92 sal berî niha Celadet Alî Bedirxan û hevalên xwe kovara Hawarê derxistin. Kovara Hawarê ji bo zimanê kurdî gaveke dîrokî ye. Kovara Hawarê ji bo me kurdan dibistanek e, rêya me ronî dike û ji me re dibe îlham. Bi vê munasebetê di şexsê Celadet Alî Bedirxan de Osman Sebrî, Qedrî Can, Cegerxîn, Mihemed Şêxo, Aram Tîgran, Apê Mûsa û Ferzad Kemanger û hemû dildarên zimanê Kurdî bi bîr tînim. em minetdarî wan in, em wan tu carî ji bîr nakin.
Her Dem Kurdî Li Her Derê Kurdî
Em dibêjin Her Dem Kurdî Li Her Derê Kurdî. Em ê Kurdî biaxivin, em ê bi Kurdî binivîsin, em ê bi Kurdî bifikirin. Sibê em ê li Amedê cejna zimanê xwe pîroz bikin. Sibê ez ê jî li Amedê bim. Werin em ala zimanê xwe bi hev re bilind bikin. Werin em cejna zimanê Kurdî bi hev re pîroz bikin.
Bütün Kürt halkının Kürt Dil Bayramını kutluyorum
Ben de misafirlerimize, salonumuzda bulunan arkadaşlara hoş geldiniz diyorum. Kürtçe de söyledim, yarın Kürt Dil Bayramı. Bütün Kürt halkının Kürt Dil Bayramını kutluyorum. Fakat Kürt dili ve kültürü önünde hala ciddi engeller devam ediyor. 21. yüzyılda olmamıza rağmen Kürtçe sinemalar, tiyatrolar, konserler yasaklanıyor. Bu utanç maalesef 100 yıldır devam ediyor. Bu ülkede inkar ve asimilasyon var diyenler, demokrasi talep edenler ya katlediliyor ya sürgüne zorlanıyor ya da yargılanıyorlar. Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri olan Kürt meselesi de yıllarca yok sayıldı. Milyonlarca Kürt’ün varlığı inkar edildi. Kürt’ün Kürt olmadığını ispatlamak için saçma sapan teoriler üretildi. Ülke bu teorilerle onlarca yılını kaybetti. Dünya bilim, teknoloji ve demokraside gelişirken biz “kart-kurt” teorileriyle bu ülkenin insanlarını yıllarca kandırmaya çalıştık, oyaladık. Ancak geldiğimiz noktada Kürtler de Kürt dili de Kürt kültürü de bu teorilere rağmen varlığını devam ettiriyor.
21. yüzyılda Kürt’ü inkar etmenin geldiği son nokta Kobanî Kumpas Davasıdır
Çözümün konuşulduğu zamanları da hep birlikte yaşadık; insanlar daha mutlu, ekonomi daha iyiydi. Ne zaman ki şiddet tırmandırıldıysa hukuksuzluk hakim oldu, devlet Kürtlerden ve muhaliflerden toplu intikam alma davalarını devreye sokarak hesap sormak istedi. Herkes biliyor ki bu davalar hukuk davaları değildir, siyasi intikam davalarıdır. Demokratik siyaset hakkına saldırı davalarıdır. 21. yüzyılda Kürt’ü inkar etmenin geldiği son noktadır. Yargının kumpas kurumu olarak çalıştığı bir davayla karşı karşıyayız. Bir tweet atıldığı için önceki dönem Eş Genel Başkanlarımız Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile onlarca HDP’li arkadaşımız Kobanî Kumpas Davasında yargılanıyor. Bu dava bir kumpas kurumu olarak devrede. Bu davayı açan ve kritik işlemlere imza atan hakim ve savcıların çetelerle, mafyayla, suç örgütleriyle nasıl bir ilişki ağı içerisinde olduklarını hep birlikte gördük. Grup toplantılarında halka parmak sallayanları, tehdit edenleri, yargıya talimat verenleri de hep birlikte gördük. Bu dava sadece bir yargı davası değildir; aynı zamanda siyasetçilerin de karıştığı, davanın hakimi, savcısı ve polisi olduğu bir davadır. Bu ülkede bugüne kadar darbe sadece ordu karargahlarında değil adliye koridorlarında da hazırlanıp devreye konulmuştur. Adnan Menderes’in idam edilmesi siyasi darbe değil miydi? 367 kararı siyasete darbe değil miydi? Bu darbeleri yargıç cübbesi giyenler yapmadılar mı? Evet o günün mazlumları sizlerdiniz, Kürtlerdi, devrimcilerdi, aydınlardı. Bugün siz (iktidar) mazlumluktan zalimliğe geçerek Kürtlere, devrimcilere, aydınlara yargı yoluyla eziyet etmeye devam ediyorsunuz, intikam almaya çalışıyorsunuz. Bir taraftan Kobanî Kumpas Davası öte yandan Osman Kavala’ya haksızlık yapıyorsunuz. Can Atalay’ı da HDP’li seçilmişler gibi rehin tutarak halkın iradesini yok sayıyorsunuz. Bizlere, muhaliflere bu davaları hak görenler Kürtleri, aydınları ve devrimcileri katleden JİTEM’in davalarını birer birer aklıyor. Türkiye halkları bunları görüyor, bunları unutmayacak. Bunlar hafızamızda her zaman canlı bir şekilde yerlerini koruyacaktır.
Demokratik siyaset hakkını ihlal eden siyasi davalara son verin
Kürt’ü, aydınları katledenleri aklayanlarla da demokratik bir ülkede demokratik bir yargı karşısında bir gün hesaplaşacağız. AKP'ye kapatma davası açıldığında savunmalarında ne dediler biliyor musunuz? “Demokrasilerde esas olan halkın seçtiği iradenin yönetmesidir”. Peki, Gültan Kışanak seçilmiş değil mi? Selçuk Mızraklı halkın iradesi değil mi?
İşte öyle bir iktidarla, öyle bir devlet zihniyetiyle karşı karşıyayız ki zorda oldukları zaman kendileri için söylediklerini iktidar olduklarında unutuyorlar. Söz konusu Kürtler ve muhalifler olunca yine o ikili hukuklarını hem zihinlerinde hem sözlerinde hem pratiklerinde hayata geçiriyorlar. Siz değil miydiniz kapatılma davası açıldığında hukukun üstünlüğünü savunan, adalet diyen? Peki, hukukun üstünlüğü nerede, adalet nerede diye sorsak ortada bir şey yok. Şimdi önünüzde bir şans var; Kobanî Kumpas Davası başta olmak üzere demokratik siyaset hakkını ihlal eden siyasi davalara son verin.
Yeni anayasa, normalleşme diyorsanız önce Kobanî Kumpas Davasına ve tecride son verin
“Yeni anayasa yapalım, darbecilerin izini silelim” diyenlerin ilk yapması gereken şey Kobanî Kumpas Davasına son vermektir. Bugün “yumuşama” ve “normalleşme” diyenler, dün hukuksuzluk ve adaletsizlik olduğunu aynı zamanda itiraf ediyorlar. Demek ki 22 yıldır Türkiye hukukla yönetilmedi, normal bir hukuk işletilmedi. Eğer gerçek bir normalleşme istiyorsanız yol bellidir. En başta Kobanî Kumpas Davasına son verin. Yine Kobanî Kumpas Davası kadar önemli bir durum var. Sayın Öcalan’ın içinde bulunduğu mutlak tecride son verin. Normalleşmenin en önemli adımları bunlar olacaktır. Bunları yapmadan bir normalleşme ve yumuşamaya ne bizler ne de Türkiye halkları inanmaz. Sayın Öcalan ne zaman barışa dair, çözüme dair rolünü oynadıysa ülkede refah vardı, huzur vardı, gençler ve Türkiye halkları geleceğe umutla bakıyordu. Ne zaman demokratik siyasete müdahale etme durumu başladıysa da umutsuzluk, ekonomide kötüye gidiş ve Türkiye’den umudunu kesen milyonlarla karşı karşıya kaldık. Normalleşmek doğrudur ama normalleşmek istiyorsanız çözüm bir ada uzaklığındadır, bir ada yakınlığındadır. Bu ülkenin tarihi apaçık göstermiştir ki hukuksuzluk ve adaletsizlik bir bataklıktır. Bu ülkede ne zaman hukuksuzluk ve adaletsizlik olduysa; çeteler kol gezer, 90'ların karanlık ekipleri sahaya iner, kirli ittifaklar aktif hale gelir, paralel devlet yapılanmaları devreye girer. Tıpkı bugünlerde yaşadığımız gibi. Seçim döneminde bunları defalarca söyledik. JİTEM ittifakıyla mücadele ettiğimizi söyledik. 31 Mart’ta halkımız aslında JİTEM ittifakını sandığa gömerek iradesine sahip çıkmıştır. Bu ittifaklara da sandıkta gereken mesajı vermiştir.
Bizler hakikat mücadelesinin neferleriyiz; tehditlere pabuç bırakacak kimseyi aramızda göremezsiniz
Şimdi halkın mesajını almayan kirli ve karanlık odaklar yine rahat durmuyorlar. Belediye eş başkanlarımıza yönelik kirli kampanyaları ve algı operasyonlar tutmadı, şimdi de vekillerimize yönelik saldırılara başladılar. Utanmazlar 2016 yılında annesini kaybetmiş vekilimiz Perihan Koca’ya çamur atıyorlar. Çiçek Otlu vekilimize iftiralarda bulunuyorlar. Burcugül Çubuk milletvekilimize medya tetikçileri aracılığıyla suçlamalarda bulunuyorlar. Belediye eş başkanlarımız, milletvekillerimiz, partililerimiz öyle kolay lokma değildir. Bizler hakikat mücadelesinin birer neferiyiz; öyle tehditlere pabuç bırakacak, sus pus olacak kimseyi ne bu mekanlarda ne aramızda göremezsiniz. Dolayısıyla bu tehditlerinizden bir an önce vazgeçin.
Bugün Türkiye’de onlarca Susurluk vakası var; çeteler cinayet işliyor, plakalar ortalıkta dolaşıyor
Ülkedeki hukuk, yargı ve medyanın bir bölümünün de söz konusu muhalifler olunca maalesef gözleri kapalı, kulakları duymuyor. Bakın sokak ortasında cinayetler işleniyor, plakalar ortada, çakarlı araçlar ortalığa saçılıyor ama buna dair kimi trollerin tek bir lafı yok. Bugün bir değil onlarca Susurluk vakası var Türkiye’nin her yerinde. Susurluk’a rahmet okutacak çeteler her yerde kol geziyor. Ama bu trollerin derdi ne? Yalan ve iftira ile DEM Parti’ye yüklenmek. Bunlar gazeteci mi sorusunu defalarca sorduk. Bunlardan gazeteci değil olsa olsa tetikçi olur. İktidara sesleniyoruz: Bu maşaları bizden uzak tutun. Kendi elinizle devlet içinde yeni paralel yapılar ürettiniz. Şimdi bu yapılar elinize ayağınıza dolandı ve feryat figan ediyorsunuz. Yüzünüzü karanlık yapılara değil hukuka ve adalete dönün. Türkiye’nin de sizin de geleceğiniz, Türkiye’nin de demokrasinin de yararı hukuka ve adalete tekrar yüzünüzü dönmenizdedir.
Yargıyı yol geçen hanına çeviren sizsiniz
AKP Genel Başkanı Erdoğan, Danıştay’ın kuruluş yıldönümünde ne diyor? “Belli bir zümrenin menfaatini gözeten, dar kadrocu anlayışın adalet teşkilatı dahil devlet kurumlarında yuvalanmasına izin vermeyeceğiz”. Aslında Sayın Erdoğan bir gerçeği de itiraf ediyor. Demek ki yargıda, devlet kadrolarında bir zümrenin menfaatini gözeten bir yapılanma var. E rojbaş Erdoğan, rojbaş! Bu paralel yapılar sizin eseriniz değil mi? Her gün yargıya talimat veren siz değil miydiniz? Yargıyı yol geçen hanına çeviren siz değil miydiniz? Şimdi yargıyı öyle bir noktaya getirdiniz ki yargı muhalefeti susturmanın, iş bitirmenin bir aracı haline geldi. Dolayısıyla bu yargı Türkiye’de hukuk dağıtamaz, adalet dağıtmaz. Öncelikle yargıda yuvalananların, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü esas almayan bu çevrelerin birer birer teşhir edilerek açığa çıkarılması gerekiyor. Aksi halde Türkiye gittikçe hukuk devleti olmaktan çıkacak, özgürlüklerden ve demokrasiden uzaklaşmak zorunda kalacak.
Kürtlerin statüsünü güvence altına alan bir Türkiyelilik çözümün anahtarıdır
Türkiye’nin en önemli meselesi Kürt meselesidir. Bunu söylemeye devam ediyoruz. Bu bilininceye kadar da bunu tekrar etmeye devam edeceğiz. Kürtlerin statüsünü ve tanınmasını güvence altına alınan bir Türkiyelilik çözümün anahtarıdır. Etnik tekçilik ve kültüre dayalı milliyetçilik sorunların esas kaynaklarından birisidir. Herkesi kapsayan ortak kimlik tanımı bu ülkede birçok sorunun çözümüne deva olacaktır. Kürtlerin kendi dilleriyle, kimlikleriyle ve statüleriyle bu ülkede yaşamaları için gerekli olan altyapının oluşturulması gerekiyor.
Türkiye’nin iç ve dış güvenliğinin yolu büyük Türk-Kürt barışından geçer
Şimdi artık Kürtleri yok sayan, inkar eden Cumhuriyetin muhasebesini yapma zamanıdır. Türkiye’nin iç ve dış güvenliğinin yolu büyük Türk-Kürt barışından geçer. Türkler ve Kürtler arasında büyük barış ve toplumsal uzlaşma sağlanmadığı müddetçe de ekonomi yerlerde, hukuk yerlerde, demokrasi ve özgürlükler yerlerde olur. İşte yargıda ve bürokraside sizin (Erdoğan) de söylemiş olduğunuz gibi paralel yapılanma örgütlenmeye devam edecek ve sizin ve demokrasinin ayaklarına dolanmaya devam edecektir. Türkiye’nin toplumsal barışının sağlanması, güvenliğinin ve refahının sağlanması demektir. Güvenlik top, tüfek, mermi değildir; güvenlik sınır ötesinde operasyonlar yapmak, kalekollar-karakollar kurmak değildir; güvenlik Kürtleri birbirinden ayrıştırarak bazı Kürtleri inkar, ret ve asimilasyon siyasetinin yanına çekmek değildir; asıl güvenlik ülkede Türk ve Kürtler arasında toplumsal barışı sağlayarak demokrasiyi ve özgürlükleri hayata geçirmektir.
Yoksulun sofrasından tasarruf edeceğinize tanktan, toptan, mermiden tasarruf edin
Bakın bu iktidar sadece demokrasi ve özgürlüklerde sınıfta kalmadı. Dün büyük bir şatafatla bir tasarruf paketi açıkladılar. Biz de merak ettik. Bu paket, içinde bulunduğumuz bu ekonomik krizden, yoksulluktan, yoksunluktan Türkiye halklarını ve emekçilerini gerçekten çıkaracak mı diye can kulağıyla dinledik. Adına tasarruf paketi diyorlar ama içini incelediğimizde bir göz boyama paketi olduğu açıktır. Neymiş bu tasarruf paketinin toplamı? Söylediklerinin tamamını yapsalar bile 100 milyar TL tasarruf sağlayacaklar. Büyük bir şatafatla açıkladıkları, bütün kanalların canlı yayında verdiği tasarruf paketinin tümü hayata geçerse Türkiye 100 milyar TL tasarruf edecek. Şimdi açıklayacağım rakamlara bakalım ve gerçekten tasarruftan yana olup olmadıklarını, bu konuda samimi olup olmadıklarını hep beraber görelim. 2024’te beklenen bütçe açığı 2 trilyon 600 milyar. Tasarruf paketi ne kadar? 100 milyar. Yani bütçe açığının 26’da 1’i. 2024’te sermayeye 2 trilyon 200 milyar vergi kıyağı geçmişler. Tasarruf paketinin 22 katı. 2024 bütçesinde şirketlere 162 milyar garanti ödemesi yapacaklar. Tasarruf paketinin neredeyse 2 katı. Örtülü Ödeneğe sadece 3 ayda 2 milyar 500 milyon lira ayırmışlar. Bu ödemeler varken değil tasarruf paketi, kırk tas suyla yıkasanız ekonomi yine düzelmez. İşçinin, yoksulun, emekçinin sofrasından tasarruf edeceğinize tanktan, toptan, mermiden tasarruf edin. “İtibardan tasarruf olmaz” diyenler şatafattan vazgeçmedikçe, savaştan tasarruf etmedikçe ne ekonomi düzelir ne de ülke düzlüğe çıkar. Türkiye emekçileri, halkları bunu böyle bilsin. Gerçekten bir tasarruf yok. Emekliye 10 bin lira maaş veriyorlar. Ekmeğin tanesi olmuş 20 lira. 5 ekmek alan bir emekli, maaşının %30’unu ekmeğe vermek zorunda kalacak. Yani artık kuru ekmek de yemeyin diyorlar. Kuru ekmeği bize çok görenler, biraz önce saydığım gibi garantili geçiş ücretlerinden, sermayeye tanınan vergi muafiyetlerinden ve savaştan tasarruf etselerdi, o zaman gerçekten ekonomiyi düzlüğe çıkaracaklarına inanırdık. Bu da bir aldatmaca, kandırmaca gibi ortada duruyor.
DEM Parti çatışmaların son bulmasında ve ekonomik krizin çözümünde aktif rol oynayacak
Bölgedeki çatışmaların çözümünde güç olmaya çalışıyoruz. Parti olarak ekonomide çöküşe son vermek için biz de elimizden geleni ortaya koyuyoruz, ekonominin düzelmesini sağlayacak toplumsal barışı sağlamak için uğraşıyoruz. Bunu Türkiye halklarına iyi anlatabilirsek, aslında toplumsal barışa da o kadar yakınlaşmış oluruz. DEM Parti olarak, Kürt meselesinin demokratik çözümüne dayanan toplumsal barışı bir gün mutlaka sağlayacağız. Ortadoğu’da çatışmaların son bulmasında ve Türkiye ekonomisinin düzelmesinde aktif rol oynayacağız. Çatışmalar devam ettikçe, Türkiye Ortadoğu'da asker bulundurdukça ve Ortadoğu’daki paramiliter kimi güçleri destekledikçe maalesef ne ekonomimiz ne de demokrasimiz düzelir. Dolayısıyla savaşa karşı toplumsal barışı güçlendiren büyük bir çaba içerisinde, mücadele içerisinde olacağız. 31 Mart’ta halkımızın bize verdiği mesajın gereğini yapmak için DEM Parti olarak bir diplomasi atağı başlattık. Yakın zamanda Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş ile görüştük, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’in misafiri olduk, Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Temel Karamollaoğlu’nu ziyaret ettik. Siyasi partilerle görüşmelerimize devam edeceğiz. Sadece Meclis’te bulunan siyasi partilerle değil, Meclis dışındaki siyasi partilerle de görüşeceğiz. Toplumsal örgütlerle, inanç örgütleriyle de bu buluşmalarımızı devam ettireceğiz. Buluşmalarımız esasında ortak bir zemin yakalama amacını taşıyor. Muhalefet, toplumsal kesimler ortak bir zemin yakalamadığı için işte böylesi günleri yaşıyoruz; bu aldatmacaları, bu hukuksuzluğu, bu adaletsizliği yaşıyoruz. Ortak bir zemin yakalamak aynı zamanda DEM Parti’nin boynunun borcudur. Halklarımız artık siyasi partilerin polemik merkezi değil çözüm merkezi olmasını istiyor. 31 Mart’ta bize bu mesajı net bir şekilde verdiler. Biz de çözüm merkezi olmanın mücadelesini yürütüyoruz.
Türkiye’nin demokratik bir zeminde ilerlemesi için üzerimize düşen sorumlulukları yerine getireceğiz
Görüştüğümüz muhataplarımıza ifade ettiğimiz birkaç hususu siz değerli misafirlerimiz ve kamuoyuyla da paylaşmak isterim. Birincisi; Kürt sorununun demokratik çözümü hem Türkiye’nin hem Ortadoğu’nun yararınadır. Müzakereye dayanan bir çözümü hep birlikte gerçekleştirelim. Kürt sorununun çözümünde yol almadan ne “Türkiye Yüzyılı” olur ne de yeni bir anayasa olur. İkincisi; demokratik siyaset hakkını güvence altına alalım. Türkiye'yi siyasete dönük askeri ve bürokratik darbelerden koruyalım. Türkiye’de darbeleri artık tarihe gömelim. Üçüncüsü; ekonomik krize karşı ortak akılla hareket edelim. Emekçinin, yoksulun, bir bütün olarak toplumun hakkını koruyalım. Krize karşı toplumu koruyalım. Dördüncüsü; kadınların mücadeleyle kazandığı haklara dönük saldırılara son vererek eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumsal yaşamı inşa edelim. Beşincisi; toplumsal barışın sağlanması için herkesin hakkını ve hukukunu koruyalım ve Kürt’e, emekçiye, devrimciye, muhalife uygulanan ayrı hukuka karşı çıkalım. Yerel demokrasiye ve güçler ayrımına dayanan yeni bir anayasa yapalım. Güçler ayrılığına dayanmayan, yerel demokrasiyi esas almayan, 85 milyonu eşit vatandaş görmeyen hiçbir girişim ne yeni olur ne demokratik olur. Şimdiden söylemiş olalım. Gelin 31 Mart’ta halkın vermiş olduğu mesajı doğru okuyalım. Bu ülkede barışı, adaleti ve refahı hep birlikte sağlayalım. İşte görüştüğümüz siyasi partilere, Meclis Başkanına aktardığımız bu hususları önümüzdeki günlerde toplumun bütün çevrelerine ulaştırmaya çalışacağız. Daha güçlü bir muhalefet zemini, daha ortak bir mücadele zemini, daha büyük ortaklar sağlayarak Türkiye’nin doğru yolda demokratik bir zeminde ilerlemesi için DEM Parti olarak üzerimize düşen bütün ve sorumlulukları yerine getireceğiz.
Kürtlerin ulusal birliği Türkiye, Irak, İran ve Suriye gibi ülkelerin demokratikleşmesini sağlayacaktır
Sözlerimi bitirmeden önce, buradan Türkiye’de, Ortadoğu’da dört parçada yaşayan Kürtlere de seslenmek istiyorum. Dünyadaki gelişmelerin Ortadoğu’nun kaderini çizdiği bir dönemdeyiz. Hepimize tarihi sorumluklar düşüyor. Üzerimize düşen en büyük tarihi sorumluluk Kürtlerin ulusal birliğini sağlamaktır. Hiç kimse ama hiç kimse ulusal birliği zedeleyecek girişimlerde bulunmamalıdır, kendi çıkarlarını Kürtlerin demokratik ulusal birliği önüne koymamalıdır. Çünkü yaşadığımız süreçte Kürtler olarak büyük kazanma ya da büyük kaybetme arafındayız. Bu konuda örgütlü örgütsüz Kürdistan'da yaşayan bütün kesimlere, kurumlara, bireylere ve partilere büyük ve önemli görevler düşüyor. Bu görev ve sorumlulukla yaklaşacaklarını düşünüyoruz. Kürtlerin ulusal birliğini sağlaması, 4 parçada demokratik birliklerini sağlaması kimsenin aleyhine değil. Ortadoğu’da Kürtlerin birlikte yaşamış oldukları ülkelerde demokratik haklara kavuşmaları en başta oradaki emekçilerin, kadınların, yoksulların yararınadır. Çünkü Kürt’ü yok saymak için harcanan bütçe o ülkede yaşayan yoksullara harcanacaktır. Kürtlerin ulusal birliği Türkiye demokrasisi önünde bir tehdit değildir. Kürtlerin ulusal birliği İran, Irak, Suriye’nin demokratikleşmesi önünde engel değil; aksine demokrasi ve özgürlük ihtiyacı olan bu ülkelerin demokratikleşmesini ve özgürleşmesini sağlayacaktır.
Bu nedenle bütün Kürtlere ve Ortadoğu’da ve Türkiye’de yaşayan halklara da seslenmek istiyorum: Gelin birlikte olalım, beraber olalım ve Kürt meselesinin Ortadoğu’da demokratik bir şekilde çözümünü hızlandırarak, birlikte mücadele ederek aynı zamanda Türkiye ve Ortadoğu'da demokrasinin yeşermesi için elimizden geleni yapalım. Cardin Cejna Zimanê Kurdî cejna we hemûyan pîroz dikim. Ji me kurdan re dibêjim serkeftin hûn bi xêr û xweşî hatin. Ji we hemûyan re silav û hurmet.
14 Mayıs 2024