Bakırhan: En büyük güvenlik İHA’lar, SİHA’lar ve kolluk değil barıştır

Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, siyasal gelişmeleri değerlendirmek üzere Diyarbakır’da düzenlenen geniş katılımlı halk toplantısına katıldı. STK temsilcilerinin de yer aldığı toplantıda konuşan Bakırhan, şunları söyledi: 

Hun bi xêr hatin ez we hemuyan bi rêzdarî silav dikim. Ez bawer dikim emê îro civînek baş bi hev re bikin. Hepinizi selamlıyorum. Çok önemli bir süreçte önemli bileşenimizle bir arada olmaktan mutluluk duydum. Bu tür süreçler başta olmak üzere biz çalışanlarımızla, örgütümüzle, mücadele eden arkadaşlarımızla birlikte oturur, uzun uzun değerlendirmeler yaparız. Nasıl yol alacağımıza hep birlikte karar veririz. Yaptığımız tartışmalar sonucunda da birlikte kararlaştırdığımız düşünceleri hayata geçirmeye çalışırız. DEM Parti ve geleneğinden gelen bütün siyasi partiler böyle çalışır. Bugüne kadar zulüm ve baskıya rağmen hala Türkiye’nin en önemli siyasi zemininin sahibi olmamızın bir sebebi de birlikte tartışıp karar almamız ve birlikte hayata geçirmemizdir. Bu kıymetli ve değerli geleneği bugün de önümüzdeki günlerde de hayata geçireceğiz. 

Krizin merkezinde Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyası bulunuyor

Çok önemli gelişmeler oluyor. Dünya kapitalist emperyalist sistemi büyük bir bunalım içinde, ciddi bir kriz yaşıyor. Ciddi bir belirsizlik var. Uzun uzadıya sistemin yaşadığı krizlerin üzerinde durmayacağım ama bu krizlerin en önemli göstergelerinden biri de gelir dağılımı. Dünya hiç olmadığı kadar çok adaletsiz bir anlayışla karşı karşıya. Birkaç büyük şirketin elde etmiş olduğu kar bile bir kıtada yaşayan insanların bütün gıda ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeydedir. Birkaç insan, birkaç yüz milyon insanın tüketeceği gıda kadar kar edebiliyor. Bu kardan da taviz vermeden, daha da fazlasını elde etmeye çalışıyor. Bu da ciddi bir krize sebebiyet veriyor. Kapitalizmin krizi aşmak için yıllardır başvurduğu bir tek yöntem var. Krizi şiddetle ve çatışmalarla ötelemeye çalışıyorlar. Rusya’daki devrimden sonra, kendi içlerindeki krizlere ilişkin ittifak sağladılar ama Sovyet sistemi çözüldükten sonra kapitalizm daha büyük bir bunalım içine girdi. Çünkü artık pay edecekleri yerler kalmadı. Vekalet savaşlarıyla ve doğrudan savaşlarla, elde edecekleri rantı ve karı düşünerek pervasızca bir yönelim içine giriyorlar. Bu krizin, bu çatışmaların merkezinde de Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyası bulunuyor. Türkiye bu krizin hemen yanı başında, göbeğinde bulunuyor. Ortadoğu'ya baktığımız zaman bir savaş alanına benziyor. Sadece İsrail-Filistin arasında bir çatışma yok; Suriye’nin durumu ortada, Irak ortada, İran’ın durumu ortada, Türkiye’nin son 40 yılda yaşadıkları ortada. Savaşın neredeyse her yere sıçrama ihtimali var. Biz de hem Kürdistan coğrafyası olarak hem de Türkiye olarak bu savaş girdabının tam merkezinde yaşıyoruz.

Kendi toplumsal barışını sağlamayan, inkar anlayışıyla devam eden ülkeler bu girdaba kapılabilir

Kaos, kriz ve ciddi bir girdap var. Bulaşanı içine alan, değiştirip dönüştüren; bulaşanın yıkıldığı, yakıldığı bu süreçte Türkiye bu girdabı atlatabilir mi? Biraz son süreçte yaşanan tartışmalar bunun üzerinedir. Evet, tehlikeli bir girdap var ve bu girdaptan kurtulmanın tek yolu- hangi ülke olursa olsun- kendi toplumsal barışını sağlamaktır. Kendi toplumsal barışını sağlamayan, kendi içindeki farklılıkları yok sayan, klasik inkar anlayışıyla devam eden ülkeler bu girdaba kapılabilir. Sonuçları da bütün ülkelerde yaşayan halkları, emekçileri etkileyeceği için bu mesele hepimizi, en başta da yönetenleri ilgilendirmektedir. Bir noktada karar vermek lazım: Ya bu çatışmalı sürecin içinde yer alınacak ya da bu çatışmalı süreçte en güvenli olan seçenek tercih edilecek. Güvenli olan toplumsal barışı sağlamaktır, Kürtlerle barış sağlamaktır. Rejimin bugüne kadar reddettiği, yok saydığı, yok etmeye çalıştığı halklarla ve inançlarla toplumsal barışı sağlamaktır. Daha adil olmaktır, ekonomik adaleti sağlamaktır. Daha fazla demokrasi ve özgürlüğü hayata geçirmektir.

Ortadoğu’da bu çatışma ve kaosa Üçüncü Yol’u bir fikriyat olarak öneriyoruz

Dolayısıyla Ortadoğu’daki bu gelişmeleri yakından takip etmek gerekiyor. Bizlere de büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Maalesef iktidarlar bu konuda çok gözü kara, güçlü gözüküyor. Yarını hesaplamadan, bunun ülkesini ne kadar etkileyeceğini bilmeden ya da bilse dahi iktidar koltuğunu korumak için bu süreçlere kendi ülkesinin halkını sürüklüyorlar. Biz hem Ortadoğu’daki bu çatışma ve kaosa hem de Türkiye’deki iktidar ve muhalefet arasındaki kutuplaşmaya Üçüncü Yol fikriyatını öneriyoruz. Ortadoğu’daki bu çatışmalara ne kapitalist-emperyalist sistemin enerji ve ticaret yollarını denetime alması ne de kendi ülkelerindeki halkları, inançları ve emekçileri yok sayan tekçi otoriter sistemler çözüm getirir. Ortadoğu’da halklar ve inançlar özgürce kendilerini yaşatmalılar, kendilerini yaşatacakları zeminlerin güvencesi verilmelidir.

En büyük güvenlik İHA, SİHA, kolluk değil barıştır


Türkiye’de de öten beri DEM Parti’nin tutumu bellidir. Biz bu ülkenin en temel meselelerinden birinin Kürt sorunu olduğunu defalarca dile getirdik. Bu salonda oturan bütün arkadaşlarımız çok büyük bedeller ödedi, emek verdi. Bütün yönelimlere rağmen, hala burada olmanın, bu meseleyi sahiplenmenin, çözümü için mücadele etmenin ne kadar kıymetli olduğunu anlatmaya gerek yok ama bu salonun savunduğu düşüncelerin bugün hayata geçme sürecidir. Biz diyoruz ki Türkiye’de yüz yıldır yok sayılan en başta Kürtler olmak üzere halklar ve inançlarla toplumsal barış sağlanmalıdır. En büyük güvenlik SİHA’lar, İHA’lar, sınırlardaki yüz binlerce elinde tüfekle bulunan kolluk kuvvetleri değildir; bir ülkenin en büyük güvenliği kendi içinde sağlamış olduğu barışıdır.

İç barışını sağlamış bir ülkenin güvenlik sorunu olmaz


Şimdi yönetenlere soruyoruz: Gerçekten böyle bir ülke güvenli bir ülke midir? Oturup bunun üzerine tartışmak gerekiyor. Kendi sorununu çözen hiçbir ülke ne girdaba girer ne de uluslararası hegemonik güçlerin hayata geçireceği oyunlara gelir. İç barışını, toplumsal barışını sağlayan hiçbir ülkenin güvenlik sorunu olmaz. Güvenlik sorunu olan ülkeler kendi içinde sorun yaşayan ülkelerdir. Güvenlik kaygısı duyan ülkeler kendi içindeki sorunları çözemeyen ülkelerdir. Onun için Türkiye'nin önünde tarihsel fırsatlar bulunuyor. Tarihsel fırsat demişken de Türk-Kürt ilişkileri Türklerin Anadolu’ya geldiği günden bu yana yeniden mercek altına alınmalıdır. Türklerin Kürtlerle kurmuş olduğu doğru temeldeki ilişkiler, her zaman tarihte yeni atılımlara ve yeni süreçlerin başlangıçlarına sebebiyet vermiştir. Malazgirt’ten Kurtuluş Savaşına kadar tarihe iyi bakarsak Kürtlerle doğru temelde kurulan saygın ilişkiler her zaman Türkiye'de yaşayan halkların ve inançların lehine sonuçlar yaratmıştır. Ama birileri bunu görmemiştir, görmek istememiştir. Kürt-Türk tarihsel ilişkilerini kendi iktidarı için araçsallaştırmışlardır bugüne kadar. Ancak önümüzdeki günlerde artık ya bu ilişkileri reddedecekler ya da demokratik bir temelde Kürt-Türk ilişkilerini yeniden bir zemine oturtacaklar.

DEM Parti olarak çözümden yanayız, çözüme hazırız

Biz nerede miyiz? Biz buradayız ve bu konudaki düşüncelerimiz hiçbir zaman değişmedi. Kürt-Türk ilişkilerinin demokratik bir zemine oturmasını savunuyoruz, destekliyoruz. Yakın zamanda bunun için çok önemli bir fırsat da ortaya çıktı. 43 aydır ailesi ve avukatlarıyla hukuksuzca görüştürülmeyen Sayın Öcalan’ın Milletvekilimiz Ömer Öcalan’la görüşmesi hem bizlerde hem de emekçilerde, tarım ve hayvancılıkla uğraşanlarda, geçimini sağlayamayan esnafta büyük bir umut yarattı. En son Bursa'da bir etkinliğe katılmıştım. Görüşmeden sonra, Kürtlere negatif bakan insanlar dahi “Artık bu mesele bir biçimiyle çözülsün, önemli bir zemin var” dediler. Evet, Sayın Öcalan çok net bir şey söyledi. “Bu çatışma ve şiddet zemininden çıkılması için elimden gelen bütün katkıyı sunmaya hazırım. Bu konuda kendime güveniyorum” dedi. Ne büyük bir şans ortaya çıktı. Sayın Öcalan bu meselenin diyalog ve müzakere ile çözülmesini istiyor. Onun kurmuş olduğu parti olan KCK de üst düzeyde açıklamalar yaparak Sayın Öcalan’ı işaret etti. Kürtler, emekçiler, bileşenlerimiz, ittifaklarımız işaret ediyor. Bu zeminin doğru değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini hep birlikte göreceğiz. Bu toplantıları da tam da Türkiye’de yapılan son tartışmalar için yapıyoruz. Sizden bir şey kaçırdığımız yok. Halkımıza her zaman açığız, açık olmaya devam edeceğiz. Bu bizim için büyük görev ve sorumluluktur. Onun için bu tartışmaları birlikte yapacağız.

Biz bu tartışmaların bir sürece evrilmesini canı gönülden istiyoruz

Henüz bir süreç yok. Kimi kanalları açtığımızda, maşallah, her şeyi konuşuyorlar, çözülüyorlar. Bizim olmadığımız ortamlarda yapıyorlar. Türkiye’de böyle bir gelenek de var. Muhatabının dahil olmadığı tartışmalarla sorunlar tartışılıyor. Muhatabın kendisi orada yok, muhatabın ne dediği orada yok ama birileri onun üzerine defalarca yorum yapıyor. Henüz bir tartışma düzeyindedir. Bir sürece evrilir mi evrilmez mi bu konuda çok emin değiliz. Karşımızda iktidar ve ortakları var. Ne kadar tutarlılar, samimiler, Ortadoğu’daki bu girdaba kapılmamak için samimi bir şekilde meseleyi masaya yatırıp diyalog ve müzakereyle çözmeye çalışacaklar mı bilmiyoruz. Basında yazıldığı gibi kapalı kapılar arkasında bir diplomasi yok, bir görüşme yok. Basın üzerinden iktidar ve ona bağlı aktörlerin sözleriyle değerlendirmeye çalışıyoruz. Biz nerede miyiz? Biz bu tartışmaların bir sürece evrilmesini canı gönülden istiyoruz. Biz müzakere için varız. DEM Parti diyalog için var, müzakere zeminini büyütmek için var. DEM Parti çözüme dair toplu iğne ucu kadar bir ışığı görse dahi bunu değerlendirmek için bütün örgütleri ve seçmenleriyle birlikte çalışır. İşte bunun için bu tartışmaları yakinen takip etmemiz gerekiyor. Bizim bugün burada sizinle paylaşacağımız şeyleri sizin de halkımızla, halklarımızla kendi yerelinizde paylaşmanız gerekiyor. İnsanlar yalan yanlış bilgi almamalıdır. Hem Saray medyasında hem de onun dışındaki ulusalcı ve ırkçı tartışmalardan etkilenerek yanlış düşünceye sevk edilmemelidir. Gidip halklarla, emekçilerle konuşacağız. Siirt’teki Araplarla, Kars’taki Terekemelerle, Azerilerle konuşacağız. Türkiye emekçileriyle konuşacağız. Bu toplantıları Türkiye’nin dört bir yanına yayarak da aslında partimizin duruşunu hep birlikte ortaya koyacağız.

Bu tartışmaların bir sürece evrilmesi kıymetlidir ama ortada bir süreç yoktur

Büyük bir potansiyelimiz var. Eğer bu potansiyeli doğru örgütleyebilir ve doğru harekete geçirebilirsek, bugün bu tartışmaları yürütenlerin meseleye nasıl baktıklarının bir anlamı olmaz. Eğer gerçekten halkları, emekçileri, bu gidişattan memnun olmayanları ve bu sorunun müzakere ve diyalogla çözülmesini isteyenleri örgütleyebilirsek hiçbir sistem istesin istemesin bu talebin karşısında duramaz. Bu barışı toplumsallaştırmak gerekiyor. Asıl barışı yapacak olanlar Türkiye halklarıdır. Asıl barışı getirecek olanlar bu salonda oturanlar ve bu salonda oturanların ulaşacağı milyonlardır. Basınç oluşturmadan, kendi taleplerimizi duru bir şekilde ortaya koymadan kendi partimize ve bu müzakere konusunda rol oynayacak aktörlere güçlü bir destek veremezsek, iktidarın iki yetkilisinin ağzından çıkanlarla yetinmek durumunda kalırız. Onun için bir sürece evrilmesi değerlidir, kıymetlidir ama bir süreç yoktur. Bu süreci yaratacak olan bizim kendi gücümüz ve örgütlülüğümüzdür. Gücünüz, sözünüz ve örgütünüz kadardır. Eğer örgütünüz güçlü değilse sözünüzün de bir kıymeti harbiyesi yoktur. Sözünüz ne kadar doğru olursa olsun, maalesef günümüzde ve dünyada siyaset böyledir. Gücün örgütün kadardır, sözün örgütün kadar dikkate alınır. Dolayısıyla örgütümüzü büyütüp güçlendireceğiz. İttifaklarımızı geliştireceğiz. Yerelde barış isteyen partilimiz olsun olmasın bütün çevrelerle bir araya gelerek bu tartışmaları yapmamız gerekiyor. 

Rehavete kapılırsak yarın öbür gün devletin jopuyla ve şiddetiyle karşı karşıya kalırız

Barış Türkiye halkının aleyhine bir durum değil. Barış sadece Kürtlerin lehine bir sonuç oluşturmuyor. Kars’ta hayvan yetiştiren Terekemeleri de ilgilendiriyor. Siirt’teki Arapları da Karadenizlileri de ilgilendiriyor. Amed’de ve Mardin'de yaşayan Süryani’yi, Ermeni’yi de ilgilendiriyor. Barış en çok da kadınları ve gençleri ilgilendiriyor. Barış hepimizi ilgilendiriyor, hepimizin lehine bir sonuç ortaya çıkarıyorsa demek ki bizim örgütlenme sahamız biraz önce saydığım Türkiye’nin yüzde 80’ine tekabül ediyor. Emekçidir, büyük çoğunluğu yoksuldur, ötekidir. Alın terinin hakkını alamıyor, dilini konuşamıyor. Memleket demokratik değil, özgürlükler yok. Dolayısıyla tam da bu meseleyi anlatabileceğimiz büyük bir kesim var. Onun için bizlere büyük sorumluluk düşüyor. “Barış herkese kazandırır” sözünü en ücra köye ve köşeye ulaştırmak ve barışı herkesin ortak talebi haline getirmek bizim en temel meselemizdir. Bugün de toplanma gerekçemizin en önemli ayaklarından biri budur. Siz buna dahil olacaksınız, siz götüreceksiniz, siz örgütleyeceksiniz. Siz Türkiye’nin dört bir yanında, “Bu böyle gitmez. 3 trilyon dolar Kürtler demokratik haklarını kullanmasın diye harcanmasın, emekçiye ve çiftçiye harcansın” diyebilirseniz bu tartışmalar bir sürece evrilebilir. Aksine rehavete kapılırsak, bir süreç varmış da arka kapılar arkasında trafik yürüyormuş gibi davranırsak 2013-15 tarihindeki Çözüm Süreci gibi yine devletin jopuyla ve mahkemeleriyle karşı karşıya kalabiliriz. Sistemler hiçbir zaman kendileri istediği için çözüme gelmemiştir. Kurumlar, topluluklar ve halklar istediği için bir çözümü benimsemek zorunda kalmıştır. 

İktidarın samimi olup olmadığını yakında göreceğiz

Bütün örgütsel yapımız bu salondadır. Biz zorlayacağız. İyi niyetli olsalar da olmasalar da biz zorlayacağız. Sayın Öcalan çok net söyledi. Bundan daha kıymetli bir şey olmaz. “Buyurun, hukuki ve siyasi zemini oluşturun, ben varım” dedi. O zaman buyurun o zemini oluşturun, oluşturalım. Devlet aklı ve iktidar burada nerede duruyor, ne kadar samimidir emin olun onu bilmiyoruz ama hep birlikte önümüzdeki günlerde öğreneceğiz.

“Bir tartışma var, oturup izleyelim” demek en başta halklarımıza zarar verir


Bu tartışmalar bir taraftan yürüyor. Ancak bir taraftan zulüm, ekonomik kriz, eko-kırım, kadın kırımı, gençlerin yaşadığı sorunlar devam ediyor. Gün yok ki gençler uyuşturucu batağına batmasın, kadınlar katledilmesin. Gün yok ki eko-kırım olmasın. Buraya gelmeden önce okuduğumuz haberlerde, yine iktidara yakın firmaya ağaçları keserek 5 yıldızlı oteller yapma izni verdiklerini gördük. Bir taraftan tartışmaların bir sürece evrilmesi için yoğun çalışmalar yürüteceğiz ama öbür taraftan da bugüne kadar yürüttüğümüz mücadeleyi ve direnişi büyüterek devam edeceğiz. Nerede bir fabrikada grev varsa orada olacağız, nerede bir haksızlık varsa orada iktidarın politikalarını eleştireceğiz. Nerede bir insanımızın haksız ve hukuksuz yere hakkı gasp ediliyorsa onun yanında duracağız. Tekirdağ’da işçinin yanında duracağız. Karadeniz Hopa’da ovasını, suyunu, toprağını savunan Reşit’in yanında olacağız. Haksızlık hukuksuzluk karşısında geçmişten daha çok duracağız. Yani “bir tartışma var oturup izleyelim” demek en başından halkın aleyhine çevirebilir. Onun için rehavete kapılmadan, bu tartışmaların bir sürece ve toplumsal barışa evrilmesi için anahtarın halklarımız olduğu bilinciyle hareket edeceğimiz önemli bir döneme girdik.

Çözüme evet ama eğer onurlu bir barış olacaksa


Bu konuda belki daha sonra konuşacağız. Yetkili organlarımızın bu konuda tartışmaları var. Orada dile getirilen düşüncelerimizi izlemenizi öneririm. Çünkü bu süreç hassas bir süreçtir. Bu süreçte daha çok yetkili kurullarımızın ne dediği, hangi açıklamaları yaptığı çok önemlidir. Çünkü yerellerimiz de bu yapılan tartışmaları kendi yerellerinde yapmak ve oradaki bütün kesimlere ulaşmak durumundadır. Kısaca şunu söylemek istiyorum: Çözüme biz varız, elimiz çözüm ve müzakere için her zaman açıktır ama kimse bu süreci iktidarı için, koltuğu için araçsallaştırmasın. Çözüme evet ama tasfiyeye hayır. Çözüme evet ama eğer onurlu bir barış olacaksa. Çözüme evet ama gerçekten demokratik bir Türkiye olacaksa, demokratik bir cumhuriyet olacaksa. Çözüme evet ama ezilen-ezen ilişkisinin pervasızca ezilenin aleyhine işlediği, ekonomik adaletin olmadığı bir Türkiye olsun istemiyoruz.

Umutlu olun; güçlüyüz, diz çökmedik ve mücadelemizi bugüne getirdik. Herhalde bu salonda devletin sillesini yemeyen, hücresini görmeyen tek bir arkadaşımız yok. Sanırım bu 40 yıllık süren çatışmalarda bedel ödemeyen tek bir insanımız yok. Bunu bir sonuca ulaştırmanın önemli bir arifesindeyiz. Sonuca ulaştıracak olanlar bu bedeli ödeyenlerdir, emek verenlerdir. İşinden ve aşından fedakarlık yaparak gece gündüz halkın içinde olan, halkını örgütleyen, vazgeçmeyen sizlersiniz. Bu vazgeçmez tutumunuzun bizi olumlu bir noktaya götüreceğine olan inançla hepinizi tek tek saygıyla selamlıyorum.

2 Kasım 2024