Bakırhan: İkinci yüzyılda Kürtlerle hasım mı olacaksınız hısım mı olacaksınız, kararınızı verin

Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, yeni yasama yılının ilk grup toplantısında güncel gelişmeleri değerlendirdi. Ortadoğu’da yaşanan çatışmaları ve Kürt sorunundaki gelişmeleri de değerlendiren Bakırhan, şunları söyledi:

Hûn bi xêr hatin, li ser seran li ser çavan hatin. We hemûyan bi rêzdarî silav dikim. 

Çok değerli arkadaşlar, il ve ilçe örgütlerimiz, kurum temsilcileri, çalışma arkadaşlarım hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Hoş geldiniz. Yeni yasama döneminin ilk grup toplantısını yapıyoruz. Hayırlı, uğurlu olsun. Umarım bu dönem yasama yılında daha verimli, halklarımızın lehine kararlar çıkar.

Beyrut’un yaşadığı durum Ortadoğu’nun mevcut fotoğrafını ortaya koyuyor

Değerli arkadaşlar, hepiniz yakından takip ediyorsunuz, Ortadoğu yine kan gölü. Filistin ve İsrail arasında yürüyen savaşta bugüne kadar 40 binin üzerinde insan yaşamını yitirdi, binlercesi kayıp. En önemlisi de Gazze’de iki buçuk milyona yakın Gazzeli insan küçük bir alana hapsedilmiş durumda. Neredeyse açık bir cezaevinde yaşamak zorundalar. İki buçuk milyon insanın abluka altında aylardır yaşamasına maalesef dünya sessiz. Özellikle bölge ülkelerinin tamamı bu durumu izliyor. Sadece eleştirilerini dile getiriyorlar. Belki hatırlarsınız, geçen yıl bu zamanlarda burada, grup toplantısında bir şey söylemiştik. Demiştik ki İsrail-Filistin arasındaki çatışmalar Lübnan'a sıçrayabilir. Lübnan da bu çatışma ve savaş zeminine sürüklenebilir, demiştik. Yaklaşık bir haftadır hep birlikte izliyoruz. Bombalamalar, göçler… Aslında Beyrut’un yaşadığı durum Ortadoğu’nun mevcut fotoğrafını ortaya koyuyor. Göç, yıkım, cinayet, hepsi Beyrut’ta yaşanıyor. Tam da Feyruz’un dediği gibi Beyrut hüzünlü ve kederli bir şekilde bu savaşın içerisine sürüklendi. Ortadoğu resmen bir ateş çemberi içerisinde. Lübnan’da devam eden bu savaşın Suriye ve İran’a sıçrama ihtimali çok yüksektir. Füzeler ateşleniyor, kentler bombalanıyor. Belli ki bunlar durmayacak. Durmayacağını da Netanyahu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda zaten maalesef ortaya koydu. İki haritayla oraya çıktı. Haritanın birindeki siyahla boyalı bölgeyi “lanet bölgesi”, diğerini de “nimet bölgesi” olarak adlandırdı. Belli ki lanet bölgesi denilen bölgeler de savaş içerisine çekilecek, savaşa sürüklenecek. Nimet bölgesinden de Hindistan’dan Afrika’ya kadar dünyanın birçok yerine düşünülen enerji koridorunun geçeceği bölgeleri kast ediyordu. 

Üçüncü Yol’un ne kadar kıymetli olduğu Ortadoğu’da yaşadığımız tabloda bir kez daha kendisini kanıtlıyor

Bu savaşlar halkların değil devletlerin savaşıdır. Ortadoğu’da yüz yıldır milliyetçi ve mezhepçi ulus devlet anlayışı hüküm sürüyor. Bu milliyetçi ve mezhepçi ulus devlet anlayışı nedeniyle Ortadoğu gün yüzü görmedi, refah görmedi. Bir gün huzurlu ve mutlu bir şekilde, hangi ülke olursa olsun, rahatça başını yastığa koymadı. Bu milliyetçi ve mezhepçi anlayış, Ortadoğu’yu böylesi bir çatışmacı anlayışa, gerginliklere ve müdahalelere elverişli bir zemin haline getirdi. Bunun yanında emperyalist hegemonik güçler de orada bir sistem oluşturmaya çalıştılar ama oluşturamadılar. İkisi de halklara ne demokrasi ne de özgürlük getirdi. Sadece ölüm, kan ve gözyaşı getirdi. Ama biz Ortadoğu’nun her iki sistem dışında başka bir sistemle yaşayabileceğini, başka bir sistemle sorunlarını çözebileceğini dile getiriyoruz. Üçüncü Yol diyoruz. Üçüncü Yol’un ne kadar anlamlı ve kıymetli olduğu da Ortadoğu’da yaşadığımız tabloda bir kez daha kendisini kanıtlıyor. Ortadoğu’daki bu milliyetçi-mezhepçi devletlerin tamamında bütün uluslar, halklar ve inançlar tek bir etnik kimlik altında tanımlanıyor. 

Ortadoğu'nun kurtuluşu demokratik ulustur, Üçüncü Yol’dur

Kimliğini, inancını yok saydığın insanların kardeşleşmesi, bir arada yaşaması zorlaştığı için sorunlar çıkıyor. Emperyalist ülkeler de müdahale ediyor, çatışmalar yaşanıyor. İran Cumhurbaşkanı aslında çok önemli bir şeyi itiraf etti. “Biraz sendelersek Kürdistan kurulur, Azerbaycan kurulur, Belucistan kurulur” dedi. Buradan kendisine sesleniyoruz: Dünyanın en zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahiptiniz. Rejim ihraç edeceğinize, kimi örgütleri destekleyeceğinize ülkenizin bu zenginliklerini Kürtlere, Azerilere, Belucilere harcasaydınız; onların kimliğini ve inancını tanısaydınız; orada demokrasi ve özgürlükleri egemen kılsaydınız bugün değil İsrail, dünyanın tamamı da bir araya gelseydi bu kaygı ve korkuları taşımayacaktınız. İşte biz Üçüncü Yol derken demokratik ulustan bahsediyoruz. Demokratik ulus bugün Ortadoğu'da en çok ihtiyaç duyulan sistemlerden biridir. Nedir demokratik ulus? Herkesin yaşamış olduğu sınırlar içinde kendi kimlik ve inancıyla kendi hak ve özgürlüklerini yaşadığı bir rejimden bahsediyoruz. Bunun dışında var mı Ortadoğu'da bir çıkış yolu? Birisi oraya yerleşmek, orayı sömürgeleştirmek istiyor, artı değerini almak istiyor; diğeri de kendi ailesini, kendi kişisel geleceğini düşünerek otoriterleşiyor. Bunlar çözüm değil. Ortadoğu'nun kurtuluşu demokratik ulustur, Üçüncü Yol’dur. Bu savaşlar kesinlikle halkların değil. Halklar asla birbiriyle savaş ve kavga istemiyor. Bu, devletlerin savaşıdır. Biz, DEM Parti olarak, bu devletlerin savaşına karşı çıkacağız. Başta Türkiye halkları olmak üzere, Ortadoğu’daki halklarla birlikte bu devletlerin savaşını durdurmak için halkların kardeşçe bir arada yaşamasının mücadelesini vermeye devam edeceğiz.

AKP’nin tarif ettiği Türkiye ile bizim yaşadığımız Türkiye aynı değil, benzemiyor bile


Ortadoğu’yu hep birlikte izliyoruz. Türkiye de maalesef çok umut vaat etmiyor. Türkiye’de de ciddi bir yoksulluk, işsizlik, çatışma var. Çete-mafya ilişkilerinin artık ayyuka çıktığı, yolsuzluğun ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü bir tabloyla karşı karşıyayız. Meclis’in kapandığı günden beri hep beraber izliyorsunuz. DEM Parti olarak sahadayız. Kars’tan Balıkesir’e, Siirt’ten Manisa’ya, Iğdır’dan İstanbul’a kadar emekçilerle ve halklarla buluşuyoruz. Üreticilerle ve küçük esnafla buluşuyoruz. Sanırım bugüne kadar yaptığımız en kapsamlı buluşmalardan birisini yapıyoruz. Gittiğimiz her yerde de bir sefalet, bir itiraz tablosuyla, bir yoksulluk tablosuyla karşı karşıyayız. Ama dönüp hükümete, dün Cumhurbaşkanının yaptığı konuşmaya bakılırsa cari açığımız kapanıyormuş, borcumuzu bitirmek üzereymişiz, Türkiye’de maşallah dolar ve eurodan geçilmiyormuş, herkes refah içerisinde yaşıyormuş. Bir anda şaşırdım. Çünkü AKP’nin tarif ettiği Türkiye ile TÜİK’in “ekonomi güven veriyor” değerlendirmesi ile bizim yerellerde yaptığımız buluşmalardaki tablo birbirine benzemiyor. Yakın bile değiller. İzmir’de emeklilerle buluştuk, bir emekli abimiz çok güzel bir şey söyledi. “Eskiden pazara alışverişe giderken cebimizdeki paranın hesabını yapıyorduk, ne kadar alabiliriz ne alabiliriz diye. Ama diyor şimdi aldığımız maaşlarla kirayı ve faturaları ödedikten sonra cebimizde para kalmadığı için artık hesap da yapmıyoruz” dedi. İşte TÜİK’in güven veriyor dediği bu. Cepte para bırakmadılar. Yine Mersin’deydik. Mersin meyve ve sebzenin çok fazla üretildiği bir yer. Mersin’de bir esnaf, “Eskiden akşam işlerimiz bittikten sonra çürük meyve ve sebzeleri çöpe atar giderdik ama şimdi çürük meyve ve sebzeleri almak için insanlar kuyrukta” dedi. Çürük meyve ve sebze kuyruğuna mecbur bırakılmış emeklilerden, emekçilerden bahsediyorum. Hükümetin en çok övündüğü meselelerden birisi şudur. “Biz gelmeden önce yağ kuyrukları vardı” diyor. Kuyruk vardı ama insanların cebinde yağ almak için para da vardı. Ama bu iktidar insanları ceplerindeki parayla çürük sebze ve meyve alma kuyruğuna sürükledi. İşler iyi gitmiyor. Ekmeğini taştan çıkarmak diye bir deyim vardır. İnanın artık taş da kalmadı. Ekmeği taştan çıkarmak bile imkansız hale geldi. Bizi öyle bir noktaya getirdiler. Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları ile birlikte ev ev, köy köy, kent kent dolaştık, dolaşmaya devam edeceğiz. Gittiğimiz her yerde ekmek teknesi batmış, adalet deseniz adaletin tuzu kokmuş. İmam Gazali, “Adalet tuz gibidir, çürüyen bozulan bir şey varsa tuzla terbiye edilir” demiştir. Şimdi tuz da koktuğu için bu adaleti ne ile terbiye edeceğiz? Bunun cevabını bir türlü bilmiyoruz. Adaleti ne ile terbiye edeceksiniz?

Nasıl bir yerlilik ve milliktir ki halka yoksulluk ve sefalet getiriyor

Bunları niye anlatıyorum? TBMM bu konuda bir sorumluluk almalıdır. En büyük sorumluluk Meclis’e düşüyor. Türkiye Saray koridorlarından yönetilmeye devam ettikçe ekmek teknesi daha fazla batacak, adalet daha fazla çürüyecektir. Yerliyiz ve milliyiz diyorlar ama nasıl bir yerlilik ve millilik ise insanları kuyrukta sebze ve meyve alma noktasına getirdiler. Nasıl bir yerlilik ve millilikse insanların ceplerinden vergilerle para almanın peşindeler. Yerlilik ve millilik bize yoksulluk ve felaket getirdi. Gerçek yerlilik ve milliliğin sanırım ne olduğunu bilmiyorlar. Bu soygun ve talan düzeninden Meclis artık hicap duymalıdır. Meclis halka karşı sorumluluğunu artık yerine getirmelidir. Yeni yasama döneminde Meclis daha fazla adalet, daha fazla eşitlik ve daha fazla barışı sağlayacak yasalar getirmelidir, bunları tartışmalıdır. Meclis bu ülkenin gelmiş olduğu bu hale göz yumamaz. Eğer sorumluluk almıyorsa da çıkıp bunu itiraf etmelidir. 

Yeni dönemde parolamız “demokratik mücadele, kurucu ve kapsayıcı siyaset” olacaktır

DEM Parti olarak bütçe görüşmeleri boyunca sahada yapmış olduğumuz gezilerde ortaya çıkan sonuçları, halklarımızın ve emekçilerin talep ve isteklerini o kürsülerde dile getireceğiz. Ama sadece bununla da yetinmeyeceğiz. Direnen, bugün Ankara’ya gelen, hakkını arayan Pernas işçileriyle, fabrikalarda insanca yaşayacak ücret talep eden insanlarımızla dayanışacağız. Güvencesiz şekilde çalışan yüz binlerce insanımızın güvenceli çalışması ve hak ettikleri ücreti alması için de mücadelemizi sokaklarda sürdürmeye devam edeceğiz. Türkiye’yi bu karanlık tablodan ne bu iktidar ne bu muhalefet çıkarabilir. Son günlerde zaten muhalefetin ne halde olduğunu hep beraber görüyoruz. Bu bize çok sürpriz olmadı. Emin olun bu talan ve soygun düzenini bitirecek, Türkiye’yi düzlüğe çıkaracak anlayışı, programı, planı, fikriyatı olan bir parti varsa o da DEM Parti’dir, biziz. Yeni dönemde parolamız “demokratik mücadele, kurucu ve kapsayıcı siyaset” olacaktır. Daha çok mücadele edeceğiz, daha fazla çözüm sağlayacağız. Her zamankinden daha fazla kapsayıcı olacağız. 

Bu topraklarda adaleti de aşı da barışı da Türkiye emekçileriyle ve ezilenleriyle birlikte biz sağlayacağız

Toplumun farklı kesimleriyle bir araya geldik. Çok öneriler sundular, eleştiriler yaptılar, çok şey öğrendik. Bu öneriler ve eleştiriler ve yapmış olduğumuz gözlemler sonucunda hem Türkiye’yi değiştireceğiz hem de kendimizi değiştireceğiz. Direniş geleneğimize layık bir şekilde mücadelemizi büyütmeye devam edeceğiz. Kimsenin kuşkusu olmasın. Bu topraklarda adaleti de aşı da barışı da hep birlikte Türkiye emekçileriyle ve ezilenleriyle birlikte sağlayacağız. Sağlayacağımıza inanıyoruz. O günler çok uzak değil.  

8 yaşındaki bir çocuğu kurtlar sofrasına atan bir iktidar meşruiyetini yitirmiştir


Bu ülkede 8 yaşında Narin katledildi. Üzerinden neredeyse aylar geçti. O cinayet daha aydınlatılmadı. Ankara’nın bu karanlık dehlizlerinde diğer cinayetlerde olduğu gibi bu konuda da bence pazarlıklar yapıldı. Katledilen sadece Narin değildi. Türkiye’nin vicdanı bu cinayetle birlikte katledildi. Tüm bürokrasi, tüm devlet aygıtı 8 yaşındaki bir kız çocuğunun ölümü üzerine anlaştılar. Kimse zaman geçer unutulur, kirli işlerimizi çevirmeye devam ederiz düşüncesine asla düşmesin. Bu cinayetin peşini asla bırakmayacağız. En kısa sürede başta Meclis’in bu cinayeti araştırması, bütün detaylarıyla açığa çıkarması için adım atacağız. Türkiye’deki demokratik kitle örgütleri ve çocuk kurumlarıyla birlikte bu cinayeti işleyenlerin açığa çıkarılması ve hesap sorulması için de yoğun bir çaba içinde olacağız. 8 yaşındaki bir çocuğu kurtlar sofrasına atan bir iktidar meşruiyetini yitirmiştir. Gezdik, gördük. Emin olun ki iktidarın toplumsal meşruiyeti kalmamıştır. Bizim buluşmalarımıza en çok AKP’ye oy verenler katılıyordu. En çok AKP'ye oy verenler dizlerini dövüyordu, büyük eleştiriler yapıyordu. Eğer çocuklar güvende değilse, en az ülkenin yarısı başını yastığa aç koyuyorsa, çete-mafya ilişkileri almış başını gitmişse o ülkede demokratik değişim kaçınılmazdır. 

Halk bıktı, sandıkların halkın önüne gelmesi dışında bir seçenek yok

Son günlerin önemli tartışmalarından birisi de eğitim alanıdır. Eğitim alanında da çok büyük krizler yaşanıyor. Okullara ayrılan bütçe, tasarruf tedbirleri gerekçe gösterilerek yarıya indirildi. Okullarda artık temizlik görevlisi yok. Eğitim zaten yoktu. Şimdi temizlik de yok. Diyorlar ki veliler gelsin okulları temizlesin. Bu da bize gösteriyor ki önümüzdeki dönem hepimizin çocuklarını büyük salgınlar bekliyor. Yazıklar olsun ya! Eğitimde, çocukların temizliğinde tasarruf mu olur? İşte böyle bir iktidarla karşı karşıyayız. Yine taşımalı eğitim kaldırıldığı için çocuklar aslında pansiyonlara mecbur bırakılıyor. Pansiyonlara çocuklarını vermeyen ailelerin çocuklarının eğitim hakkı gasp ediliyor. Tasarruf tedbirlerinden dolayı taşımıyorlarmış. Yahu hiç ihtiyaç yok ama her yerde mantar gibi imam hatip lisesi açıyorsunuz. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi maşallah her seferinde yüksek meblağlara çıkıyor. İhtiyaç olmayan imam hatip liselerini açmayın. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesinden kısın, çocukları taşıyın, okulların temizliğini de yapın. Hatta bizim savunduğumuz gibi her gün sıcak öğle yemeği verin. Tasarrufu böyle sağlayabilirsiniz. Temizliği ve taşımayı ortadan kaldırarak sağlayamazsınız. Türkiye’de tablo şöyle: Eğitimde zulüm var, yaşamda zulüm var, halk ve emekçiler bıkmış durumda. Artık sandıkların halkın önüne gelmesinin dışında başka bir seçenek yoktur. Biz bu talebin, toplumsal bir talep olarak yükselmesi ve bu sandıkların halklarımızın önüne konulması için önümüzdeki dönem daha fazla emekçilerle yoksullarla, işçilerle, bu iktidardan memnun olmayanlarla bir araya geleceğiz. Onların taleplerinin karşılanması için daha yoğun bir çaba içinde olacağız. 

Bizim sembollerle bir sorunumuz yok ama herkesi aynı etnik kimliğe sığdıran bir anayasayı da asla kabul etmeyiz

Yaz boyunca bizler sokak sokak, ev ev, tarla tarla dolaşırken, o sıcak iklimde Türkiye’de anayasa tartışmaları vardı. Biz ilk gün de söylemiştik. AİHM kararlarının uygulanmadığı, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin devam ettiği, cezaevlerinin Guantanamo toplama kamplarına dönüştürüldüğü bir ülkede yol temizliği yapılmadan anayasa tartışmalarının yapılmayacağını belirtmiştik. Bugün üzücü bir olayla karşı karşıya kaldık. Yaşadığı ağır hastalıklara rağmen, defalarca başvurmamıza rağmen Abdulkadir Kuday arkadaşımız yaşamını yitirdi. Abdulkadir Kuday’ın ailesine başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz. Bütün girişimlerimize rağmen bırakılmadı. Kuday gibi şu anda cezaevlerinde yüzlerce hasta tutsak var. Şimdi bu hasta tutsaklar cezaevinde olduğu sürece neyin anayasasını tartışacaksınız? Toplum neyinize güvenecek, neyinize inanacak? Önce yol temizliği yapın, yeni anayasadan ne beklediğinizi, ne düşündüğünüzü topluma açıklayın; sonra sivil mi olacak, yeni mi olacak, demokratik mi olacak hep birlikte karar verelim. 

Sık sık bize sorulan kimi sorular var, son kez cevap veriyorum. Isıtılıp ısıtılıp önümüze konulmasın. Hem iktidar hem muhalefet hem de medya kulağını açıp iyi dinlesin: DEM Parti olarak bizim hiçbir kesimin sembolleriyle ve değerleriyle bir sorunumuz yok. Ama bu ülkede herkesi bir etnik kimliğe sığdıran bir anayasayı da kimse bize kabul ettiremez. Yeni bir yurttaşlık tanımının bu süreçte, başta parlamento olmak üzere, toplumda cesurca yapılması gerekiyor. Bizim ülkenin başkenti ve diliyle bir sorunumuz yok. Ama siz de kabul edersiniz bu ülkede çeşitli halklar yaşıyor. Bu halkların kendi anadilini konuşması, kendi anadilinde eğitim görmesi herkese anne sütü kadar helaldir. Cumhuriyetle bir sorunumuz yok ama kimse tekçi ve inkarcı bir cumhuriyetle yüz yıl daha yaşayın diye bize bir anayasa yaptıramaz. Biz demokratik bir cumhuriyet istiyoruz. Halkların ve inançların kendi varlıklarıyla yaşadığı, farklılıklara saygı duyulan demokratik bir cumhuriyetin mücadelesi yürütüyoruz. Kimse bize “Ankara’da otururum, şah da benim padişah da benim anayasası” yazdıramaz. Asla böyle bir şey yapmayız. Yerel demokrasinin olmadığı her anayasa, 12 Eylül ruhunu taşıyan bir anayasa olur. Yerelin söz hakkını yok sayan, yerel demokrasiyi çiğneyen bir anayasaya dokunmadan yeni bir anayasa yapılmaz. Açıkça söylüyoruz: Mevcut anayasanın kötü bir kopyasını yapmak ne yeni bir anayasa olur ne de demokratik bir anayasa olur. Anayasanın mevcut bütün yasalarının tamamında 12 Eylül’ün ruhu ve kokusu geliyor. Kalıplara sığınmadan, önyargının arkasına sığınmadan Anayasanın tamamını önümüze alıp yeniden tartışmamız gerekiyor. Bu ülkenin refahı ve kardeşliği için, bu ülkede huzur ve barış için bunu yapmamız gerekiyor. 

Muhalefete: Değişim iddiasındaysanız anayasa konusunda tutucu davranmazsınız

Buradan muhalefete de seslenmek istiyoruz. Son günlerde kimi pratikleri ve söylemleri toplumu şaşırttığı gibi bizleri de şaşırtıyor. Değişim iddiasında mısınız? Eğer değişim iddiasındaysanız anayasa konusunda tutucu davranmamalısınız. Tutucu davranırsanız da mevcut anayasanın kötü bir kopyası ile karşı karşıya kalırız. İlk yüzyılın halklara getirdiği tekrarı yaşatma siyasetini savunamasanız. Yeni ve demokratik anayasa konusunda herkese açık çağrımızdır: Herkes önyargılarını ve tabularını bir kenara bıraksın. Biz çoktan hazırız, varız. Demokratik bir anayasa yapmak için çalışmaya da konuşmaya da tartışmaya da varız. 

İkinci yüzyılda demokratik anayasanın hayata geçmesinin yolu Kürt halkına statü sağlamaktır

Yeni ve demokratik bir anayasanın şifresi Kürt meselesine yaklaşımdır. Demokratik anayasanın ilk şartı Kürtler başta olmak üzere, ülkede yaşayan halklar ve inançları kapsayan, eşit yurttaş olarak kapsayan bir anayasa yapmaktır. İkinci yüzyılda demokratik anayasanın hayata geçmesinin yolu Kürt halkına statü sağlamaktır. Halkların ve inançların sömürülmesine izin vermeyen bir toplumsal sözleşme imzalamaktır. Türkiye’de Kürt meselesinin çözüm yeri, muhatabı Ankara’dır. Türkiye’de devlet, iktidar ve halklar artık bir karar vermelidir. 60 milyon Kürt yaşıyor dünyada. En yoğun olarak da Türkiye’de yaşıyor. Devlet, iktidar ve kurumlar şuna karar vermelidir.  Kürtlerle hasım mı olacaksınız, hısım mı olacaksınız? Tekrar buradan soruyoruz. 21. yüzyılda, yeni bir yasama döneminde Kürtlerle hasım mı, hısım mı olacaksınız? Bir zahmet kararınızı verin. Biz nerede mi duruyoruz? Biz Kürtlerle hısım olmanızın, Kürtlerin bu ülkede bütün halklar ve inançlarla ortak bir zeminde yaşamasının taraftarıyız. Hasım olursanız da Türkiye’de yaşamış olduğumuz mevcut mutsuzluğu, mevcut olumsuzlukları, kötü süreçleri tekrar bize yaşatmış olursunuz. Hısım olmayı seçerseniz, emin olun ki Türkiye refaha ve mutluluğa ulaşır. Sadece Türkiye refah ve mutluluğa ulaşmaz, aynı zamanda Türkiye Ortadoğu’daki bu çatışmalara, savaşa ve yok sayma politikalarına karşı model bir ülke olabilir. İstikrarlı bir ülke olarak, Ortadoğu’da halkların istikrarlı bir şekilde yaşamasına da katkı sunabilir. 

Tarihi Kürt-Türk barışının bir gün bile ertelenmeden hayata geçirilmesi gerekiyor

Dünyada barış isteyen ve bölgedeki gerilimin ürettiği risklere karşı bu ülkeyi düşünen herkes Türkiye’de de barış istemeli. Bu konuda cesur olmalıdır. Bu konuda yapılan her açıklamayı, söylenen her sözü, atılan her adımı değerli ve kıymetli buluyoruz. Ve böyle olması gerektiğini düşünüyoruz. Tarihi Kürt-Türk barışının bir gün bile ertelenmeden hayata geçirilmesi gerekiyor. Kaybedecek ne tek günümüz ne tek canımız ne de tek kaynağımız kalmadı. Çağrımızı güçlü bir şekilde tekrar yeniliyoruz. Herkesi toplumsal barışımızı yükseltmeye, Kürt meselesinin demokratik yollarla çözülmesi için görev ve sorumluluk almaya çağırıyoruz. Bizi dinlediğiniz için hepinize teşekkürlerimi sunuyor, selam ve saygılarımı iletiyorum. 

2 Ekim 2024