Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, haftalık Meclis Grubu Toplantımızda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bakırhan, şunları söyledi:
Bu yanlıştan dönün, Ahmet Özer’i bir an önce serbest bırakın
Merheba hûn bixêr hatin ez we bi rêzdarî silav dikim. Hûn li ser seran li ser çavan hatin. Hepiniz grup toplantımıza hoş geldiniz. Konuşmama olumsuz bir şeyle başlamak istemiyordum ama maalesef Cumhuriyetin 100. yılında halkın iradesi olarak seçilen Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer bugün gözaltına alındı. Halkın iradesine dönük yine bir operasyon ile karşı karşıyayız. Esenyurt Belediye Başkanı kent uzlaşısı ile seçilmişti. Cumhuriyet Halk Partisi adayıydı ama Esenyurt’ta bulunan Terekemeler, Azeriler, Kürtler, kadınlar ve gençler kendisine oy verdi. Ahmet Özer, demokratik ve toplumcu bir belediyeciliği hayata geçirdiği için belli ki birileri rahatsız olmuş. Buradan bu operasyonu yapanlara sesleniyoruz: Defalarca bunları gördük, yeter artık, bu oyunları bırakın. Bu yanlıştan dönün ve halkın iradesine saygı gösterin. Ahmet Özer’i derhal serbest bırakın.
Her birimiz Cumhuriyetin ilk yüzyılının tanığı, sanığı ve mazlumuyuz
Cumhuriyetin bir yüzyılını geride bıraktık. Geride bıraktığımız yüzyılda Türkler de dahil olmak üzere halklar, inançlar, çeşitli gruplar çok ciddi bir travmalar yaşadı, çok ciddi acılar çekti. Geride kalan yüzyılda, tam da Oğuz Atay’ın dediği gibi, korkuyu bekleme durumu ortaya çıktı. “Korkuyu Beklerken” Oğuz Atay’ın bir hikayesinin ismidir. Geçtiğimiz yüzyılda, her şeyden korkan, ülkeyi korkuyla yöneten bir anlayışla yönetildik; böyle bir sistemde yaşadık. Cumhuriyet demokrasiden korktuğu için demokratikleşemedi. Cumhuriyet hedeflerine ulaşamadı, hedeflerinin çok gerisinde kaldı. Herkesin cumhuriyeti maalesef olamadı. Küçük bir azınlığın cumhuriyeti oldu. Küçük bir azınlığa hizmet etti. Aslında cumhuriyetin özü demokrasidir ama demokrasi maalesef olmadı. Cumhuriyetin özü herkesin cumhuriyeti olmaktı. Cumhuriyetin ilk yüzyılının her birimiz tanığı, sanığı ve mazlumuyuz. En çok da bu yüzyılda Kürtler büyük bir zulme uğradı. Çünkü hükümetler değişse de cumhuriyet ve Kürtlerin ilişkisi bir türlü değişmiyor. İnkar ve baskı üzerine kurulu bir şekilde devam ediyor. Bu ülke, 100 yıldır ölümlere, kutuplaşmalara trilyon dolarlar harcadı. Buna rağmen elde ne var? Çözülmeyen bir Kürt sorunu ve olmayan bir demokrasi. Cumhuriyet kurulurken de “beka” dediler, aradan 100 yıl geçti hala “beka” diyorlar. İnkarcı akıl maalesef bir adım bile cumhuriyeti ilerletemedi. 100 yıldır yanlış bir şekilde ülkeyi yönettiler. Yüz yıl sonra hala “beka” deniliyorsa ve beka sorunundan bahsediliyorsa demek ki bir yerde yanlış yapıldı. Ülkeyi yönetenler geçen yüzyılda yanlış yaptıklarını kabul edebilirse, işte o zaman yol alabiliriz.
Beraber kanımızın aktığı bu toprakları demokratik bir cumhuriyete ulaştırma sorumluluğu hepimizde
Şimdi bu yanlıştan dönmek için ciddi bir fırsat var. Cumhuriyet Kürtlerle, Alevilerle ve dışladığı tüm halklar ve inançlarla, en önemlisi de demokrasi ve özgürlüklerle barışmalıdır. Barışmak zorundadır. İkinci yüzyılın başlangıcını Cumhuriyet barışmakla sağlayabilir. Ülkenin huzura kavuşması için, herkesin refah içinde yaşaması için, önce Kürtlerin özgürleşmesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesi gerekiyor. İlk yüzyılın acısını sadece biz Kürtler yaşamadık. Ermeniler, Aleviler, Süryaniler, Müslümanlar, adını burada sayamadığım onlarca halk ve inanç da ilk yüzyılın acısını ve zulmünü gördü. Geçen yüzyılda, devletin toplum üzerindeki vesayeti, toplumun gelişmesini ve özgürleşmesini engelledi. Elbette geçmişe takılıp kalmayacağız. Ancak geçmişle yüzleşerek, geçmişten dersler çıkararak önümüze bakmak zorundayız. Biz geçmişe takılıp kalan bir anlayıştan gelmiyoruz. İkinci yüzyılda daha demokratik ve özgürlükçü bir cumhuriyet için, travma yaşayan halklar ve inançların bir daha aynı şeyi yaşamaması için önümüzde ciddi bir fırsat var. Bu ülke kurulurken topraklarında, ovalarında hepimizin kanı ve alın teri yok muydu? Evet, vardı. Bunun en iyi örneği Çanakkale’deki şehitliktir. Her bölgeden, inançtan, etnik gruptan isimlerin yazılı olduğu mezar taşları bunu net olarak ortaya koyuyor. Kuruluşta ortaklık vardı, kuruluşta beraber kan ve alın teri döktük ama Cumhuriyeti eşit yaşadığımız bir zemin haline getiremedik. O zaman beraber kanımızın aktığı bu toprakları demokratik bir cumhuriyete ulaştırmak gibi bir görev ve sorumluluk hepimizin önünde duruyor. En başta da hükümetin önünde duruyor.
İkinci yüzyılda farklılıkları zenginlik ve güç sayan demokratik bir ulus anlayışına ihtiyaç var
İçinde bulunduğumuz süreçte herkesin cesurca, çekinmeden birlikte tartışıp konuştuğu bir anlayışa ihtiyaç var. İkinci yüzyılı birlikte konuşup tartışamazsak, birlikte çözüm yolları bulamazsak maalesef bu yüzyılı da kaybetmekle karşı karşıya kalabiliriz. Türkiye’nin demokratik geleceği için siyaset kurumu tarihsel düşmanlıklara ve intikam duygusuna yaslanmaktan artık vazgeçmelidir. Her “demokrasi” denildiğinde, her “hak ve hukuk” denildiğinde bir düşmanlık ve intikam duygusu ortaya sermekten artık siyaset kurumu uzaklaşmalıdır. Bu dili terk etmelidir. Hakları ve halkları yok sayan, kutuplaştıran geçmiş Türkiye yüzyılına karşı çözüm ne inkar ne de geçiştirme siyasetidir. Yeni yüzyılda inkarı bir kenara bıraktırmak, kandırmadan sahici çözüm yolları bulmak hepimizin görevidir. İkinci yüzyılda farklılıklardan korkmayan, farklılıkları zenginlik ve güç sayan demokratik bir ulus anlayışına ihtiyaç var. Bu ülkenin en sahici güvencesi de demokratik bir ulus yaratmaktan geçer.
Gelin, herkesin kardeşçe ve eşit bir şekilde yaşadığı bir Türkiye yaratalım; bunun koşulları var
Cumhuriyetin ikinci yüzyılında tüm siyasi ve toplumsal çevrelere çağrımızdır: Gelin, önyargılarımızı ve husumetlerimizi bir kenara bırakalım. Halkların barış içerisinde, kardeşçe ve eşit şekilde yaşadığı bir Türkiye’yi birlikte kuralım.
Biraz önce Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını izledim. O da “Daha demokratik, daha kapsayıcı, kardeşleştiğimiz bir zemin yaratalım” diyordu. Bunun bugün koşulları var. Bugün Türkiye’nin büyük çoğunluğu, halkların kavga ettiği ve çatıştığı bu zemin yerine halkların barış içinde yaşadığı bir zemini talep ediyor. Bu gerçekliği başta iktidar partisi olmak üzere siyasi partiler dile getiriyor. Demokratik bir Türkiye kurmak için her zamankinden daha büyük bir fırsatın olduğunu belirtmek istiyorum.
Herkesin hakkını ve hukukunu tanıyıp güvenceye alan bir cumhuriyet geleceğimizin teminatıdır
Biz demokrasi ve hukukun üstünlüğüyle taçlanmış bir cumhuriyet istiyoruz. Demokratik Cumhuriyet, eşit yurttaşlık, çok kültürlü toplum ve yerel demokrasinin güvence altına alınmasıdır. Ahmet Özer’in uyduruk gerekçelerle gözaltına alınması değildir. Halkın iradesini gözaltına almak değildir. Demokratik Cumhuriyet, 1920 Meclisinin çoğulcu yapısını ve 1921 Anayasasının kurucu meclis ruhunu, 21. yüzyıl gerçekliği ve demokratik bir anayasa ile taçlandırmaktır. Demokratik bir cumhuriyet, demokratik bir anayasa ile olur. Eşit yurttaşlık temelinde herkesin hakkını ve hukukunu tanıyan ve güvenceye alan bir cumhuriyet geleceğimizin teminatıdır.
Kürtler ellerinden alınan kimliklerini ve iradelerini istiyor
Bu topraklarda çok önemli değerler, gelenekler var. Biz “72 millete bir nazarla bakarız” diyen bir coğrafya üzerinde bugün konuşuyoruz. Tam da 72 millete bir nazarla bakan yeni bir anlayışa ihtiyaç var. 72 millete bir nazarla bakmayan tek tipçi, tekleştiren anlayışı terk etmek, bu topraklara gömmek zorundayız. Bizler, kadınlardan, gençlerden, emekten, yerel demokrasiden yana olan; iradeli, kararlı ve saklısı gizlisi olmayan bir cumhuriyet istiyoruz. Sıkıştığı zaman faili meçhul cinayetlere ihtiyaç duymayan, “demokrasi” denildiğinde Beyaz Torosları cadde ve sokaklara sürmeyen, “hak hukuk” denildiği zaman paramileter güçlerle, domuz bağlarıyla insanları katletmeyen bir cumhuriyet istiyoruz. Bize göre, demokratik bir cumhuriyetin nitelikleri; çağdaş hukuk normlarını içeren bir anayasa, güçlü demokrasi, tarafsız ve bağımsız yargı, barışçıl dış politika ve ekonomide adalettir.
Açıkça ifade ediyoruz: İstikrarsızlaşan Türkiye bir kara deliğe dönüşen Ortadoğu girdabına kapılabilir. Hemen yanı başımızda kaosun ve çatışmaların devam ettiği bu girdaptan korunmanın en doğru yolu, en büyük güvencesi de Türkiye’de demokrasiyi ve özgürlükleri hayatta geçirmektir. Kürt sorununda ve Ortadoğu politikalarında fırtına ekenler, bugün rüzgar biçiyorlar. Dün fırtına ekenler, bugün biçtikleri rüzgarın etkisi altında sarsılmak zorunda kalıyor. Sürekli “Kürtler ne istiyor?” deyip duruyorlar. Yüz yıldır Kürtler ne istediğini bin defa dile getirdi ama bir türlü anlamak istemediler. Bunun cevabını iki kelimeyle bir defa daha verelim: Kürtler, yüz yıldır ellerinden alınan kimliklerini ve iradelerini istiyorlar. Ne istiyorlarmış? Yüz yıldır ellerinden alınan kimlik ve iradelerini istiyorlar. İşte Kürt sorunu, Kürtlerin kimlik ve iradesinin reddedilmesidir; çözümü de bu iradenin ve kimliğin kabul edilmesidir. Burada anlaşılmayacak bir şey var mı? Yok!
Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Kürtler temenni değil anayasal güvence istiyor
Bu çok kritik bir dönem. Gerçekten karından konuşmadan, topu çevirmeden, dönemi anlayıp açık ve net kendi düşüncesini ortaya koyan bir tartışma sürecine ihtiyaç var. Böyle bir dönemde bulunuyoruz. Kürt sorunu bir tanınma sorunudur, bir anayasal sorundur. Dolayısıyla tanınma ve anayasal güvence altına alınma, bu ülkede “Kürt sorunu nedir, nasıl çözülür?” diyenlere de en büyük cevabı vermiş olacaktır. Kürtler demokrasi, eşitlik ve kardeşlik temennilerine büyük kıymet verir. Dönem dönem bu iyi niyet temennilerini duyduk. Ancak ikinci yüzyılın başlangıcında artık Kürtler temenni istemiyor, anayasal güvence istiyor. Temennilere herkesin karnı tok. İkinci yüzyılda Kürtlerin taleplerini karşılayacak demokratik bir anayasa ve anayasal güvence artık kaçınılmaz şekilde önümüzde duruyor. Kürtler, toplumsal sorunlara çözüm olacak gerçek bir demokrasi istiyor, eşit yurttaşlık istiyor, onurlu bir barış istiyor. Evet, barış ama onurlu bir barış. Kürt sorunu kültürel, idari ve siyasi bir meseledir. Kürt meselesinin çözümü de bu bütünlük dikkate alınarak ele alınmalıdır. Bütünlüklü olarak görmek ve tartışmak gerekiyor.
Gelin, ikinci yüzyılın saatini barış üzerine kuralım
Birinci yüzyılın saati Kürt inkarı üzerine kuruldu. Ülkenin geldiği noktayı hep birlikte gördük.
Gelin, madem zemini var, ikinci yüzyılın saatini barış üzerine kuralım ki ikinci yüzyılın saati barış saati olsun. İnkar üzerine kurulan saat yönünü şaşırır ama barış üzerine kurulan saat bize doğru yolu gösterir. Diyoruz ki ikinci yüzyılda Türkiye’nin saatini barışa kuralım. Bunun için de birçok şey yapmak lazım. Tekçi ve buyurgan siyasi dili terk etmek gerekiyor, çoğulcu müzakere dilini kullanmak gerekiyor. Bir sorun çözülecekse eğer tehditçi buyurgan dili bir kenara bırakmak gerekiyor. DEM Parti olarak, hiçbir zaman tehdit eden, tekçi, ötekini yok sayan bir dil kullanmıyoruz. Bizim dilimiz kapsayıcıdır, müzakere dilidir; bizim dilimiz “oturalım konuşalım” diyen dildir. Bir taraftan “çözüme müsait bir zemin var” diyeceksiniz, “100 yıldır devam eden bu sorunu çözmek istiyoruz" diyeceksiniz. Ancak kullandığınız dilin de buna uygun bir dil olması gerekiyor toplumun, Türkiye halklarının inanması için.
Barış ödün vermek değildir, zafiyet de değildir; cesarettir, zarafettir
Yine çok tehlikeli bir anlayışla karşı karşıyayız. Barış deyince, birileri hemen karşı tarafa bir taviz olarak değerlendiriyor. Barış deyince, sanki karşı tarafa verilmiş bir ödün olarak değerlendiriliyor. Barış taviz vermek değildir, ödün vermek değildir, zafiyet de değildir; tam tersine barış cesarettir, zarafettir. Biz bu ülkede büyük bir cesaretle barışın konuşulmasını istiyoruz. Barış, yaşam ortağıyla anlaşmaktır. Bu ülkede hep birlikte yaşıyoruz. Aynı apartmanlarda oturuyoruz, çocuklarımız aynı okullara gidiyor. Ancak birimizin dili, kültürü ve kimliği kabul edilmiyor. Hepimiz tek tek bir kimliğe sığdırılmak isteniyoruz. İşte biz buna itiraz ediyoruz. Bunun doğru olmadığını bu ülkeyi yönetenler de çok iyi biliyor. Dolayısıyla birlikte yaşadığımız, birlikte kuruluşunda yer aldığımız bu zeminde, ortaklaştığımız insanların dilini, kültürünü ve kimliğini tanımak, onlarla barışmak gibi bir zorunluluk önümüzde duruyor. Barışı zafiyet olarak gösteren siyasi aklı eleştiriyoruz.
Tetikçilik yapanlara rağmen barışı 85 milyona armağan edelim
Geçtiğimiz gün de ifade ettim. Biz de Kürtlerin ve Türklerin birbirlerinin hak ve hukukuna saygı göstermesinin farz olduğunu en içten duygularımızla dile getiriyor ve buna katılıyoruz. Ancak esas farz, birbirinin hakkını ve hukukunu tanımaktır, birbirinin hakkına ve hukukuna girmemektir. Hakkı ve hukuku reddedilenin, kabul edilmeyenin hakkını ve hukukunu savunmaktır. Bir farzdan bahsetmek için de bizler gerçek kardeşliği onurlu bir barışla inşa edebiliriz. Bugün, Sayın Erdoğan da grup toplantısında söyledi, hiçbir dönem olmadığı kadar Türkiye’nin buna zemini vardır. Buyurun, o zaman hep birlikte gerçek bir barışı inşa edelim. Siyasi tetikçilik yapan ırkçı ulusalcılara rağmen barışı bu ülkede yaşayan 85 milyona, bu ülkenin gençlerine ve çocuklarına armağan edebiliriz. Biz buna inanıyoruz. Türkiye’nin en temel ihtiyaçlarından biri budur.
Bu yüzyılı ıskalarsak, Kürt’ün mutlu olmadığı bir Türkiye’de hiç kimse mutlu olmaz
Yine bu tartışmalar başladıktan sonra birçok kıymetli açıklama yapıldı. CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel de bir konuşmasında çok önemli bir şey söyledi. “Oy kaygısına düşmeden tarihin doğru tarafında yer almak” dedi. Çok kıymetlidir, aklın yolu birdir. Tam da bu yüzyılda bütün siyasetçilere, siyasi partilere, öznelere düşen tek bir görev ve sorumluluk var ki o da tarihin doğru tarafında yer almaktır. Barış mücadelesi tarihe ve geleceğe karşı bir sorumluluk olduğu için, tarihin doğru tarafında yer almak doğru bir düşüncedir. Ancak aksi düşüncede bulunanlar, aksi yorum yapanlar, bu süreci zehirlemeye çalışan siyasi partiler ve özneleri de var. Buradan, son günlerde özellikle urgan ve inkar siyaseti yapan Sayın Dervişoğlu ve onun gibi düşünenlere de seslenmek istiyorum: Siyasi çıkar ve oy uğruna barışa pusu kurmaktan lütfen vazgeçin. Ayıptır, yazıktır, günahtır. Bu ülkede on binlerce insan barış istediği için yaşamını yitirdi. Bu ülkede cezaevinde on binlerce insan yatıyor. Bu ülke barışını sağlamadığı için ekonomisi battı, bitti. Bu ülke 3 trilyon dolarını Kürt anadilini konuşmasın diye harcadı. Şimdi kalkıp barış ihtimali varsa dahi buna pusu kurmak anlaşır bir durum değildir. Küçük hesapları herkes bir tarafa bıraksın ve tarihin doğru tarafında yer alsın. Bu yüzyılı ıskalarsak eğer, Kürt’ün mutlu olmadığı bir Türkiye’de hiç kimse mutlu olmaz. Hep beraber mutlu olmaya, onurlu bir zeminde birlikte yaşamaya ihtiyacımız var. Üç beş oy gelip geçicidir, kalıcı olan çocuklarımıza bırakacağımız onurlu bir barıştır.
50 milyon Kürt’ün sorununu nasıl çözeceksiniz, buyurun söyleyin
Çocuklarımızın en büyük güvencesi onlara bıraktığımız tapular, servetler değil onurlu bir barıştır. Hepimizin güvencesi onurlu bir barıştır. Dolasıyla sağdan sola bu meseleyi anlamayan, anlayıp oy uğruna barışa pusu kuranlara çağrım şudur: Lütfen bu ülkeye yazık etmeyin, bu ülkedeki 85 milyon insana yazık etmeyin. Bu ülke ikinci yüzyılda barışını sağlasın siz de buna katkı sunun.
Bu meseleyi inkar etmek siyaset değil. “Kürt yok” deyince Kürt yok olmuyor. İpe un sermektir bu. Siyaset sorunları çözmeyecekse niye var? Meclis çatısı altına bizi niye gönderdi insanlar? Bu sorunları konuşalım diye gönderdiler, hamaset yapalım diye göndermediler. Bir diğerinin hakkını inkar etmemiz için göndermediler. Soruyoruz: 50 milyonu aşkın Kürt yaşıyor Türkiye’de ve çevre ülkelerde. Bu 50 milyon Kürt’ü yok edemeyeceğinize göre nasıl çözeceğinizi söyleyin. Size göre Kürt sorunu nedir? Kürt sorununa çözümünüz nedir? Buyurun paylaşın. Madem bu tartışmaları eleştiriyorsunuz, madem daha bir süreç başlamamışken tartışmalara üst perdeden urganlarla karşılık veriyorsunuz. Ne yapacaksınız? 50 milyon Kürt’ün sorununu nasıl çözeceksiniz? 100 yıldır yok dediniz, yok olmadı; büyüyerek bugüne geldi. Onun için Türkiye'de siyasetin daha sağduyuyla, daha samimiyetle, bu meselesinin çözümüne dönük öneri ve programlarıyla ortaya çıkması gerekiyor.
DEM Parti olarak bu sürece hazırız; barış imkanını hayata geçirmenin tam zamanı
Son günlerde yine çok önemli bir gelişme oldu. Türkiye’de barışın konuşulup tartışıldığı bir süreçte, 44 aydır avukatları ve ailesi ile görüştürülmeyen Sayın Öcalan, milletvekilimiz Ömer Öcalan ile görüştürüldü. Her şeyden bağımsız bu görüşme bile sadece Kürtlerde değil Türkiye halklarında ciddi bir umut ortaya çıkardı. Bu görüşmeden gelen ilk mesaj tecridin devam ettiğiydi. O halde buradan bir kez daha hükümete seslenmek istiyorum: Sizin de barışın muhatabı olarak gördüğünüz Sayın Öcalan üzerindeki tecridi bir an önce kaldırın. Öcalan’ın özgür çalışma ve müzakere koşullarını sağlayın. Sayın Bahçeli söylemişti, Sayın Öcalan çağrı yapsın diye. O zaman tecridi kaldırın, özgür çalışma koşullarını yaratın. Bakın Sayın Öcalan’ın dediklerini birebir okuyorum: “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim.” Yani burada ne diyor? “Varsanız, buyurun, ben varım, hazırım; o irade, o kudret, o inanç, o azim bende var” diyor. Bunu bu ülkeyi yönetenler bizden daha çok biliyor. Tarihi bir fırsat var, tarihi bir çağrı var. Bunu değerlendirelim. Bu fırsattan Türkiye yararlansın. Çatışma ve şiddetten müzakere ile hukuki ve siyasi zemine geçmesi için elimizden gelen bütün çabayı ortaya koyacağımızı belirtmiştik. DEM Parti olarak bu sürece biz de hazırız. Barış imkanını hayata geçirmenin tam zamanıdır. Gelin, Türk-Kürt ilişkileri üzerindeki zorun rolünü kaldıralım; diyalog ve müzakereyle tarafların dahil olduğu bir şekilde bu sorunun çözülmesi için elimizi taşın altına koyalım.
Devlet aklı tarihi Kürt-Türk barışını düşünüyorsa programını Türkiye kamuoyuyla paylaşmalıdır
Sayın Öcalan güçlü bir irade ortaya koymuşken, KCK de bu sürece tam destek vermişken, biz de soruyoruz: Devlet aklı gerçekten tarihi Türk-Kürt barışına hazır mıdır? Bir planı programı var mı? Bunu görmek istiyoruz. Türkiye halkları bunu merak ediyor. Kürt tarafı en üst düzeyde bütün kurum ve kuruluşlarıyla hazır olduğunu söyledi. Devlet aklı da eğer gerçekten tarihi Kürt-Türk barışını düşünüyorsa, bu konuda bir planı programı var mı ortaya koymalı ve Türkiye kamuoyuyla paylaşmalıdır. Kürt sorununu çözme konusunda gerçekten bir irade var mı? Bir siyasetçi olarak ben de merak ediyorum bu soruların cevaplarını.
Bakırhan’dan Erdoğan’a: Barış konusundaki sözleriniz önemlidir, adım atma sorumluluğu cumhurbaşkanı olarak sizdedir
Sayın Cumhurbaşkanı bizden önce grup toplantısı yaptı, biz de dikkatle izledik. Bugüne kadar herkes konuştu, herkes kendi düşüncelerini söyledi. Doğrusu Dayın Erdoğan’ın bu tartışmalarla ilgili ne düşündüğünü biz de merak ediyorduk. Bugün Sayın Erdoğan düşüncelerini ortaya koydu. Biz de buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyoruz: Sayın Erdoğan tarihi bir sınavla yüz yüzesiniz. Kürt meselesinin çözümü ve barış konusunda bugün söylediğiniz sözleri önemli buluyoruz DEM Parti olarak. Barış için adım atma sorumluluğu cumhurbaşkanı olarak sizdedir. Bu sorumluluğu siz kullanabilirsiniz. Gelin, barış için sorumluluk alın ve sizden önceki cumhurbaşkanlarının olduğu sayfada değil, farklı bir sayfada yer alın. Çünkü bu sorun 42 başbakan, 13 cumhurbaşkanı gördü ve çözülmedi. Bu sorunu çözen cumhurbaşkanı olmak elinizde.
DEM Parti olarak başından beri söylediğimiz ortadadır. Lütfen, kimse söylediğimizi, yazdığımızı, dile getirdiğimizi çarpıtmasın. Bizim ellerimiz müzakere için her zaman açık ve havadadır. Hiçbir dönem yumruklarımız sıkılı olmadı, sıkılı olmayacak. Bize bir saldırı olursa tabii ki yumruklarımızı biz de sıkarız. Ama biz yumruklarımızı sıkmak için Meclis çatısı altında değiliz. Biz müzakere için, diyalog için buradayız. Elimiz her şeye rağmen açık ve muhatabını bekleyecektir. Müzakere için açık olmaya devam edecektir. Ama kimse rota çizmesin, kimse bize hakaret etmesin, kimse bizi tehdit etmesin. Rotası barış olanı tehditle barış rotasından zaten çeviremezsiniz. Sizin de onurlu bir barış yapma düşünceniz varsa, zaten biz dünden beridir onurlu bir barışı savunuyoruz, bu rotada devam ediyoruz.
Di tûrê me de aştî heye, di tûrê we de çi heye?
Belê ez di dawiyê de dixwazim bi zimanê dayika xwe tiştekî bibêjim. Berê digotin di tûrê te de çi hebe tu yê wî derxî. Di tûrê mirov de tiştek tunebe mirov destê xwe biavêje jî tiştek dernakeve. Bawer bikin di tûrê me aştî heye, biratî heye. Em ji desthilatdariyê û ji partiyên din dipirsin. Di tûrê we de çi heye? Di tûrê we de tiştek hebe em jî bibînin. Em dixwazin ku di tûrê her kesî de aştî û demokrasî hebe. Ez cardin dîsa we hemûyan bi rêzdarî silav dikim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. DEM Parti olarak bu tartışmaların sürece dönüşmesi için her zamankinden daha yoğun çalışacağız. Barışı toplumsallaştırmak için gece gündüz demeden Edirne’den Kars’a, Siirt’ten Samsun’a kadar yoğun bir çalışma içinde olacağız. Bir gün barışı bu topraklara armağan edeceğimiz umuduyla hepinizi saygıyla selamlıyorum.
30 Ekim 2024