Bakırhan: Kürt sorunu Ankara’da çözülür, Diyarbakır’da çözülür, yeter ki samimiyetle güçlü bir irade ortaya koyalım

Bakırhan'ın 2024 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi üzerine konuşması:

Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, 2024 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi üzerine TBMM Genel Kurulunda konuştu. Bakırhan, bütçe görüşmelerinin açılışında yaptığı konuşmada şunları söyledi: 

Belê. Ez dixwazim bi Kurdî, bi zimanê dayika xwe destpê bikim.

Silav ji gelê me re. Silav ji hemû temaşevanan re. Silav li hevalên me yên li zindanan. Silav li şopdarên jin, jiyan, azadî re. Silav li keda demokrasî û heqîqetê re…

Sayın Genel Kurul Üyeleri ve bizleri izleyen Değerli Halkımız; sizleri en içten duygularımla selamlıyorum. Başta cezaevinde rehin tutulan tüm yoldaşlarımız olmak üzere, özgürlük ve barış mücadelesi için gece gündüz emeğini ortaya koyan ve direnen herkese en içten saygı ve sevgilerimi iletiyorum.

Dünya genelinde ve Ortadoğu özelinde siyaset, kendine yeni bir yol ve düzen arayışındadır. Bu sancılar dünya halklarına savaş, ekonomik kriz, göç ve gözyaşı olarak yansımaktadır. Bugün yaşananlar, adı konulmamış bir 3. Dünya Savaşıdır. Sistem içi çekişmelerin bir doyuma ulaştığı, bölgesel ve yerel düzeyde tarihin hızlandığı, enerji koridorları üzerinden yeniden dizayn etme çabaları söz konusu olduğu bir dönemde Kürt sorunu da büyümeye, dengeleri değiştirmeye devam etmektedir.

Her ne kadar Kürt sorunu yok sayılsa da temelde yok sayılan Kürtlerin varlığıdır. Varlığı, dili, temel hakları yok sayılan, yurttaşlığına şerh konulan Kürtler varlar ve her yerdeler. Sorunun özü de işte bu inkâr ve yok saymadır! Bu sorunun önümüzdeki süreçte nereye evirileceği ve nasıl şekilleneceği de büyük oranda Türkiye’nin politik tercihlerine bağlıdır. Bundan sonra tercih demokrasi mi yoksa şiddet mi, sağduyu mu hamaset mi, müzakere mi yoksa çatışma mı olacak? Bilindik yolları seçip gözyaşı ve şiddeti sürdürmek yerine, cesaretle az gidilen patikalar tercih edilecek mi hep beraber göreceğiz.

Kürt kelimesini terör kelimesine eşitleyen, her sözümüze “Anayasa 3’üncü Madde” hatırlatması yapan akıl bunu iyi düşünmelidir. Biz samimiyetle ve tüm birikimimizle bu sorunun çözümüne odaklanmış bulunuyoruz. Çünkü bu ülkede geleceğe, ekonomiye, sosyal refaha, demokrasiye dair ne söylenirse söylensin son kertede bütün problemlerin kaynağında Kürt meselesinin çözülmemiş oluşu yatıyor. Bu, bir iddia değildir. Gören gözler, duyan kulaklar için tarihten süzülmüş rafine bir gerçektir.

Sayın Milletvekilleri; siz de biliyorsunuz ki geçen birinci yüzyılda 42 başbakan, 12 cumhurbaşkanı ve sayısız bakan inkâr ve yok sayma dışında tek bir şey yapmadı, çözüme yanaşmadı ve kaybeden Türkiye halkları oldu. Tarih de gösterdi ki Kürt sorununu çözemeyen kendisi çözülür. Bir siyaset malzemesi ve kullanışlı bir iç düşman olarak görülen, her ekonomik ve siyasi krizde düşman ilan edilen Kürtleri inkâr etmek bir işe yaramıyor. Bu artık görülmelidir, bu artık anlaşılmalıdır.

2024 Merkezi Bütçesi 11 trilyon civarındayken, bu yoksulluk ve kriz koşullarında bunun yüzde 10’unun savaşa ayrılmış olması nasıl açıklanabilir? Verdiğimiz her 100 lira verginin 10 lirası bu halka şiddet ve baskı olarak dönüyor. Bu nasıl izah edilebilir, hangi vicdan bunu kabul edebilir? Barışın maliyeti yoktur ama savaş, şiddet, çatışma maliyetlidir. Bakın size bir örnekle bunu açıklayayım: 2022 yılında Rusya ile Ukrayna arasında bir savaş patlak verdi. Türkiye bu savaşta ne bir cepheye sahipti ne de koruması gereken bir sınırı vardı. Buna rağmen bu savaştan Türkiye’nin zararı 8 milyar dolar oldu. O halde sormak gerekiyor: 40 yıldır doğrudan yürütülen ve her bakımdan kayba neden olan bir çatışmanın ekonomik olarak yarattığı yıkımın maliyeti nedir?

Kürtçe’de bir söz vardır: “Tu çi deynî beroşê, tu yê wî bixwî!” Yani tencereye ne koyarsan onu yersin. Bugün halkın boş tencerelerine “Bir merminin fiyatını biliyor musunuz?” diyerek çirkin gerekçeler üretenlerin verdiği zarar bundan ibaret değil. Maalesef bu yoksul halkın pişirdiği dert, yediği ise kandır, acıdır. Unutmayın ki savaş eken, zarar-ziyan biçer.
 
Kürt sorunu çözülmedikçe Türkiye halklarının barışçıl ve huzurlu bir geleceğinin olmayacağı nettir. 21. yüzyılda Kürt sorunu ve bu sorunun çözümünün güncel adına dönüşen Sayın Öcalan üzerindeki tecrit tüm yakıcılığıyla gündemdedir. Mutlak tecridin kalkması için hukuki ve meşru taleplerle cezaevlerindeki binlerce tutsak şu anda açlık grevindedir. Biz bir kez daha herkesi aklı selime davet ediyoruz. Demokratik çözüm ve darbe mekaniği arasında sıkışan anlayışı, demokratik çözümde uzlaşmaya çağırıyoruz. 100 yıl önce bu kürsülerden “Kürt yoktur”, “Türk olmayanların görevi hizmetkârlıktır” diyorlardı. Kürt halkı “Êdî Bese! Em li virin” diyerek bu aşamayı geçti. Korku ve tehdit girdabını çoktan aştı. Artık Kürt sorununu bütçeye koyduğunuz 12 cezaevi yapımıyla çözemezsiniz, parti adımıza kafayı takarak bizi durduramazsınız. Bu vesileyle hoş geldin DEM Parti! Hayırlı olsun hepimize. Dem dema me ye!

Kürt sorununda çözümsüzlük politikalarınız sürdükçe, emrinizdeki yargıyla yürüttüğünüz Kobanî ve HDP Kapatma Davası gibi kumpaslar ayağınıza dolanır. Kentlerin yıkımında askere verdiğiniz dokunulmazlık, döner dolaşır darbe girişimi olarak sizi bulur. Yargıtay’da bir ceza dairesi de darbe mekaniğini canlı tutmaya heveslenir. Sizin dilinizde haklar suç, barış hakaret, adaletse cezaevi demek oldukça hiçbir soruna çözüm üretemezsiniz. Ama bilin ki bu ülkede toprak bile ölümden, zulümden, adaletsizlikten yoruldu. Bu sebeple gelin artık Kürt sorunundan, kutuplaşmadan ve düşmanlaştıran siyasetten nemalananlara bu fırsatı vermeyelim, demokratik çözümün kapılarını aralayalım.
 
21. yüzyılda Kürt sorunu artık bir tanınma sorunu değil statü sorunudur. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına giriyoruz. Kürt sorunundaki çözümsüzlükten dolayı aynen 90’larda olduğu gibi çürümüş, yozlaşmış ve suçtan ibaret hale gelmiş bu düzende ısrar edenler, etrafımızı saran ve yaklaşan “muazzam fırtınayı” görmelidir. Bugün artık Kürt sorununu Türkiye’nin iç dinamikleriyle çözmemiz gereken bir süreçteyiz. Treni kaçırmayalım. İnanın bu sorunun çözümü başka yerlerde değildir. Kürt sorunu Ankara’da çözülür, Diyarbakır’da çözülür. Yeter ki samimiyetle güçlü bir irade ortaya koyalım. Bu bir ‘tarihe geçme’ veya ‘tarih olma’ seçimidir! Gelin yeni bir dille Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlayarak ikinci yüzyılda demokratik bir cumhuriyet inşa edelim.
 
Değerli Arkadaşlar; inancını özgürce yaşayamama bu ülkenin en derin yaralarındandır. Biz her türlü adaletsizliğe karşı mücadele ettik ve çok fazla bedel ödedik. Biz her türlü ayrımcılığın ve yok saymanın karşısında durmayı, insan olmanın bir erdemi olarak görüyoruz. Başta Alevi toplumu olmak üzere Hıristiyan, Süryani, Asuri Êzidî, Yahudi inançlarına yönelik ayrımcı uygulamalara da cumhuriyetin kurulduğu günden beri karşı durduk, mücadele ettik. Aynı şekilde demokratik bir İslam’ı da her zaman savunduk. “Zulme karşı direnmeyen benim ümmetimden değildir” sözünden ve Medine Sözleşmesinden hareketle, özellikle Müslüman coğrafyada iktidarların halka karşı uyguladıkları zulüm ve baskılara dikkat çekerek ve hak mücadelesini yükselterek Firavun ve Nemrutların varlığına karşı İbrahimi duruşla ses olmaya çalıştık. 

Alevi toplumu, Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana sistematik ayrımcılığa maruz kalıyor. AKP-MHP ittifakı da Alevi inancını inkar etmeye devam ediyor. Cemevlerinin ibadethane statüsünde olduğu AİHM kararlarıyla açıkça tescillenmiştir ama iktidar gerekli yasal düzenlemeleri yapmamakta ısrar ediyor. Bu bir hukuksuzluktur. Ayrıca yetmiyor hilelere başvuruluyor. En son Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde kurulan Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı ile kayyım anlayışı Alevi toplumuna dayatılıyor. Maaş ve memur kadroları üreterek Aleviler teslim alınmak isteniyor. Bilmiyorlar ki Alevilik inancında “hizmet hak için” yapılır. Dedeler, analar, babalar, pirler, mürşitler maaş almazlar. Biraz tefekkür etseniz Hızır Paşa’nın Pir Sultan’a sunduğu lüks sofraya Alevilerin tamah etmeyeceğini bilirsiniz. Buradan bir kez daha söyleyelim. Alevilik yüzyıllardır maaşla, memur kadrosuyla değil, tüm katliamlar ve asimilasyon çabalarına rağmen kendi inancına sımsıkı sarılarak ayakta kalmıştır. İnancını ve ibadethanesini tanımayanlara Alevi toplumu asla rızalık vermeyecektir. Biz de bu çürümüş siyasete karşı Alevi toplumunun cemevlerinin resmi statüsünün tanınması ve anayasal hak olarak düzenlenmiş eşit yurttaşlığın yaşama geçmesi için mücadelemize dün olduğu gibi bugün de devam edeceğiz!
 
Değerli Arkadaşlar, doğaya açılan savaş yaşama açılan savaştır. Bu açıdan yeni yaşam iddiası ekolojik bakış açısından ayrılamaz ve çok iyi biliyoruz ki ekolojik bir bakış açısında istikrarın sağlanması demokratikleşmeyle mümkündür. Ama “istikrar” kelimesini tekrarlayıp duran AKP’nin en istikrarlı olduğu konulardan biri ekolojik yıkımdır. Bu iktidar döneminde ekosistemde yer alan ne varsa; denizler, göller, nehirler, dağlar, ovalar, tarım alanları, ormanlar, sulak alanlar hepsi birer enkaza dönüştürüldü. Son yirmi yılda 3 milyon hektar tarım alanı yok edildi. Bu alan, öyle bir ilçe bir köy bir il kadar değildir; Belçika’nın yüzölçümü kadardır. Bu alanları yok ettiğiniz için bugün buğdayı, eti, temel gıda maddelerini ithal etmek zorunda kalıyoruz. 

Derdiniz, toprak gördüğünüz yere beton dikmektir, beton dikerek rant sağlamaktır. Size soruyoruz: Kaç çimento, kaç beton bir dirhem toprağın ve bereketinin yerine geçebilir? Ne ekmeğe ne özgürlüğe çözüm olan bu bütçe hayata geçerse yetersiz beslenen insan sayımız 15 milyondan 80 milyona çıkacaktır. Yaşayabilmek için artık öğün sayımızı azaltmak yetmeyecek, ekmeğe muhtaç bir hale geleceğiz. Bu düzen böyle gitmez. Bizler havamıza, suyumuza, aşımıza sahip çıkmaya devam edeceğiz. Nerede sebzeyi çöpten toplayan bir yoksul, nerede en basit sosyal etkinliğe dahi katılamayan bir genç, nerede ay sonunu getiremeyen bir emekli varsa derdini bu parlamentoda dillendirdik, dillendirmeye devam edeceğiz. Çünkü biz haram lokma yemek yerine yoksulluğa itiraz eden bir geleneğin temsilcileriyiz. Biz Karunlaşmak ve yandaş sermaye yetiştirmek için değil, demokratik ve adil bir ekonomik yaşama ulaşmak için siyasetteyiz!
 
Bu ülkenin temel sorunu, kurulduğu günden beri merkezi toplumu dışlayan rejimdir. Bir ülkede küçük bir azınlık bolluk bereket içinde yaşıyor ve nüfusun yüzde 99’u sefalet ve yoksulluk içinde yaşıyorsa orada rejim ve sistem sorunu vardır. 2015 yılında Çözüm Süreci’nin iktidar tarafından bitirilmesi ve 2018 yılında OHAL koşulları altında geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bu ülkeye ölüm ve açlıktan başka bir şey getirmemiştir. Çözüm Sürecinin buzdolabına konulması, OHAL’e dayanan yeni sistem Türkiye halklarını büyük bir çöküşle karşı karşıya bırakmıştır. Sürekli kriz üreten bu sistemin her şeyi merkeze bağlayan anlayışı da felaketin postacısıdır. Tüm kaynakları merkezden dağıtan anlayış artık dünyada iflas etmiştir. Siirt’in, Tekirdağ’ın, Antalya’nın sorunlarını Saray’dan kaynak gitmesine bağlamak çağ dışılıktır. İlçe Milli Eğitim Müdürünü de Bakanları da tek bir kişinin ataması bu sistemdeki merkezileşmenin trajedisidir. Bu ülkede merkezileşmenin panzehiri adem-i merkeziyetçiliktir. 

“Milli Kurtuluş” diye menkıbe yazanlar 1920-1923 yılları arasına bakarsa 1921 Anayasasındaki özerklik gerçekliğini görür. Rejimler halkı kendine uydurmaz, halkın gerçekliğine uygun şekilde yapılır. Hiçbir rejim ve sistem kutsal değildir. İster milli mücadele dediğiniz döneme bakın, isterseniz de daha önceki dönemlere bakın. Her ikisinde de bu ülkeyi kurtaran gerçeklik yerel demokrasidir. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında artık toplumu sisteme değil sistemi topluma uyumlu hale getiren bir anlayışa ihtiyaç vardır. Bunun adı Demokratik Cumhuriyettir. Demokratik Cumhuriyet çağrısı aynı zamanda tarihsel Türk-Kürt ilişkilerinin demokratik temelde yeniden inşa edilmesidir. Toplumsal hakikatle savaş içinde olan ve sürekli kriz üreten merkeziyetçiliğe karşı önümüzdeki seçim sadece belediye seçimi değildir. Aynı zamanda yerel demokrasi talebini dillendirmektedir. Bu kapsamda, yerel seçimler merkeziyetçi devlete karşı toplumun demokrasi çağrısı olacaktır.

Yine bir seçim dönemindeyiz. Bu konuda da altını çizmek istediğim birkaç noktayı paylaşmak isterim. Evet, önümüzde bir yerel seçim var. Bizler, kayyımlarla iradesi en fazla gasp edilen, en eşitsiz şartlarda seçimlere katılan, haksızlık ve hukuksuzluklarla en fazla mücadele eden parti olarak bu seçimlere de hazırız. Belediyelerimize kayyım atarken, “şuraya buraya para aktarıldı” yalanına sarılanları bölgede tabela partisi haline getirmekte kararlıyız. Herkes biliyor; biz kaynakları halk için kullandık, kayyımlar ise ceplerini doldurmak için. Kayyım rejimi, belediyelerimizden başlayıp tüm Türkiye’ye yayıldı. Biz de önümüzdeki seçimde belediyelerimizden başlayarak tüm Türkiye’de kayyım rejimini ortadan kaldıracağız. Kayyım; irade gaspıdır, talandır, yolsuzluktur, usulsüzlüktür. Belediyeleri halktan ayıran ve Batı Şeria’da olduğu gibi yükselen utanç duvarları demektir. Atadığınız kayyımların bulaşmadığı suç kalmadı. Kayyıma kayyım atamak zorunda kaldınız, tarihe geçtiniz. Bir kez daha diyelim. Kayyım Kürde atanmış sömürge valisidir. Kürt halkı kayyımlarınızı istemiyor. Demokratik kamuoyu kayyımlarınızı istemiyor.

Değerli Türkiye Halkları, biz sadece kayyımları göndermeyeceğiz; Muş’ta, Şırnak’ta, Ağrı’da, Bingöl’de ve daha birçok bölge belediyesinde hizmetsizlik, yolsuzluk ve ranta bulaşmış belediyeleri de alacağız ve bu belediyeleri halkın evi haline getireceğiz. Türkiye’nin batısında “kent uzlaşısı” stratejimizle halkımızı belediye yönetimlerine taşıyacağız. Yol yapmayan, su ihtiyacını dahi gideremeyen, yolsuzluktan geçilmeyen yönetimleri değiştirerek demokratik yerel yönetimler anlayışımızla herkesi buluşturacağız. Bizimle belediyeleri yönetecek olanlar müteahhitler, sermaye yanlıları, parti bürokratları değil; ilde-ilçede üreten, emek veren, orada yaşayan, sokağını dert eden halkımız, halklarımız olacaktır. 2019 yılında seçim sonucunu belirleyen “kaybettir-kazan” formülünü “kazan-kazan” formülü ile tekrar güncelliyoruz. Biz 3. Yol siyasetimizle 2024 yılı seçimlerine de damga vurmaya hazırız. Önümüzdeki seçimler, bizim için demokratik yerel yönetimler anlayışımızı Türkiye’nin her tarafına yayma seçimidir. Demokratik yerel yönetimler anlayışımızla, örneğin artık deprem olduğunda Beştepe’den talimat gelmesini beklemeyecek, kendi yaralarımıza ilk müdahaleyi kendimiz yapacağız. Kaynaklar Amed kayyımının yaptığı gibi altın banyolara, Mardin kayyımının yaptığı gibi tespih tanelerine ve diğer atadığınız kayyımların yaptığı yolsuzluk ve usulsüzlüklere değil iş istihdam alanları ve ihtiyaç sahiplerine gidecek. 

Bizler açısından önümüzdeki seçimler sadece belediye kazanma seçimi değildir; kendimize, dilimize, kültürümüze, kaynaklarımıza sahip çıkma seçimidir. Önümüzdeki seçimlerde biz kazanınca, herkes kazanacak, Türkiye halkları kazanacaktır. Fabrikalarda, işyerlerinde, üniversitelerde, sokaklarda, köylerde, bütün yaşam alanlarında eşitlik, barış, özgürlük, adalet mücadelemizi büyütecek ve mutlaka kazanacağız diyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

11 Aralık 2023