Bakırhan: Onurlu bir barışın altına imza atarsanız, Amedliler sırtını değil yüzünü dönerek sizi karşılar

Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, Toplumsal Barış ve Özgürlük Buluşmaları kapsamında Diyarbakır’da gerçekleştirilen halk toplantısına katıldı. Burada konuşan Bakırhan, şunları söyledi: 

Merhaba hûn bi xêr hatin li ser seran li ser çavan hatin. Ez we hemûyan silav dikim. Dayikên aştiyê hûn jî bi xêr hatin. Îro merheleya ku em gihiştinê tê de keda we pir zêde ye. Înşelah em ê ji îro şûnde jî aştiyeke bi rûmet bi xebatên xwe bînin. 

Amed Kürt coğrafyasının kutup yıldızıdır

Değerli Amed halkı, Kürt coğrafyasının kutup yıldızı diyorum hep Amed’e. Çünkü Amed direnişin, mücadelenin ve kararlılığın sembolüdür. Amed her dönemde kimlik, dil, barış ve özgürlük mücadelesinin başkenti olmuştur. Bütün yönelimlere rağmen, dünya özgürlük mücadelelerine ve toplumsal mücadelelere duruşuyla örnek bir kent olma unvanını almıştır. Eminim ki Amed’in mücadelesine dünyada yaklaşan başka bir kent yoktur. Bizi bugünlere getiren, emek veren, bedel ödeyen ve yorulmadan mücadelesini devam ettiren, başta siz kadın arkadaşlar olmak üzere, Amed halkını saygıyla selamlıyorum. Mücadelenizin önünde saygıyla eğiliyor, hepinize başarılar diliyorum.

Öcalan, “İşin asıl sahibi olan halkımızın görüş ve önerilerini bana getirin” dedi, bu buluşmaları onun için yapıyoruz

Bugün Toplumsal Barış ve Özgürlük Buluşmaları çerçevesinde Amed’deyiz. Arkadaşlarımız da Türkiye’nin dört bir yanında bu buluşmaları gerçekleştiriyor. Niye bu buluşmaları yapıyoruz? Sayın Öcalan heyetle yaptığı iki görüşmede bu süreci değerlendirirken çok önemli bir şey söylüyor. “Asıl bu işin sahibi halkımızdır, halklarımızdır, Amed halkıdır. Dolayısıyla bir kararlaşmaya ulaşmadan önce işin asıl sahibi olan ve işin yükünü çeken halkımızla tartışın, konuşun. Halkımızın bu süreç hakkındaki önerilerini ve düşüncelerini alın, bana getirin” dedi heyete. Biz de heyetimizle birlikte başta Kürdistan olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında bu buluşmaları yapıyoruz. Buradan çıkan düşünceleri de heyet aracılığıyla Sayın Öcalan’ın kendisine ileteceğiz.

Çözümün ve barışın yolu Amed ve Ankara’dan geçer

Bu ülkenin yöneticileri de dönem dönem Amed’e büyük anlamlar yüklüyor. Yeri geliyor, “Kürt sorununun çözümü Diyarbakır’dan geçer” diyorlar. Bazen de birileri çıkıp “AB’nin yolu Amed’den geçer” diyor. Amed sadece bizim için değil, aynı zamanda bu ülkeyi yönetenler açısından da Kürt hareketinin, kimlik mücadelesinin, barış ve özgürlük mücadelesinin çok önemli bir kentidir. Biz de tekrar ediyoruz: Çözümün ve barışın yolu Amed’den geçer, aynı zamanda Ankara’dan da geçer. Biz de Amed’in yanına Ankara’yı ekleyelim. Çünkü bu çözüm ve barış süreçleri aynı zamanda tarafların birlikte oturup istişare ettikleri, müzakere ettikleri ve bir sonuca vardıkları süreçlerdir. Amed ve Ankara, bu tartışmaların bir çözüme evrilmesinin merkezleridir. Zaten “Türkiye çözümü” derken biz tam da bunu kastediyorduk. 100 yıldır Türkiye’de devam eden ve son 40 yıldır Türkiye’nin enerjisini, ekonomisini, toplumsal enerjisini emen büyük bir sorundan bahsediyoruz: Kürt sorunu. Dolayısıyla bu sorun aynı zamanda ekonomiktir, sosyaldir, siyasaldır, toplumsaldır. Birçok yönü olan böylesine önemli bir sorunun tartışıldığı bir süreci yaşıyoruz. Bu tartışmalar önemlidir, kıymetlidir. 

Biz tartışmaların bir barış sürecine evrilmesini istiyoruz

Düne kadar “Kürt sorunu yok”, “Kürt sorununu çözdük” diyorlardı ama bugün bir biçimiyle Sayın Bahçeli ile başlayan ve İmralı’ya iki kez heyetimizin gitmesiyle Sayın Öcalan’ın da dahil olduğu çok önemli tartışmaları yürütüyor Türkiye. Bu tartışmalardan bir süreç çıkmasını umuyoruz. Bu tartışmaların bir barış sürecine evrilmesini istiyoruz. Ancak bunu istemek yetmiyor, aynı zamanda bunun alt yapısını da oluşturmak gerekiyor. Onurlu bir barışa dönüşmesi için işin sahipleri olarak bu meseleye sahip çıkmamız gerekiyor. Bu meseleyi kendi meselemiz gibi görüp biraz daha fazla yüklenmemiz gereken bir süreci hep birlikte yaşıyoruz. Sizin burada söyleyecekleriniz bizim için de esastır. Biz en zor dönemlerde size geldik, size danıştık, sizlerle konuştuk. Çünkü bizim yolumuzu açan bizatihi halklarımızın kendisidir. Halkın dahil olmadığı, bedel ödeyenlerin söz hakkının olmadığı hiçbir mücadele başarıya ulaşamaz. Bütün zulüm ve baskılara rağmen bugün Kürt meselesi tartışılıyorsa tam da sizin dahil olmanızdan, bu meselenin ana aktörü olmanızdan ve bizim de öyle görmemizden kaynaklıdır. Bu partiyle halk arasındaki, Kürt hareketiyle Kürt halkı arasındaki bu ilişki takdire şayandır. Halkın bizzat katıldığı, söz söylediği, düşüncesini ifade ettiği, eleştirdiği, önerileriyle zenginleştirdiği başka bir mücadele yoktur. Genelde halk adına, halka rağmen yürüyen süreçlere dünyanın dört bir yanında tanıklık ettik. Onlar da bir sonuç elde etmeden bitmeye mahkum oldular.

Çözüm tartışmaları Ortadoğu’daki gelişmelerin ve yılmayan mücadelemizin sonucudur

Kürt meselesinde çözüm imkanları tartışılıyor. Bu tartışmalar durduk yerde ortaya çıkmadı. Duruşun, direnişin, kararlılığın ve örgütlülüğümüzün bunda payı var. Bir pay da Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerindir.7 Ekim’den sonra Ortadoğu başka bir Ortadoğu oldu. İttifaklar yeniden belirleniyor, sınırlar yeniden çiziliyor. Rejimler değişiyor, yeni yönetimler oluşuyor. Ortadoğu resmen bir kaos, kriz ve çatışma zemini olarak yanı başımızda duruyor. Ortadoğu’daki bu gelişmelerden daha az etkilenmek için Kürt meselesinin demokratik çözümü gibi bir ihtiyaç ortaya çıktı. Bu tartışmalar Sayın Bahçeli’nin konuşmasıyla birlikte Türkiye'nin gündemine girdi. İşte bu çözüm tartışmaları, Ortadoğu’daki gelişmelerin ve bizim yılmayan mücadelemizin bir sonucudur. Gerekçesi ne olursa olsun, bu sorununun bugün bu boyutuyla tartışılması ve 4 yıldır İmralı’da tecrit edilen Sayın Öcala’la heyetin tekrar görüşmesi çok değerlidir. Biz buna değer biçiyoruz.

Kürt sorununun çözümünde sadece Kürtler değil tüm yurttaşlar sorumluluk almalıdır

Bugüne kadar Kürt sorunu bir istihbarat ve güvenlik sorunu olarak iktidarlar tarafından ele alındı. Biz, her ne kadar “Bu bir kimlik sorunudur; toplumsal, ekonomik, siyasal bir sorundur” dediysek de maalesef bugüne kadar iktidarlar bunu bir güvenlik ve istihbarat sorunu olarak gördü. “Kürtlerin bir sorunu yok” dediler. Gelinen aşamada ise onların artık sizin dediğiniz noktaya gelip bu meseleyi tartıştıkları bir süreci yaşıyoruz. Onun için bu tartışmaları önemli gördüğümüzü belirttik. Bu sorundan dolayı sadece Kürtler acı yaşamadı, Türkiye’nin dört bir yanına acı düştü. En büyük acıyı biz Kürtler yaşadık. Bizimle dayanışan ve mücadele eden devrimciler, sol sosyalist devrimciler yaşadı. Ama yaşamını yitiren gençlerin aileleri de acı yaşadı. Bu savaşa aktarılan trilyon dolarlardan dolayı Trakyalı, Edirneli, Karadenizli de bu sorunun sonuçlarını yaşadı. Savaşa giden bütçeden dolayı daha az ücret aldılar, daha az emekli maaşı aldılar, daha az sosyal haklara sahip oldular. Yani bu sorun sadece Kürtleri değil, Türkiye’nin tamamını yani 85 milyonu ilgilendiren bir noktaya geldi. Onun için çözüm önemlidir. Onun için bu sorunun çözümünde sadece Kürtler değil Türkiye’de yaşayan 85 milyon insan sorumluluk almalıdır. Kürt sorununun demokratik yollarla çözümü Türkiye’de yaşayan herkese büyük katkı sağlayacaktır. Hem demokratik hem ekonomik hem sosyal ve siyasal anlamda hem de bütün ülkenin yaşadığı bu toplumsal çürümeyi önlemek adına, bu sorunun çözümü herkesin sorumluluğundadır. Herkesin bu sorunun çözümüne dönük bir irade ortaya koyması gerekiyor.

Kürt meselesinin çözümü Türkiye halkları için bir fırsattır

Barışın gelmesi kolay değil. Hem Saray medyasında hem de onun karşısında kendisini muhalif olarak tanımlayan medya mecralarında çok farklı şeyler tartışılıyor. Ama hiçbirinde gerçek tartışılmıyor. Hiçbirinde siz yoksunuz, halkımızın talepleri yok, sizin temsilcileriniz yok. Kendileri çalıp kendileri oynuyorlar. Birilerine göre Kürt hareketi, tekrar Erdoğan’ı seçtirmek için AKP ile anlaşmış kapalı kapılar arkasında. Diğerleri de Kürtlerin sorununun çözüldüğünü, bunun bir istihbarat ve başka bir sorun olduğunu söylüyor. Meselenin sadece silahla ilgili olan boyutunu tartışıyorlar. Biz her yerde söyledik: Silah bu meselenin bir sonucudur, sebebi değildir. Bu meselenin asıl sebepleri tartışılırsa, zaten silahın bir anlamı kalmaz. Türkiye’de bugüne kadar sebepler tartışılmadığı için sonuçlar üzerinden bir tartışma yürütülüyor. Evet, her iki mecra da kendisine göre farklı bir yerden bakıyor. Ama biz ezilenler, emekçiler, Kürtler nereden bakıyoruz? Biz diyoruz ki Kürt meselesinin çözümü Türkiye halkları için bir fırsattır. Çok önemli bir zemin yaratacak. Bu meselenin çözülmesi, Türkiye’yi hem ekonomik olarak rahatlatacak hem de bölgede önemli bir güç ve model haline getirecektir. İşte bu gerçekleri sizinle paylaşıyoruz. Bu toplantıları tam da bu amaçla yapıyoruz.

Sayın Öcalan onurlu bir barışın formülünü hazırlıyor

Sorunun tabii ki diğer boyutları da var. Barış sadece sözle olabilecek bir şey değil. Yasal, anayasal bir sorundur. Her zaman bu meselenin çözümünde sizin bize söylemiş olduğunuz talepleri dile getirdik. Bu sorun çözülecekse diyoruz ki Kürtler anadilinde eğitim görmelidir, yerel demokrasi olmalıdır, Kürt halkının seçmiş olduğu iradeye kayyım atanmamalıdır. Türkiye tekçilikten uzaklaşmalıdır. Türkiye’de artık eşit vatandaşlık olmalıdır. Türkiye mozaik bir ülkedir. Türkiye’yi tek mezhebe ve kimliğe sıkıştıran anlayıştan vazgeçilmelidir. Bunun için bu sorun eğer tartışılacaksa bu ve buna benzer bir reform sürecinin de acilen hayata geçmesi gerekiyor. Mesele sadece bir çağrı meselesi değil. Çağrı yapılabilir. Bu konuda Sayın Öcalan’ın bir hazırlığı olduğunu dün de söyledik. Çok tarihi bir açıklamaya hazırlandığını belirttik. Türkiye’nin demokratikleşmesini, Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümünü, onurlu bir barışın formülünü Sayın Öcalan hazırlıyor. İnşallah yakın bir zamanda da hem bu sorunun çözümüne dönük düşüncelerine hem de kamuoyunun beklentilerine dair bir açıklama yapacak. 

Biz bir taraftan süreci onarmaya çalışırken, birileri de diğer taraftan bozmaya çalışıyor

Biz Toplumsal Barış ve Özgürlük Buluşmalarını gerçekleştirirken, bir taraftan da bu işi bozan bir anlayışla karşı karşıya kalıyoruz. Biz Siirt halkına gidip “Bir tartışma süreci var, bunu bir barış sürecine evriltebiliriz. Bu konuda desteğinizi, sorumluluk almanızı istiyoruz” diyoruz. Onlar Siirt Belediyesine kayyım atıyorlar. Biz, barışa dönük tartışmanın, Kuzey ve Doğu Suriye’yi de ilgilendirdiğini, elini uzatanların Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan kardeşlerimize de barış elini uzatması gerektiğini söylüyoruz. Onlar Tişrin’e, Kuzey ve Doğu Suriye’ye bombalar yağdırıyor. SMO her gün neredeyse insanları katlediyor.

Yani halkımız haklı olarak, “Bu nasıl bir tartışma, nasıl bir süreç, nasıl bir çözüm?” diye soruyor. “Böyle tartışma mı olur, böyle barış süreci mi olur?” sorusunu Türkiye’nin dört bir yanında duyuyoruz. Değerli arkadaşlar, tam da böylesi süreçlerde zehirli dil kullanan, bozgunculuk yapan, bu süreci baltalamak isteyen bir aklın her zaman devrede olabileceğini bilerek hareket etmeliyiz. Onlar kayyım atayacak, biz kayyıma karşı direnecek, kayyımcı zihniyeti reddedeceğiz. Bir tartışma süreci var diye bize atılan tokatın önünde başımızı eğmeyeceğiz. Bizim bir arada olmamızın, bu meseleyi sahiplenmemizin en önemli yollarından biri de zulüm politikalarına karşı çıkmaktır. Dünyanın her yerinde bu tür süreçlerde böyle bozucu hareketler hayata geçiriliyor. Onun için zulüm varsa, karşısında duracağız; kayyım varsa, kayyımcı anlayışı reddedeceğiz ama bir taraftan da Sayın Öcalan’ın müzakere koşullarını geliştirmek için bir arada olacak ve sürece sahip çıkacağız. Hangi niyetle yapılırsa yapılsın, bunun demokratik bir sürece evrilmesi için mücadelemizi her zamankinden daha fazla büyüteceğiz. Bizler bu bozucu ve zehirli dilli kullanan, süreci sabote etmeye çalışan girişimler karşısında “Yahu buradan bir şey çıkmaz” dersek, Türkiye halklarına ve Kürt halkına yazık etmiş oluruz. Evet, bir taraftan süreci biz onarmaya çalışırken, birileri onu bozmaya çalışıyor. Ancak biz birlikte olacağız, direneceğiz, güçlü olacağız, örgütleneceğiz. Bu antidemokratik uygulamalar karşısında tavrımızı ortaya koyacağız. İtiraz edeceğiz ama bir taraftan da bu tartışmaların barış sürecine evrilmesi için mücadele edeceğiz. Bugüne kadar yaptığımızı yapacağız. 

Bu topraklara barışı getirecek olan bizim mücadele pratiğimizdir

İmralı'da görüşmeler sürüyor diye evimizde oturursak, en büyük yanlışı yapmış oluruz. Tam da orada bir tartışma süreci varken biz ne kadar güçlü olursak, başmüzakereci olan Sayın Öcalan’ın eli de o kadar güçlü olur. Biz ne kadar kitlesel itirazlarımızı ortaya koyarsak, bu süreci ne kadar güçlü sahiplenirsek, müzakere süreci de bir barış sürecine evrilebilir. Onun için rica ediyorum; durmayacağız, uyanık olacağız, toplumun içerisinde olacağız, halkımızı örgütleyeceğiz. Müzakere var diye, tartışma süreci var diye biz mücadelemizi durduramayız. Bizi var eden, bugüne getiren mücadelemizdir. Bu topraklara barışı da getirecek olan bizim mücadele pratiğimiz olacaktır. Müzakere var ama mücadele de olacak. Mücadele müzakereyi geliştiren bir şeydir. Mücadele olmasaydı, İmralı’nın kapısının kilidi açılmazdı. Mücadele olmasaydı, bugün Kürt meselesi tartışılmazdı. Mücadele olmasaydı, Kuzey ve Doğu Suriye’de başka bir şey olurdu. Müzakere kıymetlidir ve bir barış sürecine evrilmesi gerekiyor ama en az onun kadar mücadele de kıymetlidir. Sorunun çözülmesini istiyorsak daha güçlü bir mücadele, daha güçlü bir örgütlenme, daha güçlü bir örgüt oluşturmamız gerekiyor. Aksi halde sistemin önümüze koyduğu formülle yetinmek zorunda kalırız. Bizim sorunumuz derindir, 100 yıllıktır. Dolayısıyla bu sorunun derinliğine, büyüklüğüne ve etkisine göre de güçlü olmamız gerekiyor.

Bütün yükü İmralı’nın üzerine bırakmamak gerekiyor


Sayın Öcalan, kalıcı bir çözüm için yoğun bir çalışma içerisinde. Onu sevmeyen bile onun İmralı’daki 12 metrekarelik bir hücrede onurlu bir barış için nasıl yoğunlaştığını, nasıl formüller ve yol haritası oluşturduğunu çok iyi biliyorlar ve ona gıptayla bakıyorlar. Bir insan düşünün; 26 yıldır 12 metrekarelik bir hücrede olsun ama bütün yoğunlaşması ve çabası bu sorunun demokratik yollarla çözümü ve Kürtlerin demokratik haklarına kavuşması üzerine olsun. Sayın Öcalan çok zor ve önemli bir rol üstlendi. Bunun hakkını vermek gerekiyor. Bütün yükü İmralı’nın üzerine bırakmamak gerekiyor. Burası eğer güçlü bir mücadele, güçlü bir örgütlülük ortaya koyarsa onun yükünü hafifletmiş oluruz. İzlersek de yüküne yük katmış oluruz. Eğer gerçekten bu sorununun çözümünü istiyorsak, yükü biraz sırtımıza alıp yüklenmemiz gerekiyor. 

İktidara ve bu tartışmaları başlatan Sayın Bahçeli'ye sesleniyorum: Başmüzakereci bir hücrede tutsak edilir mi?

Madem Sayın Öcalan’ı başmüzakereci olarak kabul ettiniz, iyi de ettiniz. Ama buradan iktidara ve bu tartışmaları başlatan Sayın Bahçeli'ye sesleniyorum: Başmüzakereci bir hücrede tutsak edilir mi? Nasıl müzakere edecek? 12 metrekarelik bir hücrede müzakere etmenin koşulları var mıdır? Ayda yılda bir heyetin gitmesiyle, birkaç saat orada konuşmasıyla nasıl bu başmüzakereci kendi görev ve rolünü oynayacak? Toplumdan yalıtılmış, toplumun ne düşündüğünü yeterince bilmeyen ve buna ulaşacak kanalları olmayan bir insan nasıl müzakere yürütecek? Madem siz de başmüzakereci olarak kabul ettiniz, o zaman tecridi kaldıracaksınız. Sayın Öcalan’ın düşüncelerini topluma taşıyacak bir yol bulmanız gerekiyor. Bir hücrede izole halde barış nasıl getirilir? Size soruyorum bu gerçekçi midir? Bugüne kadar anladık ama şimdi başka bir noktaya gelindi. Akşama kadar beklentilerinizi dile getiriyorsunuz. İzole bir haldeki bir insana da “Buyur, müzakere edelim” diyorsunuz. Böyle bir şey dünyanın hiçbir yerinde yok. İşte onun için güçlü ve örgütlü olabilirsek o izolasyonu kırabilir ve Öcalan’ı toplumla, toplumu Öcalan’la buluşturabiliriz. Öcalan’ın toplumla buluşması Türkiye’nin yararınadır, demokrasinin yararınadır. Öcalan’ın toplumla buluşması emin olun ki bu süreci hızlandıracak bir etkiye yol açabilir. Toplumun da Öcalan’la buluşması aynı zamanda toplumun desteğinin bu sürece eklenmesini sağlayacak ve işleri kolaylaştıracaktır. Tecritle, hücreyle, izolasyonla barış süreci yürütülemez. Başmüzakereci kendi rolünü oynayamaz. Onun için bugünden sonra daha güçlü bir şekilde bu izolasyonun kırılması için mücadele etmemiz gerekiyor. Buradan yetkililere de sesleniyorum: Bu saatten tezi yok tecridi ortadan kaldırın. Öcalan’ın toplumla, toplumun da Öcalan’la görüşmesini sağlayacak pratik ve somut adımlar atın ki samimiyetinize inanalım.

Tarihi fırsatı değerlendirme şansı iktidardadır

Sayın Öcalan’ın heyetle görüşmesinde en çok üzerinde durduğu şey bu sürecin toplumsallaştırılması. Çünkü halkı ve toplumu önemseyen bir insandan bahsediyoruz. Bütün yaşamını ve ömrünü insana adayan bir anlayıştan bahsediyoruz. Biz tam da onu yapıyoruz. Bu meseleyi doğrudan topluma götürüyoruz. Doğrudan oradaki tartışmaları toplumla buluşturmaya çalışıyoruz ve düşüncelerini sizlere iletiyoruz. Yalan yanlış yerlerden insanlarımızın etkilenmemesini istiyoruz. İnsanlarımız doğru bilgiyi düşünerek önerilerini ve eleştirilerini sunsun diye buralardayız. Ancak bunlar yetmiyor. Heyet aracılığıyla aldığımız düşünceleri sizlere iletmenin ne kadar zaman aldığına hep birlikte şahit oluyorsunuz. Onun için diyoruz ki toplum ile Öcalan buluşmalı. Bunun için de yasal ve hukuki bir zemin oluşturulmalıdır. İktidara sesleniyorum: Bu yasal ve hukuki zemin oluşturulursa, bir daha Amed’e geldiğinizde sizleri boş salonlar değil Amed halkı karşılar. Onurlu bir barışın altına imza atarsanız Amedliler sırtını değil, yüzünü dönerek alkışlarla sizi karşılar. Tarihe geçersiniz. Kürtler bu sorunu çözen insan olarak, parti olarak sizi görür ve değer biçer. Aksi halde Kürtler kalıcıdır, Kürtlerin mücadelesi yüzyıllar da olsa devam eder ama sizler gelip geçersiniz. Onun için bu tarihi fırsatı değerlendirme şansı iktidardadır. Bunun koşullarını yaratacak, somut adım atacak olan da iktidarın kendisidir. Yürütmenin başı olan Sayın Erdoğan’dır. Bugüne kadar sesini çıkarmayan, bu konuda net bir yol haritası ortaya koymayan Sayın Erdoğan'a da sesleniyoruz.

Diyarbakır halkı yürütmenin başı olan Sayın Erdoğan’dan bir yol haritası istiyor

Diyarbakır halkı demokratik bir müzakere olsun istiyor. Bu tartışmaların bir sürece evrilmesini istiyor. Diyarbakır halkı yürütmenin başı olan Sayın Erdoğan’dan bir yol haritası istiyor. Bu meselenin demokratik yollarla çözümü için yürütmenin ne düşündüğünü, hangi somut adımı atacağını merak ediyor. Onun için top iktidardadır. Evet, Sayın Öcalan koşulları oluştuğunda bir çağrı yapacak, bir hazırlığı da var. Ancak bu çağrı yapıldıktan sonra hükümet hangi adımları atacak, yol haritası nedir? Silah bırakılsın diye 24 saat tartışıyorlar ama silahı bırakan ne yapacak, nereye gidecek, ailesine kavuşacak mı? Suriye’de, Irak’ta, Kandil’de kalmasınlar diyenler, bunun alt yapısını oluşturdu mu? Cezaevlerinde yüz binlerce siyasi tutsak var, onlara ne olacak? Anadili meselesi ne olacak? Yerel yönetimler ne olacak? İrade gaspı olan kayyım ne olacak? Daha dün Yargıtay Pınar Gültekin Davasında her şey açık ve net ortadayken, ağır tahrik var diyerek dosyayı bozdu. Şimdi böyle bir yaklaşımla kadınlar size nasıl inanacak? İktidar ne yapıyor sorusunun cevabını artık iktidarın kendisi cevaplamalıdır. Bizim tarafımız nettir: Biz barıştan, müzakereden ve diyalogdan yanayız. Biz bu meselelerin diyalogla çözülmesinden yanayız. Biz onurlu bir barıştan yanayız. Kürt halkının onurunu kırmayan bir çözümden yanayız. Kuzey ve Doğu Suriye'de Kürt, Arap, Dürzi, Êzidî, Ermeni ve diğer millet ve inançlardan insanların kendi iradeleriyle oluşturdukları zeminde özerk bir şekilde saldırılar olmadan yaşamalarını istiyoruz. Bunların cevabını verecek olan da iktidarın kendisidir.

Öcalan 2013’teki gibi fikirlerin konuşması, çatışmanın ortadan kaldırılması çağrısı yapacaktır

Çağrıda ne olduğu çokça soruluyor. Tabii biz İmralı’da değiliz; heyetin bize aktardıklarıyla yetiniyoruz. Çağrıda ne olacak biliyor musunuz? 2013 Newrozunda Sayın Öcalan’ın çağrısı, mücadelemizin mihenk taşı Amed’de yüz binlerin önünde okunmuştu. Ne diyordu orada Sayın Öcalan? Artık silahlar sussun, fikirler konuşsun çağrısı yapmıştı. Şimdi de fikirlerin ve siyasetin konuştuğu, çatışma ve şiddetin ortadan kaldırıldığı, bu temelde hukuki ve yasal zeminin oluşturulduğu bir açıklama olacaktır. Biz buna kıymet biçiyoruz.

Sürecin sigortası halkımızdır

Sürecin sigortası biz değiliz, sizlersiniz. Sizler sahip çıkarsanız iktidar da adım atmak zorunda kalır. Bu acı ve kan durur; Türkiye’nin bütün enerjisini ve ekonomisini emen bu sorun demokratik yollarla tez elden çözülür. İşin sigortası olan değerli halkımızı göreve, mücadeleye davet ediyoruz. Siz büyük badireler atlattınız, büyük bedeller ödediniz. Eminim ki bu süreci de hep birlikte atlatacağız. 40 yıldır büyük acılar çektiğimiz bu sorunu çözme fırsatı var, imkanı var ama bir o kadar da risk var. Fırsat bizim örgütlülüğümüzdür, gücümüzdür; risk ise duyarsız ve uzaktan izleyen tavrımız olur. Fırsat olsun istiyorsak sahip çıkacağız, sokakta olacağız, kapı kapı dolaşacağız. “Sayın Öcalan’ın iradesinin arkasındayız, söylediklerinin yanındayız, destekliyoruz” diyeceğiz. O zaman emin olun ki hiçbir iktidar, hiçbir baskı ve zulüm bu meselenin çözümünü engelleyemez. Örgütlülüğü ve gücü olanın barışı da güçlü olur. Örgütün yoksa, güçlü bir barış yapamazsın; gücün yoksa, gücün kadar barış elde edersin. Bunu siz çok iyi biliyorsunuz. Örgütümüz, örgütlüğümüz ve gücümüz oranında bir barış istiyorsak bu meselenin sorumlusu bizleriz ve görev hepimize düşüyor. Onurlu Amed halkının üzerine düşen bu görev ve sorumluluğu fazlasıyla yerine getireceğine olan inançla hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hepinize başarılar diliyorum.

5 Şubat 2025