Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, Mersin’de sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle bir araya geldi. Burada konuşan ve ortak yönetimler konusunda DEM Parti’nin elinden geleni yaptığını belirten Bakırhan, şunları söyledi:
DEM Parti Kürt’tür, Türk’tür, emekçidir, yoksuldur, Tahtacı’dır, kadındır
Mersin’in bütün renkleri hepinizi saygıyla selamlıyorum. Katılan kurumların listesine baktım. Mersin’deki bütün renkleri, inançları temsil eden bu mozaik bizi sevindirdi. Aslında tam da DEM Parti bu salonda oturan bileşenler demektir. DEM Parti Kürt’tür, Türk’tür, emekçidir, yoksuldur, Tahtacı’dır, kadındır, ekolojistir, gençtir, emekçidir. Dolayısıyla bu salonda arkadaşlarımla birlikte olmaktan dolayı mutluluk ve gurur duyuyorum. Eminim çok değerli eleştiri, öneri, analiz ve yorumlarınızı da alacağız. Çok stratejik konularda daha çok yereli esas alıyoruz, yereli dikkate alıyoruz. Yereli dikkate almayan, onun düşüncelerinden azade olan her yaklaşım yarım ve eksik kalmıştır. Kesinlikle böyle bir anlayışın başarıya ulaşma şansı yok. Biz devrimciler, demokratlar, Kürtler, toplumun bütün renklerini oluşturanlar konuşarak, anlaşarak, anlayarak, anlatarak yol alabiliriz. Çünkü zor bir süreçle karşı karşıyayız.
İnsan olmanın bir gereği katledilenin kim olduğuna bakmaksızın ona sahip çıkmaktır
Dünya hiçbir dönem olmadığı kadar adaletsiz. Adalet adına oluşturulan kimi kurumların bir işlevi ve karşılığı yok. Olsaydı, Filistin’deki zulmü, katliamı ve işgali görürdü. Olsaydı, Rojava’da okulların, enerji ve eğitim sahalarının üzerine bombalar yağmazdı. Olsaydı, İran’da insanca yaşamak isteyen gençler, aydınlar, yazarlar her gün idam sehpasına gitmezdi. Olsaydı, dünyanın neredeyse 3’te birinin gözü başka bir sınırı geçmekte olmazdı. Dünya sistemi, hegemonik güçler maalesef daha fazla zenginleşmek, daha fazla sömürmek için çatışmalar ve savaşlarla kendi krizlerini örtmeye çalışıyorlar. Bugün dünyanın birçok yerindeki çatışmalar ve savaşlar da buna bir örnektir. Ukrayna’dan tutalım Filistin’e, Rojava’ya kadar dünyanın başka başka coğrafyalarında savaş ve çatışmalar var. Savaşları halklar istemiyor. Eminim, halklar her gün idam edilen Kürtler için üzülüyordur. Rojava’ya düşen her bombaya Mersin’deki bu rengarenk salon eminim üzülüyordur. Biz her gün milliyetimiz, kimliğimiz, inancımız fark etmeden Filistin’de hayatını kaybeden insanların acısını yüreğimizde hissediyoruz. İnsan olmanın bir gereği de budur: Katledilenin, ezilenin, sömürülenin kim olduğuna bakmaksızın ona sahip çıkmak.
Kürt’ü, Alevi’yi, Tahtacı’yı kapsamayan hiçbir düşüncenin başarıya ulaşma şansı yok
Ortadoğu’da ciddi bir kaos var, ne olacağı belirsiz. Her birimiz kaygıyla izliyoruz. Türkiye de bundan azade değil. Türkiye de bu merkezin orta yerinde duruyor. Bizi düşündüren, kaygılandıran bir durum söz konusudur. Türkiye demokratik olsaydı, ülkede yeterince özgürlük olsaydı, Ortadoğu’da çok iyi bir örnek olabilirdi. HEP’ten bugüne geleneğinden geldiğimiz bütün siyasi partiler aynı şeyi söylüyor. Ortadoğu’daki bu karanlığa, çölleşmeye, çürümeye karşı aslında burası bir model olabilirdi. Tam da bunun mücadelesini veriyoruz. 40 yıldır demokrasi olsun, özgürlük olsun diye çalışıyoruz. Kürt ile Türk’ün bir sorunu olmadığını, Alevi ile Sünni’nin bir sorunu olmadığını, bunu yaratanın sistemin kendisi olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Başka bir kurtuluşumuz yok. Kürt’ü, Alevi’yi, Tahtacı’yı kapsamayan, emekçinin geçimini düşünmeyen hiçbir sistemin, hiçbir düşüncenin başarıya ulaşma şansı yok.
Birileri zenginleşirken Türkiye’deki emekçiler, emekliler, çalışanlar, işsizler gittikçe yoksullaşıyor
Dünyayı saran kaos ve kriz dalgası Türkiye’de de fazlasıyla kendisini hissettiriyor. Paranın pul olduğu, insanların geçinemediği, yılda 740 bin öğrencinin üniversiteyi bıraktığı ya da kaydını dondurduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Yani bir zamanlar insanlar üniversiteye gitmek için gecesini gündüzüne katarken, şimdi üniversitede okuma hakkı kazanan 740 bin öğrenci kaydını dondurup okumaktan vazgeçiyor. Türkiye’de asgari ücretle insanlar geçinemiyor. Türkiye’de emekliler zaten açlık sınırının altında bir yaşamla mücadele ediyorlar. Bir kartopu olduk. En yoksulun, en emekçinin cebinde bile 2-3 tane banka kartı bulunuyor. Birinden çektiği parayı, diğerinin asgarisine yatırıyor. Oradan çekiyor, diğerine yatırıyor. Bunu hepimiz görüyoruz. Görünmeyen bir tablo yok ama önlemi alınmayan bir tablo var. Çünkü o emekçiye giden paranın başkalarının cebine inmesi gerekiyor. Başkalarının daha da zenginleşmesi gerekiyor. Dolayısıyla birileri zenginleşirken Türkiye’deki emekçiler, emekliler, çalışanlar, işsizler gittikçe yoksullaşıyor. İnsanlar açlık sınırı altında bir yaşam sürdürmek zorunda kalıyorlar. Evet, biz buna itiraz ediyoruz. Burada bulunan değerli kurum temsilcileri de aynı şeyi düşünüyor. Biz izlersek, itiraz etmezsek, bir araya gelemezsek, işte yaşayacağımız Türkiye aşağı yukarı budur.
Halklar bu dönem hiçbir dönem olmadığı kadar karşı karşıya geldi
Hukukun olmadığı, AYM kararlarının bile tanınmadığı, seçilmiş milletvekillerinin -ki daha önce eş genel başkanlarımız ve belediye eş başkanlarımız dahil olmak üzere biz de maruz kaldık- cezaevine yollandığı, her an herkesin evine, işine kayyımın atandığı bir rejimle karşı karşıyayız. Her gün insanlar intihar ediyor. Bunu neye bağlayacağız? Bir cinnet toplumu haline geldik. Halklar hiçbir dönem olmadığı kadar karşı karşıya geldi. Niye? Devletin ırkçı, milliyetçi, yok sayan siyasetinden dolayı. Şimdi Akdeniz’de, Mersin’de size soruyorum: Allah aşkına, yüzyıllardır beraber yaşıyoruz ama diyebilir misiniz Kürtler ya da Araplar gerçekten birbiriyle ciddi bir sorun yaşıyor? Hayır! Sorunu yaşatmak isteyen sistemin kendisidir. Çünkü onlara kan ve can veren milliyetçiliktir, ırkçılıktır. MHP milliyetçilik, ırkçılık yapmazsa neyin siyasetini yapacak? MHP emekçiden yana bir siyaset yapabilir mi? Demokrasi, özgürlük dersen en yabancısı olan bir siyasi partidir. Dolayısıyla bu milliyetçi ve ırkçı politikaları hep birlikte Mersin’den ve Türkiye'nin dört bir yanından defetmemiz gerekiyor. Aksi halde çocuklarımız bundan etkilenecek.
Türkiye ekonomik olarak zaten kötü yönetiliyor ama demokratik olarak, hukuk olarak da kötü yönetiliyor. Ciddi bir çürüme var. Daha önce çocuklarımız sigarayı bile rahat içemezken, şimdi mahallelerimizde ve sokaklarımızda uyuşturucu kol geziyor. Kürt’ün, Alevi’nin, emekçinin hak aradığı her yeri izleyen, bir tweet atanı köşe bucak arayıp bulan bu sistem Akdeniz’de, Siirt’te, Batman’da kimin uyuşturucu sattığını bilmiyor mu? Biliyor ama çürütüyor. Çünkü kendi çocukları güvenli limanlardadır. Kendi çocukları, insanlarımızın yaşadığı sokaklarda yaşamıyor. Onların ne yaşadıkları bu ülkeyi yönetenlerin çok umurunda değil ama bizim umurumuzda olmalı. Çünkü biz ezilenler adına, emekçiler adına mücadele yürüttüğümüzü söyleyen kurumlarız, siyasi partileriz. Biz bir araya gelemezsek, biz işbirlikleri ve ittifaklar oluşturamazsak; bu zalim ve faşizan, bu yok sayan sistemi nasıl gerileteceğiz? Buyurun size bu soruyu soruyorum. Eminim bu sorunun cevabını söz aldığınızda siz cevaplarsınız. Hep birlikte ortak bir akıl ortaya çıkarırız.
Meselelerin üzerinin örtüldüğü bir Türkiye’de hiçbirimiz mutlu olmuyoruz
2 yılda 4 siyasi parti ismi değiştiren bir siyasi partinin eş genel başkanı olarak konuşuyorum. Dün bir büyükelçi gelmişti. Biz 2 yılda 4 kez siyasi parti ismi değiştirdik dediğimizde şaşırdı. Neredeyse 40 yıldır her iki yılda bir siyasi partimiz kapanmış, ismi değişmiş. Diyebilir miyiz bu ülkede siyasi partiler özgürce siyaset yapıyor? Aslında hepimiz tabloyu görüyoruz ama bu tablo karşısında ne yapacağımız konusunda farklılıklarımız var. Her birimiz kendi partisiyle, kendi programıyla, kendi kırmızı çizgileriyle hareket ettiği müddetçe emin olun bu sistem güçlenecek, büyüyecek ve gün gelecek belki bu salonlarda toplantılar da yapamayacağız. Ama biz Kürt niye anadilini konuşmuyor, Tahtacılar niye özgür ve eşit yaşamıyor, Alevilerin cemevleri neden ibadethane statüsüne kavuşmuyor, uyuşturucuya ve çeteleşmeye hayır, bu yolsuzluk düzenine hayır demediğimiz sürece maalesef sadece buralarda konuşmak durumundayız. İtiraz ediyoruz, itiraz etmeye devam ediyoruz. Cezaevlerinde bir açlık grevi var işte tüm bu zulüm karşısında. Tecrit politikası kaldırılsın diyor insanlar. Ne kötülüğünü gördük iki yıllık Çözüm Sürecinin? Daha huzurlu değil miydik, daha mutlu değil miydik? Türkiye meselelerini daha açık ve şeffaf konuşmuyor muyduk? Dolayısıyla meselelerin üzerinin örtüldüğü, yok sayıldığı, inkar edildiği bir Türkiye’de hiçbirimiz mutlu olmuyoruz.
Dayanışalım, birbirimizi eleştirelim, birbirimizi besleyelim
Allah aşkına niye biz anadilimizi konuşmayalım, kime ne zararı var? “Hun bixêr hatin hun çawa nin” demenin bu ülkeyi böldüğünü kim bize açıklayabilir? “Ehlen ve sehlen” dediğimizde hangi ülke bölünmüş? Dolayısıyla birbirimize ihtiyacımız var. Mesele seçim değil seçim sonuçları değil, çıkardığımız vekil sayısı, aldığımız belediye sayısı değil. Mesele bu ülkenin geleceğidir, çocuklarımızın geleceğidir. Mersin olarak itirazımızı ortaya koyalım, taleplerimizi ortaya koyalım. Dayanışalım, birbirimizi eleştirelim, birbirimizi besleyelim. Başka çıkar yolumuz yok. İstanbul da İzmir de böyle olsun. Bizi kandıran ve oyalayan birbirinden farklı siyasi anlayışların bu ülkeye kattığı bir şey yok.
Can Atalay’ı cezaevine gönderen, dokunulmazlık kaldırılmasına dönük ana muhalefet partisinin verdiği destektir
Can Atalay’ı cezaevine gönderen ana muhalefet partisinin dokunulmazlığın kaldırılmasına dönük verdiği destektir. Selahattin Demirtaş’ı, Gültan Kışanak’ı, milletvekillerimizi, belediye başkanlarını oraya gönderen bizzat “Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz” diyenlerdir. Bu olmasaydı, Can Hatay halkıyla olacaktı. Vekillerimiz bugün sizinle olacaktı. Dolayısıyla uyarıcı da olmamız lazım. Siyasi partileri demokratik bir zemine çekmek gibi sizin büyük bir görev ve sorumluluğunuz var. Son yapılan milletvekili seçimlerinden sonra Mersin ve Adana’da da toplantılar yaptık. Orada katılımcılar, Adana dikkate alınsaydı bu sonuçlar olmazdı, Mersin’in yerel özgünlükleri dikkate alınsaydı Akdeniz böyle olmazdı dedi. Aslında Kürtlerin de Türkiye’de yaşayanların da ortak düşüncesini dile getirmişti. Biz de düşündük taşındık ve dedik ki sistem karşıtı olduğunu söyleyen, demokratik olduğunu söyleyen, merkeziyetçiliğe karşı ademi merkeziyetçi bir yapıyı savunan bir partinin adaylarını merkez belirlememeli. Sandık koyduk, belki eksiklikler ortaya çıktı.
Demokrasiyi söz olarak dile getirmeyeceğiz, sizlerle birlikte pratik sahada uygulayacağız
Ancak eşi benzeri olmayan bir sistem uyguladık. Dünyanın birçok yerindeki deneyimleri izledik. Bazı partiler sadece kendi üyeleriyle adaylarını belirliyor, bazı partiler seçilmiş delegelerle adaylarını belirliyor. Biz kentin tüm dinamiklerini kattık. Kent dinamiklerinin tamamıyla birlikte halkımız sandıklarda kendi adaylarını çıkardı. İki yılda 4 isim değiştiren bir siyasi parti, bütün deneyimli yöneticileri cezaevinde olan bir siyasi parti olarak Türkiye’ye demokrasi dersi veriyoruz. Kimseyi kandırmak için, siyaset yapmak için bunu yapmıyoruz. Hatay halkının yuhaladığı bir aday, yerel dikkate alınsaydı merkez tarafından belirlenir miydi? Ya da rantçlıkla anılan kimi siyasetçiler, yerel dikkate alınsaydı belirlenir miydi? İşte biz sizlerle birlikte, adalet nöbetinde ziyaret ettiğimiz Barış Anneleriyle birlikte demokrasiyi sadece söz olarak dile getirmeyeceğiz, pratik sahada da uygulayacağız. Hatta yeri geldiği zaman sizin kararınızla birlikte seçimi beklemeden geri çekme hakkımızı da kullanacağız. İlkelerimize, politikalarımıza, halklarımızın ortak değerlerine hizmet etmeyen birine 5 yıl mecbur mu kalacağız? Buradaki bu akıl, bu vicdanlı toplum, Kürt’ün ve Alevi’nin başarısını hisseden bu toplum aynı zamanda geri çekme hakkına da sahip olmalıdır.
Parlamento bu salon kadar nitelikli değil, bu salon kadar toplumun renklerini yansıtmıyor
Son seçimden sonra yaptığımız toplantılardan bizler büyük dersler çıkardık. Birlikte başarmamak için hiçbir sebep yok. Eskiden devrimciler “Devrimin objektif subjektif koşulları oluşmuştur” derdi. Belki devrimin objektif subjektif koşulları yoktur ama kesinlikle demokrasinin ve ortak değerlerimizin kazanmasının objektif subjektif koşulları oluşmuştur. Demokrasi yok, hukuk yok, özgürlük yok; işsizlik var, yoksulluk var, açlık var, kadın katliamı var. Çevre hiçbir dönem olmadığı kadar AKP’li müteahhitlere peşkeş çekilmiş. Objektif koşullar nedir? Sadece bunun önünde tek bir engel var: Bir olamıyoruz, güç birliği yapamıyoruz, ortak olamıyoruz. Ortak adayımız, ortak yönetimimiz diyemiyoruz. Birlikte yönetme konusunda hala eksiklerimiz var. Bunları giderebilirsek başarırız. Parlamento bu salondaki kadar nitelikli değil, buradaki kadar toplumun renklerini yansıtmıyor. O zaman oraları değil buraları merkezlere koymak lazım. Önümüzdeki dönemlerde yine sizlerle bir araya geleceğiz. Çünkü zor bir süreçten geçiyoruz ve her konuda danışacağız. Ama lütfen siz de bizleri rahat bırakmayın. Yazın çizin, öneri sunun. Bu ülkenin kötü gidişatına isyan edenler, çocuklarımız için yaşanılır bir ülke isteyenler bizi rahatsız etsin.
Ortak yönetimler için elimizden geleni yaptık ama hastalıklı anlayışların direnciyle karşılaştık
Birlikte aşacağız. Emin olun hiçbir dönem olmadığı kadar, Türkiye’de demokrat, devrimci ilerici, sol sosyalist parti ve gruplarla işbirliğine elimizi açtık. Eğer bir şey olmuyorsa ya da eksik oluyorsa, tamamına ermiyorsa DEM Parti ile ilgili bir durum yok. DEM Parti demokrasi mücadelesi veriyor. Demokrasiye, halkımıza ve barışımıza hizmet edecek, emekçilerin rahat bir nefes almasını sağlayacak her şeyi yaparız. Her konuda konuşup tartışırız ama bu konuda her şeyi yapma hakkını kendimizde görüyoruz. Çünkü bunlar hepimizin ortak değerleridir. Elimizden geleni yapmaya çalıştık ama maalesef hastalıklara sahip kimi siyasi akılların bir biçimiyle kentlerin ortak yönetimle yönetilmesine karşı bir direnci oldu. Buna rağmen birçok yeri zorladık. Kent uzlaşısı çerçevesinde adayların çıkması için elimizden gelen çabayı ortaya koyduk. Kimi yerlerde kent uzlaşısı da oldu. Onlar muhtemelen önümüzdeki günlerde çalışma yürüten arkadaşlarımız tarafından kamuoyuna açıklanacak. Ama bazı yerlerde kadını, çevreyi ekolojiyi, Kürt’ü, Alevi’yi, farklıyı, ötekiyi dikkate almayan örneklerle karşılaştık. Biz sağcı, kentin dokusuna ve değerlerine aykırı bir insan için yıllarımızı vermedik. Bu kendisine muhalefetim diyen, iktidar olmak isteyen insanlara da bir mesajdır. Doğru, demokrat, kapsayıcı insanlarla buyurun kentler kendi dinamikleriyle kendilerini yönetsinler dedik. Bunu demeye de devam edeceğiz.
Dün kimi yerlerde adaylarımızı açıkladık, açıklamaya devam edeceğiz. Türkiye halklarına hayırlı olsun. Uzlaşma sağlamadığımız yerleri açıkladık. Uzlaşı olanaklarının olduğu yerlerde görüşmeler sürüyor. Umarım oralarda halkımızla ve desteğinizle birlikte kent uzlaşısını sağlayarak herkesin temsil edildiği ortak yönetimler oluşturabileceğimiz bir zemin yakalarız.
2800 seçmeni olan Uludere’ye oy kullanmak üzere 3200 kolluk kuvveti görevlendirmişler
Sistem bizi rahat bırakmıyor. Her şeye rağmen bizi yenemediler, şimdi kaçak seçmenlerle irademizi gasp etmeye çalışıyorlar. 32 yerleşim yerinde -ki bunların tamamı Kürt coğrafyası- ciddi bir taşıma yapmışlar. İktidarın zaten her şeyi kaçak, her şeyi illegal. Başkalarını illegal diye suçluyorlar ama bu kadar illegalize olmuş, bu kadar illegal yol ve yöntemler kullanan başka bir siyasi parti tanımadık. Bunlar gerçekten şaşırtıcı düzeyde oyunlar oynuyorlar. Siirt’te 1500 oyla yerel yönetimleri kazanmıştık, 7 bin kaçak seçmen getirmişler. Bolu’dan bir tugayı getirip seçmen yapmışlar. Sadece seçim günü 7 bin kişi gelip oy kullanacak ve aynı saatte gidecek. Ne Siirt’in büryanını yiyecek ne ayranını içecek ne koçer halkımıza bir merhaba diyecek. Tek kelime Kürtçe bilmiyor ama orada Kürtlerin ve Arapların iradesini gasp edecek, hileyle belediyeyi kazanacak. Böyle bir vicdan, böyle bir adalet olabilir mi? Uludere’de oy kullanan seçmen sayısı 2800, oradan tek bir oy alamıyorlar. Ne yapmışlar? 3200 yani ilçenin seçmeninden fazla kolluk kuvveti kaydırmışlar. AKP-MHP iktidarı orada seçim güvenliği sağlıyormuş. Uludere 2800 seçmen var, 3200 seçmen kaydırarak nasıl bir güvenlik sağlıyorsun? Her seçmene 1,5 kolluk kuvveti göndermiş. Hangi siyasi partinin ağzından bunu duydunuz? Kaçak seçmen var. Hırsızlık ve yolsuzluk yetmiyor, seçmeni de artık kaçak yapıyorlar. Dolayısıyla tüm bunlara rağmen direneceğiz.
31 Mart’tan sonra alacağımız bütün belediyelerde renkliliğe hizmet etmeyen hiçbir anlayışı barındırmayacağız
Eyvallah etmeyeceğiz. Eyvallah eden bir gelenekten gelmiyoruz. Her birimiz birçok şeyi görerek buralara geldik. Onlar kaçak seçmen taşıyorlar, itirazlarımız reddedildi. Suç duyurusunda bulunacağız. Ancak biz burada bir şey yapabiliriz. Mersin iyi bir örnek bu konuda. Onlar Siirt’e 7 bin seçmen mi taşıdı, biz Mersinli devrimci demokratlar olarak Akkuyu’da çalışan 1500-2000 Siirtli’yi olanaklarımızla Siirt’e taşıyabiliriz. Size adres de veriyorum. Akkuyu’da 2 bine yakın Siirtli seçmen yaşıyor. Sizden destek istiyoruz. Dayanışalım. Kapıları tek tek çalın; Batman’da, Siirt’te, Kars’ta, Dersim’de seçmen olup gidemeyen insanların gitmesine katkı sunun. Bu toplantımızın en önemli konularından birisi budur.
Emin olun bütün bunlara rağmen moralimiz yerinde, direniyoruz. Anahtar rolümüzü koruyoruz. Yılmadık, pes etmedik, mücadelemizi daha güçlü bir şekilde devam ettiriyoruz. 31 Mart’tan sonra da alacağımız bütün belediyelerde Mersin’deki bu renkliliğe hizmet etmeyen hiçbir anlayışı barındırmayacağız ki bizden dahi olsa. Belediyeleri halkın, halkların, inançların evi yapacağız. O eve girdiğiniz zaman hangi dili, inancı taşıdığınızın bir önemi yok, insansınız. O kentin dinamiğisiniz. O yerel yönetimler de bu ilkeler esasında size davranmak, hizmet vermek zorundadır. Partim adına ve heyet adına hepinize teşekkür ediyorum.
10 Şubat 2024