
Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan Ekmek, Adalet ve Barış Buluşmalarımız kapsamında Antep’te düzenlenen dayanışma etkinliğine katıldı. Burada konuşan Bakırhan şunları söyledi:
Hoş geldiniz, hepinize sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Dilok’ta çok önemli değerlerimiz var. Onları anmadan geçmek doğru değil. Bizler aynı zamanda geçmişin devamıyız. Abdulsamet Sakık buradaki ilk il başkanlarımızdan biriydi. Burhanettin Bolu, Vakkas Dalkılıç, Sadık Şahin şahsında bütün arkadaşlarımı saygı ve minnetle anıyorum. Biz bugüne onlar ve onlar gibi arkadaşlarımızın emekleriyle geldik. Dilok’ta il örgütümüz varken, Meclis zemini ve bedellerimiz yoktu. Kuzey ve Doğu Suriye yoktu. Ortadoğu'nun en güçlü, en dinamik halkı bugünkü kadar güçlü ve örgütlü değildi. Geçmişteki emeklere ve değerlere büyük anlam yükleyen bir hareket olduğumuz için bugün buralar geldik. 2016’da IŞİD çeteleri tarafından katledilen 56 canımızı da anıyorum. Her ne kadar, tam emir veren ve tetiği çeken katiller bulunup yargılanmasa da bu katliamları unutmayacağız. Bu bir slogan olarak anlaşılmasın. Gerçekten unutmayacağız, unutturmayacağız. Bir gün bu topraklara barış ve demokrasi geldiğinde katledenlerle, onlara talimat verenlerle ve yollarını açanlarla demokratik bir yargı karşısında hesaplaşacağız. Yine İliç Madeninde yaşamını yitiren canları da saygı ve minnetle anıyorum. Bugün TÜSİAD Başkanı bile genel kurullarında şöyle diyor: “Sermaye daha fazla kar elde etmek için gerekli olan koşulları hazırlamıyor, gereken yatırımları yapmıyor. Bunun için insanların ölümüne sebebiyet veriyor.” Bunu bir İş Kurumunun Başkanı da itiraf ediyor. Sermaye bile değişti. Sermaye rant elde eder, kar elde eder, daha fazla pay almaya çalışır ama böylesine acımasız ve pervasız olanını hiçbir dönemde görmemiştik. İliç’teki canlarımızı tekrar anıyoruz. Bu katliamların son bulması çağrısını yapıyoruz.
Geçmişte Doğu’nun Paris’i olan Antep bugün işsizlikle, yoksullukla ve açlıkla mücadele ediyor
Bu partinin eş genel başkanı olmadan önce, partinin örgütlenmesinde 10 yıla yakın görev aldım. Gitmediğim il, ilçe kalmadı. Antep’te de çok uzun süre kaldım. “Doğu’nun Paris’i” deniyordu buraya. Maalesef Doğu’nun Paris’i gitti. Kültür ve sanatın merkezi olan, kadınların özgür olduğu, entelektüel birikimin öne çıktığı kentlerden biri olan Antep bugün işsizlikle, yoksullukla ve açlıkla mücadele ediyor. Her sokağında uyuşturucu var. Bunu kentlerimize musallat edenler, Kürtler mücadelelerinden vazgeçsin, uyuşsun diye yaptı. Ancak maalesef Türkiye'nin dört bir yanına yayıldı.
“Marka kent” dedikleri Antep'i bu hale getirenler utansın!
Antep’teki intihar oranları Türkiye ortalamasının çok üzerinde. Bebek ölümleri, Türkiye ortalamasının çok üzerinde. Sanayi kenti bir metropol ama açlığın, yoksulluğun ve bebek ölümlerinin en fazla olduğu kentlerinden biri. Bu kent, Türkiye siyasetine birikimiyle katkı sunardı. Kendi örgütümüz burada en kapsayıcı değerlendirmeleri yapardı. Antep halklar ve inançlar bahçesiydi, emekçilerin ve sosyalistlerin bahçesiydi. Antep’in kimliği her toplantımıza renk ve değer katardı. Antep şimdi nerede? Eğitimde neredeyse 81 ilin içinde 60’lardan sonra geliyor. Entelektüel kent gitti ve yerine solmuş, üretmeyen, eğitimin olmadığı, sağlıkta ciddi sorunların yaşandığı bir kent geldi. “Marka kent” dedikleri Antep'i bu hale getirenler utansın! Yıllardır belediyeler ellerinde diye övünüyorlar ama Antep’i köy haline getirdiler. İnsanları ülkelerinden buraya çağırdılar ama burada açlığa ve yoksulluğa mahkum ettiler. Kendi halkını mutlu edemeyen, doyuramayan bir kent, mülteciyi zaten hiç doyuramaz. Onun için tüm bunların sorumlusu iktidardır. İktidarın bu yanlış politikalarıyla mücadele eden gerçek bir muhalefetiz.
Dünyanın neredeyse her bölgesinde savaş var
Biliyorsunuz, dünyada ve Ortadoğu’da çok ciddi altüst oluşlar var. Dünyanın neredeyse her bölgesinde savaşlar var. Hegemonik güçler daha fazla almak için halkları toplumsal krizlerle karşı karşıya getiriyorlar. Vekalet savaşları ve doğrudan müdahaleler dünyayı kan deryası haline getirdi. Ortadoğu’da nerede çatışma çıkacağı, hangi ülkenin karışacağı hegemonik güçlerin kararıyla artık belirleniyor. Hangi ülkenin başına ne geleceğini, bölgeyi dizayn etmek isteyen güçler planlayıp hayata geçiriyor. Peki, buna sebep olan nedir? Suriye’de yaşanan savaşın, Irak’ın tarumar olmasının, dünyanın en zengin doğalgaz ve petrol kaynaklarına sahip olan İran’ın kendi insanını doyuramamasının sebebi nedir? Sadece emperyalist hegemonik güçler demek tek başına yeterli değildir. Tekçi ve mezhepçi, renkleri ve kimlikleri kültürleri kabul etmeyen düzenler de bu emperyalist düzenin çarkına çalışıyorlar. Suriye’de Kürtlerin kimliği olsaydı, insanlar rahat ve huzur içinde yaşasaydı, bugün hegemonik güçlerin at koşturduğu bir saha olmazdı. Bugün Antep’te yüz binlerce mülteci olmayacaktı. Suriye’de demokrasiden kaçan sistem bunun sorumlusudur. Irak’ın devlet olamamasının sebebi de budur. İran’ın sabah akşam ne zaman müdahale olacak kaygısı yaşamasının sebebi de demokratik olmamasıdır. İran’da her gün Kürt aktivistler, devrimciler, farklı yaşam biçimine sahip insanlar idam sehpalarında sallandırılıyor. Kendi insanını, aydınını, gencini, sanatçısını asan bir ülke, emperyalist hegemonik güçlere “böyle buyur” demiş oluyor. Bunun cezasını da halklar ve ezilenler çekiyor, bizler çekiyoruz.
Yok sayan politikaları bir kenara bırakmak lazım
Ortadoğu'daki durumdan çok büyük dersler alınabilir. Yok sayan politikaları bir kenara bırakmak lazım. Kürt’ü Kürt kimliğiyle, Alevi’nin Alevi inancıyla eşit ve özgür şekilde yaşayacağı bir zemini yaratmanın dışında bir şansımız yok. Bir enerji koridoru için yüz binlerce insan bir günde göçertiliyor. Öyle acımasız bir dünya düzeniyle karşıyayız ki “dünyanın süper gücü” dedikleri ABD’nin başkanı, bir emlakçı gibi Filistinlileri Sina Çölüne sürüp Gazze’yi inşa ederek turizme açacağını söylüyor. Dünyanın kötü insanlarca yönetildiği bir çağda yaşıyoruz. Vizyona bakar mısınız? Filistin halkının sorununu demokratik ve barışçıl yollarla çözmesi gerekenler, Gazze’yi komple yerinden alıp sermayeye açmaya çalışıyor. İşte bu dünya düzeni karşısında yapılacak en doğru şey birlikte olmak, dayanışmak ve demokratik zemini büyütmektir; herkesi kendi kimliği ve inancıyla kabul etmektir. Dünyada büyük bir vicdan sorunu var. Kanlı bir suskunluğu yaşıyoruz. Düşünebiliyor musunuz Tişrin Barajında sadece Kürt oldukları için insanların üzerine bombalar atlıyor. Sanatçılar, öğrenciler, kadınlar, gençler yaşamlarını yitiriyor. Dünya suspus. Sivil insanların katledildiği bir dünyada yaşıyoruz. Bunun karşısında kanlı bir sessizlik var. İşte biz bu kanlı sessizliğe ve zulüm politikalarına karşı mücadele ediyoruz, etmeye de devam edeceğiz.
Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılardan vazgeçin
Bizim en modern örnek olarak sunacağımız yer Kuzey ve Doğu Suriye’dir. Kavga ve kargaşanın olduğu, kadının yok sayıldığı, Alevilerin katledildiği, inanç merkezlerinin yakıldığı bir coğrafyada Kuzey ve Doğu Suriye’de demokrasi var, kadın var, genç var, adalet var, eşitlik var, paylaşım var. Aç açıkta kimse yok. En önemlisi de demokrasi var. Kadınların ve erkeklerin birlikte yönettiği bir zemin var. Peki, böylesine güzel bir örnek olan Kuzey ve Doğu Suriye’ye Türkiye Cumhuriyeti’nin yaklaşımı niye böyle? Bu soruyu soruyor olabilirsiniz. Madem demokrasi var, madem insanlık var, madem halklar birlikte yaşıyor o zaman Türkiye ne istiyor? Emin olun ki Türkiye’yi yönetenler de orada çok iyi şeyler yapıldığını gayet iyi biliyor. Ama işte serde Kürt düşmanlığı olunca orada ne olduğunun bir önemi kalmıyor. Türkiye’yi, Ortadoğu’daki bu girdabı görüp korunmak ve kendi demokrasisini güçlendirmek için Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılardan vazgeçmeye çağırıyoruz. Suriye’de savaş durdu ama SMO’lu çeteler durmuyor. SMO kimdir? Paralı askerlerle nereye kadar? Vatanını, doğasını ve canını savunanlar ile dışarıdan gelip maaşla eline silah almış olanlar baş edemez. Çünkü haklı olan toprağını, insanını ve davasını savunandır. Günün sonunda kazanacak olan da davasına sahip çıkanlardır, bir başka davayı parayla yürütenler değil.
İnkarcı politikalardan vazgeçin
Biz bu iktidarı defalarca uyardık, uyarıyoruz. Birlikte yaşamak varken, Kürt’ü Kürt, Alevi’yi Alevi, kadını kadın, genci genç kabul etmek varken bu inkarcı politikalardan vazgeçin diyoruz. Bunu demeye devam edeceğiz. Sermaye ve iktidar bu ülkede mutlu. Zaten hallerinden anlarsınız. Antep’te bir grev var, arkadaşlarımız da oradaydı. Düşünün insanlar alın teri döküyor ama evinin kirasını ödeyecek kadar ücret alamıyor. Böyle bir zulüm olabilir mi? Bu insanlar grev yapmasın da ne yapsın? Borçla karın doyurulan, maaş yattığında daha bankada eriyen ücretlerin olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Her yerde grev var ama iktidar milletvekilinin kardeşinin fabrikasının önünde özel önlemi var. Diğer yerlerde de izin vermiyor ama kendisinin olanı daha özel koruyor. İş için, aş için, insanca bir ücret için greve giden Antep’teki işçi ve emekçi arkadaşlarımızla dayanışma içindeyiz, onları destekliyoruz.
Emekli geçinemiyor, işçi hakkını alamıyor, siyasetçi siyaset yapamıyor, kadının can güvenliği yok
Türkiye’de siyasetçi siyaset yapamıyor. Sadece emekçi hakkını alamıyor değil. TÜSİAD Başkanı konuştu, hemen peşinden Adalet Bakanı tehditkar mesajlar verdi. “Ayağını denk al, nasıl demokrasi yok” dersin. E, yok. Cezaevlerinin doluluk oranı yüzde 125. Demokrasi olsa cezaevlerinde 20 kişilik yerde 40 kişi niye yatsın? Siyasetçinin siyaset yapma güvenliği, işçinin güvenliği yok. Kadın desen, zaten can güvenliği yok. Emekli desen, zaten geçimi yok. Yani kimsenin can güvenliği yok. 10 yıldır güvenlik, güvenlik diyorlar ama 10 yılın sonunda emeklinin, emekçinin, çalışanın, siyasetçinin, yani hiç kimsenin güvenliğini bırakmadılar. Çürüme var, çöküş var, kriz var. Bundan çıkışın yolu ise çok açık. Çürüten, ülkeyi çöküşe götüren bu anlayış yerine demokrasi diyoruz, demokrasiyi işaret ediyoruz.
Savcı “Kürt ve Türk ittifak yapamaz” diyor; Mustafa Kemal’i de mi yargılayacaksınız?
İzliyorsunuz, bu kayyım meselesi de gerçekten trajik oldu. Artık bizimle yetinmiyorlar. Kürt coğrafyası bir laboratuvardır. Uyuşturucu oradan başlar, kriminal işler oradan başlar, faili meçhul cinayetler oradan başlar. Kayyım oradan başladı ve şimdi batıya doğru gidiyor. Mehmet Karayılan’ı geçti, Esenyurt’a ve şimdi sıra geldi İstanbul’a. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na bir operasyon için alt yapı oluşturuyorlar. Sandıkta yenişemiyorlar ama işte ellerinde yargı var, dünya kadar kolluk var. İstedikleri insanı istedikleri gibi hemen ekarte edebiliyorlar. En son 9 belediyeye operasyon yapıldı. Kent uzlaşısından dolayı belediye meclis üyeleri gözaltına alındı. Hukukun geldiği yere bakın. Savcı, “Bu kent uzlaşısı aslında Kürt-Türk ittifakı yapmak içindir” diyor. Allah aşkına, Kürt-Türk ittifakı yapmak kötü bir şey mi? Evet, tam da dediğin gibi Kürt-Türk ittifakını, halklar ittifakını, emekçiler ittifakını yapmak için kent uzlaşısı yaptık. Doğru bildin. Ama bu suç değil. Savcı Bey, Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşını başlatmadan önce Kürtlere gitti ve onlarla ittifak yaptı. Onu da mı yargılayacaksın? Birinci Meclis-i Mebusan’ı bilirsiniz. Orada bütün renkler var. Kürt mebusu var. Her halktan mebuslar kendi kimlikleriyle gidiyorlar ve Mustafa Kemal’in kendisi Kürt-Türk ittifakından bahsediyor. Savcı Bey yüzyıl öncesine de bir soruşturma açacak mı? Sayın Bahçeli de Kürt-Türk ittifakından bahsediyor. Sanırım Devlet Bahçeli’ye de bir soruşturma açacak. Savcı diyor ki Türkler ve Kürtler ittifak yapamaz, yapmamalıdır. Diyor ki Kürtler belediyeyi hiç alamaz. Vergi verir, hizmet yapar, askere gider ama belediye kazanamaz. Akıl ve izandan yoksun bu karanlık anlayışa söylüyoruz: Yanlış yapıyorsunuz, bu yanlıştan dönün. Bu uygulamalar ülkeyi bir yere götürmez. İnsanlar bezdi, bıktı. Sınır kapılarını açsanız ülkede insan kalmayacak. Güzelim ülkeyi öyle bir hale geldi. Bir avuç sermayedar ile bir avuç iktidar yanlısının zevk ve sefa içerisinde yaşadığı ama emekçilerin, ezilenlerin açlık ve yoksulluk çektiği bir ülke haline geldi.
Şahin Bey ile Karayılan da ittifak yapmıştı, onları da mı yargılayacaksınız?
Savcı Beye bir iş daha çıkarayım. Antep’te bir zamanlar Türk Şahin Bey ile Kürt Karayılan vardı. Şahinbey ile Karayılan da Antep savunmasında ittifak yaptılar. Bunu ne yapacağız? Bu akıl bunlara da dava açar. Nasıl Gezi Davasında yıllar sonra sanatçıya, siyasetçiye dava açtılarsa açarlar. Kim adım atsa hemen davalarla, mahkemelerle bir isyana bağlıyorlar. Ya Gezi’ye ya Kürt’e bağlıyorlar. Alaeddin Erdoğan vardı, bir ara büyükşehir belediye başkan adayımız oldu. O da içeride. Alaeddin Erdoğan niye tutuklu biliyor musunuz? Savcı diyor ki Prof. Ahmet Özer seni 20-30 defa telefonla aramış. Adam devletin üniversitesinde profesör. Suç yaratmaya çalışıyorlar ya. Sadece Ahmet Özer’le telefonda konuştuğu için 70 yaşında hasta tedavi gören bir arkadaşımız, yoldaşımız içeridedir. Böyle bir mantıkla karşı karşıyayız.
Siz böyle yaptıkça biz daha büyük kent uzlaşıları, demokrasi uzlaşıları yapacağız
Bu sadece Kürtlere değil aynı zamanda muhalefete yönelik de bir operasyondur. Bu muhalefet ile DEM Parti ya da Kürtlerin, emekçilerin güç birliği yapmasına da operasyondur. Ama siz böyle yaptıkça biz daha büyük kent uzlaşmalarına, demokrasi uzlaşmalarına, daha büyük seçim işbirliklerine gideriz. Bir adaletsizlik var ve biz bunu kabul etmeyiz. Koy sandığı, çıkabiliyorsan çık ya da kaldır sandığı. Birçok ülkede var. “Sandığı da tanımıyorum, siyasi partiyi de tanımıyorum, ağa da benim padişah da benim” dersin. Kim ne diyecek sana? Bir şey diyeni içeri tıkıyorsun.
Bu süreç meselesi var 1 Ekim’le başlayan süreç. Bazen günde 4-5 kenti ziyaret ediyoruz. Bu yaşananlar karşısında barışın ne kadar önemli olduğunu, demokrasinin ne kadar gerekli olduğunu bildiğimiz için bunu yapıyoruz. İstiyoruz ki olay bir barış sürecine dönüşsün. İstiyoruz ki bu tartışmalarla Kürt meselesi demokratik yollarla çözülsün. İstiyoruz ki bu tartışmalar Türkiye’yi demokratikleştirsin, bağımsız bir yargı olsun, işçi ve emekçi alın terinin hakkını alsın, kadınlar katledilmesin. İstiyoruz ki herkes kendi ülkesinde özgürce yaşasın. İstiyoruz ki bu ülkenin artı geliri insanlar arasında adil şekilde dağıtılsın.
Öcalan’ın çağrısı Türkiye’nin önünü açacak ama hükümet samimi mi?
Heyetimiz Sayın Öcalan’la iki görüşme gerçekleştirdi. Kendisinin hepinize selamları vardı. Sayın Öcalan’ın hakkını vermek gerekir. Aslında bu konuları çok önceden gündeme getirmişti. 94’lerden beri Kürt-Türk ittifakı, demokrasi ve eşit yurttaşlık… Eşit yurttaşlık biraz önce saydığımız bütün şartları içerecek sihirli bir formüldür. Ne diyor Sayın Öcalan? “Sadece Kürt’e, Alevi’ye, emekçiye değil; gence, kadına, burada yaşayan bütün renklere eşit yurttaşlık hakkı istiyorum”. Birileri de diyor ki Kürtlere asgari hakları verelim, fit olalım. Böyle bir durum yok. Sayın Öcalan önümüzdeki günlerde Türkiye’nin önünü açacak bir yol haritası açıklayacak. Türkiye’nin demokratikleşmesini, Kürt sorununun demokratik çözümünü esas alıyor. Bu ülkenin 100 yıldır, özellikle de son 40-50 yıldır kaynaklarının boşa gittiğini belirtiyor ve savaşa giden 3-4 trilyon doların grev yapan işçilerin alın teri olarak harcanmasını istiyor. Uyuşturucuya bulaşan gençlerin, uyuşturucu belasından kurtulup eğitim görmesi ve gelecek umudu olması için mücadele ediyor. Sayın Öcalan’ın çağrısı Türkiye’nin önünü açacak, Türkiye’yi bir tartışma sürecine sokacak. İktidar ve devlet bu konuda samimi ise önümüzdeki günlerde daha iyi şeyler tartışıyor olacağız. Ama hala kayyıma devam eden, hala yöneticileri tutuklayan, hala konuşanı tehdit eden bu devlet samimi midir, değil midir? Hepiniz bunu soruyorsunuzdur. Öyle bir düzenle karşı karşıyayız ki yalan, dolan, rant, çıkar her yerde. Neredeyse ülkede nehir kalmadı. Nerede bir nehir varsa önüne bir baraj yaptılar. Nerede bir dağ, bir yükselti görseler hemen maden ocağı. Doğa gitti, deniz gitti. Suyumuzu içemiyoruz. Sanayi kentinde insanlar aç ve yoksulsa sanayinin olmadığı kentlerde insanlar nasıl geçinecek?
Herkes çözüm ve barış konusunda konuşuyor ama iktidardan tek söz duymuyoruz
Mardin’de bile insanlar artık ürün ekmiyor. Çünkü gübre, mazot ve diğer girdiler için yaptıkları masraflar daha fazla. İnsanlar artık ekip biçmiyorlar. Böyle bir durumda bize düşen demokrasiyi savunmak. Sayın Öcalan yakında, aç kimsenin olmadığı, insanların huzur içinde yaşadığı, gençlerin gelecek hayallerinin olduğu bir Türkiye çağrısı yapacak. Biz de büyük bir heyecanla bekliyoruz. “Kürt-Türk ittifakını yeniden güncelleyelim” diyor. Sayın Öcalan en başından bunu söylüyordu. “Şiddet ve çatışmayı devreden çıkarmak istiyorum ama bunun için hukuki ve siyasi zemin olsun”. Bugün söylediği bir şey değil bu. Umarım son 10 yıldır başımıza vuran bu iktidar da bu sürece samimi bir şekilde yaklaşır. Herkes konuşuyor. PKK bile konuştu. “Korkmayın, Öcalan bu devleti bölmek değil demokrasiye duyarlı hale getirmek istiyor” dedi. Herkes bu süreç hakkında düşüncelerini söyledi, onurlu yaklaştı. Ancak yürütme erkinden net açık bir açıklama duydunuz mu? Hayır. Bütün Türkiye konuşuyor ama AKP iktidarı bir şey demiyor. Gittiğimiz her yerde, bir çözüm ve barış süreci olmasına hayır diyeni görmedim. Belki tereddütler var, belki samimiyet konusunda kaygılar var. Ama kim barışın karşısında durabilir? Niye duralım ki birlikte yaşamak varken? Dolayısıyla demokrasiye duyarlı hale Türkiye’yi getirelim. Bölme mölme yok, safsatadır, yalandır. Bunu Kürtleri kriminalize etmek için uyduruyorlar. Şimdi iktidarı bu iradeye ses vermeye ve varsa bir yol haritalarını açıklamaya davet ediyoruz.
İmralı’da yapılacak açıklama sadece bir start olacak, gerisi bizim mücadelemize bağlı
Yaşananlar bizim için önemlidir ama eşit yurttaş olmak istiyorsak, alın terimizi almak istiyorsak, çocuklarımızın yarına umutla bakmasını istiyorsak bu süreci desteklemeliyiz. Bu süreç sadece İmralı’dan gelen bir çağrıyla olmaz. Bir maç düşünün, İmralı sadece o maçta startı verecek. Sonraki 90 dakika bizim mücadelemize bağlı. Bu çatışmaların, savaşların bir daha olmaması bizim mücadelemize bağlı. Hepinizi selamlıyorum.
13 Şubat 2025