Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan'ın Yeni Yaşam'a verdiği röportaj:
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ile İmralı görüşmesi ve süreç tartışmasını konuştuk.
Taktiksel yaklaşımların Türkiye’yi daha riskli denklemlerin içerisine sokacağı hususunda netiz. Mesajımız şudur: Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Kürt meselesinin demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi iktidarı ve kişileri aşan tarihsel bir zorunluluktur. Biz müzakereye de mücadeleye de hazırız.
Meclis’te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına giderek tokalaşması ile başlayan süreç tartışması ana gündem oldu. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 43 ay sonra DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan ile görüşmesi ve verdiği mesaj kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Bu tartışmanın taraflarında DEM Parti’ye yaşananları sorduk. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, MHP Lideri Devlet Bahçeli’in çağrısını, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 43 ay sonra gerçekleşen Ömer Öcalan görüşmesini ve son süreçteki siyasi gelişmeleri gazetemize değerlendirdi.
Devlet Bahçeli’nin ilk olarak Meclis’te vekillerinizin elini sıkması ardından grup toplantısında ‘Öcalan Dem Parti grubunda konuşsun’ çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bahçeli ve partisi, Kürt meselesine yaklaşım konusunda geçmişten bu yana hep en uçta yer aldı ve yok saydı. Böylesi bir ismin baş müzakereci olarak Sayın Öcalan’ı işaret etmesini ve muhataplığını kabul etmesini önemli görüyorum.
Bahçeli’nin Kürt meselesini çözme yaklaşımı ve yöntemi konusunda aramızda uçurumlar var. Bu yüz yıllık köklü meselenin çözümü konusunda yıllarca Sayın Öcalan’ın tarihsel ve toplumsal rolüne hep dikkat çekiyorduk. Bu nedenle hep siyasi linçlere maruz kaldık, hakkımızda davalar açıldı, birçok arkadaşımız tutuklandı. Ama tarih bizi haklı çıkardı. Bir meseleyi ancak muhataplarıyla çözebilirsiniz. Bahçeli’nin de niyetini tam bilmemekle beraber bu noktaya gelmesi kayda değerdir.
İktidarı ve Bahçeli’yi bu açıklamaya iten nedir?
Türkiye Ortadoğu’da artan gerilimlerle ilgili ciddi bir riskle karşı karşıya. İsrail’in Gazze ve Lübnan’a saldırılarının İran ve Suriye ile devam edeceğini düşündüğümüzde, önümüzdeki dönem Ortadoğu’da köklü değişimlerin olabileceğini öngörmek zor değildir. Yüz yıl önce kurulan Sykes-Picot düzeni değişerek, yeni bir siyasal, idari düzen kendisini dayatacak. Dışarıdaki bu gelişmeler Türkiye için hesap-kitap yapma zorunluluğu doğuruyor. Ortadoğu kaynaklı risklere ve tehditlere karşı Türkiye içeride ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel boyutları olan çoklu krizlerle boğuşuyor. Ortadoğu’da değişim için çanlar çalarken, Türkiye çoklu krizler içerisinde. Dolayısıyla devlet rasyonalitesi gereği bu duruma dair hesap-kitap yapmak gerekirdi. Türk devlet geleneği her bölgesel ve küresel dönüşüm döneminde, hamle yapıp konum almıştır. Bu bağlamda iktidarın ve Bahçeli’nin açıklamalarını bölgesel riskler ve tehditlere karşı içerinin çok boyutlu durumu arasındaki denge üzerinden okumak gerekir.
DEM Parti uzun bir süredir ‘Muhatap Öcalan’dır’ söylemini kullanıyor. İktidar, uzun yıllar bu gerçekliğe gözünü kapatırken Bahçeli’nin sözleri ile değerlendirirsek Öcalan’ın rolü ve misyonunu nasıl değerlendirmek lazım. Partinizin bu konudaki tutumu nedir?
Muhataplık meselesine dair şunu hatırlamakta fayda var. Bu yeni bir tartışma değildir. 1994 yılında Öcalan’ın çözüm tartışmalarına dair ‘Bir Muhatap Arıyorum’ kitabı dahi bulunuyor. Tarihsel ve toplumsal gerçeklikleri kendimize göre eğip bükemeyiz. Bu açıdan ‘Muhatap Öcalan’ derken bizim değil, 93’ten bu yana somut olarak başlayan bir süreçten bahsediyoruz. Geçtiğimiz hafta kendisinden alınan mesajda da ifade ettiği üzere şartlar oluşursa sorunu çözecek teorik ve pratik güce sahibim dedi. Muhataplık budur. Çözüm yoluna sahip olan, siyasal ve ideolojik çerçevede kabul gören, irade ortaya koyan tarafı tarif eder. Öcalan yine Özal dönemindeki ilk ateşkes sürecinde karşı tarafta muhatap bulamıyorum demişti.
Barış talebini toplumsallaştırmak, iktidarı ve devleti çözüme zorlamak için mücadele edeceğiz
Parti olarak kısa vadede iki yüzyılı, uzun vadede daha uzun bir süreyi kaplayan Kürt sorununun gelip dönüştüğü Gordion düğümünde bizler demokratik siyaset ayağında elimizden geleni yapmak istiyor ve buradan çözüm tartışmalarına güç vermek istiyoruz.
Sorun sadece siyasi değil bugün, birçok veçhesi var ama en önemli veçhesi Öcalan’ın dahil olduğu çerçevedir. Öcalan’ın Türkiye’de Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme konularında oyun kurucu bir aktör olduğunu hepimiz biliyoruz. Ayrıca Ortadoğu’daki somut etkisi ve fikri gücünün Türkiye halkları için ön açıcı olduğunu yakından takip eden herkes biliyor. Bunu devletin kendisi de kabul ediyor.
Geçmiş deneyimlerimizden de hareketle, barış talebini toplumsallaştırmak, iktidarı ve devleti çözüme zorlamak için mücadele edeceğiz. Sorunun çatışma ve şiddetten hukuk ve siyasi zemine geçmesi olarak formülize edilen durum, bizim tam da rolümüzü tarifliyor.
43 aydır ağır bir tecrit var, devlet kurumları ‘tecrit’ kelimesini asla kullanmazken Bahçeli’nin ‘tecrit’ kavramını kullanması bu politikanın itirafı olarak mı okumak gerekiyor?
Bu çok aleni bir itiraftır. Yıllarca tecrit kavramının kendisine dair tecrit uygulandı. Ana akım siyasi çevre ve medyada hiçbir şekilde Sayın Öcalan üzerindeki tecridin konuşulmasına izin verilmedi, yok sayıldı.
Bütün hukuki hakları elinden alınan, ailesi ve avukatlarıyla görüşülmesine izin verilmeyen Sayın Öcalan üzerindeki tecride dikkate çeken herkes AKP-MHP iktidarının polis ve yargı eliyle hışmına uğradı. Kürtler başta olmak üzere partimiz ve demokratik kamuoyu ısrarla tecridin kalkması için eylem ve etkinlikler düzenledi. Hakkari’den, Van’dan, Amed’ten, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere birçok kentten insanlar tecridi duyurmak ve kırmak için Gemlik’e aktı. Milyonların ‘tecrit kalksın’ talebi görmezden gelindi. Bu itiraf, hukukun iktidar eliyle nasıl araçsallaştırıldığını da çok iyi gösteriyor.
Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi iktidarı ve siyasi kişileri aşan tarihsel bir zorunluluktur
Tüm bu gelişmeler karşısında partinizin tutumu ve mesajı nedir?
Partimizin tutumu nettir. Biz sorunların muhatapları esas alınarak demokratik müzakereyle çözümünden yanayız. Konjonktürel ve taktiksel yaklaşımların Türkiye’yi bir süre sonra daha riskli denklemlerin içerisine sokacağı hususunda netiz. Mesajımız şudur: Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Kürt meselesinin demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi iktidarı ve siyasi kişileri aşan tarihsel bir zorunluluktur. Bu zorunluluğu ne kadar erken yerine getirirsek, Türkiye halklarına o kadar iyilik yapmış oluruz. Biz müzakereye de mücadeleye de hazırız.
Yine Bahçeli konuşmasında ‘Umut Hakkının’ pazarlık konusu yapılabileceğini söyledi. Oysaki ‘Umut Hakkı’ temel bir haktır. ‘Umut Hakkı’ konuda düşünceleriniz nelerdir?
Amasız fakatsız, Umut Hakkı pazarlık konusu edilemez diyoruz.
Umut Hakkı temel bir haktır ve hukuk buna imkân vermektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2014 yılında Abdullah Öcalan’ın Umut Hakkına dair “ihlal” kararı verdi.
Türkiye hukukunda da bunun uygulanması gerekiyor. Çünkü uluslararası anlaşmalara taraftır ve uygulamakla yükümlüdür.
İktidar cephesinde bu gelişmeler konuşulurken CHP Lideri Özgür Özel, önce Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etti, ardından 6 Kürt ilini dolaşmaya çıktı. Ancak gezi kesintiye uğradı. CHP’nin bu adımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt meselesinin çözümünü tek başına iktidarın insafına bırakmamalıyız. Bu konuda CHP başta olmak üzere bütün toplumsal muhalefetin, emek ve meslek odalarının, demokrasi güçlerinin, aydın, yazar ve sanatçıların daha fazla sorumluluk alması gerektiğini düşünüyoruz. Çözüm ve barış yanlıları müştereklerini daha da arttırmalı.
Özgür Özel’in ve CHP’nin insiyatif alması Kürt sorununun demokratik çözümünde katalizör etkisi yaratabilir. Sayın Özgür Özel’in son günlerde Kürt meselesinin çözümüne dönük olumlu yaklaşımları ve açıklamalarını önemli görüyoruz. CHP’nin Kürt sorununun demokratik çözümü ve onurlu barış konusunda güçlü bir programla kamuoyunun önüne çıkması iktidarı ve devleti çözüm konusunda ileri bir noktaya götürebilir. Cumhuriyetin kurucu partisi CHP’nin sembolik ve siyasi önemi Türkiye’nin tarihsel ve siyasal sorunu olan Kürt sorununda demokratik çözüme katkı sağlayacaktır.
Türkiye’de demokrasiye gidecek yol Kürt kavşağından geçer. Yıllarca bu tarihi ve toplumsal kavşağı görmezden gelenler, inkar edenler çözüldü, görenler ise büyüdü, kritik eşikleri aştı. Tarihte de yakın dönemde de bu gerçekliğe şahitlik ettik. CHP’nin Türk-Kürt ilişkilerinin demokratik bir karaktere kavuşması konusunda daha cesur adımlar atmasına ihtiyaç var.
İktidarın söylemleri ile eylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir yandan ‘Barış’ söylemleri telaffuz edilirken Amed mitingi yasaklandı, cezaevlerinde tutsaklar ağır şartlarda kalıyor ve tecrit devam ediyor. Söylemlerin samimi olması için hükümetin acil olarak ilk yapması gereken nedir?
AKP-MHP iktidarını bir araya getiren Çöktürme Planı’nın çöktüğü apaçık ortada. Peki yerine ne konacak? Bu konuda iktidarın kafası karışık görünüyor. Bu sebeple biz defalarca hem muhalefet partilerinin hem de toplumsal kesimlerin toplumsal barış konusunda insiyatif alması, iktidarı barışa zorlaması gerektiğini söyledik. İktidarın önünde iki yol var. Ya demokratik çözümün gereğini yapacaklar ya da 31 Mart 2024 seçimlerinde aldıkları yenilginin katmerli halini bir hezimet olarak yaşayacaklar. Kendilerinden öncekiler gibi tarihin kaybedenler sayfalarında yer alacaklar. Bu kapsamda, eğer demokratik çözüm niyeti varsa iktidarın ilk yapması gereken şey, Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecridin kaldırılması ve Kürt meselesinin demokratik çözümü ile Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacağı koşulların oluşturulmasıdır.
Parçası olduğunuz demokrasi güçlerinden, toplumsal kesimlerden, sol güçlerden beklentiniz nedir, bu süreçte nasıl bir rol oynamalı?
Bugün küresel siyasetteki gelişmeler uluslararası sistemde fırtınalara yakalanmış durumda. Dünyanın her yerinde hâkim ruh hali ‘belirsizlik’ olarak karşımıza çıkıyor. Çatışma ve savaşlar gün geçtikçe geniş bir alana yayılıyor. Böyle bir tablo içinde düzen sarsılıyor, kutuplaşmalar artıyor. Başta ekonomi olmak üzere her şey türbülansa yakalanıyor. İstikrarsızlık ve kaos derinleştikçe geleneksel yapılar, ortaklıklar dağılıyor; yerini daha esnek ve stratejik ittifaklara bırakıyor. Herkes bu iklimden en az zararla çıkmak için alternatif politikalar üretmek, en iyi birlikteliği sağlamak istiyor. Çaresiz ve örgütsüz kalmak istemeyen halklar, demokratik bir çatı aramaya devam ediyorlar.
Tam da böylesi bir tablodan bakında Türkiye’de mücadele eksenin ne olması gerektiği de beliriyor. Türkiye’de derin bir kriz vardır ve krizin vardığı boyut, tüm toplumu her yönden kuşatmakla kalmayıp, yaşamın irili ufaklı tüm alanlarında somut olarak görülmektedir. Bu kriz ekonomik, sosyal, siyasal, ideolojik, askeri, kısaca yaşamın her alanında büyüyerek sürüyor.
DEM Parti’nin gövdesini oluşturan Kürt demokratik hareketi ile Türkiye’nin devrimci, sosyalist güçleri, Kürdistanî siyasal güçleriyle yapılan seçim ittifakları hep olageldi ve bundan sonra da olacaktır. Ancak asıl olan seçim süreçleriyle sınırlı olmayan, uzun vadeli bir mücadele birliğidir. Bu ittifakın esas güçleri ise iktidar ve kurulu sömürü ve baskı düzeni karşısında konumlanmayı benimseyen güçlerdir.
İnanarak ifade ediyorum. Tam da bugün sol sosyalist siyaset çok daha fazla kenetlenmelidir. Daha kapsamlı birliklerin, ittifakların bugün her zamankinden daha zorunluluk haline geldiği ve aynı zamanda daha elverişli koşullara sahip olduğumuz gerçeği ile karşı karşıya bulunduğumuzun bilinciyle hareket etmek durumundayız. Bu bakımdan az olsun benim olsun anlayışı veya bir alanla sınırlı kalma, hedefi yüksek tutmama hepimize kaybettiren bir sürece dönüşür. İktidarı yeni hamleler yaparken devrimci, demokratik muhalefet yetersiz kalmamalıdır. Sürecin ve dönemin ruhuna denk daha kapsamlı bir demokrasi çatısına ihtiyaç var. Tarihsel sorumluluğumuz var, herkes üzerine düşeni yapmalıdır.
Ömer Öcalan Abdullah Öcalan ile görüştü. Bu görüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz. Öcalan ne gibi mesaj verdi?
Yıllar sonra Sayın Öcalan ile bir görüşme yapılması barış ve çözümden yana herkeste bir umut ve heyecan uyandırdı. Çünkü, İmralı’dan çıkan her ses durgun suya atılan taş gibidir. Bir anda siyaset hareketleniyor, çözüm ve barış imkânı konuşuluyor. Bu sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu ve dünyada birçok devlet ve kesim Sayın Öcalan’ın ne dediğini merak ediyor.
Sayın Öcalan, tarihi Kürt ve Türk ilişkilerinin demokratik bir zemine kavuşması için yoğun bir çaba içerisinde olduğunu belirtmiş. Türkiye’de sağlanacak olası bir çözümün Ortadoğu’daki kaosun da önüne geçilebileceğini paylaşmış. Hem Ortadoğu sahasını çok iyi bilmesi ve teorik yetkinliği birçok çevrenin görmediği riskleri ve imkanları görmesini sağlıyor. Gelişmeleri yakından takip ediyor. Demokratik siyasette kuru kavga yerine müzakere ruhunun büyütülmesi ve siyasetin ciddi bir uğraş olduğu, buna göre davranılması gerektiğini aktarmış.
2 saate yakın yapılan değerlendirmenin özeti, Ömer vekilimizin kamuoyu ile paylaştığı mesajdır. Bu mesajın başta devlet olmak üzere herkese tarafından doğru okunması ve anlaşılması gerekiyor.
Şu an herkesin cumhuriyeti değil kayyım cumhuriyetidir
Ahmet Özer tutuklandı ve Esenyurt’a kayyım atandı. Bu konudaki görüşleriniz nedir?
Türkiye halkları 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde sandıklara giderek kayyım uygulamasının iflas ettiğini ilan etmişti. Buna rağmen AKP-MHP iktidarı tarafından İstanbul’un en büyük ilçesi Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanarak darbeci anlayış bir kez daha hayata geçirilmiştir. Bu apaçık bir darbe ve halklara karşı komplodur.
Biz bu darbeci ve gaspçı zihniyeti Hakkari’den, Diyarbakır’dan, Van’dan ve Kürt halkının iradesine atanan tüm kayyım pratiklerinden biliyor, tanıyoruz.
Cumhuriyet herkesindir diyenler, kent uzlaşısıyla kazanılan Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atayarak halk iradesini tanımadıklarını göstermiştir.
Demokrasinin ve hukukun asgari gerekliliklerini dahi ortadan kaldıran kayyım darbesini tanımıyoruz.
Bu darbeci zihniyete karşı bütün demokratik kamuoyunu halk iradesine sahip çıkmaya davet ediyoruz. Bugün Esenyurt Belediyesi’ne sahip çıkmak, halk iradesine, ortak yaşam idealine sahip çıkmaktır.
İktidarın söyledikleri ile yaptıkları birbirine uymuyor
1 Ekim’den bu yana yürüyen tartışmalarda sessizliğini koruyan Erdoğan, çarşamba günü grup toplantısında konuştu. Bu grupta “Kürt kardeşlerime sesleniyorum” dedi. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Konuşmayı dinledik. Kendi grup toplantısı konuşmamızda da kısmen fikir belirttik. Erdoğan’ın konuşmasını iki eksende değerlendirebiliriz. Birincisi Cumhuriyet’e dair söylediklerinde önemli vurgular vardı. 2015 sonrası ilk defa farklı şeyler ifade etti. Cumhuriyet’e dair söylemleri teorik düzeyde önemliydi. Cumhuriyetin tek bir etnik grubun değil, azın değil çoğun cumhuriyeti olmalıdır sözleri önemli. Fakat söylem ve tutarlılık aynı değil. Cumhuriyet’e dair dediklerinin gecesinde Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atandı. Bu pratiğe bile bakıldığında halen azın çoğunluk üzerinde tahakküm kurmaya devam ettiğini görüyoruz. Böyle olunca sözün pek bir önemi kalmıyor.
İkinci ekseninde Kürt meselesi vardı. Adını koymadığı, muhatabını belirsiz hale getirdiği bir tanım ve niyet beyanında bulundu. “Rabbim ömür ve fırsat verirse bu meseleyi ülkemizin gündeminden tamamen çıkartarak, millete hizmetle geçen 40 yıllık siyasi hayatımızı taçlandırmak niyetindeyiz” dedikten sonra Kürt meselesinin adını ve muhataplarını ifade etmekten kaçan bir anlayış çözümü nasıl getirecek? Muhatapları ayrıştıran, sorunu tanımlamaktan kaçan bir yaklaşım yüz yıllık sorunu nasıl çözecek? Geçmiş deneyimlerden biliyoruz ki, bu yöntem denendi. Başarısız oldu. Halihazırda yüz yıllık mesele orta yerde durmaya devam ediyor.
Röportaj: Selman Çiçek
1 Kasım 2024