
Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, haftalık Meclis Grup Toplantımızda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bakırhan, şunları söyledi:
Roman halkının yanındayız, onlarla dayanışma içindeyiz
Çok değerli kurum temsilcileri, il ve ilçe örgütlerimiz, Kocaeli’den gelen yol arkadaşlarım, değerli misafirler hepinizi saygıyla selamlıyorum. Grup toplantımıza hoş geldiniz. Bugün siz de biliyorsunuz 8 Nisan Dünya Romanlar Günü. Roman halkının gününü kutluyorum. Onların eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesini destekliyorum. DEM Parti olarak Roman halkının haklı taleplerinin her zaman yanında olacağız, dayanışma içinde olacağız. Bütün Roman halkımıza selam, sevgi ve saygılarımı iletiyorum.
İnsanlar başta Saraçhane Meydanı olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında itirazlarını yükseltti
Yine çok önemli gündemlerin olduğu bir grup toplantısında birlikteyiz. 19 Mart’tan bu yana Türkiye’de yeni ve önemli gelişmeler oldu. Çok önemli gündemleri hep birlikte takip ettik. Geniş bir gözaltı dalgası vardı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Mahir Polat’la, belediye başkanları, yöneticiler, sanatçılar ve toplumun çeşitli sınıflarından insanlar gözaltına alındılar, tutuklandılar. Daha sonra bu duruma tepki gösterenler, başta Saraçhane Meydanında olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında itirazlarını yükselttiler. Bu itirazları hep birlikte sokaklarda izledik. Takip ettiğimiz kadarıyla, bu son operasyonla birlikte 2 bine yakın insan gözaltına alındı. Öğrencilerin de içinde olduğu 300’e yakın insan tutuklandı. Geri kalanlar ya ev hapsiyle ya da şartlı salıverilmeyle tutuksuz bir şekilde yargılanıyor.
Gözaltındakilere işkence ve tacizden vazgeçilmelidir
Geçen bu süre zarfında tasvip etmediğimiz, bugüne kadar eleştirdiğimiz ve defalarca bizim de maruz kaldığımız işkence görüntüleriyle karşı karşıya kaldık. Avukatlar rahatlıkla savunma görevlerini yerine getiremediler. Buna da şahitlik ettik. Öğrencilere zaten çok ağır saldırılar oldu. Toplumun vicdanı olan gençler, öğrenciler bu haksızlık ve hukuksuzluk karşısında yine geçmişten bugüne olduğu gibi gerçek onurlu tavırlarını ortaya koydular. Bu nedenle de en çok onlara ağır saldırılar uygulandı. Kimi medya ve yargı organları, en başından bu meseleyi manipüle etmeye ve çarpıtmaya dönük çok yoğun bir çaba içine girdi. Yine bu süreçte kadın arkadaşlara dönük çıplak arama meselesi de gündeme geldi. En son Ankara ve İstanbul Barosu da bu meseleyi eleştirdi. Baroların yaptığı eleştirilere katılıyoruz. Bu bir işkencedir, ki sadece işkence değil aynı zamanda tacizdir. Geçmişten günümüze kadar da vardı. Ama bir türlü bunun varlığını bu meseleyle ilgili olan bakana bir türlü anlatamıyoruz. Bu işkenceden, bu tacizden vazgeçilmelidir. Kadın arkadaşların yanında olduğumuzu, bu meselenin takipçisi olacağımızı ve bu meselenin peşini bırakmayacağımızı belirtmek istiyorum.
Toplum geleceğinin çalındığını söylüyorsa oturup düşünmek iktidarın görevidir
Bir şeyi artık açık ve net bir şekilde ifade etmek gerekiyor. İnsanlar artık keyfiyet halinden, kurumların kişisel hale getirilmiş olmasından, geleceksizlikten, yaşam güvencesinin kalmamış olmasından, kayırmacılıktan bıktı. Muhtemelen bu salondakiler de böyle düşünüyor. Sürekli bir tehdit, sürekli bir baskı altında yaşamak insanları bezdirdi. İnsanlar iradesinin çiğnenmesinden ve onurlarının kırılmasından artık gına getirecek hale geldi. İktidar bir şeyi artık net bir şekilde görmelidir. İnsanlar neye tepkili biliyor musunuz? Türkiye'nin dört bir yanında sokağa çıkanlar neye tepkili? Evet, bir haksızlık ve hukuksuzluk var ama en çok insanlar geleceksizliğe tepkili. Çünkü insanların geleceği çalındı. Bu son operasyonla birlikte Türkiye'nin dört bir yanında herkesin üzerinde ortaklaştığı bir slogan atıldı. İnsanlar diyor ki geleceğimizi çaldınız. İktidarı bu slogana dikkat kesilmeye davet ediyorum. Toplumun 7’den 70’e bütün katmanları, “Geleceğimiz çalındı” diyorsa oturup düşünmek ve bunun yanıtını aramak iktidarın en temel görevlerindendir. Biz de Kürt coğrafyasından biliyoruz. İnsanlar Kürt coğrafyasında “Êdî bese” diyorlardı. Bunu da temel bir slogan haline getirdiler. Çi dibêje gel? Em kevir nîn in, em can in, em mirov in, êdî zilma we bes e dibêje. İnsanlar, “Biz insanız, canız, bizim duygumuz var. Yeter yaptığınız zulüm, yaptığınız baskı” diyor. Bunlar umarım dikkate alınır. Ne diyor yurttaşlar? “Bu kadar hukuksuzluk her şeyi, herkesi çökertir”. Ne diyor demokratik sivil toplum? “Normalleşme herkes için adalet sağlandığında başlar”. Ne diyor öğrenci? “Aşık Veysel’in dediği gibi, beni hor görme kardeşim, sen altınsın da ben tunç muyum?”. Haklılar. Ne diyor yoksul halk? “İnsanlar en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa o sistem ahlaken çökmüştür”. Bunlar uzayıp gidiyor.
DEM Parti’nin tutumu nettir, bütün haksızlıkların karşısındadır
Bir söz var: “Serê xanî qul be binê xanî jî şil e”. Ne diyor? Damın üstü delikse tabanı da ıslak olur. Bu durum ülkede ne yaşadığımızı, kimler tarafından nasıl yönetildiğimizi çok iyi şekilde tarif ediyor. Öğrenci yasaklı, sanatçı konuşunca yasaklı. Kaç bölüm dizi çekiyor bir şey yok, haksızlığa itiraz edince bir anda işinden kovuluyor. Gazeteci yasaklı, avukat yasaklı. Yasaklı da yasaklı. Şu anda cezaevinde ESP’li tutsaklar açlık grevindeler. Buradan onlara da selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Bir an önce serbest bırakılmalılar. Niye açlık grevindeler? Cezaevlerindeki haksızlıklardan ve hukuksuzluklardan kaynaklı. Şimdi S ve Y tipi cezaevleri var, kuyu tipi cezaevleri var. Yani resmen insanları diri diri kuyuya gömüyorlar. Siz bunları yaparsanız, ESP’li yoldaşlar da direnir, açlık grevine girer. Biz de bu kürsülerde Türkiye’nin gerçek gündemi yerine bu haksızlıkları dile getirmek zorunda kalırız.
Değerli arkadaşlar, bütün bu yaşananlar konusunda DEM Parti’nin tutumu nettir. Sağa sola çekmeye gerek yok. Biz haksızlıkların karşısındayız. Bunun için de diyoruz ki tutuklu öğrenciler ve diğer tutuklular derhal serbest bırakılmalıdır. Evet, özellikle öğrenciler serbest bırakılmalı, çünkü vize dönemleri başladı. Vize döneminde öğrencilerin tutukluluğunu devam ettirmek bir yıllarını çalmak demektir. Onun için bu konuda ilgilileri duyarlı olmaya çağırıyoruz. Bu gözaltı avından artık Türkiye çıkmalıdır. Her sabah uyandığımızda Türkiye’nin bir kentinde aslı astarı olmayan gerekçelerle bir gözaltı ağı devam ediyor. Bunlardan vazgeçilmelidir. İnsanlar protesto edebilir. Protesto hakkı, boykot hakkı bir haktır. Dünyanın her yerinde var. Burası dünyadan yalıtılmış bir yer değilse, burada da haksızlık karşısında protesto ve boykot hakkı kullanılabilir. Gayet normaldir. Buna saygı duymak gerekiyor. Kurumlar halkı aleni şekilde tehdit etmekten, halka parmak sallamaktan artık vazgeçmelidir. Kurumun işi tehdit etmek mi, yoksa sokağa dökülenlerin niye döküldüğünün üzerinde durup bir daha olmaması için gerekli zemini yaratmak mı? Bu soruları da soruyoruz.
Sayın Erdoğan’ın 27 yıl önce söylediği sözlerin tamamının altına imza atıyoruz
Şimdi ilginç bir bölüm paylaşacağım. Bundan 27 yıl önceye gideceğiz birlikte. Ama kimin bu konuşmayı yaptığını söylemeyeceğim. Herhalde sona doğru siz tahmin edersiniz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir hatip, 27 yıl önce aynen şu konuşmayı yapmış: “Hukukun siyasallaştırılması ve yargının siyasete alet edilmesi demokrasiyi yaralar. Demokrasi hukuksuz yaşayamaz. Türkiye’de bugün gelinen noktada demokrasinin geliştirilmesine ve hürriyetlerin artırılmasına ihtiyaç var. Fakat ülkemizde tam tersini gözlüyoruz. Bugün Türkiye hızla içine kapanmakta ve millet iradesi görmezden gelinmektedir. Millet ve ülkesini seven herkes bu tehlikeli gidişe dur demekle sorumludur. Şimdi vatanseverlik, demokrasiye sahip çıkmaktır. Yargı artık baskıcı bir rejimin aleti olmuştur. Bu görüntü altında ülkede baskıcı bir düzen kurulmuştur. Sadece ben değil; sanatçılar, siyasetçiler, gazeteciler yargı önüne çıkarılıyor. Oysa ülkemizin insanı özgürce haykırabilmeli, düşüncesini açıklayabilmelidir. Aziz vatan toprağının her karışında adalet istiyoruz. Bunun için demokratik mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz. Provokasyona gelmeyeceğiz ama baskıya da boyun eğmeyeceğiz”. Bunu Deniz Gezmiş dememiş. Devam etmiş: “Adaletsiz kararları ve düşünce özgürlüğü kapsamındaki diğer yanlış kararları kendi çocuklarınıza izah edemezsiniz. Yaşadığımız dünyaya izah edemezsiniz. Bu böyle gitmez. (Bizler de hep diyoruz ya). Zira biz zorbalığa ve baskıya değil, özgürlüğe ve millet iradesine inanıyoruz”. Bunları Selahattin Başkan da dememiş Figen Başkan da dememiş. “Doğruları söyleyebilme özgürlüğünü arıyorum. Çeteleşmiş zihniyetin değil onurlu insanların yönetim anlayışını arıyorum. Adalet, gün gelecek yargıyı siyasallaştıranlara da lazım olacak. Tarih boyunca bu hep böyle olmuş”. Kim demiş bunları 27 yıl önce? Sayın Erdoğan 27 yıl önce bunları söylemiş. Ne zaman söylemiş? Pınarhisar Cezaevine gönderildiği süreçte. Birkaç ay cezaevinde yattığı dönemde bunları söylemiş. Şimdi 27 yıl önce söylenen bu sözlerin tamamının altına hepimiz imza atıyoruz. 27 yıl önce söylenmiş ama bugün boykot eden, sokağa dökülen, iradesine sahip çıkan ve hak arayan herkesin dile getirdiği düşünceleri dile getirmiş. 27 yıl önce söylemek iyi de şimdi söyleyince mi cezaevlerini doldurmak gerekiyor? Cezaevlerinde yer yok, biliyorsunuz değil mi? Yüzde 130’ları geçti doluluk oranı.
İktidara sesleniyoruz: Toplumu karşınıza değil dikkate alın
Evet, Sayın Erdoğan’a diyoruz: Geçmiş unutulmaz, bir yere gitmez. İşte 30, 40 yıl sonra birileri geçmişi insana hatırlatır. Dünün hakikati, bugünün de hakikatidir. Dün söylenenleri bugün milyonlar diyorsa durup düşünmek gerekiyor. Gerçekten milyonlar aynı şeyi söylüyor. Evet, katılıyoruz. Bugün yaşananları dünyaya anlatamayız. Ben Avrupa Parlamentosundaydım bir hafta önce. Emin olun ki anlatamıyoruz. Çok garip geliyor insanlara. Sırf siyasi rakibindir diye insanları tutuklamak nedir? Bu nasıl anlatılır? “Onurlu bir yönetim arıyoruz” diyor insanlar. Bunun neresi suçtur? Sayın Erdoğan da söylemiş bunu. “Doğruları söyleyebilme özgürlüğü arıyoruz” diyor insanlar. Yalan mıdır? Kim doğruyu söyleyebiliyor. TÜSİAD Başkanı bile iki eleştiri yaptı, adamın eline kelepçe vurup gözaltına aldılar. “Hukuk ve yargı siyasallaştı” diyor sokağa çıkan yüz binler. Yalan mı söylüyorlar? Siyasallaşmadı mı bu kukla yargı? Sayın Erdoğan, emin olun ki toplumu baskı altına alma ve en demokratik haklarını engelleme dünyanın hiçbir yerinde karşılığını bulmadı, Türkiye’de de bulmayacak. Bunu böyle bilin. Dolayısıyla, 27 yıl önce söylediğinizi bugün hayata geçirme günü olduğunu size hatırlatmak istiyorum. Bugün Türkiye'nin acil meseleleri var. Demokrasinin aciliyeti, adaletin aciliyeti, demokratik hakların aciliyeti, barışın aciliyeti artık ertelenemez. Yaşadığımız en temel meseleler bunlardır. Suni gündemlerle Türkiye’yi meşgul etmesin kimse. Toplumsal ve siyasal ihtiyaçlar parlamentonun, siyasetin, siyasi yönetimin ve devlet kademesindeki yöneticilerin öncelikli gündemi olmak durumundadır. Tüm bunlardan yola çıkarak, DEM Parti olarak diyoruz ki toplumu, gençleri, kadınları, sanatçıları, emekçileri, Kürtleri, Alevileri karşınıza değil dikkate alın. Artık toplumda karşınıza almadığınız kimse kalmadı.
İktidar siyasi ikbali için Türkiye ekonomisini resmen ateşe attı
19 Mart siyasi operasyonuyla zaten yoğun bakımda olan Türkiye ekonomisine büyük bir darbe yine vuruldu. İktidar siyasi ikbali için Türkiye ekonomisini resmen ateşe attı. Döviz yükseldi, borsa battı. İnsanlar çektiklerini ödemeyecek hale geldi. Geleceğe olan güven zaten yoktu, iyice taban yaptı. İktidar, sırf siyasi operasyonla rakibini bertaraf etmek için 30 milyar dolar satarak her birimizin cebinden 13.500 lirayı aşırdı. Bu operasyonun maliyeti hepimize çıktı. 3 aylık çocuktan 90 yaşındaki insanlarımıza kadar. İktidar temsilcilerine baktığımızda, böyle bir haksızlık hukuksuzluk yok. İktidar yöneticilerine baktığımızda, ekonomik bir sorun yok, yoksulluk da yok. Onlara göre hayat güzel. Haklılar tabii, kendilerine bakarak toplumun bütününü değerlendirince. Niye? Çünkü onlar 15 milyon yardıma muhtaç insanı görmüyor. Çünkü onların derdi 15 milyon yardıma muhtaç insan değil; emekli, emekçi, ekoloji değil. Onların derdi dolar milyarderlerinin rahatını sağlamak, gelirini artırmaktır.
DEM Parti olarak erkenden sizi uyarıyoruz: Emeklilere ve emekçilere ara zam hazırlıklarınızı şimdiden yapın
Sadece 2025’in ilk üç ayında emekli maaşları ne kadar eridi biliyor musunuz? Yüzde 10 eridi. 1455 lira eridi. İlk üç ayda asgari ücret 2223 lira eridi. Bu veriler bizde var. TÜİK nereden veri alıyor, onu da bilmiyorum. Emeklilere ve emekçilere ücret artışı yapılırken dünyanın dört bir yanından zorlukları öne çıkaranlar, kaşıkla verenler şimdi kepçeyle almaya devam ediyor. Buradan iktidara sesleniyoruz: Asgari ücretliye, maaşlara ve emeklilere ara zam hazırlıklarını şimdiden başlatın. Çünkü ocak ayının başında emeklilere ve emekçilere vermiş olduğunuz ücret artışı temmuzda buharlaşacak. Peki, geriye kalan 6 ayda emekliler ve emekçiler neyle geçinecek, nasıl yaşayacak? Onun için DEM Parti olarak erkenden sizi uyarıyoruz. Ara zam hazırlıklarınızı yapın, insanca yaşanılır bir zam yapın. Yoksa insanlar taş mı yesin, ne yesin? Daha birkaç gün önce doğalgaza yüzde 20, elektriğe yüzde 25 zam yapıldı. Ayıptır ya! Hani enflasyon yoktu.
Siyaset birileri için ekonomik kazancın kapısı olmaktan çıkarılmalıdır
Değerli arkadaşlar tabii bir sürü şey konuşuyoruz ama Meclis’in de bu konuda çok önemli üstleneceği roller var. Buradan Meclis Başkanına, parlamentoda grubu bulunan siyasi partilere da çağrımızdır: Bir an önce siyasi etik yasasını çıkaralım. Kamu İhale Kanunu’nu yeniden hazırlamalıyız. Türkiye’de nasıl bir ihale kanunu varsa, ünlü beşlinin dışında kimse büyük ihaleleri alamıyor. Bunu değiştirelim artık. Hak eden alsın. Toplum yararına, kamu yararına olan ihale alsın. Sayıştay’ı özerk hale getirmeliyiz. İktidar belediyelerine gitmek, bir açığı ortaya çıkarmak çok zor. Sayıştay özerk hale gelsin; parti ve kurum ayırmadan, kimin olduğuna bakmadan nerede bir haksızlık ve hukuksuzluk varsa özgür bir şekilde ortaya çıkarsın. Yine Varlık Fonu başta olmak üzere ekonomideki tüm denetimsizlikleri kaldırmalıyız. Kamunun olan kurumlar neden denetlenmesin? Kamunun olan hepimizindir, 85 milyonundur. 85 milyonun olan her şey en son kuruşuna kadar denetlenmelidir. Buna uygun yasaların bir an önce çıkarılması gerekiyor. Çağrımız açıktır: Artık siyaset birileri için ekonomik kazancın kapısı olmaktan çıkarılmalıdır.
Barış bekleyerek gelmez; bu rehavete ve sessizliğe artık son verilmeli
Türkiye’nin belki de Ortadoğu’nun en temel gündemi olan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na ilişkin de birkaç şey söylemek istiyorum. Bakın Sayın Öcalan 27 Şubat’ta bir çağrı yaptı. Üzerinden 40 gün geçti. Eskiler 40’ı devirmek diyorlardı. Resmi anlamda 40 gündür aslında barışı konuşuyoruz. Gerçekten yeni bir başlangıç olduğunu söyledik. Sizlere umut verdik. Kürt halkı, Türkiye halkları hiç olmadığı kadar barış için kenetlenmiş durumdadır. Newroz meydanlarında emekçiler ve halklar Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı desteklediklerini dile getirdi. Destek verdiler, ses verdiler. Dünyanın gözü kulağı artık Türkiye’de yani devlette, iktidarda. Onların atacağı adımlarda. Fakat beklenen adımlar konusunda bir rehavet ve rahatlık var. Bir bekleme durumu söz konusu. Türkiye'nin en temel meselesi tartışılıyor ama bir bekleme durumu var. Bekleyerek dünyanın neresine barış gelmiş, bilen var mı acaba? Bunun bir örneği varsa söylesinler, biz de rahat rahat evimizde oturalım. Nasıl olsa barış gelecek diyelim. Madem 40’ı devirdik, bu konuda artık bizler yeni şeyler duymak, yeni şeyler konuşmak istiyoruz. Bu sadece DEM Parti’nin değil bütün toplumun talebidir. En baştan beri, demokrasi korkulacak değil sahiplenilecek bir değerdir, onurdur dedik. Korku değil, cesaret zamanıdır dedik. Gerilimden değil demokratik uzlaşı ve barıştan yanayız dedik ve demeye devam edeceğiz. Fakat sürecin selameti ve sağlığı açısından herhangi bir adım atılmadı. Yürütme erki tarafından topluma güven ya da güvence verecek bir duruş sergilenmiyor. Biz de doğal olarak soruyoruz: Barış korkulacak bir şey midir? Barış utanılacak bir şey midir? Barış, yenme-yenilme ikileminde küçük dar siyasi hesaplara kurban edilecek bir şey midir? Barış beklenerek, zamana yayılarak kendi kendine gelen bir olgu mudur? Yoksa büyük çaba ve emek işi midir? Bu soruları, sizin huzurunuzda başta iktidar olmak üzere yönetenlere soruyoruz. Barışı konuşmaktan uzak durdukça, erteledikçe yetmezmiş gibi İstanbul’da olduğu gibi antidemokratik uygulamaları artırdıkça nasıl güven tesis edilecek? Kürtler, emekçiler nasıl inanacak? Eşit ve özgür yurttaşlık böyle sağlanabilir mi? Lütfen iktidardan bir kişi çıkıp sorduğumuz bu sorulara cevap versin. Siz de merak etmiyor musunuz? Bekleyerek, durarak, izleyerek barış geliyorsa, bizi ikna etsinler. Bu rehavete, bu sessizliğe artık son vermek gerekiyor.
Barış için ilk adım tecridin kaldırılmasıdır
Bayramda Sayın Öcalan ve yanındaki arkadaşları aileleri ziyaret etti. Sağlık ve moralleri yerindeymiş. Herkese aileler aracılığıyla selam ve sevgilerini göndermişler. Biz de buradan selam ve saygılarımızı gönderiyoruz. Ailelerle yaptığımız görüşmelerde ortaya çıkan bir gerçeklik var ki tecrit hala devam ediyor. Silahların susmasının konuşulduğu, Cumhuriyet tarihinin en büyük olayını tartıştığımız şu günlerde ne yazık ki tecrit hala devam ediyor. Gerçekten bütün siyasi kimliğimden bağımsız olarak samimiyetimle söylüyorum. Cumhuriyetin en önemli meselesi tartışılacak ama bu meselenin aktörü hala tecrit altında olacak. Ya böyle bir saçmalık olabilir mi arkadaşlar? Anlam vermekte insan zorlanıyor. Barış isteniyorsa tecrit niye sürüyor? Bu nasıl açıklanabilir? Bir an önce barış için ilk adım olarak tecridin kaldırılması, son bulması gerektiğini belirtmek istiyorum.
Toplumsal barışın önündeki engeller lafla değil somut ve cesur adımlarla ortadan kaldırılmalıdır
Barış ve demokratikleşme süreci tutarlılık ve samimiyet ister. Tıpkı bizim yaptığımız gibi. Bir yandan barış ve çözüm denilirken, diğer yandan da bu süreç yokmuş gibi davranmak, tecridi sürdürmek kabul edilmez. Sayın Öcalan kalıcı çözüm için çalışırken, bu kadar çaba sarf ederken, bu çabalara karşı bu duyarsızlık da başta Kürt halkı olmak üzere çözüme inanan herkeste kaygıları artırıyor. İktidarın bu hassasiyeti doğru anlamasını, doğru okumasını ve buna göre davranmasını bekliyoruz. Sayın Öcalan’ın çalışma ve iletişim özgürlüğü güvence altına alınmalı. Toplumsal barışın önündeki engeller lafla değil somut, güven verici ve cesur adımlarla ortadan kaldırılmalıdır. “Dar bi xweziyê şîn nabe” diyor Kürtler. Yani, ağaç sadece temenni ederek yeşermez. Bu devletin en büyük sorunu da budur. Bir şey söylüyor ama gereklerini yapmıyor. Umarım önümüzdeki günlerde bu söylediğimiz şeyleri de dikkate alarak gerekenleri yaparlar. Tarihin bizi izlediği çok önemli bir kavşaktayız, 100 yıllık bir eşikteyiz. O halde bu tarihi döneme uygun adımlar atılmalıdır.
Eşit ve özgür yurttaşlık ilkesi yasalarla güvence altına alınabilir
Geçen hafta, TBMM tarihe not düşsün önerisinde bulunduk. Bir güven ve demokrasi paketiyle TBMM sürece öncülük etsin dedik. Birkaç öneride bulunup konuşmamı bitirmek istiyorum. Eşit ve özgür yurttaşlık ilkesi hem söylemde hem de uygulamada somut yasalarla güvence altına alınabilir. Meclis acil gündemle toplanıp Demokratik Dönüşüm ve Barış Kanun Teklifi hazırlayabilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı tüm partilerle görüşerek bir uzlaşı metni hazırlayabilir. Tüm siyasi partilerin katılımıyla sürecin siyaset zemininde sahiplenilmesi ve barışın toplumsallaştırılması için özel kanunla kurulmuş ve tam yetkilendirilmiş bir özel komisyon kurulabilir. Silahsızlandırma süreci özel bir yasayı gerekli kılmaktadır. Bu konuda acilen bir şeyler yapılmalıdır. Silahsızlandırılsın ama nerede, nasıl? Silah bıraktıktan sonra ne olacak? Bu sorulara şimdiden çalışmak ve cevabını vermek gerekiyor. Kayyım uygulamaları kaldırılarak kalıcı değişiklikler yapılabilir. Seçilmiş ve şu anda cezaevinde olan belediye eşbaşkanları tutuksuz yargılanabilir, görevlerine iade edilmeleri sağlanabilir. Hasta tutsakların salıverilmesi sağlanabilir ve şartlı tahliye zamanı geldiği halde infazları yakılan siyasi tutsaklara dönük hukuksuzluklara son verilebilir. Hasta tutsaklar meselesi Türkiye’nin temel gündemi oldu. Cezaevlerinden neredeyse her gün bir cenaze çıkıyor. Ayıptır, yazıktır, günahtır. Devlet olmak, devlet yönetmek böyle bir şey değil. “Benden olmayan çürüsün, tedavi olmasın, yaşamını yitirsin”. Bu hiçbir devlet geleneğine sığacak bir şey değil. Dünyada, tarihte eşi benzeri olmayan bir şeydir bu. Başka bir şey daha var. Cezasını tamamlamış insanlar bırakılmıyor. Cezaevi İdare Kurulu diye bir şey var; cezaevinin berberini, memurunu, psikoloğunu koymuşlar, cezasını tamamlayan tutsaklar hakkında onlar karar veriyor. Neye dayanarak karar veriyor? “Sen çok kitap okumuşsun. Sen çok spor yapıyorsun. Sen niye halay çektin? Sen niye türkü söyledin diye?” diyerek insanların infazları yakılıyor. 21. Yüzyılda, Kürt meselesini konuştuğumuz bu dönemde artık bu uygulamalar son bulmalıdır.
Sayın Öcalan'ın özgür çalışma şartları düzenlenmelidir
Umut hakkının gündeme alınması önemlidir. Sayın Öcalan tarihte eşi görülmemiş bir sorumluluk alarak büyük bir yükün altına girmiştir. Sayın Öcalan'ın özgür çalışma şartları hayati olup düzenlenebilir. Siyasi görüşler suç kapsamından artık çıkarılmalıdır. Örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılabilir. Herkesin başına bela olmuş olan Terörle Mücadele Kanunu artık değişmelidir. Toplumun temel talebi haline gelmiş bir meseledir. Bu konuda Meclis acil adım atabilir. Bütün bunların başında da Anayasa 90’a 5 fıkrası uyarınca AİHM ve AYM kararlarının bir an önce uygulanmasını öneriyoruz. Daha pek çok somut şey sayabiliriz. Biz geçmiş yıllarda da çok somut öneriler sunduk, bugün de yüzlerce somut öneri sunabiliriz. Bu konuda maşallah komisyonlarımız ve partimiz iyi çalışma yürütüyor. Yeri ve zamanı geldiğinde bu önerilerimizi söylemeye devam edeceğiz. Unutulmamalıdır ki siyasetler, iktidarlar, konjonktürel gündemler gelip geçicidir; çok gördük bunları. Kalıcı olan halklardır, halkların iradesidir, onurlu barış mücadelesidir. Kalıcı olan, onurlu barışa emek harcayanlardır.
Biz iktidar gibi rahat değiliz, kaygılıyız; istiyoruz ki Türkiye tercihini barıştan, demokrasiden ve özgürlüklerden yana yapsın
Şimdi, bu sistemi hep birlikte inşa edelim diyoruz. Biz buna hazır olduğumuzu huzurlarınızda bir kez daha tekrar etmek istiyoruz. Evet, değerli arkadaşlar, niye acele etmeliyiz? Çünkü biz rahat değiliz iktidar gibi. Niye kaygılıyız? Çünkü biz istiyoruz ki bu topraklarda, Türkiye'de yaşayan halklar, emekçiler, ezilenler bu süreci ıskalamasın; barış olsun, 100 yıl daha insanlar sorunlarından dolayı kavga etmesin. Devlet enerjisini ve ekonomisini insanların demokratik taleplerini bastırmak için kullanmasın. Çünkü Türkiye bir yol ayrımındadır. Onun için acele ediyoruz. Biz istiyoruz ki Türkiye tercihini barıştan, demokrasiden ve özgürlüklerden yana yapsın. Onun için kaygılıyız, onun için acele ediyoruz. Em dibêjin aştî av e, nan e, em dibêjin çareserî derman e. Dest dest bi dest, dil bi dil, hêvî bi hêvî em ê bi ser bikevin. Em bi we bawer in, em bi xwe bawer in, em bi gelê xwe bawer in. Serkeftin ji me gişan re. Bimînin di xêr û xweşiyê de.
8 Nisan 2025