Bakırhan’dan Bahçeli’ye yanıt: İmralı’nın kapılarını açın, Sayın Öcalan’ın ne diyeceğini biz de sizin gibi merak ediyoruz

Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, haftalık Meclis Grup Toplantımızda güncel gelişmeleri değerlendirdi. Bölgesel gelişmelere de değinen Bakırhan, şunları söyledi:

Adaletin ve barışın teminatı DEM Parti bir yaşında 

Merhaba hun bixêr ez we slav dikim. Hun serseran serçavan hatin. Hepiniz hoş geldiniz. Bugün DEM Parti bir yaşına girdi. Yaşımız civan olabilir ama mücadele tarihimiz yüzyıllar öncesine dayanıyor. DEM Parti halklarımıza ve bize hayırlı olsun. İyi ki DEM Parti var. DEM Parti adaletin, barışın ve insanca yaşamanın teminatıdır. Öyle olmaya ve kalmaya devam edecek. Bir yıllık süreç içerisinde dokunmadığımız, birlikte olmadığımız, omuz omuza mücadele etmediğimiz ne bir sınıf ne bir kimlik ne bir inanç kaldı. Arkadaşlarımızla birlikte yeri geldi Urfa’da tarım işçileriyle, yeri geldi Tekirdağ’da fabrika işçileriyle, yeri geldi Bursa’da ekolojistlerle ve doğasına sahip çıkanlarla bir araya geldik. Amed’de barış isteyen kadınlarla ve gençlerle bir araya geldik. Cizre’de gençlerle bir araya geldik. Ülkenin bir ucundan bir ucuna dokunmadığımız, birlikte mücadele etmediğimiz neredeyse kimse kalmadı. Bu ülkenin her tarafı bizim, bu ülke bizim. Bu ülkede yaşayan her insanla bir gönül bağımız var. Bundan ötürü, bu kapsayıcı siyasetinden ötürü DEM Parti bir Türkiye partisidir ve öyle de kalmaya devam edecek. DEM Parti ezilen Kürt halkının yanında olduğu gibi, ezilen, kimliği yok sayılan Uygur Türklerinin, mazlum Filistin halkının, Şengal’de katliam tehdidi altında bulunan Êzidilerin, Ermenilerin, katledilen kadınların, Alevilerin, doğa hakkını savunan halkların ve inançların hakkını savundu, savunmaya devam edecek. 

Me gelek ba û bager dît lê em neşikestin

Köklerimiz Türkiye’de ama bütün mücadele umudumuz bütün dünyadadır. Bizim yolumuz, cumhuriyet diyerek oligarşiyi kuranların yolu değil; bizim yolumuz, mazlumuz diyerek zalimlik makamını işgal edip insanları perişan edenlerin yolu da değil. Bizim yolumuz, daha önce de belirttiğimiz gibi, Üçüncü Yoldur. Emekçilerin, ezilenlerin, bu ülkede yaşayan herkesin eşit ve adil bir şekilde bir arada yaşayacağı demokratik bir cumhuriyet yoludur. DEM Parti Kürtçe bir şarkıda geçtiği gibi “Me gelek ba û bager dît lê em neşikestin” tanımına en iyi uyan partilerden biridir. Herkes bilsin ki farklı yapısı ve güzel kokusuyla DEM Parti bir lotus çiçeği gibidir; toz tutmaz, kir tutmaz, pas tutmaz. Toprakta ve güneşte var olmaya devam edeceğiz. Her biji size, her bijî DEM Parti’ye gönül veren halklarımıza! Türkiye’de siyaset yapanlar, DEM Parti kadar bu toplumu ve geleceğini düşünseydi, bugün içerisinde bulunduğumuz siyasal ve toplumsal çürümeyi yaşamıyor olacaktık. Ne yazık ki Türkiye’de siyaset, toplumun mevcut geldiği noktaya hem duyarsız hem de sorumlu bir noktada bulunuyor.

İnsanı yok sayan düzene karşı durmaya devam edeceğiz

Bakın bu ülkede insanlar artık umudunu yitiriyor. Yoksul yoksulluğuyla baş başa kalmış, adalet arayanlar biçare bir şekilde ne yapacaklarını bilmiyor. Emekliler zaten çoktan açlığa mahkum edilmiş. Çeteler, başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanını esaret altına almış. Kadınlar sokağa çıkamıyor. Her gün kadınlar katlediliyor. Her gün gençler katlediliyor. Artık çocuklarımız güvende değil. Her sabah bu haberleri okudukça insanlığımızdan utanır hale geldik. Asıl utanması gerekenler, bu çürümüşlüğe, yoksulluğa ve adaletsizliğe karşı henüz bir şey diyemiyor. Bir şey yapmıyorlar. Biz, dün olduğu gibi bugün de Kulp’un Kasor havzasında günlerdir doğası için direnen köylülerin yanındayız. Çıplak ayaklarıyla bugün Meclis’e yürüyen emekçilerin, işçilerin yanındayız. Sokaklarda kadınların katledilmesini önlemek için onların sesi ve soluğu olan kadın yoldaşlarımızın yanındayız. Hep birlikte bu çürümeye, insanı yok sayan bu düzene karşı durmaya ve mücadele etmeye devam edeceğiz. 

Bizler bu ülkenin asıl sahipleriyiz

Bu ülke bizim, herkes bunu böyle bilsin. Kürtler, emekçiler, ezilenler olarak bu ülkenin asıl sahipleriyiz. Bu ülke milliyetçilik yapan ama çürümeye göz yumanların ülkesi değil. Emin olun ki bizim olan bu ülkenin demokrasiyle buluşması için, bu çürümenin önlenmesi için elimizden gelen bütün çabayı ortaya koyacağız. Türkiye koca bir sefalet ve suç meydanına dönmüşken, bu iktidar vergi ve ihale vurgunu peşinde koşuyor. Onların derdi, sokakta her gün katledilen kadınlar değil, uyuşturucu belasının Kars’tan Edirne’ye kadar esir aldığı gençler değil, geçinemeyen emekliler değil; onlar yandaşlara ihale vermekle, yeni yeni vergiler koymakla uğraşıyorlar. Bazen biz de şaşırıyoruz. Öyle olaylar oluyor ki insan anlamakta güçlük çekiyor. Daha geçen hafta dünyada eşi benzeri olmayan bir vergiyi hayata geçirdiler. Trajikomiktir ki bu iktidar kredi kartı limitinden bile vergi alma fikrini ortaya koydu. Kredi kartı limitinden vergi almak çok “dahiyane” bir buluş! Aslında bu dahiyane buluşu bulanlara Nobel vermeleri gerekiyordu! Neymiş, kredi kartı limitinden aldıkları vergiyle çelik kubbe kuracaklarmış. Yahu kardeşim, o çelik kubbeyi emekçinin, yoksulun 750 lirasıyla kurmayacağını zaten hepimiz çok iyi biliyoruz. Rant verdiğin, ihale verdiğin, vergi indirimi yaptığın sermayeden alabilirsen belki çelik kubbeyi kurabilirsin. 

Kredi kartı limitinden 750 TL vergi alma fikrinden bir an önce vazgeçilmelidir


Emekçinin 750 lirasıyla olsa olsa tekrar sermayeye peşkeş çekilecek bir vergi indirimi yapabilirsiniz. Hükümet, kredi kartı limitinden vergi alma kararından bir an önce vazgeçmelidir. Haklarını yemeyelim, sadece böyle dahiyane buluşlar bulmuyorlar. Bu iktidar ihale işlerini de çok iyi biliyor. Tasarruf diyerek öğrenci servislerini kaldırıyorlar, okullardaki temizlik hizmetlerini kaldırıyorlar ama çok sevdikleri firmalara ihale vermeye devam ediyorlar. Bakın, bunu ilk defa duymuş olacaksınız. Daha geçen gün bir yandaş holdinge piyasa değeri 100 milyar lira olan bir maden sahasını 3 buçuk milyar liraya verdiler. Yani 100 milyar lira yerine 3 buçuk milyar lira aldılar. İşte aslında bununla çelik bir kubbe kurabilir Ekonomi Bakanı ama orada değiller. Onların gözü bizim ceplerimizde olduğu için yandaşın rantına karışmıyorlar. Değerli iktidar mensupları, zahmet edip o 3 buçuk milyarı da almasaydınız. Yandaşa o da kalsaydı. Beleş verseydiniz. Kim size ne diyecekti? Zaten “han sizin, hamam sizin” gibi ülkeyi yönetiyorsunuz; bari o parayı da alıp kendinizi rezil etmeseydiniz. İşte ülkenin tablosu bu. 

Barış ve adaletin sağlanması için acilen adım atılmalıdır

Cezaevlerinde kalan yüz binlerce insanın karnını doyuramıyorlar, su bile veremiyorlar, doktor bulundurmuyorlar ama yandaşa habire ihale veriyorlar, peşkeş çekiyorlar. Adalet arayanların çağrısına cevap vermiyorlar. Yani bu ülke her anlamıyla çökmüş ve çürümüş halde, siyasal ve toplumsal anlamda en dipleri yaşıyor. Gittiğimiz her yerde halk değişim istiyor. Değişim artık Türkiye için bir zorunluluktur. Hiç kimsenin ikinci yüzyılda bu halkı adaletten, demokrasiden ve aştan yoksun bırakmaya hakkı yoktur. Tek bir alanda yapılan haksızlık bile zehir gibi bütün topluma yayılıyor. Bu zehrin topluma daha fazla yayılmaması için bir an önce bu iktidarın, muhalefetin ve Meclis’in barış ve adaletin sağlanması için acilen adım atması gerekiyor. Adaletin olmadığı, barışın olmadığı, denetleme sisteminin olmadığı bir yerde 100 milyon liralık bir ihaleyi 3,5 milyara verirler, emekçinin cebinden 750 lira çalmak için kredi limitine vergi koyarlar. Hepimize büyük görevler düşüyor. Sizin aracılığınızla Türkiye’deki bütün Türklere, Kürtlere, herkese seslenmek istiyorum: Ey Türkler, ey Kürtler, Aleviler, Sünniler, muhafazakarlar, farklı inançta olanlar; artık buna dur diyelim, hepimize büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Yarın öbür gün evimizde oturuyoruz diye de vergi koyabilirler. Bunlar uzak günler değil. Onun için hep birlikte sorumluluk alıp değişmesi gereken ama değişmemekte ısrar eden bu sistem karşısında değişimi zorlamalıyız. Bu değişimi sağlamak için bir araya gelip mücadele etmeliyiz. 

İslamiyet’in özüne sahip çıkanlar bir an önce iktidarın değişmesi için sessini yükseltmelidir

Buradan birkaç kesime de özel çağrı yapmak istiyorum. Özü barış olan İslamiyet’e iman eden kardeşlerime sesleniyorum. Aranızdan birileri, sizin mağduriyetinizi kullanarak iktidar oldu. Kendisine muhafazakarım diyenler, iktidarın nimetleriyle sınandı ama sınıfta kaldı. Çünkü “mağduruz” diyerek geldiler milyonlarca mağdur yarattılar, aç ve yoksul yarattılar. Müslüman mütevazi yaşar ama biz onların ne cebini ne de midesini bir türlü doyuramadık. Doymadılar bir türlü. Müslüman kul hakkı denildiği zaman hazır ola geçer ama bunlar ne kulu ne hakkını tanıyorlar. “Biz bir hırka bir lokma geleneğinden geliyoruz” dediler. Hatırlarsınız, Sayın Cumhurbaşkanı bir zamanlar bunu söylemişti. Ama milletin üstünde hırka, midesinde lokma bırakmadılar. İnananlar, İslamiyet’in özüne sahip çıkanlar, bir an önce iktidarın değişmesi ya da doğru yola gelmesi için; eşitlik, adalet ve demokrasi için seslerini yükseltmelidir. Haksız olana haksız, yanlış olana yanlış, doğru olana hakkını vermek dini bize öğretenlerin ilk öğrettiği şeylerden biriydi. Kendisine inananım diyenlerin, Alevi’nin hakkını araması, hukukunun koruması gerekiyor; Süryani’nin güvende yaşaması için bir çaba içinde olması gerekiyor. 

En fazla da yaşam tarzına müdahale edildiğini düşünen yurttaşlarımızın duyarlı olması gerekiyor

Hangi dinden ve etnik gruptan olursa olsun bu ülkede yaşayan insanların kardeşçe bir arada yaşaması için sorumluluk alması gerekiyor. Onun için inanan kardeşlerime bu mevcut kötü tablonun değişmesi için büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Onlar da elini taşın altına koymalıdır. Bu yanlış giden, emekçiyi yoksullaştıran, ülkeyi çatışma ve savaş bataklığa sürükleyen anlayışa en önce onlar itiraz etmelidir. Yine yaşam tarzları ve inançları nedeniyle ülkenin gidişatından rahatsız olan kardeşlerime de seslenmek istiyorum. Hiç kimse bir vesayete karşı çıkarken başka bir vesayete sarılmamalıdır. Vesayet vesayettir. Ne geçmişin vesayeti ne de şimdi kurulan vesayet bizim yararımıza, halklarımızın ve Türkiye’nin yaranına değildir. Bizim yararımıza olan, kim tarafından oluşturulursa oluşturulsun vesayete karşı çıkmaktır. Bir tarafın 6 dediğine diğer taraf 9 diyor ve toplumu ikna etmeye çalışıyorlar. 6 diyenler toplumun kendisine inanmasını, 9 diyenler toplumun kendisine inanmasını istiyor. Kıran kırana bunun mücadelesini yürütüyorlar. Bir kısır döngüdür almış başını gidiyor. Hangi vesayet iyidir bize yedirmeye çalışıyorlar. Empatiden yoksun bir toplumda, işte böyle vesayet gelişir. Farklı bir açıdan artık herkesin bakması lazım. En fazla da yaşam tarzına müdahale edildiğini düşünen yurttaşlarımızın duyarlı olması gerekiyor. Her birimiz kendimizi Emine Şenşayar’ın, çıplak ayakla yürüyen Fernas işçilerinin yerine koymalıyız. Her birimiz kendimizi cezaevinde haksız yere yatan ve tedavi edilmediği için yaşamını yitiren insanların ailesinin yerine koymalıyız. Türkiye bu günlere empati yoksunluğundan dolayı geldi. 

Vesayet yerine barışı ve demokrasiyi savunmamız gerekiyor

Onun için seküler yaşam sürdüren ve bu konuda kaygısı olan arkadaşlarımız da geçmişin ve şimdinin vesayeti arasında bir seçim yapmak yerine adaleti ve demokrasiyi savunmak durumundadır. İkinci yüzyılda kardeşçe bir arada yaşamamızı savunmak durumundadır. Bugün barışı savunmak, demokratikleşmeyi savunmaktır. Demokratikleşme; yalanın, yanlışın, rantın ve inkarın olmadığı bir sistemin oluşması demektir. Onun için vesayeti savunmak yerine barışı ve demokrasiyi savunacağız, savunmamız gerekiyor. Bugün sizin de mağdur olduğunuz bu ülkede İlk Meclis’in ruhunu esas alarak, Kürt’ün hakkını ve hukukunu tanıyarak gerçekten demokratik bir cumhuriyete ulaşabiliriz. Türkiye’nin bütün renkleri o çatı altında, İlk Meclis’te vardı. Herkes geleneksel ulusal giysileri ve kendi diliyle o mecliste oturdu. Sonrasında tek renge, tek inanca büründürülen ve zorla dayatılan bir vesayetle her birimiz karşı karşıya kaldık. Bu vesayeti savunanlara, Çanakkale’deki mezarlığı hatırlatmak isterim. O mezar taşlarında Amed’den Muş’a kadar, Siirt’ten Kars’a kadar Kürt yurttaşların da ismi var. En önemlisi de bugün “teröristan” dediğiniz Kobanîli yurttaşların isimleri de o şehitlikteki mezar taşlarında yazıyor. Yani bu ülkeyi savunanlar, aslında o mezar taşlarında isimleri bulunan Kürtlerdir, Türklerdir, Araplardır, bu ülkede yaşayan 85 milyon insandır. Çanakkale Şehitliğinde yatan yurttaşlarımızın etnik ve inanç kimliklerine bakarak daha kapsayıcı, herkesin kendi rengi ve kimliğiyle yer aldığı bir yönetim biçimini, bir demokratik cumhuriyeti inşa etmek hepimizin önündeki en temel sorumluluklardan biridir. Kimi muhalefet liderleri dile getirdi, biz de tekrar ediyoruz: Gelin, bugün İlk Meclis’in ve 1921 Anayasasının ruhunu aşacak bir çaba içerisinde olalım. Gelin, demokratik, laik ve adil bir cumhuriyeti hep birlikte kuralım. Bu çağrıyı biz de yeniliyoruz. 

CHP statükoya sığınmadan, çözüm karşıtı bir yere savrulmadan çözümün yanında olmalıdır

Ana muhalefet partisine bu süreçte çok büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Özellikle ana muhalefet partisinin Kürt meselesinin demokratik çözümünde çok kıymetli bir rol oynayabileceğini belirtmek istiyorum. CHP statükoya sığınmadan, çözüm karşıtı bir yere savrulmadan bu ülkede Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin temel meselelerinin demokratik bir şekilde çözülmesi için çözümün yanında yer almalıdır. CHP eğer böyle davranmazsa sadece ülkemize değil, aslında geleceğimize de büyük bir zarar vermiş olur. En fazla da statükoyu savunarak ve Kürt meselesinde bir çözüm programı ortaya koymayarak kendisine büyük kötülük yapar, kendisine büyük kaybettirir. 

Parlamentoda bulunan bütün siyasi partilere çağrı yapmak istiyorum: Gelin, Meclis çatısı altında barışı ve demokrasiyi, hak talep edenlerin haklarını bu yasama dönemi içinde beraber tartışarak, müzakere ve diyalogla hayata geçirelim. Türkiye’nin çözüm bekleyen en büyük meselesi Kürt meselesidir. Bunun için bir kaşif olmaya gerek yok. Bu mesele bizim de iktidarın da kabul ettiği bir meseledir. Kürt meselesinin çözümü de Türkiye’ye kazandırır, emekçilere kazandırır, hepimize kazandırır. Savunmaya harcanan 3 trilyon doların emekçilere, emeklilere, bu ülkede yaşayan yoksullara harcanması anlamına gelir. Çözüm karşıtlığı ise siyasetin zehirlenmesidir. Hiçbir siyasi parti, çözüm karşıtlığı yaparak siyaseti zehirlememelidir, bunun bir parçası olmamalıdır. 

Şimdiden “Kürtler iktidarla anlaştı” diyenler, olası diyalog kapılarını kapatmaya çalışanlardır

Kürt meselesinde bir tartışma olduğu zaman, kimileri bir düşünce beyan ettiği zaman, hemen bir koro hep bir ağızdan “Kürtler iktidarla anlaştı” diye tartışır durur. Artık bu sendromdan Türkiye’yi kurtarmak gerekiyor. Bu bir siyaset değildir, başkası yerine konuşmaktır. Kürt kiminle konuşur, kiminle oturur, kimin elini tutar buna kendisi karar verir. Kaldı ki kimseyle oturup konuştuğumuz, kapalı kapılar arkasında bir şeyler çevirdiğimiz de yok. Dolayısıyla en başından “Kürtler iktidarla anlaştı” diyenler, oluşabilecek diyalog zeminine bir bariyer koyarak bu ülkenin çözümsüz bir şekilde devam etmesini istiyorlar. Yine siyasi partilere, feministlere, ekolojistlere, işçilere, emekçilere, emek ve meslek örgütlerine, STK’lara, işçi sınıfına, herkese çağrımızdır: Barışı, demokrasiyi ve adaleti muktedirlerin insafına bırakmayalım. Emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin bir araya gelmediği, birlikte taleplerini yükseltmediği her yerde muktedirler bizim geleceğimiz hakkında karar verirler. Onların verdiği karar taleplerimizi kapsamıyor. O nedenle, gelin, barışı biz toplumsallaştıralım ve elimizi taşın altına koyarak bu ülkenin temel sorunlarını çözmek için omuz omuza mücadele edelim. 

CHP, Kürt sorununun çözümü için ne düşündüğünü, ne önerdiğini açıklamalıdır

Siyaset, demokratik uzlaşı ve müzakeredir. Siyaset el kırma yeri değildir. Siyaset, söz kurma ve sorunları çözme yeridir. Ne iktidarın anayasayı şahsi çıkarları doğrultusunda araçsallaştırmasını ne de statüko adına sağa sola parmak sallayarak insanları tehdit eden anlayışları kabul etmiyoruz. Türkiye’nin demokratik, özgür, adil ve birlikte yaşama ihtiyacı var, Türkiye’nin barışı toplumsallaştırmaya ihtiyacı var. Bu konuda CHP’nin de tarihsel bir rol oynayacağını, oynaması gerektiğini belirtmek istiyorum. Gerçekten CHP Türkiye’nin en önemli meselesi olan Kürt meselesi konusunda ne düşünüyor? CHP iktidarın bu meseleyi araçsallaştırdığını düşünüyorsa, kendi çözüm önerilerini de ortaya koymalıdır. CHP 89’larda, 90 sonrasında Kürt meselesine dair raporlar yayımlardı. Eleştirmek ve reddetmek yerine, oluşabilecek bir sürecin önüne bariyer koymak yerine, buyurun, Kürt meselesini nasıl çözeceksiniz? Meclis’in Kürt meselesinin çözümünde oynayacağı rol nedir? Açıklayın bunu. Türkiye halkları da biz de görmüş olalım. 

Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin demokratik bir düzene, barışa ihtiyacı var. Bunun yol ve yöntemi de bellidir. Bunun yolu demokratik müzakeredir. Demokrat müzakerenin sorunları çözebileceğine inanan bir gelenekten geldiğimiz için her seferinde dile getirmeye devam edeceğiz. Herkes iyi bilsin ki siyaseti özgür olan ülke ve bölge huzura kavuşabilir. 

Bir taraftan elinizi uzatıp bir taraftan Kürtlerin koluna ters kelepçe vurarak Türkiye barışını sağlayamazsınız  

Amed Büyükşehir Belediye Başkanımız Adnan Selçuk Mızraklı’ya bir ceza verildi. Bir gün bile cezaevinde kalmaması gereken arkadaşımıza 9,5 yıl ceza verildi. Hemen peşinde Siirt’te, Iğdır’da, Antep’te siyasetçi arkadaşlarımız gözaltına alınarak tutuklandı. Ellerine kelepçe vuruldu. Bir taraftan elinizi uzatıp bir taraftan Kürtlerin koluna ters kelepçe vurarak Türkiye barışını sağlayamazsınız. 100 yıldır zaten Kürtleri, ezilenleri polisle ve mahkemelerle muhatap ettiniz. Polisleriniz, ters kelepçeleriniz, mahkemeleriniz bu meseleyi çözseydi, bugün biz bu çatı altında olmayacaktık. Demek ki çözmedi, demek ki çözmüyor. Bizim muhatabımız kelepçeler, cezaevleri, mahkemeler değil siyasettir. İkili hukukla barış olmaz. Kürt’e ikili hukuk uygulayarak Türkiye barışı sağlanır deseniz bile kimse inanmaz. Bugün Susurluk-JİTEM Davası vardı. Bu konuda çok net sağlam deliller, veriler olmasına rağmen Susurluk-JİTEM Davasında Yargıtay tarafından beraat kararları verildi. İşte bu, ikili hukuktur. Bir taraftan insanlığa karşı işlenmiş suçları beraat ettirseniz kimse dediğinize inanmaz. Önce bu ikili hukuku ortadan kaldırmanız gerekiyor. Tekrar ediyorum: Başta Susurluk-JİTEM Davası olmak üzere, hiçbir zaman insanlığa karşı işlenmiş suçları unutmayacağız, arkasını bırakmayacağız. İktidar değiştiği zaman, bu insanların demokratik bir yargı karşısında yargılanmalarını sağlayacağız. 

İmralı’nın kapılarını açın, Sayın Öcalan’ın ne diyeceğini biz de sizin gibi merak ediyoruz

Hafta Sonu Amed’deydik. Önce mitinge izin verdiler, sonra ne olduysa Diyarbakır Valiliği mitingi yasakladı. Ama Türkiye’nin dört yanından Kürtler, Türkler, emekçiler, barışı savunanlar Amed’de bir araya gelmek için yollara düştü. Amed’in bütün girişleri kapalıydı. Birçok yurttaşımız kendi kentlerinden dışarı çıkamadılar. Buna rağmen Amed halkı büyük bir sahiplenmeyle, barış yolundaki en büyük engel olan tecridin ortadan kaldırılması için iradesini ortaya koydu, sözünü söyledi. Bütün bu baskılara ve yasaklara rağmen Amed’de bir araya gelerek barış iradesini ortaya koyan Amed halkımızı huzurunuzda selamlıyor, teşekkürlerimi iletiyorum. Ben de oradaydım. Amed halkı çok net iki mesaj verdi: Barış ve çözüm üzerindeki tecrit kaldırılsın, dedi. Bu işin muhataplarından biri Ankara’dır, Meclis’tir, siyasettir, dedi. 

Bugün Sayın Bahçeli’nin konuşmasını dinledim, gerçekten şaşırdım. Sayın Öcalan’a Bahçeli bugün bir çağrı yaptı. Çağrının muhataplarına ulaşması için Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması gerektiğini kendisi de biliyor. Ailesi ve avukatları 43 aydır Sayın Öcalan ile görüşemiyor. Sayın Bahçeli’ye çağrımdır: Sayın Öcalan’ın ne söyleyeceğini, nasıl bir çağrı yapacağını biz de merak ediyoruz sizin gibi. Tecridi kaldırın da Sayın Öcalan’ın kendi örgütüne, kendi arkadaşlarına ne dediğini hep beraber izleyip görelim. 43 aydır kuş uçmayan, kervan geçmeyen bir adaya böyle boşu boşuna çağrı yapılır mı? Bir an önce İmralı kapıları açılsın. Sizin sorduğunuz soruya Sayın Öcalan’ın nasıl cevap vereceğini merak ediyoruz. Kapıları açın dinleyelim, görelim.

Bu üstenci dille, kendisini “sahip” bizi “öteki” gören anlayışla barış gelmez

Tecrit, AİHM ve AYM kararlarını uygulamamak barışı inşa etmek değil barışı ateş atmak olur. Ama ne yazık ki Türkiye’de bir taraftan barış lafları ortalıkta dolaşıyor, tartışılıyor. Tabii biz yokuz, yine onlar tartışıyor. Bizi yok saydıklarında da yine bizim adımıza tartışıyorlar. Barış dedikleri zaman, el uzattıkları zaman da DEM Parti tartışılıyor ama DEM Partili muhataplar maalesef o platformlarda yok. Bizim adımıza hüküm vermeye, ahkam kesmeye devam eden bu anlayıştan gerçekten insan ne beklesin? Barış, ancak bir Kürt, bir Alevi, bir Ermeni, bir Süryani, bir kadın, bir yoksul kendini içinde hissederse barış olur. Bir taraftan barış lafıyla öte yandan kelepçeyle, açlık ve yoksullukla barış olmayacağını hepimiz öğrendik. Biz de öyle yabana atılacak bir gelenekten gelmiyoruz. İkincisi, bizimle öyle bu ülkenin sahibi gibi, mekanın sahibi gibi konuşamazsınız. Biz bu ülkenin kadim halklarından biriyiz. Bu üstenci dili, kendisini “sahip”, bizi “öteki” kabul eden dili kabul etmiyoruz. Barış böyle gelmez. Ayrıca, mekanın sahipleri emekçilerdir, üretenlerdir, ezilenlerdir; Çanakkale’de yaşamını yitirenlerdir, Malazgirt’te kapıları açanlardır. Bu topraklarda sizden önce Pir Sultanlar, Hacı Bektaşlar vardı, Seyit Rızalar vardı. 

Barış parmak sallayarak olmaz; bir masada oturanları eşit görerek sağlanır

Yaşımız 1 ama işte o geleneğin temsilcisi bizleriz. Bir sahip varsa o masada oturan herkestir. Yozgat sahip ise Kars da sahiptir. Zonguldak sahip ise Amed de sahiptir. Birisini dışlayarak, bu ülkede birilerine bir şey bahşetmiş gibi davranarak emin olun ki hiçbir şey yapılamaz. Herkes diline ve üslubuna dikkat etmelidir. Barış bir masada oturanları eşit görerek sağlanır. Böyle bir taraftan elini uzat, diğer taraftan parmak salla, tehdit et. Böyle olmaz. Lütfen üslubunuzu, dilinizi gözden geçirin. Eğer samimiyseniz tabii ki. Kaldı ki bu barış söylemlerinde gerçekten bir samimiyet var mı? Çünkü bir şey görmedik. Sürekli eleştiri var, sürekli bir yol çizme tehdidi var. Sürekli nasıl davranacağımız konusunda bizlere parmak sallama var. Nedir bu Kürt meselesi, nedir Türkiye barışı? Bunun çözümü neredir, nasıldır? Bu barışı nasıl ve kimle sağlayacağız? Bu tartışılmıyor. “Aman şuna dikkat et, şunu söyleme, şöyle yürü, buranın sahibi biziz…” gibi söylemler Türkiye barışını zehriler. 

Devleti demokrasiye duyarlı hale getirmemiz gerekiyor

Biz herkesin kendisini ait hissettiği, eşitlik ve özgürlük dolu bir demokratik ulus anlayışını savunuyoruz. Böylelikle barışı kurabiliriz. Farklılıklarımızla bir arada olabilirsek, emin olun, bu bölgenin en güçlü ülkesi biz oluruz. Farklılıklar sadece zenginlik değildir, aynı zamanda bu ülkede yaşayan 85 milyon insanın güven içinde bir arada yaşamasıdır. Farklılıklarıyla bir arada yaşayan ülkeler tehditlere, hiçbir olumsuz şeye maruz kalmazlar. Dolayısıyla farklılıklarımızla bir arada daha güçlü olabiliriz. 

Yine devlet, ha devlet, ha devlet. Eyvallah devlet tamam da bizler daha önce “devlet artı demokrasi” diye bir şey diyorduk. Defalarca bunu konuştuk. Demokrasisi olmayan devleti çelik kubbeyle çevirsen ne olur ki? Devleti demokrasiye duyarlı hale getirmemiz gerekiyor. Devlet vatandaş için vardır. Vatandaşını, ülkede yaşayan bütün renkleri sadece o devletin yaşaması için bir araç olarak görüyorsanız böyle bir ülke ne güvende olabilir ne de geleceği baki kalabilir. Ancak devleti, halkın taleplerinin karşılanması için bir organizasyon olarak görürseniz; o zaman devlet de devlet olur, o devlette yaşayan halk da devleti kendi devleti olarak görür. Onun için de halkı özgür olanın devleti güçlü olur. Biz de bunu savunuyoruz. Devletin güçlü olması için demokrasi lazım, özgürlük lazım, halkın kendisini o devlete ait hissetmesi lazım. 

Ortadoğu’da savaş yaygınlaştıkça, burada yaşayan bütün halkların kaderi ortaklaşıyor. Birbirimize sarılmaktan, birbirimizi eşit görmekten, aynı nazarla birbirimize bakmaktan başka bir seçeneğimiz yok. Bu siyasal ve toplumsal çürüme karşısında Türkiye barışını, barışımızı sağlamaya ihtiyacımız var. Demokratik bir ülke için, toplumsal barışı sağlamak için daha çok bir arada olmaya, aynı zeminde mücadele etmeye, sesimizi ve soluğumuzu yaymaya ihtiyacımız var. Bunları yapacağımıza olan inançla hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. 

15 Ekim 2024