Parti Sözcümüz Ayşegül Doğan, Genel Merkezimizde yaptığı basın toplantısında güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Doğan, şunları söyledi:
Rojbaş dembaş, ez we hemûyan silav dikim. Hem kesên ku li ser ekranên xwe temaşeyî me dikin hem jî rojnamevanên ku li vir in ez we hemûyan bi dostanî û bi silavên germ silav dikim. Hoş geldiniz, ekranları başında dikkatlerini bizlere yönelten DEM Parti gönüllüleri ve bu ilgiyi eksik etmeyenler. Hepinizi DEM Parti adına sevgi, saygı ve dostlukla selamlıyorum. Oldukça sıcak bir gündemle karşınızdayız. Gündem hem Ortadoğu’da hem de Türkiye’de sıcak. Bunun pek çok alt başlığı var. İşte biz bu gündemler nedeniyle hafta sonu olağanüstü bir şekilde MYK’mızı topladık. Toplantımızdaki tartışmaları ve o günden bugüne olan gelişmeleri değerlendireceğim. MYK gündemimizde Suriye’deki son gelişmeler vardı. Suriye’deki gelişmeleri başından beri büyük bir dikkatle ve aynı zamanda tutarlılıkla izleyen, uyaran ve bu konuda yol haritası olan bir siyasi partiyiz. Bu aşamaya gelmeden önce de takip ettiğimiz, yakından ilgilendiğimiz bir konuydu.
Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanlarımız görevlerinin başında
Türkiye’nin değişmeyen gündemi haline getirilen ve böyle kanıksatılmak istenen bir başka başlık da ne yazık ki kayyımlar. Yani halk iradesinin yok sayılması ve bu iradenin tanınmaması için türlü bahanelerle kurulmak istenen kumpaslar ve tuzaklar. Ayrıca Bahçeli’nin DEM Parti-İmralı yüz yüze teması çağrısı sonrası kamuoyundaki tartışmalarla, yer yer spekülasyona ve yanlış bilgiye neden olan bu tartışmalarla ilgili değerlendirmelerde bulunduk. Onları da sizinle paylaşacağım. Dün akşamdan beri Türkiye kamuoyunun yakından takip ettiği bir başka konu olan Van’daki gelişmeler. Öncelikle bir yalan haberi düzeltmek istiyorum. Van Büyükşehir Belediyemiz, sosyal medya aracılığıyla yaptığı paylaşımda Büyükşehir Belediye Eş Başkanlarımız Neslihan Şedal ve Abdullah Zeydan’ın görevleri başında olduğunu söyledi. Biz de buradan DEM Parti olarak bir kez daha yenileyelim: Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanlarımız olması gerektiği gibi görevlerinin başındadır. Aksi yönde çıkan haberlerin, sanki orada başka bir durum yaşanıyormuş gibi bir takım yanlış belgelerin dolaşıma sokulmasının maksadını da anlıyoruz. Bunu yalanlamak istiyoruz. Böyle bir şey söz konusu değil. Bir de bütçe başlıyor, Meclis’te böyle bir maraton var. Meclis’te yaptığımız muhalefeti Genel Kurulda da sürdüreceğiz.
Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit eden bir unsur yok
Öncelikle Suriye’deki gelişmelerle başlayalım. Biz Suriye’de en tutarlı politikaya sahip olan siyasi partiyiz. Keşke bugün Suriye’de yaşananlar bizi yanıltsaydı. Keşke gerçekten Suriye’de çok büyük bir yıkıma neden olan bu savaşa dair yaptığımız çağrılar, yol haritaları ve uyarılar dikkate alınmış olsaydı ve bugün başka şeyler konuşabiliyor olsaydık. Yine öyle olmadı biliyorsunuz. Maalesef öyle olmadı. “Türkiye’nin güvenliği için Suriye'deyiz” diyorlar. “Türkiye’nin meşru hakları için Suriye’deyiz” diyorlar. Ancak Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit eden bir durum söz konusu değil. Bu açıklamalar yapılırken, oradaki YPG-YPJ’nin Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit ettiği söyleniyor ve 30 km derinlik vurgusu yapılıyor. Eğer gerçekten bir derinlik aranıyorsa - iktidara buradan çağrı yapıyoruz - bu derinliği bu şekilde değil irtibat kurarak, temasla ve diyalogla sağlamak gerekir. Neden böyle söylüyoruz? Çünkü Suriye Demokratik Güçleri Komutanı Mazlum Abdi yaptığı bütün açıklamalarda, uluslararası arası bütün söyleşilerde şuna dikkat çekiyor. Olduğu gibi alıntılıyorum: “Türkiye ile sorunları diyalog yolu ile çözmeye hazırız. Suriye’de kapsayıcı ve toprak bütünlüğünü koruyan bir çözüm istiyoruz” diyor. Şimdi tüm bu çağrılar neyin göstergesidir? Orada bulunan Kürtlerin, Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit etmediğinin göstergesidir. Nitekim bunu gelişmelerle birlikte de okuyabiliriz. Oradan buraya herhangi bir saldırı var mı? Yok. Oradan buraya yönelik bir talep var mı diyalog ve temas dışında? Hayır, yok. Suriye topraklarında yaşayan insanların nerede nasıl yaşayacağına ancak o topraklarda yaşayanlar karar verebilir. Bunun için de tutarlı bir politika gerekli. Türkiye’nin bugüne kadar Suriye’ye ilişkin yürüttüğü politika, neresinden bakarsanız bakın tutarsız bir politika. İçeride ve dışarıda, yani her yerde barış deyip Suriye’de böyle bir politika yürütmek ancak tutarsızlık olabilir.
Türkiye kamuoyunun beklentisi çatışmacı olmayan bir dış politika
Biz ne diyoruz DEM Parti olarak? Şayet çatışmacı ve yayılmacı bir politikaya sahip değilseniz, maksadınız bu değilse; Suriye’de tüm farklılıklar, kimlikler ve inançlar yani Araplar, Kürtler, Türkmenler, Ezidiler, Sünniler ve Hıristiyanlar eşit ve özgür bir şekilde yaşamalı. Biz onların eşit ve özgür bir şekilde yaşamalarını, yaşam haklarını savunuyoruz. Olması gereken de budur. Eğer gerçekten çatışmacı ve yayılmacı bir politika izlemiyorsanız, “Hayır, bunlar maksatlı olarak muhalefet tarafından ortaya atılan iddialardır” diyorsanız aksini ispat etmek çok kolay. Buyurun, diyalog ve temas kurun. Çünkü Ortadoğu’da şayet barışın öncülüğünü yapmak istiyorsanız -ki biz bunu arzu ederiz- yapın. Türkiye pek çok ülkedeki çatışmalı durumlarda arabulucu, kolaylaştırıcı ve çözümleyici bir rol üstlendi. Bu memnuniyet verici bir şey. Aynısını burada ve çevre ülkelerde, komşu ülkelerde yapmasını talep ediyoruz DEM Parti olarak. Türkiye kamuoyunun da beklentisi bu. Türkiye kamuoyunun beklentisi çatışmacı bir dış ve iç politika değil; aksine çözümleyici bir iç politika ve eş güdümlü olarak da çatışmacı olmayan, çözümleyici olan bir dış politikadır. Komşu ülkelerle buna uygun tutarlı bir ilişki geliştirilmesidir. Halkların kazanımlarının tehdit olarak değerlendirilmemesidir, kabul edilmesidir.
Türkiye’nin meşru çıkarları komşu ülkede demokratik ve eşit bir rejimin kurulmasından geçer
Suriye’de bu savaş yıllardır sürüyor. Çok büyük bir yıkıma neden oldu. Yalnızca ekonomik yıkım değil. Milyonlarca insanın yaşamını etkiledi, çok derin bir insani kriz yarattı. BM’nin verilerine göre -ki bu veriler de eksik veriler olabilir- savaştan önce 22 milyonluk bir nüfustan bahsediliyor. Yarısından fazlası evlerini terk etmek zorunda kaldı. Yaklaşık 7 milyon insan ülke içinde yer değiştirdi, 2 milyon kişi kamplara yerleşti. 6 milyon kişi Suriye’den kaçıp Lübnan, Ürdün ve Türkiye başta olmak üzere çevre ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Yüz binlerce insanın ölümüne neden olan bir savaştan bahsediyoruz. Başta Türkiye olmak üzere, çevre ülkelere düşen, Suriye savaşı üzerinden güç tahkimi sağlamak değil, Suriye'de yaşanan bu gelişmelere diplomatik çabayla çare bulmaktır. Tüm kesimlerin iradesini yansıtan siyasi bir çözümün bulunmasını sağlamaktır. Türkiye’nin meşru çıkarlarının yattığı yer ancak burası olabilir. Türkiye’nin meşru çıkarları komşu ülkede demokratik ve eşit bir rejimin kurulmasından geçer. Tüm politik, etnik ve dini kesimlerin iradesini tanıyan bir siyasi çözümle bu ancak mümkün olabilir. Yoksa Türkiye’nin meşru çıkarları, yanı başında yaşayan insanların siyasi iradelerine ve tercihlerine saygı duymamak olamaz, olmamalıdır.
Çatışma değil çatışmasızlık, darbe değil demokrasi
Suriye meselesiyle ilgili olarak yaptığımız tüm açıklamalar, Suriye’deki son gelişmelerle ilgili çağrılar, insanların bu meseleye dair bakış açılarını ve politik tutumlarını demokratik zeminlerde ifade etmeye çalıştıkları basın açıklamaları ve buluşmalar bir gerekçeyle yasaklanmaya çalışılıyor. Bu da yetmiyor, orada bulunan insanlar saldırıya uğruyor. O da yetmiyor, onlarca kişi gözaltına alınıyor. Mesela İstanbul’da Emek ve Demokrasi Güçleri buluştu, 80 kişi gözaltına alındı. Yalnızca insanların demokratik tepkilerini ve itirazlarını ifade edebilecekleri bir basın açıklamasından tutuklama gerekçesi çıkartılmaya çalışılıyor. Hukuken izah edilemediği için de hemen irtibat ve iltisak bulunmaya çalışılıyor. Saldırı nerede ve kime olursa olsun, DEM Parti olarak bizler, insanlık değerlerini, evrensel değerleri, insanların eşit ve özgür biçimde yaşayabilmesini, yani yaşam haklarını savunuyoruz. Çatışma değil çatışmasızlık diyoruz. Savaş değil savaşa karşı buluşuyoruz. Darbe değil demokrasi diyoruz. Bunun için buluşuyoruz. Bunun için demokratik tepkimizi ve itirazımızı yükseltiyoruz. Bunun neresini neyle irtibatlı ya da iltisaklı hale getirebilirsiniz? Bu yüzden tutarsız iç ve dış politika izliyor Türkiye. Bir kez daha bu tutarsızlıktan vazgeçmeye çağırıyoruz.
Türkiye’nin güvenliğini sağlayacak şey barış ve özgürlük yollarını açmaktır
Son günlerde Türkiye'nin bekasından çok bahsediliyor. Türkiye'nin güvenliği, Türkiye’ye dönük saldırıların altı çiziliyor. Türkiye’nin güvenliğini sağlayacak şey yeni savaş cepheleri açmak değildir. Ortadoğu'da gelişen savaşlardan korunmanın yolu, Ortadoğu’da halklarla birlikte barış ve özgürlük yolları, kanalları açmaktır. Bu hem çok daha kolay hem en gerçekçi çözümdür. Hem de Türkiye’yi öncülük misyonuna sahip kılacak bir çaba gerektirir. İşte ancak bu şekilde Türkiye Ortadoğu'da öncü bir ülke olabilir. O yüzden, başta iktidar partisi olmak üzere, iktidar bloku bu konudaki tutarsız politikalarından bir an önce vazgeçmelidir. Peki, bunun içerideki Kürt meselesiyle bağlantısı nedir? Hatırlamayanlara bir kez daha hatırlatalım ya da duymayanlara bir kez da duyurmuş olalım. Afrin ve Qamişlo burada yaşayan Kürtler için; İstanbul’da, Diyarbakır’da, Mardin’de, Şırnak’ta, Balıkesir’de yaşayan Kürtler için önemli yerler.
Karşı karşıya getirecek söylemler yerine diyalog ve temas çağrılarını dikkate almak gerekir
Niye önemli? Çünkü oranın acısı burada hissediliyor. Tıpkı Erbil gibi, tıpkı Süleymaniye gibi. 90’lı yıllarda aynı feveranları Erbil ve Süleymaniye için de duyuyorduk. Ne oldu? Bugün Türkiye’nin dostu ve müttefiki olan çevre ülkeler arasında en çok ilişki kurduklarından biri Irak Kürdistan Bölgesi. İktidarı, tarihten ders çıkarmaya ve öğrenmeye davet ediyoruz. Bunları yineliyoruz. Neden-sonuç ilişkisini hatırlatmak için, oradaki yangının sönmesine ilişkin üstlendiğimiz sorumluluğun doğru anlaşılması için. “Kürtlerle barışmak istiyoruz ama Afrin’de, Kobani’de, Qamışlo'da yaşayan Kürt’ü tanımıyoruz”. Buradan nasıl bir tutarlılık çıkarabilirsiniz? Buradan nasıl gerçekçi bir yaklaşım çıkarabilirsiniz? Nusaybin ile Qamişlo’nun kardeşliğini görmeyen, bunu kabul etmeyen bir yaklaşım olabilir mi? Bu kardeşlikle eşit düzlemde ilişki kurmak istemeyen bir yaklaşım kabul edilebilir mi? Edilemez. Tarihsel olarak da sosyolojik olarak da bu mümkün değil. Yaşanan bir sürü tecrübe dolayısıyla da mümkün olmadığını hep birlikte gördük. Kardeşleşmek, dost olmak mümkünken çatışmak, karşı karşıya getirmek, karşı karşıya getirecek söylemlerden vazgeçmek gerekir. Diyalog ve temas çağrılarını dikkate almak gerekir.
Belediye Eş Başkanlarımız tüm hukuki prosedürlerden geçerek aday oldu
Bir başka konumuz da kayyımlar. Kayyımları konuşurken, hicap duyması gerekenlerin hicap duymayacaklarını, utanmadıklarını ne yazık ki biliyoruz. 2016’dan bu yana bu ülkenin bir coğrafyasında, ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı coğrafyada kayyım eliyle bir yönetim modeli hayata geçirilmeye çalışılıyor. Kayyımlar ne zaman ve nasıl icat edildi? 2016 sonrasında, yani OHAL döneminde oldu. Kayyımlarla ne yapmaya çalışıyorsunuz? OHAL’i kalıcı ve sabit bir hale getirmeye çalışıyorsunuz. Bazı kesimler için sabit hale getirmeye çalışıyorsunuz. Yani onların OHAL rejiminde yaşamasını adeta olağanlaştırmaya çalışıyorsunuz. Binlerce insanın oyu yok sayılıyor, seçme ve seçilme hakkı yok sayılıyor, kendini yönetme hakkı yok sayılıyor. “Milli irade” deyip iktidara gelen bir parti eliyle gerçekleştiriliyor tüm bunlar. “Bu belediye eş başkanlarını bilerek seçtiler, zaten kayyım atanacağını biliyorlardı” diyorlar. “Haklarında mahkeme kararları vardı, devam eden soruşturmaları vardı” diyorlar. Ancak hukuken belediye eş başkanlarımıza söylenebilecek hiçbir şey yok. Çünkü tüm hukuki prosedürlerden geçerek bu insanlar aday olup seçildiler. İkincisi de irtibat ve iltisak meselesi. Yani 15 Temmuz’dan sonra bulunan, bir şekilde yaratılmış olan kavramlar. Bunları kayyımlar nedeniyle sıkça duyuyoruz. İrtibatı olmasa bile iltisaklı olduğunu kabul etmek. Bunun hukuki hiçbir karşılığı yoktur. Hukuken hiçbir karşılığı olmayan bir kavram ile yıllardır kamuoyu yanıltılıyor, halkın hakkı birtakım rant odaklarına peşkeş çekiliyor.
Gelin, bu tarihsel birlikteliği eşit, adil, onurlu ve sahici bir yaklaşımla güçlendirelim
Hep söyledik, yine söylüyoruz. Kayyım kötülüktür, yıkımdır, talandır, halkın hakkını başkalarına peşkeş çekmektir. Ama başka bir şey daha yapılıyor. Kürtlere, “Biz size Şark Islahat Planını, umumi müfettişlikleri hatırlatırız” deniliyor. Bakın, bu Kürt kamuoyunda böyle yankılanıyor. Bu yankıyı biz Türkiye kamuoyuyla paylaşmak zorundayız. Bu hakikati biz Türkiye kamuoyuna söylemek zorundayız. Bu haritalar yan yana konulduğunda, hep aynı coğrafyaya farklı isimlerle aynı politikanın uygulandığını görüyoruz. Burada süreklilik arz eden şeyi, bugünlerde çokça gönderme yapılan Kürt-Türk ittifakının güçlenmesini değil zayıflamasını isteyenler ancak yapar. Biz ne diyoruz? Gelin, bu ittifakı güçlendirelim. Gelin, bu tarihsel birlikteliği eşit, adil, onurlu ve sahici bir yaklaşımla güçlendirelim. Gelin, bunun için güvenceler oluşturalım. Kayyım uygulamalarından vazgeçin artık.
Kürt sorununun çözümü konusunda saklı bir yumruğumuz yok, uzatılan eli tutmaya hazırız
Bahçesaray’a en son kayyım atandı. Hem yüz binlerce insanın oyunu yok sayıyorsunuz hem de seçim ve sandık hukukunu tartışmalı hale getiriyorsunuz. En çok yaslandığınız iradeyi tartışmalı hale getiriyorsunuz. Bugün Türkiye’de toplumsal ve siyasal muhalefet hiç olmadığı kadar büyük bir konsensüsle buna karşı olduğunu söylüyor. Yapılması gereken, kayyım atamanın dayandırıldığı, olağanüstü hal döneminde çıkarılmış olan Anayasaya aykırı bu düzenlemeyi artık kayyıma gerekçe yapmaktan vazgeçmektir. Adı kayyım olan uygulama, tarihsel referansla birlikte Kürt sorununun tanımına dönüştü neredeyse. Peki, ne yapmak mümkün? Yeni bir dönemden, yeni bir sayfadan bahsediliyor. İçeride ve dışarıda bir barış arayışından bahsediliyor. Bu, hakiki bir barışla olur. Geleneksel devlet politikalarında tarihsel bir süreklilikle yeni bir hayat kurmak imkansızdır. O yüzden bu devlet politikalarındaki sürekliliği çağrıştıran uygulamalardan vazgeçmek gerekiyor. Yok sayarak, hak gasp ederek, özel hukuk uygulayarak, yasaklayarak, tutuklayarak olmaz bu. Tehdit, şantaj ve zorla olmaz.
Tarihteki sömürge valilerini ve kaymakamları hatırlatan uygulamalarla olmaz. Yeni bir sayfa ve yeni bir dil gerektirir. Yeni bir yaklaşım, yeni bir yol gerektirir; eskiden kopuş gerektirir. Bunu istemeyi, buna inanmayı gerektirir. Güven ve güvence gerektirir. Saklı yumruk yeni bir dönemde ve sayfada olmamalıdır. Biz en başından beri söyledik. Bizim saklı bir yumruğumuz yok, uzatılan eli tutmaya hazırız. Bu konuda sorumluluk üstlenmeye hazırız. Yapılması gerekenler, talepler, temsiliyet ve muhataplıklar, her şey ortada. Bu denklemde artık bilinmeyen hiçbir şey yok.
Tartışmaların süreç diyebileceğimiz bir hale dönüşmesi için içeriklendirilmesine ihtiyaç var
Yeni bir zihniyet gerekir yeni bir dönem ve sayfa için. Bizim yaklaşımımız, bu yola ilişkin önerimiz hep böyle oldu. Ayrıca bu konuda Sayın Öcalan’ın Urfa Milletvekilimiz Ömer Öcalan aracılığıyla gönderdiği mesajın üzerinden günler geçti. Sayın Öcalan, “Koşullar oluşursa, Kürt meselesini çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek pratik ve teorik liderliğe ve güce sahibim” dedi. Biz de hazırız dedik. Buna rağmen tek bir somut atılmadı bugüne kadar. Tek bir somut adım atılmamış olmasına, kayyım uygulamasına, tutuklamalara devam ediliyor olmasına rağmen biz inatla ve ısrarla ne diyoruz? Kürt sorununu demokratik yol ve yöntemlerle çözmeye davet ediyoruz. Bu tartışmaların artık başka bir aşamaya evrilmesi ve süreç diyebileceğimiz bir hale dönüşmesi için içeriklendirilmesine ihtiyaç vardır.
Van’da 14-0 yaptığımız için iktidar bloku hazmedemedi
Gelelim Van’a. Van’da 2 Nisan’dan bu yana başlayan bir tartışma. Normal koşullarda demokratik ülkelerde insanlar memnu hakların iadesinden haberdar değildir. Çünkü böyle bir düzenlemeye ihtiyaç olmaz. Ama biz antidemokratik bir ülkede yaşadığımız için her birimiz bir hukukçu kadar hukuk bilgisine sahip olmaya çalışıyoruz. Hukuku yok sayanlara hukuku hatırlatmak için. Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanımız Abdullah Zeydan’la ilgili yaşanan durum tam olarak budur. Van’da 14-0 yaptık. Van bütün ilçeleriyle birlikte DEM Parti dedi. İktidar bloku da bunu hazmedemediği için o günden bu yana Van’da bir arayış içinde. Abdullah Zeydan daha önce milletvekilliği yapmıştı. Yine antidemokratik bir şekilde, Anayasaya aykırı bir şekilde dokunulmazlığı kaldırılmıştı. Buna bir kılıf uydurulması için bir düzenleme yapılmıştı, biliyorsunuz. Dokunulmazlığı kaldırılmış, hapis yatmış, sonrasında memnu hakları iade edilmiş. Bununla ilgili avukatları başvuru yapmış. Memnun haklarının iadesi kararından sonra bunun bir tartışma yaratıp yaratmayacağına, Anayasada bu konuda bir boşluk olup olmadığına dair avukatların yaptığı başvuruda da mahkeme yeni bir karara ihtiyaç duymamış. Ancak iktidar bloku 31 Mart gecesi girmişti bir arayışa. Bizzat Adalet Bakanlığı müdahil olmaya çalışmıştı. Ne yapmaya çalışıyorlar? Abdullah Zeydan’ı seçen iradeyi yok saymaya çalışıyorlar. Buna Van halkı izin vermedi, Kürtler izin vermedi, demokrasi güçleri izin vermedi, siyasal ve toplumsal muhalefet izin vermedi. Bundan sonra da izin vermeyecektir. Çünkü demokratik ve meşru olan, seçme ve seçilme hakkını tanımaktır; gasp etmek değildir.
Van’a uzanabileceklerini zannedenlere hatırlatalım: Bir kayyım gerekçesi çıkaramayacaksanız
Van’da hukuken izah edilebilecek hiçbir şey yok. Bu mahkeme kararı, Van Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanlarımızın görevlerini yapmalarına engel teşkil edecek bir karar değil. Daha yerel mahkeme değerlendirecek. Biz de bunu takip edeceğiz. Ama karar her ne olursa olsun, Van Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanımızın görevini yapmasına engel olamaz. Yüksek Seçim Kurulu bir karar vermiş, Van İl Seçim Kurulu adaylığına ilişkin bir karar vermiş ve neticede 8 aydır belediye eş başkanlığı yapıyor. O yüzden Van’a göz dikenlere, Bahçesaray ile başlayıp Van’a uzanabileceklerini zannedenlere tekrar hatırlatalım: Buradan bir kayyım gerekçesi çıkaramazsınız, çıkaramayacaksanız. Asıl tanınması gereken şey, halkın iradesidir, halkın tercihidir ve demokratik değerleri sahip çıkmaktan vazgeçmeyişidir. Buna saygı duymaya tekrar davet ediyorum iktidar blokunu.
Van’a göz koydular ama Belediye Eş Başkanlarımız görevlerinin başında
SORU: İmralı için başvuru yapmıştınız. Adalet Bakanlığından sizinle iletişime geçildi mi? Bir yanıt var mı? Öte yandan İmralı heyeti için isimlerin belirlendiği belirtiliyor. Pervin Buldan, Sırrı Sakık, Sırrı Süreya Önder. Van’da kayyıma ilişkin tartışmalar yaşanıyor. Memnu haklardan bahsediliyor. Bu konuda YSK DEM Parti ile temasa geçti mi? Çünkü seçilme hakkı verilmiş.
Van ile ilgili değerlendirmeyi yaptım. 2 Nisan’da, 31 Mart’ın akabinde gelişmeler yaşandı. Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcımız bu konuda açıklamalar yapmıştı. YSK ile bir temas kurulmuştu. Bu yerel mahkeme kararı zaten 8 ay sonra çıkıyor. YSK’nın seçilme yeterliliği verdiği, seçilme hakkı önünde engel bulunmadığını söylediği biriyle ilgili bu saatten sonra hukuken bir işlem yapmaya kalkışmak başka türlü değerlendirilir. Yani gerçekten Van’a göz dikmek olarak değerlendirilir. Yerel mahkeme sürecini bekleyeceğiz. Ancak yerel mahkemeden ne karar çıkarsa çıksın, Abdullah Zeydan’ın Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanlığı yapmasına engel bir durum teşkil etmez, bir kayyım gerekçesi de yapılamaz.
Sayın Öcalan’ın ne söyleyeceğini herkes merak ediyor
Diğer sorunuz da İmralı heyetiydi. Sayın Öcalan’a yönelik tecrit yıllardır gündemimizde. 1 Ekim ile birlikte başlayan bir tartışma değil bizim için. Ama tabii bu çağrılar önemli. Bu çağrılara, bu muhataplığa değer verdiğimizi ifade ediyoruz. Adres gösterilen kişinin liderlik gücünün ne kadar hayati olduğunu ifade ediyoruz. Milletvekilleri olarak Türkiye’de cezaevlerine gitme hakkımız varsa, İmralı Ada Hapishanesine de gidebilmeliyiz diyoruz ve başvurular yapıyoruz. DEM Parti Meclis Grubu olarak daha önce de başvurular yaptık. O nedenle bu temas gecikmiş bir temastır. Tecridi sürdürmek de bir insan hakkı ihlalidir. Bu işkence yönteminden vazgeçilmesi gerekiyor artık. Hakikatle kapıların açılması gerekiyor. Bizim için esas mesele bu. İmralı’nın kapılarının açılması gerekiyor. Ama bu konuya dair somut bir şey söylenmedi. Adalet Bakanı, “Değerlendiriyoruz, makul sürede cevap vereceğiz” diyor. Nedir bu makul süre? 10 gün geçti, bu makul süre tanımlaması nedir? Türkiye’deki yargı sistemini düşündüğümüz zaman, makul süre hiç de iyi bir şey çağrıştırmıyor. Keyfilik çağrıştırıyor. Eğer keyfilik çağrıştıran bir uygulama olmasın istiyorsanız, o makul süreyi uzatmamanız gerekiyor. DEM Parti’nin önceliği, İmralı’nın kapılarının açılmasıdır. Sayın Öcalan’ın özgür söylem koşullarının oluşturulması gerekiyor. Bu çağrılara ne dediğini kamuoyunun duyması gerekiyor. Bu mesajın detaylandırılmasını Türkiye kamuoyu merak ediyor. İmralı’nın kapıları açılsın. Sayın Öcalan’ın ne söyleyeceğini herkes merak ediyor. Biz de merak ediyoruz. Bu kapıları bir an önce açın.
İmralı görüşmesi konusunda bize olumsuz ya da olumlu bir dönüş olmadı
Bu isimlere iletilmiş bir şey yok. Ne Pervin Buldan’a ne Sırrı Süreyya Önder’e ne Sırrı Sakık’a Adalet Bakanlığı tarafından iletilmiş herhangi bir görüşme onayı yok. Bizim Eş Genel Başkanlarımız adına başvurumuz var. Bu başvuruyu sizlerle paylaştık. Eş Genel Başkanımız yaptığı grup toplantısında da söyledi. Sonrasında Grup Başkanvekillerimiz bu görüşme talebinin Adalet Bakanlığına iletildiğini açıkladı. Başvuru metnini sosyal medyada paylaştık. Üzerinden günler geçti ve hala bize olumlu ya da olumsuz dönüş olmadı. Dolayısıyla çıkan haberler spekülatif, gerçek olmayan haberler. Ne DEM Parti’ye resmen bildirilmiş bir dönüş ve onay var ne de ismi geçen kişilere. Öncelik burada şu olmalı ki bunu DEM Parti olarak bir daha ifade ediyoruz. Biz tecridin kaldırılmasını istiyoruz. Yapılması gerekenler çok açık, hiçbir şeyi yeniden icat etmemize gerek yok. Aile görüşü de sağlanmalı, avukatlar da görüşmeli. Mektup hakkını da kullanmalı, telefon hakkını da kullanmalı ve tabii ki DEM Parti ile temas sağlanmalı, geciktirilmemelidir.
Önemli olan tecridin kaldırılması ve İmralı kapılarının açılmasıdır
SORU: Siz gidecek kişi için bir isim belirlemediniz değil mi?
Biz Eş Genel Başkanlarımız adına başvuru yaptık ve bunu açıkladık. Tekrar ediyorum: Önemli olan tecridin kaldırılmasıdır. Önemli olan İmralı kapılarının açılmasıdır. Önemli olan Sayın Öcalan’ın dikkat çektiği koşulların oluşturulmasıdır; özgürce sözlerini söyleyebileceği koşulların oluşturulmasıdır. Biz bu sözleri duymazsak, bu çağrılara nasıl karşılık verildiğini bilmezsek yaratılmak istenen algıların ve spekülasyonun önünü kimse alamaz. Tüm bu bilgi kirliliğinin önünü alacak şey şeffaflık ve açıklıktır. Bize iletilmiş resmi bir dönüş yok. Gayri resmi veya şifahen var demek değil bu. Bir arka kapı diplomasisi de yok. Açıklanan makul süre de yok. Olan her şeyi, olduğu an ve yerde sizlerle paylaşmaya çalışıyoruz.
Şimdiye kadar ne kazandıysak mücadele ile kazandık
SORU: Eş Genel Başkanlar Van’a gidecek mi? Herhangi bir destek için?
Şu anda Van’da bir olağanüstü durum yok. Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanlarımız zaten görevlerinin başında. Dün gece görevlerinin başında olduklarını da paylaştılar. Hukuk Komisyonumuz ve Yerel Yönetimler Kurulumuz konuyu yakından takip ediyor. Bu, Van’a göz dikmektir. Bu, nafile bir çabadır. Bundan vazgeçmek gerekiyor. Abdullah Zeydan, Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanıdır. YSK, onun seçilme hakkı önünde herhangi bir engel görmemiştir. İlk başta açılan yolu, başka tuzaklarla kapatmaya çalışmaktan vazgeçmek gerekir. MYK olarak tüm gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Şu anda buna ilişkin özel bir planlamamız yok.
Yılgınlığa ve karamsarlığa bizim mücadelemizde yer yok. Çünkü bugüne kadar kazandığımız her şeyi mücadele ederek kazandık. Demokratik, adil ve onurlu bir yaşam için verdik bu mücadeleyi, vermeye de devam ediyoruz. Her ne olursa olsun umudun bizde olduğunu bilerek mücadele etmeye devam edeceğiz.
5 Aralık 2024