Parti Sözcümüz Ayşegül Doğan, Kobanî Kumpas Davasında dün kararın açıklanmasının ardından yapılan olağanüstü MYK toplantımızda alınan kararlara ilişkin Genel Merkezimizde açıklama yaptı. Güncel gelişmeleri de değerlendiren Doğan, şunları söyledi:
Kobanî Davası otoriter rejimin inşasının temellerinin ilk atıldığı zamana denk geliyor
Kobanî Davasında verilen kararlar üzerine dün MYK’mız bileşen partilerimizin eş genel başkalarıyla toplandı. Saatler sürdü toplantımız. Sonrasında da tahliye edilen siyasetçileri burada karşıladık. Önce Kobanî Davası neydi, ne oldu hem kamuoyuna bir hatırlatma yapmak hem de partimizin yaklaşımını bir kez daha anımsatmak üzere biraz geriye gidelim. Kobanî Davası aslında bugün ortaya çıkan otoriter rejimin inşasının temellerinin ilk atıldığı zamana denk geliyor. Bugün içinden geçtiğimiz bu koşullara; yani hepimizin özgürlük, adalet, barış ve eşitlik talebini yükselttiği, yükseltmek istediği ancak bunlardan yoksun kaldığımızı hissettiğimiz bugünlere Kobanî Davasının araçsallaştırılmasıyla gelindiğini en başta söylemek isterim.
Kobanî Davasında verilen mahkumiyet kararlarının hukuken hiçbir karşılığı yok
Bu bir kumpas davasıdır, bir rövanş davasıdır, bir intikam davasıdır dediğimizde; karıncayı dahi incitmeyecek ve zaten bu yüzden bu mücadeleyi veren bu siyasetçiler iktidar blokunun çıkarları uğruna mahkum edilmek isteniyor dediğimizde sözlerimiz eğer kamuoyunda dünkü kadar karşılık bulsaydı, belki bugün biz 400 yılı aşan bir cezalandırmadan bahsetmiyor olacaktır. Ayları katmadan kabaca bir hesaplama yaptığımızda siyasetçilere 400 yıl ceza verilmiş 21’inci yüzyılda. Bir yandan yumuşama, normalleşme, yeni anayasa yapım süreci tartışmaları sürerken bu oluyor. Yumuşama siyaseti döneminin emareleri buysa normalleşmeyi hiç düşünemiyoruz. Nasıl bir normalleşmeden, nasıl bir yumuşamadan bahsedebiliriz böyle bir dönemde? Bir kere bunu ortaya koyalım. Dolayısıyla DEM Parti için Kobanî Davasında verilen mahkumiyet kararlarının hukuken hiçbir karşılığı yok. Zaten işletilmiyordu hukuk ve biz her defasında hukukun işletilmediğini söyledik. Bu insanların, bir rövanş alma isteğiyle hapsedildiğini söyledik. Nitekim bu talimatlı ve özel yetkili mahkemeler dahi bu gerçeğin üstünü örtecek bir karar veremedi.
Talimatlı yargı dahi Erdoğan’ın her yerde propagandasını yaptığı ölüm olaylarıyla herhangi bir bağlantı kuramadı
Ne demek istiyorum anlatayım. Kumpas nasıl kuruldu? 6-8 Ekim olayları gerekçe gösterildi. O zaman can çekişen bir çözüm süreci vardı. IŞİD kuşatmasındaydı Kobanî ve bu kuşatmaya karşı bir dayanışma çağrısı yapıldı. Bu çağrı ile yaşanan olayların tarihlerinin dahi çakışmadığı bir zaman diliminde yaşanan her şeyin müsebbibi olarak HDP gösterildi. Öldürülen onlarca insan-ki her defasında değişik rakamlar verildi- HDP’liydi ve Meclis’te HDP’nin bununla ilgili bir araştırma komisyonu kurulsun talepleri her defasında reddedildi. “O insanları bu siyasetçiler öldürdü, onlar katil, onlar bu olayların müsebbibi” denildi. Ancak mahkeme buralardan beraat veriyor. Bu talimatlı, özel yetkili ve hukuku hiç işletmeyen mahkemeler dahi şu haliyle bu bağlantıyı kuramıyor ve bunu delil olarak kullanamıyor. Peki, ne yapmıştı Erdoğan? Mitinglerde, meydanlarda, her yerde bugün bu kadar ağır cezalar verilen ve yıllardır özgürlüklerinden mahrum bırakılan siyasetçilerle ve partimizle ilgili böyle bir algı yaratmaya çalışmıştı. Böyle bir siyasi mühendislik yapmaya çalıştı. Bir güç tahkimi için yıllarca bu propaganda ve algıyı yaymak ve toplumsal karşılık yaratmak üzere devletin bütün imkanlarını bir siyasi parti lehine kullandı. Bunun kullanılmasına göz yumuldu. Peki, ne olacak şimdi? Hiç masumiyet karinesine falan girmiyorum. Türkiye’de bunları çoktan geride bıraktık.
Asıl biz hesap soracağız
Zaten can çekişen hukuk ve yargı sistemi vardı Türkiye’de; zaten siyasallaşmış, değişmesi gereken, güç önünde eğilip bükülen - üzücü ama hakikat bu- bir yargı sistemi vardı. Bunun dün bir kez daha teyit edilmiş halini bu mahkeme kararlarıyla birlikte gördük. Yetmezmiş gibi, İçişleri Bakanı Yardımcısı henüz mahkeme heyeti salonda alfabetik sırayla kararları açıklarken ve daha A harfindeyken bir tweet attı ve dedi ki “Hesabı sorulur demiştik, sorduk. Bu böyle kalmaz demiştik, kalmayacak”. Aynı algıyla devam ederek yaptı bunu. Demek ki neymiş? Kobanî Davası hakikaten bir kumpasmış. Ama yalnızca Kürt siyasetçilere ve Türkiye demokrasi güçlerine kurulmuş bir kumpas değil, bizatihi Türkiye’nin kendisine kurulmuş bir kumpas. Eğer bunu böyle görmez, tepkimizi bu şekilde ortaya koymazsak tüm Türkiye’ye kurulmuş bu kumpas devam eder ve hepimize hep birlikte kaybettirir. İşte o yüzden biz herkes için demokrasi, herkes için eşitlik, herkes için özgürlük diyoruz ve bunun ısrarla altını çiziyoruz. İşte o yüzden biz Gezi’den Kobanî’ye, Can Atalay’dan Kavala’ya hiçbir ayrım yapmadan bir tutum ve pozisyon almak gerektiğini ifade ediyoruz. İşte o yüzden ortak mücadelenin öneminin altını çiziyoruz. O yüzden Kobanî Davasında verilen karar ile Türkiye’de bir arada, eşit, adil bir yaşam beklentisine, mücadelesine ve umuduna dönük bir tuzak kurulmaya çalışıldığını söylüyoruz. Biz bu tuzağa şimdiye kadar düşmedik, düşmeyeceğiz. Her şeye rağmen siyasetteki ısrarından DEM Parti vazgeçmedi, vazgeçmeyecek. Hesap soracak birisi varsa o da biziz. Peki asıl neyin hesabını soracağız? Milyonlarca insan oy kullandı bu siyasetçiler için. Selahattin Demirtaş yalnızca Selahattin Demirtaş değildir, Figen Yüksekdağ sadece Figen Yüksekdağ değildir. Keza diğer siyasetçiler de milyonların iradesidir. Siz milyonlarca insanın iradesiyle ilgili böyle talimatlarla, bazı siyasi partilerin genel merkez koridorlarında onların talepleriyle kararlar veremezsiniz. Vermemelisiniz. Bunu Türkiye için yapmamalısınız.
Bir parti lehine kararlar veren yargı nasıl olabilir?
Cumhurbaşkanının başdanışmanlarından biri, “Milli yargımızla ne kadar gurur duysak az” dedi. Aslında gurur duyulması gereken şey yargının milli karakteri olmamalıdır; yargının bağımsız, tarafsız ve adil karakteri olmalıdır. Milli yargı mı olur? Bir parti lehine kararlar veren, onun tasavvur ettiği ülkeye yönelik adımlar için pozisyon alan bir yargı nasıl olabilir? Bunun nasıl deşifre olduğunu mahkeme kararları gösteriyor. Gerekçeli kararlar çıkacak elbette, fakat sizlerle arkadaşlarımız zaten duruşma zaptını paylaşmışlar yazılı olarak. O yüzden tekrar etmeyeceğim. Kamuoyu merak ediyor, ekranları başında bizi izleyen insanlara tekrar bir hatırlatma yapmak istiyorum.
Dün 400 yılı aşkın ceza yağdırılmasının nedeni siyasetçilerin yaptığı konuşma ve açıklamalar
108 sanık yargılandı bu davanın iddianamesinde. Bu kişilerden 73’ünün dosyası ayrılarak mahkemenin ayrı bir esas kaydına işlendi. Sadece size verilen listede olanlar, yani ceza alan ve dün tahliye edilen ve tutuksuz yargılamaları sürecek olanlar, yani 35 kişiyle ilgili bir hüküm kuruldu. Bu 35 kişiyle ilgili Adana’dan Van’a çeşitli illerde işlendiği iddia edilen suçlar neydi? Öldürmeye iştirak, yaralamaya iştirak, mala zarar vermek, kamu malına zarar vermek, yağma. İşte tüm bu suçlardan mahkeme dün beraat kararı verdi. Bu beraat kararına rağmen 400 yılı aşkın ceza yağdırılmasının nedeni ne? Söz konusu siyasetçilerin yaptığı konuşma ve açıklamalar. Başka hiçbir neden yok. Bu, düşünce ve ifade özgürlüğüne ve insanların örgütlenme özgürlüğüne yönelik duyulan korkudur dediğimizde belki yeteri kadar karşılık bulmuyordu. Ama bakınız durum ortada. Böyle bir mahkeme öyle bir kararı çıkaramıyorsa, buradan nasıl bir anlam çıkarmak gerekiyor? İnsanlar yalnızca konuştukları için, yalnızca örgütlenme özgürlüklerini kullanmak istedikleri için bu ülkede böyle bir çağda, üstelik IŞİD’e karşı mücadelede dayanıştıkları için bu cezalarla karşı karşıya kaldılar. 10 Ekim Ankara Gar Katliamı, 5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır mitingindeki saldırı, Suruç Katliamı... Tüm bunlar Kobanî Davasının görüldüğü kampüste dün cezasızlık politikasıyla bir kez daha baş başa bırakıldı. Şayet biz Kürtler ve demokrasi güçleri olarak bunlara karşı cezasızlığın işlememesi için mücadeleyi yükseltmez ve sesleri çoğaltmazsak bu silsile halinde devam eder.
Muhalefet daha ortak ve birleşik bir mücadele verseydi, bugün HDPli siyasetçiler içeride olur muydu?
Peki, 15-20 yıl arasında değişen hapis cezaları nasıl verildi? Burada da bir hukuk garabeti olduğu ortaya çıkıyor. Hem hukukçuların hem de Hukuk Komisyonumuzun yorumu bu şekilde. 302. madde ya vardır ya yoktur. “Devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma suçu”. Cezalar bu suçtan doğrudan verilememiş. Peki ne yapılmış? 39. maddedeki yardım etme kriteri uygulanmış. Hukukçuların yorumunu paylaşıyorum. “TCK 39’uncu maddesine göre devletin birliğini ve bütünlüğünü doğrudan bozma girişimi söz konusu değil, fakat bir yardım etme durumu ortaya çıkmış” diyor mahkeme ve bunun üzerine bu cezaları veriyor. Sonra geri kalan sayıların giderek arttı hatta mahkeme heyeti ara verme ihtiyacı hissetti. Ancak tek tek suç gibi gösterilmeye çalışılan şeyler de katıldıkları etkinliklerde düşüncelerini açıklamak ve bu düşüncelerle ilgili siyaset yürütmektir. Yani bir partinin siyaset yapma felsefesi yargılanıyor, Çözüm Sürecinden intikam alınıyor. Bazen gerçekten bir boşluğa konuşuyormuşuz ya da klişeleri tekrarlıyormuşuz gibi hissedenlere özellikle seslenmek istiyorum DEM Parti adına. Bazı şeyleri kronolojik olarak hatırlatmak da mümkün. Biz buraya nasıl vardık? Buraya varırken muhalefet daha bir arada, daha ortak, daha birleşik bir mücadele verseydi ve beraber ses yükseltseydi bugün HDPli siyasetçiler içerde olur muydu? Bu sorulara dair düşünmeye tüm kamuoyunu davet ediyoruz. Çünkü hepimiz biliyoruz ki bu siyasetçileri içeride bunca yıl rehin tutmalarına izin vermeyecek tek güç bizim ortak mücadele gücümüzdür. Hepimiz biliyoruz ki Demirtaşları, Yüksekdağları özgürleştirecek tek güç herkes için eşitlik, özgürlük ve adalet talebini yükseltmek ve örgütlemektir. Yine hepimiz biliyoruz ki -tarih bunun ispatlarıyla dolu, son yüzyıla baktığımızda bile görürüz- hiçbir mahkeme ve hiçbir iktidar, adil bir yargılama söz konusu olmadığı için milyonlarca insanın iradesi olarak gördüğü insanları, kendi adına söz söyleme ve eyleme yetkisi verdiği insanları bu kadar yıl haksız hukuksuz bir biçimde hapiste tutamaz.
Gültan Kışanak’ın dün söylediği gibi Türkiye’nin tahliyeye değil daha çok özgürlüğe, eşitliğe ve adalete ihtiyacı var
Merkez Yürütme Kurulumuzda tahmin ve takdir edersiniz ki yalnızca bu konu ve bundan sonraki planlamalar konuşuldu. Bu kararı tanımıyoruz açıklamasının anlaşılır kılınması için tanımamak ancak mücadele ile mümkün olur. Tanımamak ancak yan yana gelişleri artırarak mümkün olur. Yıllardır özgürlüklerinden, onları seçen insanlardan, sevdiklerinden zorla ayrılmış bu insanlara ve cezaevlerindeki diğer tutsaklara borcumuzdur. Biliyorsunuz cezaevlerinde haftalardır bir direniş sürüyor. Tecridi kırmak, Kürt sorununda demokratik ve barışçıl yolları açmak, Kürt sorununun diyalog yoluyla çözülmesini sağlamak için bir direniş bu. Çünkü aslında bugün konuştuğumuz dava da Kürt meselesinde çözümsüzlük politikalarına dönüldüğü için karşımıza çıktı. Bunu unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla Gültan Kışanak’ın dün tahliye esnasında söylediği gibi Türkiye’nin tahliyeye değil daha çok özgürlüğe, eşitliğe, demokrasiye ve adalete ihtiyacı var. Bunun sağlanabilmesi için de haksız ve hukuksuz bir biçimde yıllardır içeride tutulan, infazlarını doldurmuş olmalarına rağmen tahliye edilmeyen herkesin o hapishanelerden çıkarılması gerekiyor. Aksi durumda bizim bir normalleşmeden, yumuşamadan bahsetmemiz mümkün olamaz.
Yarın “herkes için özgürlük ve herkes için demokrasi” diyerek Adana, Diyarbakır ve İstanbul’da buluşuyoruz
Biz ilk etapta yarın “herkes için özgürlük, herkes için demokrasi” diyerek buluşuyoruz 3 şehirde. Adana’da Barbaros Mahallesi temsilcilik önünde saat 17’de. Diyarbakır Dağkapı’da saat 16’da ve İstanbul Esenyurt Meydanında saat 17:00’de bir araya geliyoruz. Buradan bu çağrıyı yineliyorum: Bu sesi hep birlikte yükseltmezsek, itirazımızı birlikte ifade etmezsek; Gezi’den Kobanî'ye, Can Atalay’dan Kavala’ya tüm eşitsizliklere ve adaletsizliklere karşı ortak ses çıkaramazsak korkarım bizi daha zor günler bekler. Ama ortak mücadele tarihi de göstermiştir ki bugüne kadar bu zor günleri yan yana gelerek ve sesleri çoğaltarak alt etmeyi başardık. O mücadele tarihinden esin alarak Adana, Diyarbakır ve İstanbul'da yapacağımız bu buluşmalara tüm duyarlı demokratik kamuoyunu; eşitlik, özgürlük ve adalet talebi olan herkesi davet ediyoruz. Bu buluşmalarımız sürecek. Kobanî Davası kararları bundan sonra bizim için yeni bir mücadelenin kavşağıdır. DEM Parti olarak bu konuda kararlıyız. DEM Parti’nin temsil ettiği değerleri, ulaşmak istediği Türkiye’yi bu tür kararlarla mahkum etmek, kriminalize etmek daha önce de denendi ancak başarılamadı. Bu bizim için yeni bir mücadele kavşağı ve bu kavşağı hep birlikte büyütmeye, bu kavşakta hep birlikte daha güçlü bir şekilde durmaya herkesi davet ediyoruz. Çağrımız vicdan sahibi herkesedir. Hak, hukuk, adalet ihtiyacı duyan herkesi Adana’da, Diyarbakır’da ve İstanbul’da DEM Parti’nin yapacağı halk buluşmalarında sesini yükseltmeye ve bizimle birlikte olmaya davet ediyoruz.
Onların siyasete geri dönmelerini sağlayacak şey göstereceğimiz çaba ve özgürlük azmidir
Tekrar ediyorum; bu dava hukuki değil siyasi bir davadır. Dolayısıyla hukuki bir değerlendirme, bir yorum hukukçuları da zorlamıştır. Ne yazık ki çok sayıda örnek verebiliriz tarihten bu dava ile ilgili. Akla 49’lar geliyor, İstiklal Mahkemeleri geliyor, Devlet Güvenlik Mahkemeleri geliyor. Daha öncesi ve daha sonrası geliyor. 100 yıldır Kürtlerle ilgili yürütülen pek çok politika geliyor: Yine klişe gibi görünecek ama değil bu bir hakikat. Ret geliyor, inkar geliyor, imha geliyor. Ve bütün bunların açık beyanı niteliğinde karar verdi mahkeme. 125 hala güncel olsa demek ki bir idam kararıyla karşı karşıya kalma ihtimali olabilirdi. Siyasetçiler yalnızca düşüncelerini açıkladıkları ve bunu örgütledikleri, yani siyaset yaptıkları için böyle olabilirdi. Seçilmiş siyasetçiler tıpkı 70’lerde, 80’lerde, 90’larda olduğu gibi hukuk ve yargı araçsallaştırılarak siyasetten uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Onların siyasete geri dönmelerini sağlayacak şey bizim dışarıda özgürlük eşitlik ve adalet için göstereceğimiz performanstır, göstereceğimiz çaba ve özgürlük azmidir.
CHP’den bir heyet Sincan’da duruşmayı izliyordu
SORU: Kararın ardından muhalefet parti başkanları, Özgür Özel başta olmak üzere partinizle bir iletişim sağladı mı?
Karar açıklandığında Meclis’teydim. Bir grup arkadaşımız Sincan’daydı, bir grup arkadaşımız Genel Merkezdeydi. Bilgim dahilinde Eş Genel Başkanlarla doğrudan bir temas sağlanmadı. Fakat biz karar esnasında Meclis’te birlikteydik, CHP Grup Başkanvekilleri oradaydı ve CHP’den bir heyet de Sincan’da duruşmayı izliyordu.
"Kürtler, demokrasi güçleri, sosyalistler yoktur" dediğinizde yok olmuyorlar
SORU: Kobane protestoları sırasında öldürülen kişilerden çoğu HDP’liydi. O dönem İçişleri Bakanı Efkan Ala “kontrol edemediğimiz güçler var” demişti. Mahkeme bu öldürme olaylarının nasıl geliştiğine ilişkin bir tespitte bulundu mu? Bunları nasıl değerlendirirsiniz?
Bu dosya ve oluşturulma aşamasında Meclis’te HDP’li siyasetçiler, sonrasında DEM Partili siyasetçiler olayların araştırılmasını ve nasıl yaşandığını ortaya çıkarılmasını defalarca istedi. Bu konuda araştırma önergeleri verdik ama bunlar hep reddedildi. Efkan Ala’nın sözlerini hatırlıyoruz, “kontrol edemediğimiz güçler” meselesi. Bütün bunlar ikrar. İçişleri Bakanı Yardımcısının dün attığı tweet, Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından birinin yaptığı açıklama. Neyin ikrarı bunlar? Kurgulanan bir dosya ve davayı gerekçe yaparak bir partiyi kapatmaya ve tümden diz çöktürmeye çalışmanın ikrarı. Nasıl bir gerçekle karşı karşıya kalıyor bu ikrar? Ne yaparsanız yapın bu siyaset anlayışından vazgeçmeyen insanlar var. Yalnızca DEM Partili siyasetçilerden değil milyonlarca insandan bahsediyorum. Bu insanlar için “yoktur” dediğinde onlar yok olmuyor. “Kürtler, demokrasi güçleri, sosyalistler yoktur” dediğinizde bu ülkeden yok olmuyorlar. Bu ülkede eşitlik ve demokrasi sorunu var, savaş gerçeği var. Bu ülkede yüzleşilmeyen acılar var, hakikatler var. Bu ülke bunların ne yazık ki her 10 yılda bir minimum yaşandığı bir sürü katliam tarihiyle dolu bir ülke. Bunları görmezden geldiğinizde, bunlara karşı böyle bir pozisyon aldığınızda ya da böyle bir siyaset yürüttüğünüzde bunlar yok olmuyor. “Kürtçe yoktur” dediğinizde, Türkiye’de en az 20 milyon insanın konuştuğu bir dil yok olmuyor. Diller varlığını sürdürmek için mücadele ediyor. Bunu bir zenginlik olarak görmek yerine bunu bir kavga sebebi yaparsanız; günün birinde sizin talimatınızla çalışan mahkemeler bile çıkar sizin delil olarak ortaya koyduğunuz şeyleri delil olarak kullanamadan, “memleketin bekası” diyerek kendi bekanızı oluşturmaya çalıştığınızın farkında olarak ya da olmayarak verdiği bir kararla ortaya çıkarır. O yüzden bizim taleplerimiz her zaman reddedildi. Bu dosya da talimatla oluşturulan bir dosya olduğu için buna bu bağlamda hukuki olarak yaklaşılmadı.
Ji bo ronahiya me hemûyan divê em têkoşîna xwe ya hevpar bilindtir bikin
Guhdar û temaşevanên rêzdar, ez dizanim her kes herî kêm weke me aciz e. Ji ber ku neheqiyeke gelek mezin careke din derket holê. Tişta ku tê xwestin, biryara ku derheqê Kobaniyê de hatiye dayîn, careke din nîşan kir ku van cezayên ku niha mehkeme ji bo siyasetmedarên Kurd û heval û dostên Kurdan re dixwaze hêviya jiyaneke bi hev re û wekhev, birûmet û aştiyeke mayînde û çareseriyeke ji bo pirsgirêka Kurd lewaz kir, qels kir. Lê em berevajî vê jî dizanin, ev ne cara yekemîn e ku siyasetmedarên Kurd û rêhevalên wan tê cezakirin. Em dizanin ku ji dîrokê heta niha em şahidên vê ne ku, her carê van cezayan têkoşîna me bilind kiriye. Biryarên ku do derheqê Kobaniyê de hatin dayîn, careke din nîşan da ku aqlê dewletê dixwaze Kurdan red bike, înkar bike û hin hesabên biçûk ji bo berjewendiyên xwe ji vê derê derxe. Çi dikare rê li ber vê bigire? Em weke Lijneya rêveberiyê do civiyan. Û hemû partiyên ku di bin sîwana DEMê de ciyê xwe girtine bi hevserokên wan û hevberdevkên wan re em civiyan. Û em gihan encameke welê ku ji vê rêyê derketin ji bo ronahiyeke tevahiya me hemûyan divê em têkoşîna xwe ya hevpar bilindtir bikin. Ji bo em bikarin siyasetmedarên Kurd, kesên ku li hepsan bi hukmê zorê tên girtin, kesên bi qerar û biryarên bê hiqûq di hundir de ne, kesên ku 30 sal in di hundir de ne, dîl hatine girtin înfaza xwe dagirtine lê dîsa jî nayên berdan em dizanin ku rêya azadiya wan bilinkirina têkoşîneke hevpar ya helwesta demokrasî, aştî, wekheviyê ye. Ji ber vê yekê ez dixwazim ji tevahiya raya giştî ya Tirkiyeyê û Kurdistanê re vê bangewaziyê bikim.
Sibê em ê li Edene, Amed û Stenbolê li dijî vê neheqiyê rabin ser piyan
Em ê sibê 3 bajaran ji bo ku dengê xwe li hember van neheqiyan bilind bikin, mafê xwe yê herî demokratîk ya îtîrazkirinê bi kar bînin, ji bo her kesî helwesta me ew e. Em demokrasî û azadiyê dixwazin. Lewma em bangewazî dikin ku sibê li Edene, Amed û Stenbolê em werin ba hev û hevdîtinan li dar bixin. Bi dengekî bilind em dibêjin ji Geziyê heya Kobaniyê ji Can Atalay heya Kavala em têkoşîneke hevpar derxin holê. Divê em cihê xwe li van bajaran bigirin. Li Edeneyê li Taxa Barbarosê saet 5an li Amedê li qada Deriyê Çiyê saet 16an, li Esenyurtta Stenbolê saet 17an em hevdîtinan li dar dixin. Wekî me sekna hevpar li ber dadgehê derxist holê, em ê dîsa sekneke hevpar derxin holê. Hemû kesên ku soz û peymana wan ji bo aştî, wekhevî, demokrasî û azadiyê heye weke li Wanê em çawa bûn yek û me dengê xwe bilindtir kir, divê em sibê li Edene, Amed û Stenbolê jî em helwesta xwe ya ji bo azadî, aştî û wekheviyê ji bo jiyaneke hevpar lê bi serfirazî em li wan deran dengê xwe bilind bikin. Em bibêjin em van biryaran nas nakin. Dema em dibêjin em van biryaran nas nakin divê em bi kirinên xwe, bi çalakiyên xwe, bi têkoşîna xwe, bi soz û peymana xwe bilindtir bikin. Rêhevalên me, dildarên doza azadî, aştî, wekhevî û demokrasiyê berdêlên mezin didin. Ne ji bo şexsê xwe hatine girtin, ne ji bo berjwendiyên xwe hatine girtin, ji bo berjewendiyên gelemperî htine girtin. Lewma divê em jî milê xwe bixin bin vî barî û werin dengê xwe bi awayekî demokratîk bilind bikin, helwesta xwe û daxwazên xwe bînin ziman da ku raya giştî jî dengê me seh bike. Ev bangewazî jî ji bo hemû kesê ku xwe berpirsyar dibîne, ji bo her kesê ku xweyîwijdan e, ji bo her kesê ku dixwaze li vî welatê jiyaneke wekhev, ji bo pirsgirêka Kurd çareseriyeke mayînde, ji bo her kesê ku li hember şerî xwedî sekn e bangewaziya me li wan e. Werin sibê xwe bigihînin me û dengê xwe bilind bikin. Ev mesele ne tenê meseleya DEMê ye, ev mesele meseleya hemû kesan e ku dibêjin em muxalefet in, dibêjin em azadî, wekhevî û demokrasiyê ji bo her kesî dixwazin. Ez we hemûyan bi rêzdarî silav dikin. Spas.
17 Mayıs 2024