Parti Sözcümüz Ayşegül Doğan, Genel Merkezimizde yaptığı basın toplantısında MYK kararlarımıza ve gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Doğan, şunları söyledi:
Celal Başlangıç geride bıraktıklarıyla unutulmayacak
Dün toplanan Merkez Yürütme Kurulumuzun ana gündem başlıklarını paylaşmadan önce, yaptığı habercilik ve geride bıraktıklarıyla Sevgili Celal Başlangıç’ı saygıyla anmak isterim. Şu saatlerde Almanya’nın Köln kentinde kendisine veda hazırlıkları yapılıyor. 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Gününde aramızdan ayrılan Başlangıç da ne yazık ki sürgünde ülkesine dönme hasretiyle bizlere veda etti. Sevgili Ayşe Yıldırım başta olmak üzere tüm sevenlerine DEM Parti adına başsağlığı ve sabır diliyorum.
MYK gündeminde yer alan son gelişmeler üzerinden bir Türkiye fotoğrafı çekerek başlamak istiyorum bugünkü basın toplantımıza. Aslında Celal Başlangıç da bu fotoğraf içinde hem hak haberciliğiyle hem son yıllarda maruz kaldıklarıyla çok önemli bir yer teşkil ve temsil ediyor. O nedenle yaptığı habercilik ve geride bıraktıkları hiçbir zaman unutulmayacak.
Yine tekliği esas alan katı ve yasaklayıcı bir müfredatla karşımıza çıktılar
Şimdi gelelim MYK gündemine. Son 10 günde neler yaşandı ve halihazırda neler yaşanıyor, hangi tartışmalar hakim bir şekilde devam ediyor? 1 Mayıs’la başlayalım. 1 Mayıs mitinginin engellenmesi, milyonlarca insanın yaşadığı bir kentin adeta ablukaya alınması ve onlarca gözaltı soruşturması yetmezmiş gibi bir de tutuklamalarla anayasal bir hakkın kullanılması engellenmiş oluyor. Bu konudaki AYM kararlarına rağmen anayasal hak kullanılamıyor. Uygulanmayan AYM ve AİHM kararlarından bazılarını hatırlatmak istiyorum. Özellikle bugünlerde hatırlatmak çok önemli. Gezi Davası, 16 Mayıs’ta görülecek Kobanî Kumpas Davası, Can Atalay, Cumartesi Anneleri… Bu listeyi uzatabiliriz. Bu arada 19 milyon öğrenciyi hatırlayalım. Son 10 günde yaşananlara bakıyoruz. Türkiye’de milyonlarca ebeveyni, 1 milyonun üzerinde eğitimciyi etkileyecek yine tekliği esas alan katı ve yasaklayıcı bir müfredatla karşımıza çıktılar. Bu müfredat kimlerle nasıl yapıldı, kimlere soruldu, sürece kimler dahil edildi? Bunları da bilen yok! Bu konuda sorulan bütün sorulara verilen bir yanıt da yok maalesef.
2014’te binlerce Êzidî çocuk ve kadın IŞİD tarafından kaçırıldı
Bir türlü manşete çıkamayan bir konuya da özel olarak değinmek istiyorum. Dün Ankara’da IŞİD tarafından kaçırılan ve adı Ayşe olarak değiştirilen 9 yaşındaki kız çocuğunun davasının 4. duruşması görüldü. Duruşma tahmin edebileceğiniz gibi kapalı görüldü ki bu da şaşırtıcı değil. Yine şaşırtıcı olmayan diğer bir şey de bu duruşmada tutuklu yargılanan kimsenin olmaması! Kimse tutuklu yargılanmadığı gibi 9 yaşındaki kız çocuğunun gerçek ailesini bulmak için herhangi bir çaba da yok. Aksine bu çocuğun ve diğer mağdurların hak arayışları engelleniyor ve sesleri duyulmuyor. 2014 yılında binlerce Êzidî çocuk ve kadın IŞİD tarafından kaçırıldı ve esir alındı ve bu çocuklardan biri de dün Ankara’da, Türkiye’nin başkentinde davasının 4. duruşması görülen bu çocuk. Bunun özellikle altını çizmek istedik ve manşete çıkamayan bu konuya da DEM Parti olarak özel olarak değinmek istedik. Biz duruşmayı takip ettik, bu olayı da yakından takip ediyoruz.
Öğretmenler can güvenlikleri sağlansın diye bugün iş bırakıyor
Okulda, evde, sokakta ne yazık ki şiddet bitmiyor. Kadın cinayetleri adeta bir kırıma dönmüş durumda. Nisan 2024’te en az 30 kadın katledildi. Bu tabii ki tespit edilebilen sayı. Muhtemel bu sayı daha da fazla. Nisan 2024’te en az 30 kadın ve iki çocuk öldürüldü. Sorumluluk alması gereken bakanlık, “şiddet bütün dünyanın sorunu” demekle yetinebiliyor. Bir yandan da kadınlara ve çocuklara dönük bu şiddeti olağanlaştırma girişiminde bulunuyor. Daha birkaç gün önce öğrencisi tarafından vurularak öldürülen bir öğretmenin ardından bugün eğitimciler Türkiye’de iş bırakıyor. Niye iş bırakıyorlar, hangi taleple iş bırakıyorlar? Can güvenliği sağlansın, gerekli tedbirler alınsın diye iş bırakıyorlar. İbrahim Okutan’ı burada saygıyla anıyoruz. 74 yaşında emekli bir öğretmen neden çalışmak zorunda kalıyor bu ülkede? Bu sorunun yanıtını kim verecek? Kimler bu olay karşısında sorumluluk hissedecek? Eğitimcilerin ve aslında pek çok insanın can güvenliği olmayan bir ülkede yaşadıklarını hissetmesinin müsebbibi kimler? Aslında kimler olduğu aşikar. Ancak bu iktidar bütün bu yaşananlar konusunda herhangi bir sorumluluk hissettiğine ilişkin bir emare ortaya koymuyor.
Hilvanlıları, gasp edilmek istenen haklarına ve iradelerine sahip çıkmaya çağırıyoruz
Biliyorsunuz, Hilvan’da kazandığımız bir seçim yenileniyor. 2 Haziran’da yenilenecek olan seçime iki gün önce start verdik. Seçimlerin demokratik ve adil koşullarda gerçekleştiğini söyleyenlere Hilvan’daki süreci hatırlatmak isterim. 31 Mart gecesi Hilvan’da önce oy pusulaları yakıldı, ardından sandık görevlileri darp edildi. Öyle ki Hilvan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir soruşturma başlatıldı. Soruşturma kapsamında tutuklanan 7 kişiden biri de AKP’nin ilçe seçim kurulu üyesiydi. Yakılan oy pusulalarına, darp edilen sandık görevlilerine, veri akışının bir süre durdurulmasına (ki buradan duyurmuştuk) rağmen DEM Parti, 521 oy farkla Hilvan’da seçimleri kazandı. Ancak şimdi kazandığımız bir seçim tekrarlanıyor. Nasıl tekrarlanıyor? Urfa İl Seçim Kurulu, Hilvan İlçe Seçim Kurulu ve Yüksek Seçim Kurulu’nun bir parti lehine karar vermesi üzerine tekrarlanıyor. İktidar partisi lehine seçim sonuçlarının değişmesi için ne gibi girişimlerde bulunduklarını sizler de gördünüz, bizler de anlattık. Ama yalnızca bizler anlatmadık, sokaktan gelen görüntüler de bu gerçeği ortaya koydu. Hilvan DEM Parti’den şimdi de kumpasla alınmak isteniyor. Tüm Hilvanlıları, 2 Haziran’da gasp edilmek istenen haklarına ve iradelerine en güçlü şekilde, mevcut 521 oy farkını daha da artırarak sahip çıkmaya çağırıyoruz. Bu arada Hilvan’daki hak gaspına seyirci kalanlar, ortak olanlar, önlem almayanlar Birecik ilçe binamıza yönelik silahlı saldırı karşısında da suskunluklarını koruyor. İki gün üst üste yaşanan bu saldırı da gösteriyor ki seçim öncesi ve sonrasında yaratılmak istenen her türlü provokasyona açık bir ortama ve tüm uyarılarımıza rağmen gerekli önlemler alınmıyor, alınması konusunda da herhangi bir girişimde bulunulmuyor. Birecik’te yaşanması muhtemel olayların sorumlusu tüm bu yaşananlara göz yumanlar, seyirci kalanlar, seç çıkarmayanlar ve ortak olanlardır.
Anayasanın toplumsal uzlaşmaya dayanmasını ve toplumsal bir sözleşme niteliği taşımasını önemsiyoruz
Değerli Türkiye kamuoyu, bu fotoğraf tabii ki yalnızca bununla sınırlı değil. Türkiye’de son 10 günde yaşananların fotoğrafını çekmeye çalışsak burada en az 10 saat konuşmamız gerekir. Kadına yönelik şiddetten, çocuklara yönelik şiddetten, aşırı bir doğa olayı gibi sunulan ama arkasında kayyımların yıllarca biriktirdiği talanın, usulsüzlüğün, yolsuzluğun ve keyfi imar planlarının olduğu Cizre’de yaşanan sel felaketinden bahsetsek saatlerce konuşmamız gerekecek. Bu fotoğrafı çekme nedenimiz nedir? Bir yandan da anayasa tartışmaları sürüyor. İşte MYK gündemimize, yani anayasa tartışmalarına ve yaklaşımımıza değinmemiz gerekirse önce bu fotoğrafı da hatırlatmamız gerekir. Çünkü anayasa DEM Parti için yalnızca bugünle ya da güncel tartışmalarla sınırlandırılacak bir mesele değil. Onlarca yıldır sivil anayasa, demokratik bir anayasa, yeni bir anayasa için mücadele veren bir parti geleneğinden bahsediyoruz. Peki, anayasanın yalnızca sivil olması yeterli mi? Hayır değil. Aynı zamanda yeni ve demokratik olması gerekir. Bunun olması için de toplumsal bir sözleşme niteliği taşıyabilmesi gerekir. Yeni ve demokratik bir sivil anayasanın, toplumsal uzlaşmaya dayanması ve toplumsal bir sözleşme niteliği taşıyabilmesi için kullanılacak yol ve yöntemler partimiz tarafından çok önemseniyor ve izleniyor. Sadece izlemiyoruz; bu aslında bizim gündemimiz, bizim hayatımız. Kimlerin hayatını ilgilendiriyor? Ezilenlerin, kadınların, gençlerin, emekçilerin hayatını ilgilendiriyor. Yıllardır emek sömürüsüne maruz kalanların hayatını ilgilendiriyor.
Gerçek bir yumuşamadan bahsedeceksek Kobanî Kumpas Davasındaki karar önemli olacaktır
AKP döneminde bu anayasada sayısız değişiklik yapıldı. Geldiğimiz aşamada nereye vardık? 12 Eylül darbe anayasasının dahi uygulanmadığı günlerden bahsediyoruz. Nasıl çağrılar yapıyoruz? “Anayasayı ihlal etmeyin. Mevcut anayasaya bağlı kalın, gereklerini yerine getirin” çağrıları yapmak durumunda kalıyoruz. İşte böyle bir ortamda bir yandan da anayasa tartışmaları ve ziyaretler, bir trafik sürüyor. Anayasa DEM Parti için bu tartışmalarla sınırlandırılabilecek bir mesele değildir. Bu konuda çok büyük bir deneyime ve mücadele geleneğine sahip bir parti olarak, anayasanın gerçekten yeni olması için eskiden tamamen vazgeçtiğini göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. İktidarından muhalefetine kadar tüm Türkiye kamuoyunu bunun en önemli göstergelerinden biri önümüzdeki hafta bekliyor. Çünkü tüm Türkiye kamuoyunu ilgilendirecek bir karar ile karşılaşabiliriz. Müspet veya menfi diyorum çünkü bu bir siyasi karar olacak. 16 Mayıs’ta görülecek Kobani Kumpas Davasından bahsediyorum. Nasıl ki Kobani Kumpas Davası kurgusal bir şekilde Türkiye kamuoyunun gündemine taşındıysa, nasıl ki kumpas kurgulanarak insanlar yıllardır hapiste tutuluyor ve bu da siyasi kararlarla gerçekleştiriliyorsa; biliyoruz ki 16 Mayıs’ta kamuoyunun karşısına çıkacak karar da aynı siyasi saiklerle alınacaktır. Normalleşme ya da yumuşama tartışmaları bir yandan sürerken, 16 Mayıs’ta alınacak bu kararın önemini bir kez daha hatırlatıp kamuoyuna duyarlılık çağrısı yapıyoruz.
Ezilen halkları, farklı kimlikleri, dilleri ve inançları dışında tutan hiçbir normalleşmede sahici bir yumuşama olamaz
Siyasette normalleşme ve yumuşama tartışmaları da MYK’mizin gündemlerinden biriydi. “Siyasette yumuşama dönemi” diye tarif etti Erdoğan, Özgür Özel ile görüşmeden sonra. Yumuşama demek için bir sertliğin kabulünün olması gerekir. Demek ki Cumhurbaşkanı Erdoğan da Türkiye'de bir sertlik olduğunu, bizim en hafif deyimiyle otoriterleşme olarak tarif ettiğimiz durumu bir yandan kabul ediyor. Yine Meclis’te AKP’den bazı yetkililer, bizim yıllardır söylediğimiz Türkiye’deki ekonomik kriz ile demokrasi ve özgürlükler dengesinin birbirini nasıl desteklediğini anlatan açıklamalar yaptı. Doğru orantılı bir şekilde ilerlediğini söyleyen açıklamalardı bunlar. Fakat bu konulara dair atılacak adımlara ilişkin, eğer varsa böyle bir niyet, henüz ortada bir emare olmadığını söylüyor ve bu davaları hatırlatıyoruz. Diyoruz ki hiçbir normalleşme, hiçbir yumuşama girişimi Türkiye’de yaşayan ezilen halkları, farklı kimlikleri, dilleri ve inançları dışında tutarak gerçek ve sahici olmaz.
Pirs: Li ser hevvdîtinên di navbera partiyan de hûn çi difikirin?
Bê lihevhatina civakî makezagon nû nabe
Hevdîtinên neqeba partiyên siyasî de derheqê hemû mijarên welêt tê gotubêjkirin. Partiyên siyasî derheqê rojeva siyasî ya Tirkiyeyê de fikrên xwe, gumanên xwe û nêzîkatiya xwe tînin zimên. Ev hevdîtin dê berdewam bikin. Ji serî de heta niha jixwe daxwaza Partiya DEMê ev bû ku milê muxalefeta Tirkiyeyê mezintir bibe, xurttir bibe û her dem danûstendin di neqeba wan de çêbe. Ji bo hemû pirsgirêkan jî wekî rêya çareseriyê jî DEM Partî dibêje rê û rêbazên danûstendinê, guftûgokirinê divê berfirehtir bibe. Herwiha makezagon jî yek ji wan xalan e ku tê nîqaşkirin. Lê ji ji partiya me destûra bingehîn, nêzîkatiya partiya me ew e ku em dixwazin rê û rêbazên partiya desthilatdar bibînin. Gelo ew ê bi çi rê û rêbazê vê destûra bingehîn bê amadekirin. Ya diduyan em weke partî ji bo makezagoneke nû berdêlên mezin dan. Ev rojev ne rojeveke nû ye ji bo me. Li ser vê jî xebatên me hene û bi salan in em van xebatan dikin. Yanî ev mesele ji aliyê hinan ve nayê rojeva me. Em her dem dibêjin divê ev makezagona ku dema derbeya leşkerî hatiye çêkirin divê bê guhertin. Lê îro em li Tirkiyeyê gihane wê merheleyê ku îcar ew makezagon bixwe tê binpêkirin. Niha di nav van şert û mercan de çawa û bi çi rengî wê makezagoneke nê bê çêkirin? Em dixwazin bersiva vê pirsê bibînin. Herwiha em nasekinin. Em jî amadekariyên xwe dikin. Me hin komîsyon ava kirine. Hûn dizanin heç komîsyoneke meclisê heye, ji xeynî wê komîsyonek jî dê li navenda me li ser makezagonê bixebite. Wê çawa gel tevlî vê pêvajoyê bibe, kesên ku divê fikrên wan bên stendin dê çawa beşdar bibin em dixebitin. Makezagon lihevhatina welatekî ye. Li ser vê jî divê lihevhatina civakekê çêbe. Bê lihevhatina civakê ew makezagon nabe nû. Em naxwazin ev makezagona ku niha em li ser diaxivin careke din bê makyajkirin, ambalaja wê bê guhertin an jî hin guhertinên biçûk ne esas bên çêkirin. Divê tu kes nekeve vê xeletiyê.
Bi lîstikan tu kes nikare îradeya Curnê Reşê têk bibe
Li Curnê Reşê di hilbijartinê de me stend jixwe. Di şeva 31ê Adarê de hemû hewldanên partiya desthilatdar ji bo ferqa ku di neqeba me de derketiye yanî 521 ferq rayan bûn. Dîsa jî desthilatdar biryara nûkirina hilbijartinê da. Yanî ev ne edalet e, ev ne heq e, ev ne hiqûq e. Ez pêşiya vê bi 2 rojan li Curnê Reşê bûm. Civaka wir pir aciz bûn. Ne neheq in ji ber ku îradeya wan, vîna wan, keda wan li ber çavê dinyayê tê xesbkirin. Partiyên muxalefetê bêdeng nemînin. Ev mesele tenê meseleya DEMê nîne. Kesên çûne li wir ray şewitandine diyar in, kesên ku çûne li berpirsyarên sindoqan xistine ew jî diyar in. Welê çêbûye ku 7 kes hatine girtin, lê kes nabêje ka em binêrin li Curnê Reşê li qewimiye. Ev jî têrê nake ev 2 roj in li Bîrecukê kesên diyar aşkera radibin êrişî partiya me dikin lû dîsa jî rê li ber wan nayê girtin. Niha li Bîrecukê tiştek bi kesî bê berpirsyar kî ye? Desthilatdar berpirsyar e. Em ji vir careke din dibêjin bi rojan e xelk li ber şaredariya xwe xwedî li îradeya xwe derdikeve, xelk naxwaze bi lîstokan şaredariya wan ji wan bê dizîn. Ez dizî ye. Bi van lîstina tu kes nikare îradeya Curnê Reşê jî têk bibe. 2ê Hezîranê em ê careke din bi ser bikevin.
10 Mayıs 2024