Eğitim Politikaları Konferansımız: Asimilasyoncu, tekçi, otoriter eğitim politikalarını değiştirmek temel önceliğimizdir

Eğitim Politikaları Komisyonumuz Starton Otel’de Eğitim Politikaları Konferansı düzenledi. Konferansa akademisyenler, eğitimciler, STK temsilcileri katıldı. Konferansın açılışında konuşan Eğitim Politikaları Komisyonu Eş Sözcümüz Sami Evren ile Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit, eğitim alanında yaşanan sorunlara dikkat çekti. 

Tutuklu bulunan Eğitim Politikaları Komisyonu Eş Sözcüsü İlknur Birol’un selamlarını ileterek konuşmasına başlayan Sami Evren, şunları söyledi:

Konferansımızın hazırlık sürecinde bizlere katkı sunan, emeğini bizlerden esirgemeyen tüm dostlara teşekkür ederim. Konferansımızı izlemeye gelen dostlarımızı, demokratik kitle örgütlerinin ve siyasi partilerin temsilcilerini, akademisyenleri, eğitimci yoldaşlarımızı, Eğitim Politikaları Komisyonu adına saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. 

Eğitim konusu 85 milyonu ilgilendiriyor, ortak çözüm üretmeliyiz

Eğitim Türkiye’nin en temel meselelerinin başında gelmektedir. Bu mesele, toplumun geleceğini, milyonlarca öğrenciyi, anne ve babayı, öğretmeni, üniversiteleri, akademik çalışmaları ve nihayetinde 85 milyonu doğrudan ilgilendirmektedir. Bu konferansta, Türkiye’de uygulanmış ve uygulanmakta olan eğitim politikalarını ele alarak tarihsel ve politik olarak sorgulamayı, değerlendirmeyi, birlikte tartışmayı ve çözüm üretmeyi umuyoruz. 

Sadece bir konferansla konuyu sonuçlandırmamızın mümkün olmadığının farkındayız. Eğitim Politikaları Komisyonu olarak bundan sonraki süreçte, eğitime ilişkin sorunlar ve konular üzerinde konferanslar düzenlemeye devam edeceğiz. Bir ülkenin eğitim süreçlerinin geçirdiği tarihsel dönemler o ülkenin demokrasisinin geçirdiği evrimle doğrudan ilgilidir. Bu nedenle nasıl bir ülkede yaşadığımızı, tarihsel süreci doğru ifade etmeden konuyu irdelemek yüzeysel değerlendirmelere tekabül eder.

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne farklı kimliklerin ve kültürlerin reddedildiği asimilasyoncu eğitim, temel politika haline geldi

Cumhuriyet’in yüz yıllık serüveni boyunca farklı kimliklerin, kültürlerin, anadillerin, halkların ve inançların varlığını inkâr eden, evrensel temel hakların ve özgürlüklerin reddine dayalı, üretim ilişkilerinde sermaye lehine, emekçiler aleyhine demokrasiden yoksun rejimler silsilesi süregelmiştir. Türkiye tarihi boyunca demokratik bir cumhuriyetten yoksun olmanın sancılarını AKP- MHP iktidar bloğu ile derinleşerek yaşıyoruz. Bütün bu süreçlere damgasını vuran “tek millet-tek mezhep” anlayışı değişmeden hüküm sürüyor. Modern Türkiye, tarihi boyunca askerî ve sivil darbelerin süreğenleşmesi, askerî-sivil bürokratik vesayet, otoriter-katı merkeziyetçi siyasi/idari yapılanma, anti-demokratik yasalar ve uygulayıcı kurumlar, eğitim sistemi, yerel idarelerin ve hizmetlerin merkezi vesayet baskısı altına alınması anlayışı üzerine inşa edildi. Kuruluşundan beri farklı kimliklerin, kültürlerin, anadillerinin ve inançların varlığının reddine dayalı inkârcı, asimilasyoncu ve otoriter merkeziyetçi devlet yapılanması temel politika haline geldi. Cumhuriyet’in geride bıraktığı 100 yıllık zaman diliminde, sermayenin emek üzerindeki sömürüsü daha da derinleşti, emekçi halkların yaşamı tüm boyutlarıyla büyük bir yıkıma uğradı. Rant ve sermaye odaklı kuralsız büyüme ve kalkınma yönelimleri, coğrafyamızın talanına yol açtı.

Eğitim politikaları otoriter rejimin ihtiyaçlarına göre yapılandırılıyor

Böyle bir ülkede sistematik olarak uygulanan merkezi eğitim sistemi otoriter rejimin ihtiyaçlarına göre kendini yapılandırmaktadır. Bütün otoriter rejimler eğitim sistemlerini kendi geleceklerini güvence altına alan ideolojik politik programla güçlendirirler. Toplumsal çürümeyi çoğaltan, otoriter sisteme biat eden, başta çocuklar olmak üzere gençlerin ve toplumun geleceğini kendi siyasi amaçları doğrultusunda oluşturdukları eğitim politikalarını ve uygulamalarını hayata geçirmek istiyorlar. Bu nedenle 2024-2025 Eğitim Öğretim Yılı'nda Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adıyla açıkladığı yeni müfredatın kademeli olarak uygulanmaya başlanması tesadüfî bir uygulama değildir. Model AKP-MHP iktidar bloğunun inşa etmek istediği otoriter yeni rejimle uyumludur. Otoriter rejimlerin eğitim politikalarında halk, çocuklar, gençler, toplumsal dönüşüm, mantık, felsefe, diyalektik düşünme, bilimsellik olamaz.

Bilimsel, özgürlükçü, demokratik eğitim mücadelesi demokrasi mücadelesidir

Bilimsel, özgürlükçü, demokratik eğitim için mücadele aynı zamanda demokrasi mücadelesidir. Bu nedenle konferansımızın hedefi aynı zamanda partimizin mücadele programını güçlendirmektir. Eğitimin bütün kademelerinde eğitimin niteliğini yükseltmek, çocukların özgür ve sağlıklı bireyler olarak yetiştirilmesi için somut adımlar atılması gerektiği açıktır. Ancak siyasi iktidar, bugüne kadar farklı kimlik ve kültürleri tanımıyor. Din ve inanç alanı gibi son derece hassas konularda öğrencilere “tek din, tek mezhep” anlayışıyla kendi inanç kültürüne ait değerleri tüm topluma dayatmayı görev edinmiştir. ÇEDES Projesi bu duruma mükemmel bir örnektir. Bildiğiniz gibi bu proje iktidarın eğitim sistemini kendi siyasal, kültürel ihtiyacı doğrultusunda dönüştürme projesidir. Bir başka boyutu ile, eğitim hakkının tamamen yok sayıldığı, "fırsat eşitliği" perdesi altında sürdürülen piyasa merkezli eğitim modeli hedeflenmiştir. Eğitimin ve özellikle de mesleki eğitimin kamusal niteliğini adım adım tasfiye etmek için uygulamaya konulan MESEM gibi uygulamalar üzerinden şirketlere ucuz işgücü sağlanmaktadır. MEB, yıllardır mesleki eğitimi şirketlerin dönemsel ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmekte, kamu kaynaklarını mesleki eğitimin niteliğini arttırmak için değil, şirketlere destek için kullanmaktadır.

Hepimizin temel sorumluluğu ayrımcı, adaletsiz düzene ve eğitim sistemine itiraz etmektir

AKP-MHP iktidarı boyunca milyonlarca hane halkı işsiz kalmış, kent yoksulları çoğalmıştır. Milyonlarca çocuğun okula aç gitmesinin baş sorumlusu AKP-MHP iktidarıdır. Açlık ve yoksulluğun derinleşmesi aynı zamanda insanca yaşam hakkına bir saldırıya dönüşmüştür. Bu ülkenin demokratikleşmesini isteyen bütün güçlerin elbirliği ile sorumluluğu tüm halklarımıza dayatılan ayrımcı, adaletsiz, bu düzene ve eğitim sistemine itiraz etmek gerekmektedir. Bilimi yok sayan ders kitapları ve “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” müfredatı ile okulların kamusal niteliğini yok ederek, özel okulları teşvik eden sistemde karşı karşıya olduğumuz durumlardan bazılarını burada ifade edelim… 

Anadilinde eğitimin engellenmesiyle, bu coğrafyanın bütün dillerinin, “seçmeli derslere” mahkûm edilmesi ile, zorunlu din dersleri ve orta öğretim okullarına mescit dayatmasıyla, okul ve bilginin mümkün olan her fırsatta ve seviyede piyasalaştırılmasıyla, Ermeni, Rum, Musevi okullarının yapayalnız bırakılmasıyla, ders kitaplarında farklı halkları ve inançları aşağılayan nefret dilinin kullanılmasıyla, toplumsal çürümeyi ne kadar çoğalttıklarına günlük yaşantımızda sürekli şahitlik etmekteyiz. 85 milyon nüfusa sahip bir ülkenin tüm yurttaşlarına tek merkezden eğitim sistemini dayatmak otoriter rejimin katı bir hiyerarşi ile idare mekanizması ile karşı karşıyayız.

Partimizin Eğitim Politikaları Komisyonu olarak, çocukların ve toplumun geleceğini karartan bir eğitim düzeniyle yüz yüze olduğumuzu bir kez daha hatırlatarak, bu sisteme itiraz ediyoruz.

Okulları kültürlerin, kimliklerin ve dillerin çokluğu ve çoğulluğu ile inşa edilen özgürleşme mekânlarına dönüştürmek önceliğimizdir

“Engelli” öğrenciler için güvenli, eşitlikçi ve erişimi kolay yapılar oluşturarak öğrenme süreçlerini kolaylaştırıcı yöntem ve uygulamaları gündeme taşımak, tartışmak zorunluluktur. Dili, dini, inancı, sınıfı, cinsiyeti, cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği nedeniyle hiç kimsenin dışlanmayacağı bir eğitim modelini gerçekleştirmek için mücadele etmek, bütün toplumsal kesimlerle tartışmak, bilimsel kriterleri ortaya koymak zorundayız. AKP-MHP iktidarının kendi varlığının bir parçası olan ve kamusal kaynakları aktardığı tarikat ve cemaatlerin eğitim mekânlarına çocukları mahkûm ettiğini görüyoruz. Bu duruma son vermek, eğitim sistemini bilimsel ve seküler bir anlayışa göre yeniden inşa etmek elzemdir. Tüm eğitim alanlarının su, ısınma, elektrik gibi temel ihtiyaçlarının sağlanmasında, atıklarının değerlendirilmesinde ve oyun alanları ile sınıfların yapılandırılmasında ekolojist bir yaklaşımı esas almak temel amaçlarımızdandır. Tüm canlıların yaşam hakkını gözeten, ekolojist bilinçlenmeyi güçlendirecek eğitim programları tartışmak, yeşil alanların ve oyun alanlarının zorunlu olduğu ekolojik okulların inşasını konuşmak, okulları kültürlerin, kimliklerin ve dillerin çokluğu ve çoğulluğu ile inşa edilen özgürleşme mekânlarına dönüştürmek, Partimizin mücadelesini güçlendirmek komisyonumuzun öncelikleri arasındadır.

Çocukların özgür bireyler olmaları hepimizin elinde. Okulları; eşit, özgür ve bilimsel, kolektif akılların çoğaltıldığı ve yeni yaşamın içinde yeşereceği çalışma merkezlerine dönüştürmek için her türlü bilimsel ve siyasal çalışmayı gerçekleştirmek için, demokrasiden, bilimden, özgürlüklerden ve eşitlikten yana olan örgütlü kötülüklere itiraz eden halklarımıza çağrımızdır. AKP-MHP iktidar bloğunun, çocukların, gençlerin geleceği ile sistematik olarak oynayan, her yol ve yöntemi dayatan uygulamalarına karşı tavizsiz ve kararlı duruşumuzu bilimsel özgür tartışmalarla çoğaltacağımıza inanıyoruz. Bütün katılımcıları komisyonumuz adına saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Hepimize kolay gelsin.

Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit de özetle şunları söyledi:

Eğitim Politikaları Komisyonumuzun hazırladığı konferansa hoşgeldiniz. 100 yıllık Cumhuriyet tarihi bize neyin ne olduğunu gösteriyor. Katı ulus devleti bu ülkedeki bütün halkları ve inançları dışlayarak yol aldı. Topluma dayatılan ve yukarıdan kurulan bir toplum inşası dayatılıyor. Bu sistem içinde eğitim en önemli başlıklardan birini oluşturuyor. Gün oluyor 12 Eylül rejimi eğitimi şekillendiriyor, gün oluyor AKP kendi amaçları doğrultusunda toplumun asla yararına olmayan tekçi bir eğitim modeli dayatıyor. Burada eğitim paydaşlarının nesnelleştirildiği, yukarıdan topluma bir eğitim modeli dikte ediliyor. Türkiye’de eğitim sistemi hiçbir zaman demokratik ve özgürlükçü olmadı, toplumun katılımına açık olmadı, hiçbir zaman toplumun ihtiyaçlarını esas almadı. Eğitim alanında en temel yaklaşım "söz konusu devletse gerisi teferruattır" yaklaşımıdır. 12 Eylül’den sonra yüksek öğretimin başına demoklesinin kılıcı olarak getirilen YÖK’ün kendisi, eğitimin dinselleştirilmesi, bütün eğitim sisteminin cunta aklına göre yapılandırılması için çalışmaktadır. 

22 yıllık AKP iktidarında 9 Milli Eğitim Bakanı değişti, her gelen eğitimi yapboz tahtasına dönüştürdü

Güncelde bir değişim var mı, evet büyük bir değişim var ama bu değişim ne yazık ki toplumun ve çağın ihtiyaçlarına uygun değil. AKP’nin 22 yıllık iktidarında 9 Milli Eğitim Bakanı değişmiş, yani ortalama 2,5 yılda bir Milli Eğitim Bakanı değişti. Her gelen önceki sistemi reddedip süreci kendisiyle başlattı. Milli Eğitim Bakanlığı'nda kadrolaşmayı esas aldılar. Bu anlamıyla eğitim sistemi yapboz tahtasına dönüştü. Erdoğan "eğitim alanında başarılı değiliz" dedi. Başarılı değiller çünkü eğitim gibi bir dertleri yok. Çünkü bu ülkede eğitim sistemini çağın ihtiyaçlarına göre, toplumun ihtiyaçlarına göre ilerletmek gibi bir hedefleri yok. Biliyorsunuz Yusuf Tekin diye bir bakan var, kendisi tarikatların ve cemaatlerin biricik bakanı olarak o koltukta oturuyor ve her gün tarikat ve cemaatlere alan açıyor. En son maarif modelini getirdiler. Bununla 100 yıllık eğitim sorunlarını daha da derinleştirecek, tekçi, cinsiyetçi, militarist, dinci ve tarikatçi bir motivasyonla eğitimi içinden çıkılmaz bir hale getiren bir modeli Türkiye halklarına dayattılar. Peki bu modeli getirirken eğitimin paydaşlarıyla, sendikalar, emek meslek örgütleri ve toplumla tartıştılar mı? Hayır, yine oldu bittiyle karşı karşıya kaldık. Bütün itirazlara rağmen bunu kademeli olarak hayata geçiriyorlar. Yine ÇEDES projesi. Hiçbir pedagojik formasyonu olmayan vaizlerin, bazı din görevlilerinin öğrencilere din eğitimi vermesi gibi bir uygulama başlattılar ki bu Anayasaya da aykırı, aynı zamanda bunun öğrencilerin temel haklarını gözetmediğini ve eğitimle ilgisi olmadığını görüyoruz.

MESEM’le çocuk işçiliğini resmileştirdiler, bu temel hakların ihlalidir

Bakan açıkça söylüyor "biz tarikatlarle protokol yaptık" diyor. Ensar Vakfı ile yaptı. Ensar Vakfı Karaman'da öğrencilerin istismar edilmesinde fail olan bir vakıftır. Bunlar bir çok tarikat ve cemaatle, tamamen AKP’nin ihtiyaçlarına göre şekillenmiş yapılarla protokol yapıyorlar ve bunun üzerinden eğitim sistemini dinselleştirmek istiyorlar. MESEM’ler meselesi. Yeni bir döneme geçiyoruz, AKP’nin alameti farikası emek rejimini değiştirmesiydi. Bu emek rejimini değiştirmekle beraber yeni bir şey yaptılar ve okul-fabrika dönemine geçtiler. Artık okulları sanayi sitelerinin içerisine götürüyorlar, çocuklar haftanın 4 günü fabrikalara, atölyelere gidiyor. Orada asgari ücretin 4’te birine çalıştırılıyorlar, onun dışında bir gün okula gelebiliyorlar. Yani okul diye bir şey yok. Aslında çocuk işçiliğini devlet ve AKP’nin kendisi onaylamış, resmileştirmiştir. Bu temel bir hak ihlalidir, çocukların işçileştirilmesidir, onların işçi kalmaya mahkum edilmesidir. Sadece MESEM’le birlikte oradaki işliklerde çalıştırıan 9 çocuk katledildi, hayatını kaybetti. AKP bu 9 çocuğun hesabını vermek yerine halihazırda MESEM’leri yaygınlaştırmaya, valilikler ve oradaki sanayi odalarıyla protokoller yapıp bu süreci devam ettirmeye çalışıyor.

Anadilinde eğitim bir haktır ve bunun mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğiz

Yine Türkiye’de eğitimin en temel sorunlarından birisi tekçi olmasıdır. Bu ülkedeki halkları ve zenginlikleri görmeyen tek bir kimlik üzerinden eğitimin şekillendirilmesidir. Halihazırda Anayasa'nın 42’inci maddesi Türkçe dışındaki dillerde eğitimi yasaklıyor. Bununla anadilinde eğitim göremediği için eğitimden kopan, fırsat eşitliğini yakalayamayan milyonlarca çocuk olduğunu biliyoruz. Anadilinde eğitim haktır, bu bir lütuf değildir, hala anadilinde eğitime ulaşılmamış olması utanç vericidir. Bu ülkede yaşayan milyonlarca Kürt çocuğu başta olmak üzere diğer halkların çocukları anadilinde eğitim alamadıkları için eğitim süreçlerinin dışında kalıyor ve başarısız kalmaya mahkum ediliyor. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne yönelik çekincilerin bu gerekçelerle kaldırılmadığını biliyoruz. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Kürtçe yayın yapan pek çok kurumun kurs yeri kapatıldı. Kürtçe seçmeli derslerin fiilen engellendiğini, Kürtçe öğreten öğretmenlerin de atamasının yapılmadığını biliyoruz, yılda bir iki öğretmen atamasıyla süreç kapatılıyor. Bu tekçi eğitim anlayışa karşı mücadeleyi daha fazla yükseltmek, halkların ve inançların kendilerini özgür ifade edecekleri bir eğitim sistemini var etmek DEM Parti olarak bizim önceliklerimiz arasında yer alıyor. 

Cinsiyetçi eğitim sistemi kadın katliamlarına neden oluyor

Diğer bir mesele cinsiyetçi eğitim kodlarıdır. Son günlerde kadınlar hunharca katlediliyor. Günde ortalama 3 kadının katledildiği bir ülkede yaşıyoruz. Buna ilişkin Aile Bakanı çıkıp diyor ki bu ülkede kadın cinayetlerini söküp atacağız. Kıllarını kıpırdatmıyorlar çünkü kadınların onlar için bir önemi yok. Bugün eğitim sistemindeki en büyük dönüşümün 4+4+4 sistemine geçişle AKP döneminde olduğunu görüyoruz. Yani eğitim süreçlerinin parçalanması ve bununla özellikle kız çocuklarının dışlanmasını sağlayacak yeni bir yapının kurulmasıyla beraber bugün kız çocuklarının okullaşma oranlarının düştüğünü, erken yaşta evlilik riskiyle karşılaştığını, çocuk evliliklerinin arttığını görüyoruz. Türkiye’deki eğitim sistemleri evet tekçidir, militarist ve milliyetçidir ve aynı zamanda cinsiyetçidir. Yusuf Tekin "kız okulları açabilmeliyiz" demişti. AKP’nin gücü yetse evet tam da karma eğitim sistemini ortadan kaldırmaya yönelik bir bakış açısı var. Bütün bunlara karşı sesimizi yükseltmek, toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren eğitime karşı, kız çocuklarını eğitim süreçlerinden dışlayan eğitime karşı daha fazla mücadele etmek ve sesimizi duyurmak zorundayız. 

Zorunlu din dersleri milyonlarca öğrenciyi asimile ediyor

Tekçi sistemin bir diğer yönü de inançlara yönelik tekçiliktir. Bu ülkede Aleviler yıllardır red ve inkar edilen, inançları kabul edilmeyen bir inanç grubu. Bunun en büyük yansımasını biz eğitim sisteminin içinde görüyoruz. Milyonlarca Alevi çocuğu kendisine ait olmayan bir inançta eğitime zorlanıyor üstelik AİHM kararlarına rağmen. Sünni mezhebi üzerinden tekçilik bütün topluma ve Alevi çocuklarına dayatılıyor. Bunun çocuklarda yarattığı travmayı ve toplumsal barışa zararlarını görmeyen bir anlayış var. Zorunlu din derslerinin kaldırılması ve özgürlükçü, laik bir eğitim sistemi için hep beraber mücadele etmeliyiz. 

Çocuklar okuyamıyor, çalışmak zorunda kalıyor

Eğitimdeki fırsat eşitsizliği Cumhuriyet tarihinin en kötü durumunda. Yaşanan ekonomik kriz bunun en başlıca nedenlerinden biridir. Kamu kaynakların sınırlı bir şekilde eğitime ayrılması, ayrılan kaynağın da eğitim yatırımları yerine personellere gitmesi, teşvik olarak verilmesi nedeniyle devlet okullarında eğitimin niteliği düşüyor. Köy okullarını kapattılar, taşımalı eğitime geçtiler, taşımalı eğitimi de sınırlandırdılar. Çocuklara pansiyon dayatılıyor. Bu ülkede herşeye kaynak bulunurken, tanka, topa, uçan yüzen saraylara kaynak bulunurken neden 50 km öğrenci taşımak için kaynak bulunamıyor? Öğrenciler derse gitmek yerine çalışmak zorunda kalıyorlar. AKP YÖK’ü kaldıracağız demişti şimdi onu tahkim ediyor. Barış emekçilerinin kürsülerinden uzaklaştırılması, eğitim emekçilerinin işlerinden uzaklaştırılması… Yükseköğretimde büyük bir mücadele başlatmak ve eğitim hakkı mücadelesini ileri bir aşamaya taşımak zorundayız. Toplum karşıtı bir eğitim sistemi ile karşı karşıyayız. Şu anda TBMM’de Öğretmenlik Meslek Kanunu var ve bütün itirazlara rağmen getirdiler bu tasarıyı. Şunu yapmak istiyorlar. Henüz daha atanmadan öğretmeni elemek istiyorlar, bütün muhalif öğretmenleri dışarıda bırakmak istiyorlar. Bu yasaya başından beri itiraz ettik. Sokakta da sesimizi duyurmaya çalışıyoruz, bu yasaya mecliste de sonuna kadar direneceğiz. 

6 Ekim 2024