Eş Genel Başkanlarımızdan Gelecek Partisine ziyaret: Gelin, çıkaracağımız bir yasa ile kayyım yasasını hep birlikte ortadan kaldıralım

Eş Genel Başkanlarımız Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, son dönemlerde yaşanan tartışmalara ilişkin görüş alışverişinde bulunmak üzere muhalefet partileri ve STK'larla görüşme turu başlattı. Bu kapsamda ilk görüşme bugün Gelecek Partisi ile gerçekleştirildi. 

Eş Genel Başkanlarımız ve MYK Üyemiz Canan Çalağan’dan oluşan heyetimiz, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Milletvekilleri Kani Torun ve Mustafa Bilici ile Kadın Politikaları Genel Başkan Yardımcısı ⁠Yeşim Karadağ’dan oluşan heyetle bir görüşme gerçekleştirdikten sonra açıklama yaptı. 

Davutoğlu: Partiler arası diyalogun son derece önem taşıdığı günlerden geçiyoruz

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi Eş Genel Başkanları Sayın Tülay Hatimoğulları ve Sayın Tuncer Bakırhan ile Canan Hanımı aramızda görmekten, genel merkezimizde görmekten büyük bir onur duyuyoruz. Partiler arası diyalogun son derece önem taşıdığı günlerden geçiyoruz. Bu çerçevede kendilerinin bizden bir görüşme talebi olmuştu. Dolayısıyla sebebi ziyareti izah etmek bakımından önce kendilerinin söz almaları daha uygundur. 

Hatimoğulları: Kayyımları ve 1 Ekim’de başlayan tartışmaları konuştuk 

Öncelikle Sayın Davutoğlu’na heyetiyle birlikte göstermiş olduğu misafirperverlikten dolayı çok teşekkür ediyorum. Oldukça geniş değerlendirmelere fırsat sağlamış oldu bu görüşme. İki temel gündemimiz vardı. Biri kayyım meselesiydi, diğeri de 1 Ekim’den bu yana Türkiye’nin bütün gündemini belirleyen önemli gelişmelerdi. Bu konuları kendileriyle istişare ettik, görüş alışverişinde bulunduk. Kayyım meselesi bizlerin, Türkiye demokrasisinin oldukça muzdarip olduğu konulardan birisi ve oldukça önemli. Kayyım atamalarına dün olduğu gibi bugün de karşıyız. Kayyım, Türkiye’de erken dönemde elde edilmiş olan seçme ve seçilme hakkının ortadan kaldırılması demektir. Seçme ve seçilme hakkı demokrasinin olmazsa olmazlarındandır. Bir toplumun elinden seçme ve seçilme hakkını alırsanız geriye demokrasi adına hiçbir şey kalmaz. Bundan önceki iki dönemde HDP belediyelerine atanan kayyımlar, şimdi artık Türkiye’nin batısına sirayet etmiştir. Esenyurt’a da kayyım atandı. Yine üniversitelere atanan kayyımlar, yandaş olmayan kimi ticari şirketlere atanan kayyımlar bir rejim haline dönüşmüş durumda. Kayyım rejimi aracılığıyla kendilerinden olmayanlara, bu iktidara oy vermemiş olan kesimlere ağır bedeller ödetmeye çalışıyorlar. Bunu kabul etmek mümkün değil. 

Gelin, çıkaracağımız bir yasa ile kayyım yasasını hep birlikte ortadan kaldıralım

Kayyım meselesi sadece Kürt halkının sorunu değil, sadece DEM Parti’nin sorunu değil. Seçme ve seçilme hakkı, büyük bedellerle elde edilmiş bir hak ve bu hakka sahip çıkmak da Türkiye’deki demokrasi güçlerinin ve siyasi partilerin üzerine düşen en önemli görevdir. Bu konuda çağrılarımızı çok yaptık, ben burada bir kez daha altını çizmek istiyorum. Kayyımlara, KHK’larla meşrulaştırılan, parlamentoya gelen bir yasa dayanak gösteriliyor. Bu yasa, Türkiye demokrasisinin kabul ettiği bir yasa ve gerçeklik değildir. O yüzden parlamentoda grubu olan olmayan bütün siyasi partilere buradan çağrımızdır: Gelin, hep birlikte parlamento çatısı altında kayyım yasasının ortadan kaldırılmasının mücadelesini verelim. Bununla ilgili bir kanun teklif verelim. Bu konuda yine iktidarın milletvekillerine, seçme ve seçilme hakkına saygı duyan milletvekillerine de çağrı yapmak istiyorum. Gelin, çıkaracağımız bir yasa ile kayyım yasasını hep birlikte ortadan kaldıralım.

Gelin, onurlu bir barış için hep birlikte elimizi taşın altına koyalım

Bugün, 1 Ekim’de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yaptığı açıklamaları ve Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünü de istişare ettik. Elbette bizim iki eş genel başkan olarak mesajlarımız çok netti. Evet, bu ülkenin barışa ihtiyacı var. Uğrunda mücadele ettikleri, kavga ettikleri ve savaştıkları petrol kadar insan kanı var bu topraklarda. Gelin, akan kanı hep birlikte durduralım. Gelin, anaların gözyaşını hep birlikte dindirelim. Bunun yolu çok kolaydır. Kürt halkı da Türk halkı gibi bu toprakların kadim halkıdır. Kürt halkı, Türk halkı ve diğer halklar gibi bu toprakların bugüne gelmesinde ağır bedel ödemiş bir halktır. Bu ülkede halkların barışı, kardeşliği ve Türkiyelilik kimliği üzerinden, Türkiye yurttaşlığı üzerinden çok küçük düzenlemelerle alınacak çok yol vardır. O nedenle biz buradan parlamentoda grubu bulunan ve bulunmayan bütün siyasi partilere, Türkiye’deki bütün demokrasi güçlerine, barış ve demokrasi yanlısı olan herkese; Türkiye’de barışın türkülerinin söylenmesini isteyen, kan ağlayan Ortadoğu coğrafyasında barışın türkülerinin söylenmesini isteyen herkese bir kez daha çağrı yapıyoruz: Onurlu bir barış için, gelin hep birlikte elimizi taşın altına koyalım ve demokratik bir zeminde barışı büyütelim. 

Barış duygusuyla elimizi birbirimize uzatmamız gereken bir dönemden geçiyoruz

Bütün Türkiye ve dünya kamuoyu takdir eder ki Ortadoğu’da savaş tamtamlarının çaldığı bir dönemden geçiyoruz. Kızıldeniz’de savaş gemilerinin namluları Ortadoğu halklarına dönmüş durumda. Burada yapılması gereken en önemli şey bölge haklarının dayanışmasıdır. Bölge halkları arasında sınırları tanımayan barış duygusuyla elimizi birbirimize uzatmamız gereken bir dönemden geçiyoruz.  Böylesi bir dönemde Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünün sadece Türkiye değil bölge hakları açısından da önemlidir. Bu savaş tamtamlarına barışla cevap vermek açısından çok önemlidir. O nedenle, gelin hep birlikte barış köprüsünü kuralım. Tekrar ev sahipliğinden dolayı Sayın Başkana ve heyetine teşekkürlerimi sunuyorum. Oldukça keyifli ve entelektüel niteliği yüksek bir sohbet oldu. Bundan dolayı bir kez daha heyetimiz adına teşekkürlerimi sunuyorum. 

Davutoğlu: Ülkelerin olgun ve akil bir ülke olması siyasilerin olgun ve akil davranmalarıyla irtibatlıdır

Farklı tecrübelerden, farklı siyaseti hareketlerin içinden gelerek, bu ülkenin eşit vatandaşları olma özellikleriyle çok güzel bir sohbet etme imkanı bulduk. Bugünlerde hangi siyasi görüşten, etnik mezhepten, ideolojik kimlikten olursa olsun herkesin en çok ihtiyaç hissettiği şey birbiriyle konuşmak, el uzatarak konuşmak, tabuları ve önyargıları bir kenara bırakarak konuşmak. Neden bunu söylüyorum? Soğuk Savaşın bitmesinden sonraki en kırılgan döneme girdi dünya. Birleşmiş Milletlerin kapasitesini kaybettiği, küresel güçlerin acımasız rekabetler içine girdiği, Filistin'de olduğu gibi mazlum milletlerin ağır baskılar altında zulüm gördüğü bir dönemde, Türkiye gibi tarihte merkezi bir konum kazanmış ve çevre coğrafyalarda asırlar süren barış düzeni kurmuş bir ülkenin, olgun ve akil bir ülke olarak davranma sorumluluğu vardır. Ülkelerin olgun ve akil bir ülke olarak davranması da siyasilerin olgun ve akil davranmalarıyla irtibatlıdır.  

Kutuplaşan dünyada fikirler değil önyargılar çarpışır

İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırım, Lübnan’a yaydığı savaş, her an İran'la patlayabilecek bir savaş, Ukrayna’da süregelen savaşlar ve son olarak ABD’de öngörülemez olarak bilinen Trump'ın iş başına gelişiyle birlikte kritik konumlara uç noktalarda Siyonist düşünceleri savunduklarını açıkça ifade eden kişilerin geliyor olması, bölgede yeni bir sömürgeci dalga ihtimalini güçlendiriyor. Sömürgeciliğin çok basit bir kuralı vardır: Bir bölgeyi yönetmek istiyorsanız, orayı böleceksiniz ve yöneteceksiniz. Orada kalıcı bir unsur değilseniz, parçalayacak ve çatıştıracaksanız, sonra da herkes size gelip “Bize barış getir” diyecek. Maalesef sömürge döneminden sonra Soğuk Savaşta da hep bu oyun oynandı. Ülkelerin sorunlarını çözememesini sağladılar. Dışarıdaki güçler geldiler ve kimi zaman birini, kimi zaman diğerini desteklediler. Lübnan, Suriye ve Irak savaşlarına bakın. Bu kadar tecrübeden sonra herkesin akil davranma sorumluluğu vardır. Nedir akil davranış? Tecrübeden ders almak, ortak paydaları çoğaltmak ve görüş ayrılıklarını minimize edecek diyalog kapısını açık tutmaktır. Türkiye'de son zamanlarda en fazla karşı çıktığımız şey kutuplaşmadır. Kutuplaşan dünyada fikirler değil önyargılar çarpışır. Kutuplaştıkça insanlar birbirinden koparlar. 

Sayın Bahçeli'nin açıklamalarını ilk günden itibaren destekledim

1 Ekim’den bu yana beni çok mutlu eden gelişme şudur. Kimin ne söylediğinden bağımsız olarak, ilk kez kutupların uç noktalarında olduğunu düşünen insanlar, fikirler, partiler arasında bir diyalog zemini ortaya çıkıyor. Sayın Bahçeli'nin açıklamalarını ilk günden itibaren destekledim. Çok ciddi siyasi mücadeleler vermiş, bazen de ağır ithamlara maruz kalmış bir siyasetçi olarak Sayın Bahçeli ile hep temaslarımız oldu, arkasında durdum. Neden? Çünkü tam da Ortadoğu yeni bir sömürgecilik dalgasıyla karşı karşıya. 1917’de kurulan Sykes-Picot düzenini dahi bozarak halkların birbirine düşman edilmek istendiği bir dönemde, Türkiye'de akil bir sesin -Necip Fazıl’ın “Durun kalabalıklar” demesi gibi- “Durun, bir düşünelim” demesine ihtiyaç var. Hele bunun, Kürt meselesi konusunda tutumlarıyla uç noktada olduğu düşünülen, devlet tecrübesine sahip bir siyasetçi tarafından dile getirilmiş olması çok kıymetli. Bu iklime de olumlu etki yaptı. 

Biz Gelecek Partisi olarak bütün bu sorunların çözümünün demokrasiden geçtiğine inandık

Biz Gelecek Partisi olarak, zaten eskiden beri Türkiye’de bütün bu sorunların çözümünün demokrasiden geçtiğine inandık. Ancak demokrasiyi savunanların, demokratik hak ve özgürlükleri savunanların aynı ölçüde savunmak durumunda oldukları ikinci ilke kamu düzenidir. Terörün, şiddetin, mafyanın kamu düzenini bozmasına izin vermek demokrasinin önünü kapatmak demek. Demokrasiyi savunanların aynı kararlılıkla her tür şiddet içeren yapılanmaya karşı da tutum sergilemesi lazım. Güzel bir iklim oluştu. 

Söylemden gerçek bir demokratik kültüre geçmemiz lazım

Bu bağlamda bugün hem tecrübelerimizi paylaştık hem de onların fikirlerinden istifade ettik. Bundan sonra da görüşmelere devam edeceğiz. Ben de arkadaşlarım da her partiyle görüşmeye hazırız. Şimdi bu iklim değişikliğinden nasıl istifade edebiliriz? Dün gece geç vakte kadar milletvekillerimiz ve arkadaşlarımızla toplantı halindeydik. Bu sorunun üç ayağı var. Bunlardan biri demokrasi, Türkiye’nin bütünüyle demokratikleşmesi ayağı. Mesele sadece Kürtlerin, Alevilerin, muhafazakarların, laiklerin değil. Demokratikleşme derinleştikçe sorunların çözümü kolaylaşır. Söylemden gerçek bir demokratik kültüre geçmemiz lazım. Bunu yaparken kamu düzeninden asla taviz vermeden. Çözüm Sürecinin aksama nedenleri üzerinden de konuştuk, yapılan hataları paylaştık. Kamu düzenine rağmen bir çözüm süreci olamaz ama kamu düzeni adına da kimse “devlet otoritesi” deyip demokratik hakları askıya alamaz. İkisinin dengesini kuracak akil olgunluğa Türkiye Cumhuriyeti geldi. Bizler geldik. İkinci önemli ayağı ise Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun çok köklü sorunlarına cevap oluşturacak adımlar atmak. Güvenlikten sonra duyduğum en büyük sorun genç işsizliği ve uyuşturucu sorunları başta olmak üzere çok ciddi sorunlar. Bu konularda açık ve net tutum göstermemiz lazım. 

Kürtlere mesajımız açık ve net olmalıdır

Kürtçemiz de Türkçemiz kadar mukaddestir. Demokratikleşmenin bir gereği olarak da her zaman söylediğimiz gibi Kürtçenin kullanımı, Kürtçeye olan saygı her düzeyde korunmalı. Üçüncü ayağı ise sınır ötesindeki Kürt soydaşlarımızla, kardeşlerimizle, tarihdaşlarımızla ilişkiler. Partimizin çok açık bir politikası vardır. Türkiye’de bulunan her etnik ve mezhebi kimliğin sınır ötesindeki uzantıları bizim gönül kardeşlerimizdir, soydaşlarımızdır. Dolayısıyla Suriye'nin kuzeyinde bir Kürt, bir Türkmen, bir Arap, Lazkiye’deki bir Nusayri, Halep'teki bir Sünni acı hissederse biz yüreğimizde hissederiz. Aynı şey Irak için de geçerlidir. Akil devlet olmak, tehdit odaklı düşünmeyi değil vizyon odaklı düşünmeyi gerektirir. Suriye’deki Kürtlere de Irak'taki Kürtlere de mesajımız açık ve net olmalı. Sizler bizim kader birliği yaptığımız, asırlarca beraber yaşadığımız kardeşlerimsiniz. Aramıza hiçbir küresel gücün girmesine izin vermeyelim. Suriye'deki Amerikan varlığı değildir Suriye'deki Kürtleri koruyacak olan. Suriye’deki Kürtleri koruyacak olan küresel güçlerin himayesi değil Türkiye ile birlikte bölgeye getirilecek ortak barışın ana hatlarının tanımlanmasıdır. Bu Kuzey Irak’ta da geçerlidir. İnşallah, önümüzdeki hafta Kuzey Irak’ta, Duhok’ta bir konferansa katılacağım. Irak Cumhurbaşkanı ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile birlikte. Orada da bunları ifade edeceğim. 

Barış havzasını kurmak için acilen harekete geçmemiz lazım 

Kimse de 100 sene önce Çanakkale'de birlikte savaştığımız, Yemen'de İngiliz sömürgeciliğine karşı birlikte savaştığımız Suriyeli Kürtleri tehdit olarak görmesin. Ama orada da herhangi bir terör ve Türkiye karşıtı örgütlenmeye de tevessül edilmesin. Aslında sorun çok köklü ve derin bir sorun değil. Çok doğru söyledi Sayın Hatimoğulları, küçük adımlarla öyle mesafe alırsınız ki herkesi şok edersiniz. Sayın Bahçeli’nin açıklamalarının önemi sadece muhtevasında değil söylemdeki önemli değişimdedir. Hepimizin bu iklimi değerlendirmesi gerekiyor. Geçmişte ihtilaf etmişiz, siyasetin doğasında var, bunlara takılmayalım. Söylemimizi revize edelim, vizyonumuzu gözden geçirelim. Türkiye’nin akil bir ülke olarak Balkanlarda Sırplar ile Boşnakları buluşturacağı, Kafkaslarda Ermeniler ile Azerileri bir araya getireceği, Ortadoğu'da Arapları, Kürtleri ve Türkleri bir araya getireceği bir vizyon geliştirmemiz lazım. Çevremizde bir barış havzası oluşturmamız lazım. Bu barış havzasını kuramazsak ABD’deki yeni yönetim ve başkaları çevremizi bir savaş, bir ateş çemberine dönüştürecekler. Acilen harekete geçmemiz lazım. Sayın Bahçeli eğer böyle bir tehdidi görerek, çevremizdeki ateş çemberini kırıp bir barış çemberi kurmak için böyle açıklamalar yapıyorsa, ki öyle olduğunu umut ediyorum, buna herkesin sahip çıkması lazım. DEM Parti de eminim bunu değerlendirecektir. Onlar da Türkiyelilik kimliğiyle bu akil ülkenin asli ana unsuru olarak davranmalıdırlar, yabancı ve dışlanmış siyasiler olarak değil. Sayın Erdoğan’ın bugün Sayın Bahçeli ile görüşmesi olduğu bilgisi geldi. Ümit ederim ki bu konular iki lider arasında da derinlemesine konuşulur. Çünkü aradaki görüş ayrılıkları algısı bu iklimi bozan bir sonuç doğuruyor. Bir kez daha Sayın Erdoğan’a çağrıda bulunuyorum: Anlaştınız bir devlet stratejisi söz konusuysa, Türkiye’nin güvenliğine ve Ortadoğu bölgesine -kendisinin de ifade ettiği gibi- yönelik İsrail tehdidine karşı Ortadoğu halklarını bir araya getirecek bir stratejik perspektif varsa, bir ulusa seslenişle bunu kamuoyuyla paylaşsın ve kafalardaki bulanıklık dağılsın.  

Her türlü kayyım uygulamasına karşıyız

Kayyım meselesine gelince, çok açık ve net ifade ediyorum. Partimiz 2019 yılında kurulurken, çok açık ifadelerle vurguladığımız hususlardan biri de her türlü kayyım uygulamasına karşı olduğumuzdur. Sayın Hatimoğulları çok doğru ifade ettiler. Sadece belediyelerde değil, şirketlerde ve üniversitelerde de kayyım denilen şey geçici bir hukuki tedbir olarak yer alıyor ama Türkiye’de ise kalıcı bir düzen haline dönüştü. Dolayısıyla kime uygulanırsa uygulansın karşıyız, siyasi görüşlerini benimsemediğimiz birine dahi uygulanmış olsa kayyıma karşıyız. Peki, kayyıma karşı olmak yeter mi? Yetmez. Eğer karşıysak, bütün muhalefet partileri de bir araya gelmişse kayyımla ilgili bir düzenleme yapıp bir daha insanların emekleriyle oluşturdukları şirketlere, milyonlarca insanın oy verdiği belediyelere veya üniversitelere kayyım atamak yerine hukuki yöntemlerin doğru tanımlandığı şeyi uygulayalım. Şunu da ifade edeyim ki hiç kimse hukuktan azade değildir. Belediye başkanı suç işleyebilir. İşlediği zaman da hukuki süreç vardır. Başbakan da suç işlerse hukuki süreç işler. Ben bakanların Yüce Divana gitmesini savunduğumda aynı şekilde davrandım, arkadaşlarımdır demedim. Herkes hesap verir hukuk önünde. Ama daha hukuk önünde hesap vermeden, daha suç teşekkül etmeden, 6 ay önce seçime belediye başkanı temiz kağıdıyla girmiş, alacaksınız onu ve belediye meclis üyelerini de belediyenin içine almayacaksınız. Buna demokrasi denmez. Kime yapılırsa yapılsın buna karşıyız. Gerçek anlamda ilkelere dayalı, demokratik hukuk devleti kurallarına uygun bir hukuki düzenlemenin Meclis’ten geçmesi için gerekiyorsa bütün arkadaşlarımız ve partilerle birlikte istişareler yapar, gerekli desteği veririz. Tekrar çok teşekkür ederim. 

SORU: Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan bahçeli ile görüşme yapacak. Bahçeli'nin çağrısı vardı, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da net bir cümle kurulmadı. Bugünkü görüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hatimoğulları: Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Bahçeli’nin konuşmasıyla ilgili açıklama bekliyoruz

Sayın Bahçeli’nin yapmış olduğu çeşitli açıklamalar oldu. Neredeyse her grup toplantısında “Sözümün arkasındayım” dedi. Biz de bu söze karşılık demokratik adımların atılması ve onurlu bir barışın tesis edilmesi için DEM Parti olarak üzerimize düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmeye hazır olduğumuzu ifade ettik her fırsatta. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan henüz buna ilişkin bir yol haritası açıklanmış değildir. Bu gerçekten mevcut olan iktidar ve ortağıyla birlikte alınmış bir karar mıdır? Bu konuda bir adım atılması düşünülmekte midir? Adım atılacaksa bunu hangi minvalde, hangi çerçeve içinde düşünüyorlar? Kamuoyu bu konuda bilgi sahibi değil, biz de DEM Parti olarak bilgi sahibi değiliz. Cumhurbaşkanından bu konuyla ilgili bir açıklama beklemekteyiz. Kamuoyunun kafası bu konuda oldukça karışmış durumda. Türkiye'nin bir buçuk aydır temel gündemi haline dönüşen bu konuda kafa karışıklıklarını ve kamuoyundaki merakı giderecek, bu konuda somut ne düşünüldüğünü ifade edecek bir açıklamayı Cumhurbaşkanından elbette beklemekteyiz. Varsa kafalarında bir çözüm fikri, bu konuda bir yol haritası da beklemekteyiz. Olması gerekenin de bu olduğunu düşünüyoruz. 

14 Kasım 2024