Hatimoğulları: Barışı aynı zamanda emekçilerin, kadınların ve halkların haklarını kazanması için talep ediyoruz

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, Adana'da düzenlediğimiz Ekmek, Adalet ve Barış Buluşmasına katıldı. HDP Eş Genel Başkanı Sultan Özcan’ın da yer aldığı buluşmada konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi: 

Ekmek ve adalet kavramlarını barış ile buluşturduk 

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Ekmek, Adalet ve Barış Buluşmaları kapsamında bugün Adana’da siz değerli demokratik kitle örgütleri ve basın emekçileriyle bir aradayız. Geçtiğimiz yaz boyunca Ekmek ve Adalet Buluşmalarında Türkiye’nin dört bir yanında işçilerle, emekçilerle, çiftçilerle, esnafla, kadınlarla, tarım işçileriyle, depremzedelerle bir araya geldik. Neredeyse her kesimle toplantılar düzenledik, buluşmalar gerçekleştirdik. Kampanyamızın ikinci etabında ise hepimizin ihtiyacı olan ekmek ve adalet kavramlarını barışla buluşturmak istedik. Özellikle Ortadoğu’daki gelişmeleri ve Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu göz önünde bulundurduğumuzda, barışa her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz. 

Küresel sermaye sistemi ciddi bir krizden geçiyor ve bunu savaşla aşmaya çalışıyor

2010 yılından beri Ortadoğu’da devam eden ve her ülkede farklı seyretse de esasen halkların direnişiyle başlayan ama daha sonra emperyalistlerin halkların kışına çevirdiği Arap Baharı dönemini geride bıraktık. Suriye’de rejimin değişmesiyle birlikte şimdi Şam yönetimini HTŞ üstlenmiş durumda. Şu anda yeni dengeler ortaya çıkmış durumda. Bir yandan Filistin’e yönelik saldırılar, öte yandan Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş... Lübnan’dan, Irak’a, Yemen’e ve Kuzey Afrika’ya kadar ciddi gelişmelerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Küresel sistemin kendisini yeniden dizayn etmeye çalıştığı bir dönemden geçtiğimiz aşikar. Çünkü küresel sermaye ve kapitalizm çok derin bir krizin içinde. Bu krizlerden dönem dönem reformlarla çıkmış olsalar da çoğu zaman bunu 1’inci ve 2’nci Dünya Savaşı örneklerinde olduğu gibi, ne yazık ki dünya savaşına evriltmişlerdir. Şimdi biz de böyle bir evreden geçiyoruz ve 3. Dünya Savaşı ile karşı karşıyayız. 

Bir yanda kadınların yönetimde olduğu Rojava yönetimi, diğer yanda kadınların katledildiği HTŞ yönetimi

Suriye’deki gelişmeleri küresel sistemin yeniden yapılanma seyri içinde ele almak durumundayız. Şam’ı HTŞ yönetiyor. Öte yandan Kuzey ve Doğu Suriye, Rojava ise Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin ve ismini sayamadığım birçok halkın hep birlikte yaşadığı bir coğrafya. Bu coğrafyada Kürt halkının oluşturduğu öz yönetimle devam eden bir yaşam var. Bu yaşam tehdit altındadır. Bu yaşamı tehdit eden önceden hatırlayacağınız üzere IŞİD’di, şimdi ise Türkiye’nin eğitip donattığı SMO bir tehdit unsurudur. Tişrin’de ağır saldırılar var. Rojava’da seküler bir yaşam inşa edilmiş. Orada kadın özgürlükçü bir yaşam inşa edilmiş. Eş başkanlık ve eşit temsiliyet sistemi hayata geçirilmiş. Sadece bu mu? Değil. Orada sadece Kürtler yönetmiyor; farklı halklar ve inançlardan insanlarla yönetimleri paylaşmışlar. Arap aşiretleriyle, Hıristiyanlarla paylaşmışlar. Yani bir bölgede ve mahallede hangi halktan insan varsa yönetime ortak etmişler, demokratik modeli güçlü bir biçimde oluşturmuşlar. İşte bir yanda HTŞ’nin yeni atanmış Adalet Bakanlığının nezaretinde katledilen kadınlar var, diğer yanda yönetimlere getirilmiş kadınlar var. Bu farkı çok iyi görmemiz lazım. Yine HTŞ’nin öncülüğünde Arap Alevilere dönük çok yoğun bir katliamlar dizisinin devam ettiğini biliyoruz. Aydınlara, sanatçılara ve kadın akademisyenlere dönük saldırılar olduğunu, kamu kurumlarında çalışan kadınlara yönelik çok ciddi saldırılar olduğunu biliyoruz. 

Dünya büyük bir savaşla karşı karşıya, o yüzden de barışa ihtiyacımız var

Böylesi bir dönemde neden barışa ihtiyacımız olduğu apaçık ortaya çıkmaktadır. Dünya büyük bir savaşla karşı karşıya ve bölgemiz de bundan en fazla nasibini alan yerlerden biri. Türkiye’nin dört bir tarafında yaptığımız toplantılarda bize ağırlıklı olarak gelen soru, Bahçeli’nin başlattığı süreçte Kürt sorununun nereye gittiğiyle ilgilidir. Onunla ilgili kısa bir bilgi paylaşacağım. Takip ettiğiniz üzere bu gündemi sağ, sol, liberal, politik, apolitik her kesim çok yakından takip ediyor. İmralı Heyetimiz iki görüşme gerçekleştirdi. Bu iki görüşme çerçevesinde ortaya çıkan kimi sonuçları paylaşmak istiyorum. 

Sayın Öcalan, muhalefetin rol üstlenmemesi durumunda iktidarın gelişmeleri kendisine yontacağı uyarısında bulundu

Birincisi, bu çıkış neden gerçekleşti? Ortadoğu ve Suriye ile ilgili yaptığımız değerlendirme Devlet Bahçeli’nin bu çıkışı yapmasının en temel nedenlerinden biridir. Suriye yeniden şekillenirken, bundan özellikle Türkiye ve İran’ın etkilenmemesi mümkün değil. Dolayısıyla bu küresel gelişmelerin bölgemize yansımaları sonucunda bu tartışmalar başlatılmış oldu. Bu teklif Bahçeli’den geldi. 40 yılı aşkın bir süredir Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en temel sorunlardan biri olan Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi bakımından yeni bir sayfa açılabilir mi? Bunu barışa açılan bir fırsata dönüştürebilir miyiz? Bizler bunu böyle değerlendirdik ve görüşme dizisi şimdilik başlamış oldu. 

Sayın Öcalan, birinci görüşmeden sonra gönderdiği mesajında, özellikle muhalefetteki siyasi partilerin bu konudaki görüşlerini çok önemsediğini ve onların bu sürece katılımının çok önemli olduğunu vurguladı. Başta ana muhalefet partisi olmak üzere, parlamentoda temsili bulunan siyasi partilerle heyetimiz görüştü. Barış sürecine, Kürt sorununa ve Suriye’deki gelişmelere dair hem kendi görüş ve önerilerini iletti hem de onların görüş ve önerilerini aldı. Birinci görüşme tamamen bu şekilde gerçekleşti. Birinci görüşmede vurguladığı birkaç önemli nokta daha vardı. Geçmiş dönemdeki benzer barış denemelerinde yaşanan bazı eksikliklere işaret etti. “Bu görüşmeler geçmiş dönemde bir yasal prosedüre kavuşturulmadığı için problem yarattı” dedi. Bu nedenle yapılacak görüşmelerin yasal prosedüre kavuşturulmasının önemine vurgu yaptı. İkinci vurgusu ise TBMM oldu. İşin çözüm noktasının TBMM olduğunun ve parlamentoda grubu bulunan bütün siyasi partilerin bu dönemde rol üstlenmesinin önemli olduğunun özellikle altını çizdi. Sayın Öcalan, ana muhalefet partisi başta olmak üzere, hem parlamentoda temsili bulunan siyasi partilerin hem de Türkiye’deki tüm demokrasi güçlerinin, emek-meslek örgütlerinin, STK’ların, barış isteyenlerin ve Türkiye’nin faydasını düşünen bütün kesimlerin bu dönemde rol ve misyon üstlenmesinin önemini vurguladı. “Eğer bu konuda muhalefet önemli bir rol üstlenmezse, iktidar bunu kendisine de yontar” vurgusunu yaptı. Bu önemli bir vurgudur. İkinci vurgu, zaten böyle barışın da olmayacağıydı. Çünkü barış dediğimiz şeyde en geniş toplumsal mutabakatın sağlanması gerekir. 2013-15 döneminde muhalefet mesafeli kaldı ve Türkiye kaybetti. Ayrıca Suriye’deki gelişmelere ve Gazze’de yaşananlara ilişkin de Sayın Öcalan, “Her yeri Gazzeleştirmek isteyebilirler, buna izin vermeyelim. İç barışımızı sağlamak için somut adım atalım. Devletiyle ve muhalefetiyle bütünsel bir adımı ortak bir şekilde atalım” dedi. İkinci görüşmede ise bu sürecin demokratikleşmeyle bağlantısının altını çizdi. “Demokratik bir Türkiye inşa edemezsek -ki bunu aynı zamanda İran için de söylüyorum- hakikaten bu durum halkların aleyhine sonuçlanır. Yaşanan gelişmeler içerisinde başka bir seçeneğimiz” yok vurgusunu yaptı. 

Özgürlüklerin kısıtlandığı bu dönemi aşmanın yolu demokratikleşmedir

Biraz sonra sorularla bu konuları daha detaylı açabiliriz. Ben birkaç mesajını daha aktarmak isterim. “Türkiye derin bir yoksulluk ve açlık içinde. Özgürlüklerin kısıtlandığı bir dönemden geçiyoruz. Bunu aşmanın yolu demokratikleşmedir. Türkiye halklarının rahat yaşaması ve yaşanan tüm krizlerin aşılması için demokratikleşme tek adrestir” dedi ve bunun da barışla kazanılabileceğini ifade etti. Bir iki konuya daha değinerek bu bölümü tamamlayacağım. “İsmi konmamış olan bu süreç barışa evrilir mi?” sorusu önemli bir soru. Bu soruyu bize sorduran en önemli şey de bir yandan barış derken, diğer yandan kayyım atamaya devam etmeleri. İşte en son yanı başımızda Akdeniz Belediyemize kayyım atandı, Siirt Belediyemize kayyım atandı. Sadece bu da değil. Kayyım atayamadıkları yerlere de farklı uygulamalar söz konusu. En son Kartal Belediye Başkanı hakkında da soruşturma başlatılmış. Beşiktaş’ta yaşanan ortada, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer hapiste. Ovacık Belediyesinin durumu ortada. Sadece bu mu? Hayır değil. SGK borçları adı altında belediyeleri hizmet üretemez hale getirmek için operasyonlarını sürdürüyorlar. Operasyonlar çok çeşitli ve muhalefetin neredeyse tamamını hedef alan operasyonlar. 

Türkiye’nin iç barışını sağlaması için elimizden gelen ne varsa fazlasıyla yapmaya hazırız

Bunun yanı sıra başta Kürt gazetecilere olmak üzere, Türkiye’de basına dönük çok ciddi operasyonel yaklaşım var. En son Halk TV’ye yapılan operasyon. Suat Toptaş tutuklandı. Yine Gezi konusunda birçok yazarı ve sanatçıyı yeniden sorgulamak üzere yola koyulmuş durumdalar. İşte özgürlüklerin daraltılması, baskılar ve basını susturma girişimleri, hepsi halka halka daha geniş bir çepere yayılmaya başlamış durumda. Bir de madalyonun böyle bir yüzü var. Bize gelen en önemli soru şu: Bir yandan tüm bunlar olurken, bir yandan siz demokratik bir Türkiye’den, demokratikleşme sürecinden ve barıştan bahsediyorsunuz. Bunlar yan yana olur mu? 

Biz de iktidara ve devlete her fırsatta şu mesajı veriyoruz: Biz barıştan yanayız, Kürt sorunu çözülsün istiyoruz. Biz Türkiye’nin iç barışını sağlaması için elimizden gelen ne varsa fazlasıyla yapmaya hazırız. İmralı’da Sayın Öcalan da bunu söylüyor, DEM Parti olarak biz de bunu söylüyoruz. Bir müzakere ve diyalog partisi olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Ama bir yandan havuç bir yandan sopa gösterilerek barış sağlanmaz. Bir yandan kayyım atanırken, gazeteciler tutuklanırken ve muhalif kesime baskılar devam ederken barışı ve demokratikleşmeyi bu ülkede tesis edemeyiz. 

Hükümetin güven artırıcı adımlar atmasını önemsiyoruz

İki gün önce Esenyurt'ta gerçekleştirdiğimiz mitingde, halkın meydanda söylediğini sizinle paylaşayım: “Başımızı eğdirecek bir barış tabii ki olmaz”. Biz de halkımızın başını öne eğdirecek bir barışın olmayacağını söylüyoruz. Devlete, devlet aklına ve iktidara da buradan sesleniyoruz: Barış umutlarını yok etmeyin. Barış umudunu artıracak adımların somut olarak atılmasını istiyoruz. Bu konuda icra makamı olarak hükümetin şimdi güven oluşturacak, güven artıracak adımlar atmasını önemsiyoruz. 

Barışı aynı zamanda emekçilerin, kadınların ve halkların haklarını kazanması için talep ediyoruz

Türkiye gerçekten şu an her türlü konuda çok zor durumda. Çok derin bir ekonomik kriz var. Emeklilerin ve asgari ücretlilerin geçinemediği, açlık ve yoksulluğun derinleştiği, işsizliğin derinleştiği, 50 milyona yakın insanın açlık ve yoksulluk sınırında yaşadığı bir ülkeyiz. Eskiden evlatları kamu emekçisiyse aileler gurur duyardı. Çünkü hayatları garantideydi. Şimdi öyle bir şey yok. Kamu emekçisi iki kişi dahi doğru düzgün bir ev alamaz. Yoksulluk sınırı altında yaşamak durumundalar. Hal böyleyken bizim barışa her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Biz iç barışı talep ederken sadece Kürtlerin ya da Alevilerin haklarını kazanması için değil; aynı zamanda işçinin, emekçinin, kadınların, ezilen ve sömürülen herkesin haklarını kazanması için talep ediyoruz. 

Bu çerçevede yürüttüğümüz bu buluşmaları da Türkiye’nin her tarafını dolaşarak gerçekleştireceğiz. Nasıl bir barış istiyoruz? Barışı hep beraber nasıl toplumsallaştırabiliriz? Yerellerimizde barışı nerede ve nasıl konuşabiliriz? Yerellerimizde hangi konferansları ve panelleri yapabiliriz? Tüm bunların da fikir teatisini hep birlikte yapalım istiyoruz. Katıldığınız için hepinize teşekkür ediyorum. 

4 Şubat 2025