Hatimoğulları Batman’da işçilerle buluştu: Ekmek olmazsa adalet olmaz, adalet olmazsa ekmek olmaz

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, Ekmek ve Adalet Buluşmaları kapsamında bugün Batman’daydı. Hatimoğulları, beraberindeki heyetle önce Batman’da Kürtçe müzik eşliğinde halay çektiği için ev hapsi verilen Filiz Taşkesen’i ziyaret etti, ardından Petrol-İş Sendikası'nda işçilerle buluştu. Son olarak, demokratik kurumlarla birlikte Batman Belediyemizi ziyaret etti. İşçi buluşmasında konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi: 

İş cinayetlerinde katledilen işçileri anıyorum 

Değerli basın emekçileri, değerli emek ve meslek örgütü temsilcileri, değerli emekçi kardeşlerim hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Ekmek ve adalet arayışımızda, ekmek ve adalet mücadelemizde bugün de buraya gelerek, bu buluşmayı sağlayarak, buradan da mücadeleyi daha da büyütmek kararlılığıyla çıkmak umuduyla hepinizi bir kez daha sevgiyle saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlarken bizler şu an Petrol-İş Sendikası'nın salonundayız. Petrol-İş Sendikası'na sağladığı destekten dolayı partimiz adına çok teşekkür ediyorum. Ayrıca 90’lı yıllarda Petrol-İş Sendikası'nın Batman'da örgütlenmesinde aktif mücadele yürüten ve faili meçhul cinayetlerde katledilmiş olan İsa Özer, Mehmet Emin Kahraman, Habip Kılıç nezdinde devrimci demokratik mücadelede, yurtsever mücadelede, emek mücadelesinde bedel ödemiş ve yaşamını yitirmiş bütün insanları burada saygıyla anıyorum. Ve aynı zamanda iş cinayetlerinde katledilen bütün işçi ve emekçi kardeşlerimi de saygıyla anıyorum. Biz hiçbir zaman iş kazası demeyiz, iş cinayetidir o çünkü. İşçilerin iş güvenliği sağlanmadığı için katliamla sonuçlanan iş cinayetlerinde yitirdiğimiz işçi ve emekçileri saygıyla anıyorum.

Emekçiler 15 Temmuz sonrasında daha yoğun hak gaspları ile karşı karşıya kaldı

Değerli Batmanlılar, değerli emekçi kardeşlerim bizler Ekmek ve Adalet Kampanyasını bir süredir başlatmış durumdayız. Startımızı Mardin’de çiftçi kardeşlerimizle mitingde bir araya gelerek verdik. Ve devamında Doğabeyazıt’ta emekçilerle buluştuk. Sınır kapısında yaşanan hak ihlallerine karşı, özellikle Kürt halkını ekonomik ambargo ile cezalandırmak isteyen anlayışa karşı, Türkiye’nin hiçbir yerinde olmayan sınır kapısındaki uygulamaları protesto etmek için bizler Bazîd’de sınır kapısında değerli halkımızla buluştuk. Bu kampanyanın bir parçası olarak çalışmamızı gerçekleştirdik. Bizler bu buluşmada neyi murad ediyoruz? Bugün Türkiye’de yaşanan hak ihlalleri diz boyu. Bu ülke 90’lı yılları yaşadı. Bu ülke darbeler sürecinden geçti. Bu ülke 40 yılı aşkın süredir devam eden Kürt sorununun, barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesinden imtina eden bir yönetim anlayışının ağır baskıcı şartlarını yaşıyor. Sadece bu değil. 15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra Türkiye bambaşka bir iklime uyandı. Türkiye’de zamana yayılmış bir siyasi darbeyle karşı karşıyayız. Bu  siyasi darbede kadınlar etkilendi, Kürtler etkilendi, Aleviler etkilendi, farklı halklar ve inançlardan insanların hakları gasp edildi. İşçinin ve emekçinin hakkı da zaten gasp ediliyordu, sömürülüyordu ama bu darbeyle birlikte daha yoğun hak gasplarıyla karşı karşıya kaldık.

Yoksulluğa, bıçak kemiğe dayandı sözü kafi gelmez

Şu anda ülkemizin içinden geçtiği ağır ekonomik kriz nedeniyle çok ağır bir yoksulluk var. Bu yoksulluğu bu mikrofonlardan ne kadar çok konuşsak da azdır. Zaten her birimiz evinde hanesinin içinde bunları yaşıyor. İnsanlar özellikle asgari ücret alanlar, emekliler, asgari ücretin altında bir ücretle çalışmak zorunda kalanlar bugün Türkiye’de ev kirası ödeyemiyor. Bugün Türkiye’de elektrik, su faturasını dahi ödeyemeyecek, evine bir kuru ekmek alabilmek için, ertesi gün satılan ekmekleri satın alabilmek için fırınlarda kuyruk bekleyen halklarımız var. Dolayısıyla bu ülkede artık işsizlik, yoksulluk, açlık, hayat pahalılığı o kadar derinleşmiş ki bıçak kemiğe dayandı sözü kafi gelmez. Bıçak, şu anda kemiği kesmiş ve iliklerimize kadar bu yoksulluğu hissediyoruz. Bakın eskiden bizlerin çocukları, kardeşleri kamu emekçisi olduğunda, bir öğretmen olduğunda mutlu olurduk. Derdik ki hayatı kurtuldu ama şu an öyle bir şey yok. Bugün Türkiye’de kamu emekçilerinin yaşadığı sıkıntıları, “orta sınıf” diye tabir edeceğimiz kesimin bile sıkıntı yaşadığı bir dönemde işçi sınıfını, emekçiyi, yoksulu varın biz düşünelim, varın siz düşünün. İşte biz bu nedenle Türkiye’de bu kadar derinleşen işsizliğin karşısında, artan enflasyonun karşısında ezim ezim ezilen 50 milyona yakın insanın sesi olmak için yola çıktık. Bizler DEM Parti olarak bu buluşmalarımızda Türkiye ve Kürdistan'ın dört bir yanında işçilerle, emekçilerle, esnafla, çiftiyle, ataması yapılmayan öğretmenle, KHK’lılarla, turizm işçileriyle ve burada sayamadığım bütün kesimlerle buluşmamızı gerçekleştireceğiz. 

Türkiye ve Kürdistan’da bütün kadınlarla buluşmayı hedefliyoruz

Kadın Meclisi tarafından “Özgür ve eşit yaşamda ısrarcıyız, Örgütleniyoruz” şiarıyla devam ettirilen kadın kampanyamızı da eş zamanlı yürüteceğiz. Yine Kadın Meclisimizin yürüttüğü kampanyada aynı sektörlerde çalışan emekçi kadınlar başta olmak üzere bizler Türkiye ve Kürdistan’da bütün kadınlarla buluşmayı hedefliyoruz. Bu buluşmalardaki en büyük muradımız sadece sorunlarımızı konuşmak değil çözüm önerilerimizi de konuşmak. Güçlü bir örgütlülükle nasıl tutum sergileyebileceğimizi açığa çıkarmak istiyoruz. Bu nedenle bizler bu kampanyayı, bu çalışmayı yürütmüş bulunmaktayız. Bugün de Batman'dayız. Batman il örgütümüz başta olmak üzere, her sektörden emekçinin bu salonda olduğu bu anlamlı buluşmaya emek veren bütün emek meslek örgülerine, buraya gelerek bu kampanyanın bir parçası ve destekçisi olmak isteyen siz değerli halkımıza çok teşekkür ediyorum. 

Derinleşen ekonomik krizden tekstil sektörü de nasibini aldı, atölyeler kapandı

Batman’da tekstil işçiliğinin çok yoğun olduğunu biliyoruz. Tekstil iş kolunda Batman’ın teşvik aldığını biliyoruz. Bu nedenle burada bir dönem çok sayıda atölyenin ve fabrikanın açıldığını da biliyoruz. Çok sayıda işçi ve emekçinin bu atölyelerde ve fabrikalarda çalıştığını biliyoruz ama şunu da çok iyi biliyoruz. Bugün tekstil işçileri Türkiye'nin dört bir yanında ne yazık ki bir kısmı merdiven altı, bir kısmı sigortasız, güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırılıyor. Bu sektörün neredeyse 3’te ikisini kadınlar oluşturuyor. Aynı zamanda çocuk emeği de tekstil sektöründe çokça kullanılıyor. Son zamanlarda derinleşen ekonomik krizden bu sektör de nasibini aldı. Sizler buralı insanlar olarak kapanan atölyeleri biliyorsunuz. Çünkü malzemelerin maliyeti o kadar yüksek ki, hepsinin birbiriyle bağlantıları var. AKP iktidara geldiği gün uyguladığı tarım politikaları ile bizleri iğneden ipliğe kadar dışarıya mahkum etmiştir. Biliyorsunuz iktidar pamuk üretimine kota getirdi, teşvik etmeyerek pamuk üretimini azalttı. Bu doğrudan tekstil üretimini etkiledi. Dolayısıyla her şeyde kendine yerli ve milli diyen iktidar, ülkenin bütün varlıklarını ve kaynaklarını dışarıya sattığı gibi iğneden ipliğe kadar tekstil üretiminde kullanılan her şeyin neredeyse ithal edilmesine yol veren bir politika izledi. Tekstil sektörü, maliyetler çok yüksek olduğu için Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi burada da sekteye uğramış durumdadır. Türkiye bir dönem tekstil ihracatında önemli bir ülke iken malzeme ithal eden bir ülke konumuna düştük. Bir kez daha buradan ifade etmek isteriz ki tekstil işçilerinin örgütlülüğü, her sektörde olduğu gibi özel olarak Batman’da hak talepli örgütlenmelerin önemi çok büyüktür. Bunu sizler bizlerden çok daha iyi biliyorsunuz.

Kapitalizm kendi kar hırsı nedeniyle birçok işçinin yaşamını yitirmesine sebep olmuştur 

Yine burada en önemli üretim ve geçim kaynağı  petroldür. Petrol zengini bir bölge ancak bu kadar yoksul olabilir. Bakın tipik Ortadoğu ülkesi karakterini biz Batman’da görüyoruz. Petrol zengini olan ülkelerin nasıl yoksulluk içinde yaşadıklarını, nasıl şeyhlerin, kralların o pastayı ve kaymağı kendilerinin yediğini görüyoruz. Aynı şey Batman’da da geçerli. Bunu modernize edince bir şey değişmiş olmuyor. Türkiye’de en fazla petrolün çıkarıldığı bir bölge olarak Batman şu an Türkiye’nin en yoksul illeri kategorisinde yer alıyor. Ve değerli arkadaşlar bu konudan bahsetmişken, Gabar’da geçtiğimiz günlerde sondaj kulesinin devrilmesi sonucunda yaşamını yitiren Mehmet İrfan Güler'i anmak istiyorum. Mehmet İrfan Güler bir petrol emekçisi, bu sektörde çalışan bir emekçi. Yaşamını yitiren bu arkadaşımıza Allah’tan rahmet diliyorum, ailesine ve sevenlerine başsağlığı dileklerimizi iletiyorum. Şunun altını çizmek isterim. Bu, bir iş cinayetidir. Çünkü biraz önce bu konuda uzman olan arkadaşlarla görüş alışverişinde bulunduk. Çok net ve detaylı aktardılar. Zemini kireç olan bir yerin masraf yapılarak sağlamlaştırılması gerekir ki orada çalışan işçilerin güvende olması sağlanabilinsin. Fakat yine Gabar’da işçinin canı kıymetsiz olduğu için güvenlik önlemi alma ihtiyacı duyulmamış. Sermayenin yanında işçinin canı bir sinek kadar değerli değil. Üzerine sinek konduğunda kovalarsın ya sineği, sineğe verilen değer kadar bile sermaye grubu işçilere değer vermediği için onların yaşam hakkını savunacak olan o zeminin maliyetine katlanmak istemedi. Kapitalizmin, sermayenin kendi kar hırsı nedeniyle Mehmetler ve daha birçok işçi kardeşimiz yaşamını yitirmiştir. 

Üretimden en büyük payı yerel almalıdır

Maden sektöründen sonra en fazla can kaybının yaşandığı, diğer bir tabirle en ağır sektörlerinden biri olan petrol işçiliği ne yazık ki Türkiye'de, bu bölgede iş güvenliği ve işçi sağlığı hiçbir şekilde kayda alınmadan üretim yapılıyor. Bu üretimde evet göreceli olarak ücretler bir tık yüksek gözükebilir ama bu enflasyonun karşısında, bugün kamuda çalışan petrol işçilerinin de yaşamlarının çok zor olduğunun altını çizmemiz lazım. Yani Batmanlının kendi ürettiği petrolü Batmanlı ile paylaşmayan bir ekonomik politika anlayışı var. Bunu asla kabul etmiyoruz. Buradaki üretimden en büyük payı yerel almalıdır. Biz bunu hep savunduk. Yerel yönetim anlayışımızı ve yerinde yerel yönetimleri güçlendirme anlayışımızı savunurken bir yandan demokratik işleyiş bakımından bunu savunduk ama öte yandan bütçeleme bakımından da bunu bu şekilde savunduk. Savunmaya da devam edeceğiz. 

Batman’da Kürt sorunuyla mücadele edeceklerini zannedip güvenlikçi politikalara yatırım yapıyorlar

Biliyorsunuz AKP iktidarı bu yaşanan ekonomik krizi çözmek için geçmiş dönemindeki hazine ve maliye bakanını yeniden göreve getirdi. Kemal Derviş gelmiş gibi bir havayla bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Türkiye'deki ekonomiyi bu adamın düzelteceğine dair bir inanç var. Ama yaşayanlara dönüp baktığımızda bugün hangi iktisatçıya sorarsanız sorun, ister o iktisatçı liberal ekonomiyi savunsun, ister kapitalist ekonominin tamamını savunsun, isterse sosyalist iktisadı savunsun. Size ''reel üretime geçmediğin sürece enflasyon düşmez, hayat pahalılığı ile mücadele edemezsin'' der. ''Yoksullukla mücadele edemezsin'' der. Bunda neyi kastediyoruz tam olarak? Bugün Türkiye'de fabrika kurmaya ihtiyaç var, bugün Batman’da fabrika kurulmalıdır. Ama Batman'da güvenlikçi politikalar adı altında Kürt sorunuyla ''mücadele'' edeceklerini zannedip güvenlikçi politikalara yatırım yapıyorlar. Oysa Kürt halkı ve Kürdistan'ın ihtiyacı olan fabrikadır. İnsanlar açlık ve yoksulluktan kırılıyor. Ama onların yürüttüğü mantıkta özel harp politikalarına, güvenlikçi politikalara, sınır ötesi operasyonlara ve silahlara para ayırmayı daha elzem görüyorlar ve ekonomiyi böyle düzelteceklerini zannediyorlar. Ekonomi öyle düzelmez. Savaşa, silaha, mermiye, 5’li çetenin rantiyesine, inşaat sektörüne bütün devletin kaynaklarını yatırarak, bir ölü, bir hormonlu büyüme açıklayarak ülkenin çöken ekonomisi toparlanamaz. Bizler DEM Parti olarak belli başlı alanların üzerinden gidilerek Türkiye ekonomisinin pekala düzelebileceğine, adil bir ekonomik paylaşım programının hayata geçirilebileceğine canı gönülden inanan, programatik olarak da bunu savunan bir partiyiz.

Türkiye savaş sırasında Suriye'den patates ithal etti

Bakın yine Batman’ın ve Kürdistan’ın en önemli geçim kaynağı tarım ve hayvancılık. İktidar tarım ve hayvancılığı 2002’de iktidara geldiği günden bugüne kadar tamamen bitirdi. Daha önceki halk buluşmalarımızda Kars’taydık. Hayvancılık yapan insanlarla buluştuk. Diyorlar ki biz hayvanlarımızı satıp işimizi tasfiye ediyoruz. Biz samanı ithal etmek zorundayız diyorlar. Türkiye samanı ithal edecek bir ülke midir? Bu iktidar gelmeden önce Türkiye tarımda kendine yetebilen, ihracat yapabilen dünyadaki 9 ülkeden biriydi. Onu bu hale getiren bu iktidardır. Elbetteki geçmiş iktidarların yaptığı hataları aklamak niyetinde değiliz. O dönemde de çok güçlü politiklar yürütülebilirdi, yürütülmedi. Bu iktidar herşeyi özelleştirdi ve buğdaydan domatesine kadar ithal eden bir konuma düştü. Suriye'de savaş devam ettiği dönemde Türkiye Suriye'den patates ithal etti. Savaşan bir ülke patates üretebiliyor. Türkiye’nin 85 milyon yurttaşı var, verimli toprağı var. Verimli kullanılırsa su problemi yoktur Türkiye'nin. Böyle bir ülke patatesini aktif savaş içinde olan Suriye'den ithal ediyordu. Şimdi Rusya’daki savaş büyürse gemiler buraya gelemeyeceği için biz buğdaysız, ekmeksiz kalacağız. Bizi bu hale getiren iktidarın ta kendisidir. 

Köylerin boşaltılması tarıma bir darbedir

Bizler bu buluşmalarımızı sadece sorun tespit etmek değil çözüm önerilerimizi de sizlerle paylaşmak, fikir alışverişinde bulunmak için yapıyoruz. Ekonominin düzelmesi için atılacak en önemli adımlardan biri, halihazırda iklim müsaitken, altyapısı varken tarımı güçlendirmek. Bunun için somut olarak talebimiz neydi? Biz olsak yönetimde ne yapardık? Bir kere Kürdistan'da OHAL ilan edildiği dönemlerde, köy yapmaklarının yaygın olduğu dönemlerde çok sayıda köy boşaltıldı. Rakamı yanlış hatırlamıyorsam 4 bin köy boşaltıldı. Bu tarıma da büyük bir darbedir. İnsanların köyünden koparılması tarımı bitirmenin bir yoludur. İkinci yolu neydi? 2002’den sonra AKP iktidarının uyguladığı ekonomik politikalar ve tarım politikası neydi? Bizi tohumda İsrail ile Hollanda’ya mahkum ettiler. Yani hibrit tohum diye birşey çıkardılar, yani yerli tohumu bitirdiler. aynı zamanda bizler sadece üretim yapamıyor değiliz, yeterince ucuz bir şekilde domatese, patatese ulaşamıyor değiliz. Ulaştığımızda da kanserli, hastalıklı, kanser üreten GDO’lu ve hormonlu olanlara ulaşabiliyoruz. İşte Türkiye’ye AKP’nin hediyesi budur. Hastalıkların bu kadar yaygınlaşmasının da en büyük sebeplerinden biri yerli tohumu bitirip bizi tohumda da ithalata mecbur kılan anlayıştır. Biz yerli tohuma dönmek zorundayız. Yerli tohuma dönmek için elimizden gelen her türlü çabayı vermek durumundayız. Bu, hem ekonomik açıdan gerekli hem da sağlık açısından. 

Tarım politikalarında köklü bir değişime ihtiyaç var

Biliyorsunuz çiftçinin en fazla muzdarip olduğu konu; pahalı mazot, pahalı elektrik ve sulamaya yeterince erişememek. Bütün bunların sağlanması lazım ki sağlıklı bir tarım politikası oluşabilsin. Türkiye’de hazine arazilerinden tarıma elverişli olan arazilerinin mutlaka ve mutlaka devlet teşvikiyle tarıma açılması gerek. Yani burada ez cümle diyeceğimiz hayvancılık ve tarım konusunda üreticinin ihtiyaç duyduğu bütün kalemlerinin giderilmesi ve desteklenmesi lazım ki bu ülke tekrar ayağı kalksın, bizler tekrar karnımızı doyuralım. Bakın pandemiyi hatırlayın. Batı ülkeleri endüstride en gelişmiş, en ağır sanayi üretimine sahip olan ülkeler aç kaldı ama tarım üretimi yapan ülkeler aç kalmadı pandemide. Tarımın ayrıca böyle de bir önemi var. Aynı zamanda bizlerin aç kalmaması için de, 85 milyon yurttaşımızın Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Arabıyla, Çerkesiyle karnının doyabilmesi için tarım politikalarında köklü bir değişime ihtiyaç var.

Gençler işsiz olduğu için Avrupa'ya göç ediyor

Bugün başta Batman ve Kürdistan’ın birçok ili olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanından çok yoğun bir gençlik göçü var Avrupa'ya doğru. En çok göç eden kesim, okul bitirmiş ama burada ataması yapılmayan gençler, özellikle sağlıkçılar Almanya'ya, diğer gençlerimizin çoğu Kanada’ya yelken açmış durumdalar. Emin olun ki bizler 10-15 sene sonra hastanelerde bizi muayene edecek doktor bile bulamayabiliriz. Bunu yine bu iktidar yaptı. Bu gençler neden gidiyor? 1980 askeri darbesinde çok ciddi siyasi göç olmuştu Almanya başta olmak üzere bütün Avrupa'ya. Ama şimdi yaşanan göç onu bile katlayacak düzeyde. Bu göçün iki nedeni var. İlk nedeni gençler işsiz ve yoksul. İkinci nedeni ise gençler mutsuz. AKP iktidarı her alanı mutsuz kıldı. Yapılan anketlerde şu an Türkiye dünyanın en mutsuz ülkeleri arasında yer alıyor. Bakın Amed’de mesela kafede oturan gençlere bir siyasi partinin kolu gidip saldırı yapıyor. Nedeni ise ''biz gençlerin kafede oturmasına müsaade etmek istemiyoruz''. Bu tür müdahaleleri yapmanın bir anlamı var. Burada toplumun yapısı değiştirilmek isteniyor. Biz o yüzden bu kampanyada ekmek kadar adalete de ihtiyacımız olduğunun altını çiziyoruz.

Uyuşturucuya karşı güçlü kampanyalar düzenlemeliyiz

Yine Batman'da çok yoğun yaşanan genç intiharları. Biraz önce yine yöneticimiz aktardı ve gerçekten çok üzücü. Özel olarak araştırılması gereken, raporunun tutulması gereken, çözüm geliştirmemiz gereken bir konu. Ve biz DEM Parti olarak bu konuyu, özel olarak araştırma yapmak ve çözüm önerilerimizi geliştirmek üzere şu an itibariyle gündemimize almış durumdayız. Genç intiharları. Bunun yine iki nedeni var. Biri yoksulluk biri umutsuzluk ve mutsuzluk. Gençler gelecek görmüyor. Ve gelecek görmeyen o mutsuz gençler ne yazık ki intihara sürükleniyor. Ya da uyuşturucuya sürükleniyor. Bugün Türkiye’nin dört bir yanında gençler ne yazık ki çok ciddi bir biçimde uyuşturucuya bulaşmış durumda. Bu uyuşturucu meselesinin aynı zamanda özel harp politikasının bir parçası olduğunu da lütfen unutmayalım. Uyuşturucuyla mücadele ederken bir an bile şu aklımızdan çıkmasın. Bir yandan gençlerimiz zehirlenerek ölüyor. Onlara sahip çıkmak için bizler uyuşturucuya karşı güçlü kampanyalar düzenlerken, iktidarın Kürt gençlerinin politikleşmesini engellemek için, demokratik mücadeleye katılmasını engellemek için, o kentin içindeki dokuyu ve dayanışmayı bozmak için gençleri bilerek ve isteyerek devletin kanallarıyla uyuşturucu şebekelerinin buralarda aktif faaliyet yürütmesini sağladığını hepimiz biliyoruz. Eksi Suç İşleri Bakanı hala suç işlemeye devam ediyor. Bu yürütülen özel harp  politikasının bu damarını en çok besleyen şahıstır Süleyman Soylu. Buna karşı mücadele etmek demek özel harp politikasına karşı da mücadele etmek demektir. 

Türkiye'de asgari ücretle hiç kimse yaşayamaz

Bugün biliyorsunuz vergiyle ilgili yeni düzenleme parlamentodan geçti. Ve biz DEM Parti olarak şunu savunduk. Bugün Türkiye kadar adaletsiz vergi sistemi başka ülkede yoktur. En zenginlerin içinde AKP milletvekillerinin şirketleri olduğu teşhir de edildi, bugün de Hazine ve Maliye Bakanı ''böyle şirketler var'' dedi. Kabul etti, ''düzenlemeler yapacağız'' dedi. Çünkü her şey apaçık ayyuka çıktı. Çünkü toplum her şeyi gördü. Bugün AKP yandaşı olan büyük şirketler vergi kaçırıyor. Ama şimdi yeni düzenlemeyle yoksuldan vergi almak, yoksulun vergi yükünü artırmak gibi bir dertleri var. Biz hep şunu savunduk, servet vergisi getirilmelidir. Azdan az çoktan çok vergi alınacak bir sistem kurulmalıdır. Ama onlar emeklinin maaşından vergi almayı, emeklinin maaşına göz dikmeyi kendilerine hak olarak görüyorlar. Bunu da kabul etmek mümkün değildir. Elbette yapabilecek çok şeyimiz var. Bir kısmını konuşmamız sırasında bir miktar sıralamaya çalıştık ama birkaç noktayı da sıralamak isterim. Bugün Türkiye'de asgari ücretle hiç kimse yaşayamaz. Tek asgari ücretliyi düşünün 4 kişilik bir haneye bakıyor. 17 bin TL ile ailesini geçindirebilir mi? Siz çocuğunuzu 17 bin TL ile okutabilir misiniz? Bununla hem yiyeceksiniz, hem içeceksiniz, hem fatura ödeyeceksiniz. Eviniz kirada ise bir de kira ödeyeceksiniz. Mümkün müdür? İmkansız! 

İstanbul'a, Kocaeli'ye yapılan yatırımla Batman’a yapılan yatırım aynı değil

Bizler DEM Parti olarak diyoruz ki asgari ücreet 32 bin 500 lira olmalıdır. O da şu anki verilerle. Biliyorsunuz TÜİK sarayda çalışıyor, enflasyon rakamlarını saraydan açıkladığı için ortaya koydukları rakamlar gerçekçi değil ve enflasyon sürekli arttığı için bizler şimdilik 32 bin 500 diyoruz. Gelecek ay değişebilir. Sendikalar bu konuda değerlendirmeler yapıyorlar. Mesela asgari ücrete ara zam temmuz ayında yapılacaktı, yapılmadı. Bunu da şiddetle eleştirdik. Karşısında durduk. Vergi adaleti sağlanmalıdır. Servet vergisi alınmalıdır. Azdan az çoktan çok vergi reformu bu ülkede yenilenmeli, vergi yasası değişmelidir. Bunun için çalışmalıyız. Ayrıca da bölgesel eşitsizlik hat safhada. Bugün İstanbul'a, Kocaeli'ye yapılan yatırımla Batman’a yapılan yatırım aynı değil. O nedenle bizler bölgesel ayrımcılığı ve eşitsizliği ortadan kaldırmak için belli başlı kentelere mutlaka istihdam alanları yaratmak için pozitif ayrımcılık yapmak zorundayız. Bölge illerinde ve işsizliğin yüksek olduğu illerde esnafın SGK primi desteklenmelidir. Aynı şekilde biliyorsunuz esnaf, üretici, çiftçi çok ciddi kredilere başvurdu. Bu kredilere yeni faizler de bindi. Bizler bu faizlerin tamamının silinmesi ve 250 bin TL’ye kadarki üretici borçlarının silinmesi için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Taleplerimiz bu kampanya çerçevesinde olmaya devam edecek. 

Ekmek olmazsa adalet olmaz, adalet olmazsa ekmek olmaz

Sözlerimi tamamlarken sabrınız için teşekkür diyorum. Ama Türkiye’nin gündemi de çok sıcak. Batman’ın sıcağından daha sıcak siyasetin atmosferi ve ekonomik kriz. Bu sıcakta da  sabır gösterdiniz. Sağolun. Bizler Ekmek ve Adalet Buluşmalarımızı yürütürken şiarımız şudur; ekmek olmazsa adalet olmaz, adalet olmazsa ekmek olmaz. Biz Türkiye'nin demokratikleşmesinin aynı zamanda ekonomik politikalarının işçinin, emekçinin, ezilenin lehine sömürülenin lehine değişeceğine inananlardanız.

İşçiler ve yoksullar olarak örgütlendikçe iktidara her türlü geri adımı attırabiliriz

Bu anlamda sendikal mücadeleler bir dönem sekteye uğradı. Şu anda o dönemlerden birini yaşıyoruz. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra OHAL ilan edildiğinde Erdoğan sermayeye seslenip demişti ki ''biz OHAL ilan etmeyesdik, bu kadar baskı iklimi yaratmasaydık, mitinglerde bombalar patlamasaydı, tırnak içinde bir korku iklimi yaratmasaydık, işçilerin grevleriyle baş edemezdiniz'' dedi sermaye gruplarına. İktidar bu itirafıyla emek alanına nasıl müdahale ettiğini, sendikal mücadeleye, işçi sınıfı örgütlenmesine nasıl müdahale ettiğini belirtti. Bu şekilde doğrudan sermayenin lehine müdahale ettiğinin altını bir kez daha çiziyoruz. Şunu çok iyi biliyoruz ki üreten biziz, üreten kitlelerdir, sizlersiniz. Üretim bir gün bile durduğunda hayat durur, sendikalar ortak karar alsın, ''biz şalter indiriyoruz'' desin bir günde bile çok şey değişir. Türkiye’de demokratikleşme bakımından da ekmek kavgası bakımından da çok şey değiştirir. Türkiye tarihinde böyle örnekler çoktur. 77 1 Mayısını hatırlayın, 15-16 Haziran işçi direnişlerini, tekel direnişlerini hatırlayalım. İşçinin ve emekçinin ayak seslerinin iktidarlara nasıl geri adım attırdığına tanıklık ettik, etmeye devam edeceğiz. Bizler bu tarihsel birikimimizle, verilmiş olan emekle, bu bilinci asla unutmadan bir yandan ekmek ve adalet kampanyamızda, DEM Parti’de bu mücadeleyi yürütürken ama esas bu işin sahibi olan işçi sınıfı, esas sahibi olan işçiler, emekçiler ve yoksullar olarak örgütlendikçe bu iktidara ve devlet anlayışına karşı her türlü geri adımı attırabiliriz. Yeter ki birbirimize inanalım, yeter ki bu alana da özel olarak önem verelim. Ben bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum, sağolun varolun. 

28 Temmuz 2024