Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, haftalık Meclis Grup Toplantımızda yaptığı konuşmada, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Hatimoğulları, şunları söyledi:
Madenciler yaşam ile ölüm arasındaki incecik çizgide yaşamlarını sürdürüyor
Dün 4 Aralık Madenciler Günü idi. Ne yazık ki Türkiye’de bugüne kadar maden ocaklarındaki göçüklerde, adına kaza dedikleri ama aslında cinayet olan göçüklerde yaşamını kaybeden madenci kardeşlerimiz var. Soma daha dün gibi hafızalarımızda. Rant ve sermaye çıkarları için ölümlere göz yumuluyor. Sağlıksız olan maden işletmelerine ruhsat veriliyor. Maden ocaklarında hayatını kaybeden madencileri saygıyla anıyorum. Geçtiğimiz günlerde katledilen Vezir Muhammed’i de saygıyla anıyorum.
Madenci kardeşlerim; yeryüzü ısınsın diye, üretim çarkları dönsün diye sürekli yaşam ile ölüm arasındaki incecik çizgide yaşamlarınızı sürdürüyorsunuz. Güvencesiz bir şekilde, yarınınızın belli olmadığı bir şekilde. Bu ödediğiniz bedellere karşı mücadelenizin tarihine baktığımızda, zengin bir mücadele tarihine de sahipsiniz. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak; geçinebilecek bir ücret, sosyal haklar ve ölüme yol açmayacak iş koşulları talebiniz için sizlerin dün olduğu bugün de yanınızdayız. Dünya Madenciler Gününüzü kutluyorum, mücadelenizde başarılar diliyorum.
Ne yazık ki bu kürsüye her çıktığımızda, ölüm yerine yaşamı anlatmak isterken yine ölümlerden bahsetmek zorunda kalıyoruz. Çünkü coğrafyamızda coğrafyamızdaki savaşlar, coğrafyamızdaki çatışmalar bitmek bilmiyor. Ve bizler de ölümlerden bahsetmek zorunda kalıyoruz. İsrail Gazze’yi bombalamaya devam ediyor her gün. 2000’e yakın Filistinli küçük çocuk yaşamını kaybediyor, katlediliyor. İnsani yardım için bir haftalık süre belirlenmişti. Aslında 4 gündü, 3 gün daha uzatıldı. O bir haftanın bitiminde İsrail yine işgaline devam ediyor; yine mazlum Filistin halkını, mazlum bebekleri ve çocukları katletmeye devam ediyor. Açıklanan rakamlara göre ölü sayısı 20 bine dayanmış. Ama gerçek sayının bundan çok daha yüksek olduğunu biliyoruz. Zaten ne doğal afetlerde ne de savaşlarda ve çatışmalarda ne yazık ki gerçek rakamlara ulaşamayız. Ama yaşamını kaybedenler birer rakam değil; kandan, candan, ruhtan oluşan birer insan.
Lahey’de yargılanacaklardan biri de Erdoğan’dır
Her bir insanın yitimi, kocaman bir yaşamın ortadan kalkması demek. Bu savaşı durdurmalıyız. Ateşkes derhal sağlanmalıdır. Bu konuda yaptırım gücüne sahip olanlar ne yazık ki hamaset siyasetini bir türlü bırakmayıp sadece timsah gözyaşı dökmeye devam ediyor. Bütün dünya ne yazık ki bu savaşa, mazlum Filistin halkının katledilmesine seyirci kalmış durumda. Konuşan da boş konuşuyor. Erdoğan “Netenyahu tarihe ‘Gazze kasabı’ olarak geçti, Lahey’de yargılanmalı” diyor. Örnek olarak da Miloseviç’i veriyor. Ama Rojava’da savaş suçu işleyen iktidarın mimarı olduğunu kendisi unutuyor. Rojava’da katledilen Kürt halkının ve küçücük bebeklerin nasıl katledildiğini unutuyor ve burada payı olduğunu unutuyor. Lahey’de yargılanacak o kadar insan var ki bunlardan biri de Erdoğan’dır.
Bunlar hariçten gazel okuyor, askeri ve ticari anlaşmalara son verdiklerini gördünüz mü?
Söylediğiniz şeyin doğru olduğunu biz de düşünüyoruz ama peki bunun için siz ne yapıyorsunuz? Koca bir hiç! Bu kürsüye her çıktığımızda bunu ifade etmeye devam edeceğiz. Türkiye’nin İsrail ile olan askeri ve ticari anlaşmalarından birine son verdiklerine tanık olduk mu? Hayır. Sadece kola ile alıp veremedikleri var. Onları bir politik tavır olarak satıyorlar. İç siyaseti belirlemek için bunu yaptığını defaatle söyledik. Bunlar gazel okuyor. Geçen hafta partimiz bir grup önergesi verdi. Filistin sorununu gelin gündeme alalım, parlamentoda bir komisyon kuralım, çalışma yürütelim diye önerdik. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisinin Filistin için verdiği teklif, AKP ve MHP oyları ile reddedildi. Buradan soruyoruz: Siz neyden kaçıyorsunuz? Neden bir komisyon oluşmasından ya da parlamentoda bir çalışma yürütülmesinden kaçıyorsunuz?
Gelin hep birlikte Ortadoğu'da barış ağacını hep beraber dikelim
İşte bu da sizin samimi olmadığınızı, Filistin halkının yanında olmadığınızı, mazlum halkların yanında olmadığınızı bir kere daha göstermektedir. Hamaset siyaseti yürüttüğünüzü bizlere bir kere daha göstermektedir. Parlamento başta olmak üzere Türkiye'deki bütün demokrasi güçlerine ve siyasi öznelere çağrımızı yineliyoruz: Gelin mazlum Filistin halkı ve bölgedeki Kürt sorunu da dahil olmak üzere sorunların çözümü için hep birlikte elimizi taşın altına koyalım. Ne Kürt ne Arap ne Türk ne Acem ne Ermeni hiçbir yurttaşın, coğrafyamızdaki hiçbir insanın yaşamını kaybetmemesi için gelin hep birlikte Ortadoğu'da barış ağacını hep beraber dikelim.
Çukurova halkı nefessiz bırakılmış
Bizler büyük kongremizden sonra “özgürlük için yeniden” dedik. Bunun gereği olarak çantamızı elimize aldık ve Türkiye’nin ve Kürdistan’ın dört yanını dolaşmaya başladık. Eş Genel Başkanımızla, MYK ve Parti Meclisi üyelerimizle, milletvekillerimizle gidilmedik hiçbir yer bırakmamak üzere çantamız elimizde yollardayız. İlk olarak seçim bölgem Adana’dan başladım. Mersin’den de devam ettik. Bir kere daha şunu gördük. Çukurova halkı nefessiz bırakılmış. Geçmiş dönemde işçi göçü alan bir bölgeyken, şimdi işçi göçü veren bir bölge konumunda. İktidar 2002’den bu yana izlediği tarım politikalarıyla, birçok bölgede olduğu gibi büyük bir üretim merkezi olan, pamuk üretim merkezi olan, narenciye üretim merkezi olan Çukurova’mızda da tarımı bitirdi.
Sudan’a yatırdıkları paraları yandaşlarına yedirdiler
Bunlar sözde yerliymiş, milliymiş. Bize böyle ajitasyon çekiyorlar ama bunlar ne yerli ne milli. Bakın Sudan’da bir milyon dönüme yakın arazi kiralanmış yıllar önce. Buraya çok büyük paralar yatırmışlar. Niye? Tarım üretimi yapmak için. Buradaki toprakları, Çukurova'nın bereketli topraklarını bırakıp Sudan’a gittiler. Bir şey elde ettiler mi, hayır. Yine Sudan’da yatırdıkları paraları yandaşlarına yetirdiler ve yerlerine oturdular. Bu sonuç o kadar büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı ki Adana’nın çiftçisine, Çukurova’nın üreticisine büyük bir haksızlık yapmaya devam ediyorlar. Ve yine gittiğimiz kentlerden birisi Hatay. Bütün medeniyetlere ve inançlara beşiklik etmiş güzelim Hatay. Biliyorsunuz depremde neredeyse Hatay’ın üçte ikisi yok olmuş durumda. Gittiğimizde bir kez daha depremi konuştuk acı acı, deprem konutlarının başlamamış olmasını konuştuk. Kış koşullarıyla birlikte yırtılan çadırları konuştuk, su damlayan konteynerlere kadınların o yaşamı nasıl sığdırmaya çalıştıklarını konuştuk. Barınamadıklarını, aç kaldıklarını konuştuk.
Rezerv alan uygulaması toprağa da kayyım atama uygulamasıdır
En son biliyorsunuz yine bu parlamentoda çıkan kararlardan biri “rezerv alan planı”ydı. Pilot bölge Antakya seçildi. 207 hektarlık alan rezerv alan ilan edildi. Bu yaklaşık 50 bin insanın yaşam alanına denk geliyor. Depremzede yaşadığı şokun ikincisini bu haberle birlikte yaşadı. Yaşadığımız deprem evlerimizi başımıza yıktı ama bu haber bir kez daha oradaki halkın başına çadırlarını ve konteynerlerini yıktı. Bu uygulama tam anlamıyla toprağa da kayyım atama uygulamasıdır. İlla istiyorsan ey Erdoğan, önce sarayını rezerv alanı ilan et. Biraz itibarından vazgeç ve insanların yaşam alanlarının nasıl kurulması gerektiğine bak. Antakya'nın bir deney tahtası olarak kullanılacağını zaten hepimiz biliyoruz. Bununla ilgili çokça gazeteci de yazılar yazdı. Başta İstanbul olmak üzere Maraş, Adıyaman, Malatya bu rezerv alan ilanıyla mevcut iktidarın yandaşı olan sermayeye bir kez daha peşkeş çekilecek. Afet riski var diyerek de toplumda meşruiyet oluşturmaya çalışıyorlar.
Erdoğan depremzedenin kanı üzerinden para kazanmayı helal görüyor
Biz Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak depremden önce de sonra da şu çağrımızı her zaman yaptık. Afet tehlikesi olan yerlerde mutlaka konutlar gözden geçirilmeli. İnsan yaşamı bizim için her şeyden önemlidir, bu konuda önlem alınmalıdır. Bu çağrımızı yaptık ama çağrımızı Erdoğan yanlış anlamış. Erdoğan kendi sermayesine peşkeş çekmek üzere depremzedenin kanı üzerinden para kazanmayı helal gören bir yaklaşım içinde. Rezerv alan ilanı bu anlama gelir. Elbette kamunun görevi afet bölgesinde önlem almaktır. Ama yıkılan evlerin yerine o insanlara yeni yaşam alanları kurmak yerine -ki kamunun birinci görevi barınma sorununu çözmektir- bu iktidar insan kanı canı üzerinden kar elde etmekte bir beis görmüyor. Her şeye rağmen gözyaşları arasında geleneklerini yerde bırakmayan, bahurla, tütsüyle ve reyhanla bizi karşılayan Hatay’daki kadınlara, gençlere burada sizlerin huzurunda sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Deprem bizim gündemimizden hiçbir zaman çıkmasın. Depremzedelere sözümüz olsun ki depremi unutmadık, unutturmayacağız ve sonuna kadar sizlerin yanında olmaya devam edeceğiz.
Halkın fikirleriyle alay edecek kadar ileri gitmiş kayyım
Ziyaretlerimize Amed ile devam ettik. Amed’de Sevgili Tahir Elçi’nin anmasına katıldık. Buradan kendisini bir kez daha saygıyla anıyorum. Ardından Mardin’de halklarla buluştuk. Kürt halkıyla, Arap halkıyla buluştuk. Deyrulzafaran Manastırında çok dilli, çok inançlı güzelim coğrafyamızın hüzünlerini konuştuk. Bu zenginliğin nasıl yok edilip tek tip insan haline getirilmek istendiğini konuştuk. Ama buna da en iyi cevabı Mardin’in kendisinin verdiğini konuştuk. Daha sonra Urfa’ya gittik. Urfa’da Nemrut'a karşı İbrahim’in direnişinin hikayelerini dinledik. Onların tarihleriyle buluştuk. Ardından Antep’te esnafımızla ve partililerimizle bir araya geldik. Gittiğimiz bütün kentlerde halklarımızla, kadınlarla, demokratik kitle örgütleriyle, sivil toplum kurumlarıyla, kanaat önderleriyle, gençlerle, ailelerimizle buluştuk. Ailelerimizi evlerinde ziyaret ettik. Kürt halkı üzerindeki Çöktürme Planının bir parçası olan kayyım rejimine dair oradaki halkın aslında ne düşündüğünü, ne hissettiğini ve yerel seçimlerde nasıl bir politik tavır ortaya koyacağını bir kere daha gözlemledik. Suruç’tan bahsedersem, sanırım kayyım atanmış olan bütün bölgelerden bahsetmiş olurum. Suruç’a gittiğimizde esnaf ziyareti yaptık. Esnafla ve halkla hemhal olduk. O sokaklarda yürürken kocaman sütunlar gördük. İlk kez o kadar dev sütunlar görüyorum. Bunları Filistin’de, bazı yerlerdeki sınırlarda görmüşlüğümüz var. O sütunların üzerine mavi deniz dalgaları çizilmiş. O sütunların arkasında ne var diye sordum. Suruç Belediyesi imiş. Kayyım o kadar korkuyormuş. Halkın iradesini gasp ettiğini bildiği için, hırsız olduğunu bildiği için, sadece halkın siyasi iradesini değil belediyelerin kaynaklarını çaldığı için suçluluk psikolojisiyle o beton sütunları belediye binası görünmeyecek kadar yükseltmişler. Üstüne bir de mavi dalga çizmişler. Biliyorsunuz mavi dalgalar özgürlüğü anımsatır bizlere. Böyle de insanların duygularıyla, fikirleriyle, bilinçleriyle alay edecek kadar ileri giden bir kayyım anlayışıyla karşılaştık.
Suruç’ta halkın kayyımın beton duvarlarını yıkma iradesini gördük
Ve yine Suruç’ta şununla karşılaştık. Kayyım atanmış birçok yerin sokaklarında olduğu gibi her yer toz duman. Yolları kazmışlar. Saray tarafından atanmış memur olan o kayyım sanki o halktan intikam alsın diye görevlendirilmiş. Sokakları toza toprağa boğarak, yaşamı felç ederek kendilerine oy vermemiş halka adeta işkence yapma görevi verilmiş kendisine. Mısır’a gideniniz vardır. Sina Çölünün tozları yüzünden sokaklarda yürüdüğünüzde peçeteyle yüzünüze sildiğinizde hemen sapsarı bir tabaka birikir. Suruç tam da böyleydi. Suruç sanki Türkiye’nin, Kürdistan'ın bir kenti değil de Sina Çölünün ortasına kurulmuş bir kent. İşte o kayyımların beldelerimizi ve ilçelerimizi getirdiği hal budur. Fakat Suruç halkının bu kayyımlara karşı iradesini de gördük ziyaretimizde. Sadece Suruç değil, kayyım atanmış bütün belediyelerde başta Kürt halkı olmak üzere orada yaşayan halkların o beton duvarları yıkma iradesini gördük. Söz veriyoruz; o betonları paramparça edeceğiz.
TTB’ye kayyım atamayı kendinde hak gören anlayışı kınıyoruz
Her yerde kayyım, kayyım, kayyım. Yaşamımızın neresine dönüp bakarsak bakalım, hangi kuruma bakarsak bakalım kayyım rejimiyle karşı karşıya kalıyoruz. Yakın zamanda yaşadığımız örneklerden biri de TTB’ye atanan kayyım. Geçtiğimiz gün Saray yargısının kararıyla TTB Merkez Konseyi görevden alındı ve yerine kayyım atandı. TTB deyince bizim aklımıza pandemide, depremde bütün olanaksızlıklara rağmen yaşamlarını tehlikeye atan, oradaki hastaları iyileştirmeye çalışan hekimler geliyor. “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” diyen barış anlayışı geliyor. Her şeyde olduğu gibi sağlığı da ticarileştiren, tekelleştiren anlayışa karşı kamucu anlayışı savunan zihniyet geliyor. Doğa ve insan için felaket olan zararlı asbestli gemi sökümüne karşı TTB’nin tutumu geliyor. Sevgili Şebnem Korur Fincancı, insan hakları alanında çalışma yapan bir adli tıp uzmanı. Uzman bilgisi ile bir açıklama yapmıştı. “Kimyasal silahlar konusunda ciddi araştırmalar yapılmalıdır” demişti. Şebnem Korur Fincancı bir bilim insanı olarak yaptığı hakiki bir açıklamadan dolayı yargılandı ve şu anda TTB'nin karşı karşıya kaldığı konunun ana başlıklarından biri de bu. Kürt gençleri üzerinde kimyasal silah kullanıldığını biz bu kürsüden defaatle söyledik. Güney Kürdistan’da kimyasal silah kullanıldığını biz defaatle söyledik. Kimyasal silahları kullanmaktan vazgeçmek yerine, bunu söyleyenleri yargılamak da her şeyi ayaklar altına alan, ahlaki ve hukuki her türlü çöküntüye imza atan bu iktidarın işi olabilir, başkasının işi olamaz. Boyun eğdiremediklerine, biat ettiremediklerine, kendi istedikleri gibi olmayan herhangi bir kuruma ve meslek odasına kayyım atamayı kendinde hak gören bu anlayışı kınıyoruz.
Kayyım stajını HDP belediyelerinde yaptılar, şimdi bütün Türkiye’ye yayıyorlar
Karar açıklandığı akşam ben de TTB’ye gittim. Orada şunu söylemiştik. Kayyım stajını HDP’nin belediyelerinde yaptılar ama şimdi bütün Türkiye sathına yaydılar. Meslek odalarına, sendikalara, üniversitelere; onlara biat etmeyenlere, onların çizgisinde olmayanlara kayyım atayan bir anlayıştır bunlarınki. Askeri cunta yönetimine rahmet okutan bu anlayışı kabul etmemiz mümkün değil. Bizler dün olduğu gibi bugün de TTB’nin yanındayız. TTB, haklı bir mücadele veriyor. TTB, kuruluş paradigmasına uygun davranan bir meslek odasıdır. Türkiye'nin demokrasi mücadelesine büyük katkı vermiş bir odadır.
Susurluk’ta meğer fragman izlemişiz, asıl şimdi film oynuyor
Geçtiğimiz günlerde kucağımıza nur topu gibi bir sorun daha atıldı: Saadet zinciri fon yolsuzlukları. Kimin eli kimin cebinde belli değil diyeceğim ama inanın el de belli cep de belli. Bankacılardan futbolculara, Mehmet Ağarlara, Saray’a kadar uzanan büyük bir yolsuzluk ve hırsızlık trafiği var. Susurluk trafiğini hatırlayın, devlet-mafya-siyaset üçgeni vardı. Aylarca manşetlerden düşmedi ve toplum alanlardaydı. Meğer ki biz Susurluk’ta sadece fragman izlemişiz, asıl film şimdi oynuyor, asıl senaryo şimdi hayata geçmiş. Hepsinin eli halkın cebinde. Bankalardan çaldıkları her kuruşu siz ödüyorsunuz, biz ödüyoruz. Bizim cebimizden çıkıyor bu foncuların çaldıkları paralar. Asgari ücretli ayın yarısını bile getiremezken, bunlar öyle hırsızlıkların peşinde.
Erdoğan’a soruyorum: Ayakkabı imalatında çalışan bir emekçi olsaydın 4 kişilik ailene nasıl bakacaktın?
AKP Genel Başkanı, “Asgari ücrete verilecek bir zamla biz bu işi hallederiz” diyor.
Erdoğan’a soruyorum: Saray’da değil halkın içinde yaşıyor olsaydın, cumhurbaşkanı değil bir işçi olsaydın, ayakkabı kutularında dolar saklayan değil de ayakkabı imalatında çalışan bir işçi olsaydın, bu asgari ücretle 4 kişilik ailene nasıl bakacaktın? Bunu çık Türkiye halklarına söyle bakalım. Bu soruların yanıtını ciddi ciddi istiyoruz. Asgari ücret vaadinde bulunan kendisi değil mi? O zaman çıkıp şu kürsüde emekliye, asgari ücretliye, yoksullukla boğuşan Türkiye halklarına ve emekçilere bu koşullarda kendisi acaba nasıl yaşardı, nasıl sihirbazca bir çözüm bulurdu açıklasın. Erdoğan’dan bunu bekliyoruz.
Antep sokaklarında bizler gezerken bir kadın bize şunu söyledi: “Sadece kuru ekmek yedirsen bile çocuğuna yetişemez bu asgari ücret”. İşte bütün ezilenlerin, emekçilerin, yoksulların duygusunu Antepli kadın çok güzel bir şekilde anlattı.
Bakana soruyorum: Emekli ve asgari ücretli neye, nasıl ve neden sabretsin?
Dün Kasım ayının enflasyon oranları açıklandı. TÜİK verilerine göre enflasyon aylık bazda 3.28, yıllık bazda 61.98. TÜİK verileri tabii ki Saray’da hazırlanıyor, bilimsel olarak yapılan araştırmalarla hazırlanmıyor ki. O yüzden TÜİK’ten duyduğunuz her şeyi 2-3 ile çarpın ki asıl rakama ulaşın. ENAG’ın verilerine göre aylık baz 5.58, yıllık baz da enflasyonda yüzde 127.27. Bakan Şimşek şöyle bir açıklama yaptı. “Sabretmemize değecek” dedi. Onu Süpermen olarak ekonominin başına getirdiler. IMF’siz IMF uygulayan bir bakan. Biz onu tanıyoruz. Onun IMF politikalarını nasıl hayata geçirmek isteyen birisi olduğunu, IMF’siz IMF’yi uygulayan, kemer sıkmayı dayatan biri olduğunu biz çok iyi biliyorduk. Ama topluma “süper bakan” geliyor diye anlattılar ve bu bakanın söylediği şey sabretmemize değeceği. Bakana soruyoruz: 7.500 lira alan emekli, 11.402 lira alan asgari ücretli neye, nasıl, ne şekilde ve neden sabretsin? En önemli soru neden sabretsin? Arkasından ne gelecek bunun? Zam zulüm dışında ne geliyor ki sabretsin. Hırsızlık ve enflasyon canavarı dört yanımızı sarmışken, yurttaşa sabretmeyi müminlikle eş değer gösteren AKP anlayışını buradan reddediyoruz. Sabretmeyeceğiz, haykıracağız, açız diye bağıracağız. Barınamıyoruz diye bağıracağız. Bağıracağız ki hakkımızı alalım değerli halklarımız, değerli işçiler, emekçiler. Hep birlikte sesimizi yükselteceğiz, hep birlikte mücadele ederek haklarımızı söke söke alacağız.
Ekmek, gül, hürriyet günlerini görene dek mücadeleye devam edeceğiz
Cumhuriyet tarihinin en büyük vurgunlarıyla, hırsızlıklarıyla karşı karşıyayız. Önce hukuku ve adaleti çaldılar, şimdi işçinin, emekçinin, yoksulun hakkını çalıyorlar. Hukuksuzluk rejiminin diğer bir adı hırsızlık rejimi olmuş. Sandıkta halkın iradesini, adalet saraylarında adalet terazisini çaldılar. Bütçede halkın hakkını çaldılar. Sofralarda halkın ekmeğini çaldılar. Hırsızlara topyekün dur demezsek yaşamlarımızı ve hayallerimizi çalmaya, toplumu çürütmeye devam edecekler. Geçinemeyen, barınamayan, vergisini ödeyemeyen, kirasını ödeyemeyen kardeşlerim; bu hırsız sermayeden ve onun ortağı ve koruyucu meleği olan rejimden alacağımız var. Sizlere söz veriyoruz; Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak -tıpkı Sevgili Nazım Hikmet’in dediği gibi- gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan ekmek gül hürriyet günlerini görene dek, adil bir düzen kurana dek, hırsızları ve sömürgenleri süpürene dek mücadele etmeye devam edeceğiz.
Kadınlar, gençler, engelliler bir adım önce çıkın ve aday olmak için başvurun
Bölgemizde ve bütün dünyada onca sorunun devam ettiği bir dönemde tabii ki bizler aynı zamanda yerel seçimlere de hazırlanıyoruz. Seçimler için partimize başvurular yoğun bir şekilde devam ediyor. Adaylarımızı en geniş kent uzlaşısıyla belirleyeceğimizi kamuoyuna ifade etmiştik. Erkek egemen anlayışa karşı kadınların, gençlerin ve engellilerin bir adım öne çıkmasını istiyoruz. Özellikle kadınların, gençlerin ve engellilerin başvurularında daha büyük bir artış bekliyoruz. Buradan da onlara çağrımızı yapıyoruz: Bir adım önce çıkın ve bulunduğunuz her yerde aday olmak için başvurularınızı yapın. Toplumun tüm halklarını, inançlarını, renklerini ve seslerini bizler bu dönemde Türkiye’nin dört bir yanında aday göstereceğiz.
Biz her yerde kazanmak için yola çıkıyoruz
Her yerde gerçekten çok yoğun başvurular var. Bu bizi çok mutlu ediyor. Bu bizim umutlarımızı daha da artırıyor. Halkına, partisine sahip çıkanların sayısını gördükçe daha çok motive oluyoruz ve verdiğimiz mücadelenin ne kadar haklı bir yerde durduğunu bir kere daha görmüş oluyoruz. Son yaptığımız MYK toplantısında batıda da aday başvurularını hızlandırmaya karar verdiğimizi Parti Sözcümüz sizinle paylaşmıştı. Biz her yerde kazanmak için yola çıkıyoruz. Bölge belediyeleri için ellerini ovuşturanlar bilsin ki onlara oradan ekmek çıkmaz. Halklarımız partimizin etrafını öyle bir sarıp sarmalayacak ki, kayyımları oradan öyle bir söküp atacak ki o kayyımlar bir daha gelmemek üzere gidecekler. Belediyelerin etrafında o beton sütunlar değil canlı bedenlerimizle bizler olacağız. Halkımızla beraber, o kentin bütün yurttaşlarıyla beraber bizler kayyımlara karşı da elbette bir koruma kalkanı oluşturacağız. Çünkü orada bizim hayatlarımız var, yarattığımız değerlerimiz var. Bizler orada doğduk, orada büyüdük, orada yetiştik.
Bizler kazanacağız; gaspçılar, kayyımcılar, darbeciler, halk düşmanları kaybedecek
O topraklar bizim toprağımız, kayyımın değil. Yaşam fidanımızı nasıl ekip büyüteceğimizi birlikte göstereceğiz. O topraklarda alın terimizi öyle kayyıma teslim edecek falan değiliz. İl il, ilçe ilçe, mahalle mahalle, köy köy il ve ilçe örgütlerimizle beraber bizler tam takım sahadayız. Sadece Kürdistan’da değil her yerde sahadayız. Çalışmalarımızı başlatmış durumdayız. Elini sıkmadığımız, kapısını çalmadığımız hiç kimse kalmayana dek sokaktayız. Her mahalleyi ve sokağı partimizin bayraklarıyla renklendirmek üzere halkımıza söz verdik ve biz o sözümüzü yerine getireceğiz. Bizler kazanmak için yola çıktık. Umut bizimle, halkımızın kararlılığı ve cesareti bizimle. Halkımızla birlikte büyük kazanacağız. İrade hırsızlarına karşı halkın iradesi kazanacak ve halklarımız büyük bir tarih yazacak bu seçimlerde. Gaspçılar, kayyımcılar, darbeciler, halk düşmanları kaybedecek. Halka karşı örülen bütün duvarları 31 Mart Yerel Seçimlerinde halkımızla birlikte paramparça edeceğiz. AKP-MHP kayyımlarını kendi çukurlarına göndereceğiz ve bizim olanı geri alacağız. Bizler Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında nerede yaşıyorsak oranın yerel yönetimlerine katılmak üzere yola çıkmış durumdayız. Bu duyguyla hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Mutlaka kazanacağız, mutlaka başaracağız. Serkeftin, serkeftin, serkeftin.
5 Aralık 2023