Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, haftalık Meclis Grup Toplantımızda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Hatimoğulları, şunları söyledi:
Umut ediyoruz ki ikinci yüzyılında cumhuriyeti demokratikleştiririz
Değerli basın emekçileri, değerli kurum temsilcileri, Ankara il-ilçe örgütlerimiz, Konya’dan gelen üye ve yöneticilerimiz, bu yılın ilk grup toplantısına hepiniz hoş geldiniz. Bizler cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk günlerini yaşıyoruz. Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk grup toplantısını gerçekleştiriyoruz. Ülkemizin, bölgemizin ve dünyanın savaşlar cenderesinden geçtiği bir dönemdeyiz; açlığın ve yoksulluğun 100 yıllık tarih içerisinde en çok derinleştiği bir dönemdeyiz ve umut ediyoruz ki cumhuriyetin ikinci yüzyılında bizler cumhuriyeti demokratikleştiririz. İşçiler, emekçiler, kadınlar, halklar için önümüzdeki yüzyılın daha da hayırlara vesile olmasını diliyoruz. Yeni yılınızı en içten dileklerimle kutluyorum.
7 senelik tutukluluk süresini tamamlamış olmasına rağmen Gültan Kışanak tahliye edilmiyor
Dün elim bir olay yaşandı. Bir trafik kazasında 9 yurttaşımız hayatını kaybetti, 30’a yakın yurttaşımız yaralandı. Yaşamını yitirenlere rahmet diliyor, ailelerine başsağlığı diliyorum. Yaralılara acil şifalar diliyorum. Dün yine Sincan’daydık. Kobanî Kumpas Davasında sözde yargılanan ama aslında bu siyasi erki ve onun yanında yer alan yargı sistemini yargılayan arkadaşlarımızın savunmaları devam ediyor. Dün de Gültan Kışanak’ın savunmasına başlamasını bekliyorduk. Fakat ilk saatlerde bizler oradaydık. Tam da bu kumpas davasının örneklerini bize gösteren bir biçimde 7 senelik tutukluluk süresini tamamlamış olmasına rağmen Sevgili Gültan Kışanak tahliye edilmedi. Kışanak dün pek çok gerekçe ile reddi hakim talebinde bulundu. Kışanak reddi hakim konuşmasına başlarken dışarıdaki siz değerli arkadaşlarımıza selam ve sevgilerini iletti. Ben buradan bir elçi olarak onun selam ve sevgilerini iletiyorum. Onun şahsında da cezaevinde siyasi rehine olan bütün yoldaşlarımıza selam ve sevgilerimizi iletiyorum.
Cenazeleri gelen askerlerin analarının acılarını en iyi Kürt anaları anlayabilir
Geçtiğimiz gün yine asker ölümlerinin haberini aldık. Yaşamını yitiren askerlere Allah'tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum. Acının rengi olmaz ama acının sınıfı vardır. Bizler dilimiz döndüğünce Türkiye ve dünya kamuoyuna bu acının sınıfsal karakterini anlatmaya çalıştık. Gelen asker cenazelerinin ailelerine baktığımız zaman her biri kerpiç evde yaşayan, çadırlarda yaşamak zorunda kalan yoksul aileler. Yoksulların çocuklarının askerlik yaptığını ve ölüm haberlerini aldığını görüyoruz. Saray ve yandaşlarından hiç kimse böylesi haberler almaz. Deprem sonrasında çadırda yaşamak zorunda kalan asker aileleri sürekli medyada gösterildi. Bu çadıra cenaze haberi geldikten ve o bayrak oraya asıldıktan sonra 8-10 elektrikli soba bırakıldı ve basına bu servis edildi. İşte acının o nedenle sınıfsal olduğunu söylüyoruz. Şu bilinsin ki cenazeleri gelen askerlerin analarının acılarını en iyi Kürt anaları anlayabilir. Bahçeli bugün grup toplantısında bir konuşma yaptı. Bahçeli’nin yaptığı konuşmaya baktığımızda, bu acıların bitmesi için adım atılması yönünde hiçbir irade göstermeyeceklerini de bir kere daha görmüş olduk.
Cellatları ve cellatlığı çağrıştıracak bir anlayışın parlamentoda yeri yok
Bizler elbette kendilerinden öyle bir iradeyi beklemiyoruz. Bahçeli diyor ki Karamanoğlu Mehmet Bey zamanında Türkçe konuşmayan bu topraklarda yaşayamazmış. Ve böyle bir ırkçı söylemden hareketle, Türkçe konuşmayanların Meclis’te yeri yok diyerek DEM Partinin parlamentoda yerinin olmadığını söylüyor. Bizler çok net olarak şunu söylüyoruz; cellatları ve cellatlığı çağrıştıracak bir anlayışın parlamentoda yeri yok. Parlamento sözün kurulduğu, siyasetin konuştuğu; savaşların, çatışmaların ve ülkede yaşanan bütün sorunların konuşulup çözüm bulunduğu bir siyaset alanıdır. Bunun dışında adeta cellatları parlamentoya çağırırcasına “Kürtçe konuşanların burada yeri yoktur, DEM Partililerin burada yeri yoktur” diyenlere yanıtımız çok net olarak şudur: Biz DEM Partililer olarak sadece Kürtçe konuşmuyoruz, Arapça da Türkçe de Süryanice de konuşuyoruz. Anadolu ve Mezopotamya topraklarındaki bütün kadim dilleri konuşan bir siyasi partiyiz. Bizim yerimiz parlamentodur. Parlamentoda yeri olmayanlar savaş çığırtkanlığı yapanlardır, çatışmaları derinleştirenlerdir. Bizim yerimiz burasıdır.
Yolumuz 40 yıldır devam eden savaş ve çatışmaların barışçıl ve demokratik yollarla çözülmesinin yoludur
Bakın bu acı haberler geldikçe, bu çatışma haberleri geldikçe -elbette biz Dem Partililer olarak herkesin acısını ve üzüntüsünü yüreğimizin en derinliklerinde hissediyoruz- hemen akabinde Rojava bombalanmaya başlıyor, siviller katlediliyor. Elektrik santralleri, gıda depoları ve hastaneler, sivillerin yaşam alanları bombalanıyor. Biz her seferinde bunları dile getirdik. Sivillerden intikam almak hangi ahlaka, hangi anlayışa sığar? Ama evet Rojava şu anda bombalanıyor. Rojava deyince aklımıza ne geliyor? IŞİD’e karşı en onurlu mücadeleyi veren Kürt halkı ve ittifak ettiği Arap halkları geliyor. IŞİD sadece hayalini kurduğu o topraklarda değil aynı zamanda ABD, Fransa, Batı için de bir tehlikedir. Rojava halkları bütün dünyayı bu tehlikeden kurtarmak üzere mücadele vermiştir. Bizler DEM Parti olarak diyoruz ki bu yürüdüğünüz yol yol değildir. Barışın yolunu bu parlamentoya, siyasi partilere ve bütün topluma bir kez daha öneriyoruz. Bizim yolumuz barışın yoludur, müzakerenin yoludur; DEM Parti olarak bizim yolumuz bir çözüm sürecinin üretilmesinin yoludur. Bizim yolumuz; 40 yıldır devam eden savaş ve çatışmaların barışçıl ve demokratik yollarla çözülmesinin yoludur, onurlu bir barışın tesis edilmesinin yoludur. Asla yolumuzdan vazgeçmeyeceğiz ve kararlı adımlarla mücadelemizi devam ettireceğiz.
Savaş silsilesi nereye kadar gider?
Sözlerime başlarken bölgedeki savaş silsilesinin nasıl yayıldığından bahsettim. Evet, sizler de bütün Türkiye ve dünya kamuoyu da gayet yakından takip ediyor Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmeleri. İsrail’in saldırılarını ve El Nakba diye bildiğimiz olayı şu anda Gazze topraklarında gerçekleştirmeye çalışmasını görüyoruz. Emperyalist güçlerin dünyayı yeniden kendi çıkarları çerçevesinde dizayn etme hamlelerini görüyoruz. Birçok ülke bugün Kızıldeniz’de savaş gemileri bulunduruyor. Her bir ülke yeni yeni savaş gemilerini Kızıldeniz'e sevk ediyor. Yemen bombalanıyor. İran’da Kasım Süleymani’nin anmasına bir saldırı gerçekleştirildi ve yüzlerce İranlı katledildi. Yine dün İran'dan Federe Kürdistan Bölgesi’nin birçok üssü balistik füzelerle bombalandı. Peki, bu savaş silsilesi nereye kadar gider, nereye evrilir? Türkiye halkları, parlamentoda görev yapanlar ve siyasi partiler olarak bunun muhasebesini ve analizini yapmak zorundayız. Bütün savaşlar enerji nakil hatları için ya da Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervleri için. Bu savaşlar, İsrail’in sınır genişletmesi için. Bu savaşlar, yükselen Çin ekonomisine karşı ticaret savaşları için. Şunu da belirteyim; yeni belirlenen enerji koridorlarında şu an Türkiye yok. Türkiye jeostratejik konumu itibariyle bu coğrafyanın önemli bir ülkesidir.
Bu denklemde Ortadoğu ve Kuzey Afrika en ağır bedeli ödeyen topraklardır
Emperyalist güçler bölgeyi savaş alanına çeviriyor, biz ne yapıyoruz? Biz ise birbirimizle kavga ediyoruz. Biz ise “Bu Kürt’tür, Kürtçe konuşamaz” diye Kürt’ün katledilebileceğinin fetvasını veriyoruz. Rojava’da sınır ötesine giderek, Irak topraklarına giderek, Kürdistan topraklarına giderek İHA ve SİHA’larla, yağdırılan bombalarla kendi halkımızdan, kendi topraklarımızdan olan insanları katletme politikası sürdürüyoruz. Ama bu böyle gidemez. Bu karmaşık denklemin içerisinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika en ağır bedeli ödeyen topraklardır. Bizler Türkiye’de başta Kürt sorunu olmak üzere halklar sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözmediğimiz sürece bölgeye barışı öneremeyiz. O nedenle bir kez daha çağrımızı yeniliyoruz. Dünya kendini dizayn ederken halkların payına barış düşmelidir, Kürt halkının payına barış düşmelidir. Filistin halkının, Yemen halkının payına barış düşmelidir. İşte bu uluslararası denklemlerin içerisinde de barış siyasetini kurmak için önce kendi toprağımızdaki sorunlara köklü bir çözüm getirmek zorundayız.
Dolmabahçe Mutabakatından vazgeçilmeseydi Türkiye’de demokrasi konuşuyor olacaktık
Bugün Meclis Genel Kurulunda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler son yaşanan asker ölümleriyle ilgili bilgilendirme yapacak. Sarayda da zaten Milli Güvenlik Zirvesi adı altında bir zirve gerçekleştirildi. Güvenlik zirvesinin yapıldığı Dolmabahçe Sarayında, 2015 yılında Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesinin olanakları konuşuluyordu. Elimde şu anda Resmi Gazetede yayınlanan bir belge var. O belgeden çok kısa bir alıntıyı paylaşacağım. Belgelerin Resmi Gazetede yayınlanma tarihi 10.07.2014 ve bu belgede şunlar söyleniyor: “Toplumsal bütünleşmenin güçlenmesine yönelik siyasi, hukuki, sosyo- ekonomik, psikolojik, kültür, sosyal insan hakları güvenlik ve silahsızlandırma alanlarında ve bunlarla bağlantılı konularda atılabilecek adımlar belirlenebilir”. Bir diğer bendinde şunu söylüyor: “Gerekli görülmesi halinde yurt içinde dışında kişi, kurum ve kuruluşlarla diyalog görüşme vb. çalışmalar yapılmasına karar verir ve bu çalışmaları gerçekleştirecek kişi, kurum ve kuruluşları görevlendirir”. Bu Resmi Gazetede yayınlanan bir belge. Bu belge Kürt sorunun çözümüne dair adım atmanın çerçevesini çizen bir belge. Ve Sayın Öcalan her konuştuğu zaman şunu söylemiştir. Aslında bu belgeyi de güçlendiren bir yaklaşımdır bu. “Bana fırsat verilirse bir haftada bu çatışmalı süreci ortadan kaldırabiliriz ve barış konuşabiliriz. Bunun olanakları açılabilir” demişti. Ama verilen yanıt ne oldu, Dolmabahçe Mutabakatından vazgeçildi, diyalog masası devrildi, çatışma süreci hızlandırıldı ve akabinde İmralı’da ağır tecrit uygulanarak aslında Sayın Öcalan’ın konuşmasının önüne geçilmiş oldu.
Dolmabahçe Mutabakatı'ndan ya da yukarıda bahsettiğim bu belgeden devam edilmiş olsaydı, bugün Türkiye’de acı üstüne acı yaşamıyor olacaktık, demokrasiyi konuşuyor olacaktık. Ortadoğu'da savaş tam tamlarına karşı halkların bütünlüklü barış siyasetini konuşuyor olacaktık. İşçinin, emekçinin, gençlerin, doğanın, kadınların haklarını konuşuyor olacaktık. Ve biz buradan bir kez daha çağrımız yineliyoruz: Çatışmalar çözüm değildir. Savaş çözüm değildir. Acılar çözüm değildir. Hiç kimse acı yarıştırmaya ve o acıları siyaset malzemesi olarak kullanmaya sakın kalkmasın. Artık yeter. Artık kana doydu bu topraklar. Artık acılara doydu bu topraklar. Ve gelin güvenlik zirveleri yerine asıl güvenliğin teminatı olan barış zirvelerini hep beraber örgütleyelim.
19 Ocak’ta Agos’un önünde olacağız
19 Ocak Sevgili Hrant Dink’in ölüm yıldönümü. 19 Ocak’ta bizler de Agos’un önünde olacağız. 301 barış imzacısından biriydi Sevgili Hrant. “Türkiye Barışını Arıyor” konferansının çağrıcılarındandı. Şu cümlelere o imzayı atmıştı. “Savaşın ölümü imzamdan, benimki de barıştan olsun” demişti. Üzülerek ifade ediyoruz ki onun ölümü attığı bu imzadan ve barıştan oldu. Ama ona da sözümüz olsun ki onun imzasıyla biz savaşı kesinlikle öldüreceğiz. Ve şöyle devam etmiş bir cümlesinde: “Unuttuğumuz barışı düşleyebiliriz. Düşleyebilmek en büyük gücümüz. Biz düşledikçe barış canlanacak. Soluk almaya başlayacak. Önce bir susun silahlar, ölüm sussun, hayat konuşsun”. Evet Sevgili Ahparig; cesaretle söylediğin gibi bizler de senin sözünü tekrarlıyoruz: Önce bir sussun silahlar. Ölüm sussun, hayat konuşsun. Savaş değil barış konuşsun. Barışa dair atılmış olan her imzanın daha da güçlenmesi için, Anadolu topraklarında barışı her beraber tesis etmek için sana sözümüz olsun ki mücadelemiz sonuna kadar devam edecek. Bir kez daha saygıyla anıyoruz.
Türkiye Yüzyılı değil zamların yüzyılı
Savaşın olduğu gibi ekonomik krizin bedelini de biz yoksullar ödüyoruz. İktidar sözcüleri her yerde bu yüzyılın Türkiye’nin yüzyılı olacağını tekrarlıyor. Bu iktidarın bizi karşı karşıya bıraktığı yüzyılın nasıl bir yüzyıl olduğuna hep beraber bakalım. Bu yüzyıl ezilenler ve sömürünler açısından, işçiler ve emekçiler açısından, Türkiye’de yaşayan 84 milyon yurttaşın en az 50 milyonu açısından açlık ve sefalet yüzyılıdır. Sadece 1 Ocak’tan bu yana ekmekten gıdaya, akaryakıttan otoyol ve geçiş ücretlerine kadar her şeyin zamlandığı bir dönem geçirdik. Bu yüzyıl zamların yüzyılıdır. Dünyada gıda fiyatları düşerken, Türkiye’de aralıksız bir şekilde 40 aydır gıda fiyatları artıyor. Bu iktidar halkı bir kuru ekmeğe, bir kuru soğana muhtaç etti. Bu yüzden bu iktidarın yüzyılı sefalet yüzyılıdır. Zamlanan asgari ücret sadece açıklandıktan 10 gün sonra 12 dolar kaybetti. İnsanlar şans oyunlarına kendilerini verdi. O nedenle AKP’nin bu yüzyılı kumar yüzyılıdır. Bu yüzyıl Avrupa’da birinci, dünyada 4’üncü en yüksek faiz uygulayan ve sözde Nasçı olan faiz yüzyılıdır. Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu verilerine göre 2023’te 111 bin 576 işyeri kapandı. 2023 yılı 519 şirketin konkordato ilan ettiği bir yıl oldu. İktidarın bizi getirdiği yüzyıl iflas ve konkordato yüzyılıdır. 2024 ilk 5 gününde 134 bin icra dosyası icra dairelerinde işlem görmeye başladı. İktidarın yüzyılı daha ilk 5 gününde icra yüzyılı olmuştur. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu verilerine göre kredi kartı borçluluğu 2023’te 2,5 kat artmıştır. Bu yüzyıl borçta rekor yüzyılıdır. Bu yüzyılın refah içerisinde geçmesinin en önemli yolu ve yöntemi bu iktidardan kurtulmaktır.
Bizim yüzyılımız geleceği asla şans oyunlarına bırakmayacak
Bizim yüzyılımız ise adil gelir dağılımının olduğu bir yüzyıl olacaktır. Hayat pahalılığının son bulduğu, bütün yurttaşların işe ve aşa doyduğu bir yüzyıl olacaktır. Gençlerin işsizlikten, parasızlıktan, özgürlüklerinin kısıtlanmış olmasından dolayı yaşadığı mutsuzluğun biteceği bir yüzyıl olacaktır. Gençlerin yurt dışı ve göç yollarını tutmayacağı, kendi ülkelerinde kalıp kendi topraklarına emek verecekleri bir yüzyıl olacaktır. Emekli maaşlarının yaşanabilir bir seviyeye çekilebileceği bir yüzyıl olacak bizim yüzyılımız. Bizim yüzyılımız geleceği asla şans oyunlarına bırakmayacak. Uyuşturucu şebekelerinin ağlarına düşen gençlere güvenceli bir iş ve hayat sağlayarak, onların mutlu olabileceği bir hayatı sağlayarak o gençleri oradan kurtaracağımız bir yüzyıl olacak.
Türkiye bu yüzyılda narko-devlete dönüşmüştür
Yaptığımız çok sayıda halk toplantısı ve buluşmasında ailelerin en fazla şikayet ettiği noktalardan biri uyuşturucu konusudur bütün kentlerde. Uyuşturucu ağına düşen gençlerin bu bataklıktan kurtulması için proje üretmemiz gereken bir yüzyıldır. Türkiye bu iktidar döneminde bir narko-devlete dönüşmüş durumda. Bizler gençlerin ellerinden tutarak öyle bir siyaset izleyeceğiz ki gençleri bu karanlığın dehlizlerinden kurtaracağımız bir yüzyılı inşa edeceğiz. Binlerce kişi staj ve çıraklık sigortasının emekliliğe sayılması için hak mücadelesi veriyor. Haklarını almak için 21 Ocak’ta Ankara’da miting yapacaklar. Buradan miting yapacak olan kardeşlerimize sesleniyoruz. Bizler DEM Parti olarak EYT tartışmalarının başladığı ilk günden beri sizlerin sigortasının sayılması için mücadele verdik, çok sayıda önergeler sunduk Meclis’e ama hepsi AKP-MHP oyları ile reddedildi. Meydanlarda yapacağınız mitinglerde sizlerle birlikte olacağız, sizlerle dayanışma içinde olacağız. Buradan sizlere başarılar diliyorum. Mutlaka kazanacağız. Mutlaka kazanacağız.
Kadın kurumlarıyla ortaklaşarak bu yasaları yazsaydınız bu kadar kadın öldürülmezdi
Geride bıraktığımız 2023 biz kadınlar açısından hiç kolay olmadı. İşsizlik, yoksulluk diz boyu ve bunun en ağır bedelini biz kadınlar ödedik. 2023’te erkek şiddeti aramızdan 315 kadını kopardı. 248 kadın şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. 28 kadın sözde koruma altında olduğu halde katledildi. O kadınları ne yazık ki bu yargı sistemi koruyamadı. Kuşkusuz kadına yönelik şiddeti AKP-MHP politikaları, erkek yargının fiili cezasızlık sistemi ve medyanın cinsiyetçi söylemleri meşrulaştırıyor. Geçtiğimiz günlerde Yargıtay Başsavcısı, “İstanbul Sözleşmesi kaldırılmadan önce kadın cinayetleri oluyordu, kaldırıldıktan sonra da kadın cinayetleri oluyor” diye bir açıklama yaptı. Vallahi bravo! Bu savcıyı kutluyoruz, çok bilimsel verilere dayanarak konuşmuş! Bizi çok bilgilendirdi. Biz kadınlar olarak ona minnettar mı olsak ne yapsak diye kara kara düşündük. Bay Yargıç bizi iyi dinleyin, biz kadınlar 5 bin yıldır erkek egemen şiddetiyle katlediliyoruz. İnsanlık 21. yüzyılı yaşarken, toplumlar sosyolojik açıdan birçok değişime uğramışken, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında bizler demokratikleşmeyi, eşitliği, adaleti konuşurken, siz kalkmış bize bu şekilde yanıt veriyorsunuz. Bizler tam da kadınların katledilmemesi için İstanbul Sözleşmesinin yürürlükten kalkmasına karşı mücadele ettik Türkiye kadın hareketiyle birlikte. Bizler İstanbul Sözleşmesi’nin sadece kağıt üstünde kalmaması, hayatta karşılığı olacak şekilde uygulanması için adımlar atılması gerektiğini ifade ettik. Savcının sözleri bize şunu söylüyor; biz ne yaparsak yapalım çaresiz kadınlar katledilir. Hayır, sizin erkek yargınız bu cezasızlık politikasını uygulamasaydı, sizler Türkiye’deki kadın hareketinin, Kürt kadın hareketinin önerilerini dinleseydiniz, sizler kadın kurumlarıyla ortaklaşa bir şekilde bu yasaları yazsaydınız bu kadar kadın ölmezdi, öldürülmezdi.
Enternasyonalist dayanışma ile zincirlerimizi kıracağız
Erkek egemen sistemin savunucusu siyaset, medya, yargı üçgenine ve bunlardan etkilenen toplumsal zihniyete karşı biz kadınlar ortak mücadelemizi dün verdiğimiz gibi bugün de vermeye devam edeceğiz. Tıpkı İran’da başını kapatmadığı için kırbaç cezası alan Roya gibi. Roya şunu söylüyor: “Kırbaçların sayısını unuttum, fısıldadım: Kadın adına, hayat adına esaret elbisesi yırtılmıştır. Esaretimizin kara gecesi şafak vakti olacak. Bütün taze yaralar iyileşecek ve bütün prangalar baltaya dönüşecek” diyor. Evet tıpkı Roya’nın dediği gibi şahlara, padişahlara, saraylara, tiranlara, despotlara karşı biz kadınlar ortak mücadelemizi yürütmeye devam edeceğiz. Kadın arkadaşlarımızı cezaevlerinde rehine tutma hamleleriyle, bizleri katletmeye çalışma hamleleriyle asla bize geri adım attıramayacaklar. İran, Kürdistan, Pakistan, Mısır, Filistin, Rojava ve Türkiye’den, dünyanın dört bir yanından kadınların sesi yankılanıyor. Bedenimiz, emeğimiz, kimliğimiz, özgürlüğümüz için kara gecenin esaretinden ve ağır prangalardan kurtuluşumuzu örgütlüyoruz. Kadınların enternasyonalist dayanışmasıyla zincirlerimizi kıracağımız, prangalarımızdan kurtulacağımız özgür yarınları hep beraber kuracağımızın sözünü buradan bir kez daha veriyoruz.
Depremin ilk gününde de devlet yoktu, şimdi de devlet yok
6 Şubat’tan beri değişmeyen gündemimiz deprem. Geçtiğimiz hafta Hatay'ın Samandağ ilçesinde konteynerde meydana gelen yangında 1 yaşındaki Doğa, 4 Yaşındaki İsa Can hayatını kaybetti. Babaları Abdullah Bey’e bizler taziyelerimizi ilettik. Buradan bir kez daha acıdan lal olmuş aileye taziyelerimizi iletiyorum. Onların yanında olduğumuzu bir kez daha ifade ediyorum. Onların acılarını yüreğimizin en derinliklerinde hissediyoruz. Deprem yıktı, deprem öldürdü. Deprem ölüm ve acı bıraktı geriye ama ölümler durmuyor. Bakın her gün bir konteynerde yağan yağmurdan dolayı elektrik arızaları ile yangınlar çıkıyor. Çadırları zaten sel suları bastı. Depremin ilk gününde devlet yoktu, şimdi de devlet yok. Buradan bu iktidara soruyorum: İsa Can ve Doğa Can’ın hesabını verebilecek misiniz? Yaşamını yitiren onca insanın hesabını verebilecek misiniz? Susarak, oraya hizmet götürmeyerek, depremzede konutlarıyla ilgilenmeyerek ne yapmaya çalışıyorsunuz? Sembolik birkaç köy evi yaparak sizler depremzedeye konut sağladığınızı mı düşünüyorsunuz? Depremzedelerin yaşadığı acıları bütün Türkiye ve dünya bilsin ki devlet hala yok, devlet hala yok.
Ön seçimler dünya tarihine örnek olacak nitelikte başarılı bir çalışmaydı
Şu an Türkiye’nin en önemli gündemlerinden birisi seçimler. Yerel seçimlerle ilgili çalışmalarımız çok yoğun bir şekilde Kürdistan ve Türkiye’nin dört bir yanında devam ediyor. Geçtiğimiz hafta sonu yaklaşık 90 seçim bölgesinde 100 bin delegeyle ön seçimlerimizi gerçekleştirdik. Seçim Komisyonumuzdan aldığımız bilgiye göre henüz tamamlanmayan yerler hafta içinde tamamlanmaya çalışılacak. MYK’mız, Parti Meclisimiz, milletvekillerimiz de dahil yaklaşık 5 bin kişi halk oylamasında görev aldı. Delegeleri sadece parti üyeleriyle sınırlı tutmadık. Yani partilerin bildiği sıradan bir ön seçim mahiyetinde olmadı bu halk oylaması. Bu halk oylaması olabildiğince kapsayıcı oldu. Hangi kentte oluyorsa o kentin bütün demokrasi güçleriyle, gençliğiyle, kadın hareketiyle, doğa ve insan hakları savunucularıyla birlikte oldu. Geçmiş dönemde bu kurumlarda emek veren, yönetimlerinde yer alan her insan orada kendini delege olarak gördü. Yani bu yaptığımız halk oylaması sadece Türkiye tarihinde değil bütün dünya tarihinde siyasete örnek olacak nitelikte başarılı ve güçlü bir çalışma. Belediye eş başkanı, belediye meclis üyesi, il genel meclis üyelesi adaylarını bu delegeler seçecek, bu delegeler belirleyecek. Bir kısmı tamamlanmış durumda. Bu hafta içinde de eksik kalan yerleri tamamlayacağız. DEM Parti olarak bir demokrasi devrimi gerçekleştirdik. Başka hiçbir partinin yapmaya teşebbüs edemeyeceği demokratik bir atılım yaptık. Düzen partilerinden de farkımızı bizler bu halk oylamasıyla bir kez daha gösterdik. Bu oylamanın gerçekleşmesi için gece gündüz çalışan arkadaşlarımıza, kar kış soğuk dinlemeden oy kullanmaya gelen delegelere buradan sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Demokrasi şöleninin diğer anlamı kayyım siyasetini süpürmektir
Ön seçim bizim açımızdan aynı zamanda kayyımları göndermenin ilk hamlesiydi. 100 bini aşkın insan o sandıklara geldi ve büyük bir istekle oyunu kullandı. Hakikaten bu demokrasi şöleninin diğer bir anlamı kayyım siyasetini süpürmektir. Ve elbette bizim açımızdan ikinci aşamaya artık geçilmiş durumdadır. Bizler zaten çok yakın zamanda ön seçim, halk oylaması gerçekleşen yerlerimizin belediye eş başkanlarının ilanını yapacağız. Ve 31 Mart seçimleri de kayyımları göndererek demokratik belediyecilik anlayışının bu topraklarda inşa edilmesi için atacağımız ikinci ve büyük hamledir. 31 Mart seçimleri tarihsel bir öneme sahip olacak. Kayyımların gasp ettiği belediyeleri geri alacağız. Yerel yönetimler, belediyeler demokrasinin asgari koşulu olan seçme ve seçilme hakkından alınan yetkiyle yönetilecektir. Kayyım atanan belediyelerimizde yaşayan halk, adaylarını kendi iradesiyle belirledi. Halk kendi iradesiyle adaylarının belediye yönetimlerini hem kazanmasını hem orada kalıcı olmasını sağlayacaktır.
Şırnak, Bingöl, Ağrı ve Muş’u mutlaka alacağız
1 Nisan'dan itibaren belediyeleri seçme seçilme hakkının iradesiyle koruyacağız. Gayrimeşru, yasalara ve Anayasaya aykırı gaspçı kayyımcı zihniyete bir daha asla ve asla yol verilmeyecek, girmelerine asla izin verilmeyecek. Seçilmişin yetkisini darbeyle çalanlara, belediyelerin kasalarını soyup soğana çevirenlere, halktan intikam almak için parke taşlarını bile sökecek kadar densizleşenlere, sokakları çöp içinde bırakanlara buradan sesleniyoruz: Kayyımcı anlayışınızı biz halk olarak süpüreceğiz. Kürtçe tabelaları sökenler, eş başkanlık ve eşit temsiliyetimizi hedef alanlar, kadınlar için sosyal ve ekonomik anlamda katkı vermek için açılan kurumları kapatanlar bilsin ki bu kayyımcı anlayışı halk süpürecek. Kayyımları hep beraber süpüreceğiz. Kayyımları süpürmekle yetinmeyeceğiz. AKP’nin yolsuzluklarının bulaştığı, artık neredeyse hizmet vermeyen bir belediye modeline dönüşmüş olan Şırnak, Bingöl, Ağrı ve Muş’u mutlaka alacağız. Bunun için hep beraber çalışacağız.
2019 yılındaki oyun bozucu gücümüzü, 2024 yılında oyun kurucu hale getireceğiz
Bizler yerel seçim stratejimizi belirlerken batı için kent uzlaşısından bahsettik. Elbette kent uzlaşısı kulaklara da sıcak gelen, yüreğe de sıcak gelen bir kavram. İrademizin yönetimlere yansıtılacağı formüller üzerinde çalışmak üzere kent uzlaşısı çalışmalarımızı yoğunlaştırmış durumdayız. 2019 yılındaki oyun bozucu gücümüzü 2024 yılında oyun kurucu bir güç haline getireceğiz. Yerel yönetimlerde oyun kurucu güç olarak hep birlikte yer alacağız. Halkın yönetimde olmadığı tek bir denklemi kabul etmeyeceğimizi defalarca ifade ettik. Buradan bir kere daha altını kalın kalın çiziyoruz.
Halk oylaması yapılan yerlerin eş başkan adaylarını açıklayacağımızı söyledik. Ve bizler hem Kürdistan’da hem batıda da bu açıklamaları gerçekleştirdikten hemen sonra artık çalışmalarımızda ikinci aşamaya geçmek zorundayız. İkinci aşamada ne yapacağız? Daha önce bize oy veren her insanın evine gideceğiz, onun elini sıkacağız ve oy vermeyen komşusunu ikna etmesini isteyeceğiz. Bize bugüne kadar oy vermemiş mahallelere ve sokaklara tek tek gireceğiz. Kayyımcı anlayışı anlatacağız. Kürt düşmanlığını, kadın düşmanlığını, işçi ve emekçi düşmanlığını anlatacağız. Kente ne kadar zarar verdiklerini anlatacağız ve onları ikna edeceğiz. Bunun için başta kadın ve genç arkadaşlarımız olmak üzere bu topraklardaki kanaat önderleri, barış için en çok bedeli ödeyen Barış Anneleri, partimizin çalışanları ve örgütleri hep birlikte bir halk seferberliğiyle belediyelerimizi sadece almakla yetinmeyecek onları kayyımcı anlayışa karşı da koruyacağız. Daha önce alamadığımız belediyeleri de tek tek alacağız.
31 Mart seçimlerinde yeni bir demokrasi destanını hep birlikte yaratacağız
Batıda kent uzlaşısı çerçevesinde yerel yönetimlere kendi seçmenimizin iradesinin yansıması için çalışmalar yürütmeye devam edeceğiz. Bu çalışmaları da olgunlaştıktan sonra kamuoyu ile zaten paylaşacağız. Bizler motivasyonumuzu nereden alıyoruz biliyor musunuz? Bizler motivasyonumuzu haklılığımızdan alıyoruz. Bizler motivasyonumuzu bugüne kadar bize zulmü reva görenlere karşı mücadelemizden alıyoruz; barışa, demokrasiye, adalete ve özgürlüğe olan inancımızdan alıyoruz. Kürt’ü, Alevi’yi yok sayanlara karşı mücadelemizden alıyoruz. Emeklinin, emekçinin, KHK’lının, engellinin, doğa ve insan hakları savunucularının onurlu mücadelesinden alıyoruz. Cumartesi Annelerinden, adalet nöbeti tutan ve ne pahasına olursa olsun barışı haykırmaktan vazgeçmeyen kadınlardan, analardan alıyoruz. Biz motivasyonumuzu haklılığımızdan, örgütlülüğümüzden ve halklarımızdan alıyoruz. DEM Parti olarak 31 Mart seçimlerinde yeni bir demokrasi destanını hep birlikte yaratacağız. Bunun için durmak yok, gece gündüz çalışacağız. Kar kış demeden çalışacağız. Alanlarda, meydanlarda olacağız, halkımızın içinde olacağız. Şimdiden başarılar diliyorum, yolumuz açık olsun. Serkeftin serkeftin serkeftin.
16 Ocak 2024