Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, haftalık Meclis Grup Toplantımızda güncel gelişmeleri değerlendirdi. Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere ve partimizin çözüm ve barış konusundaki politikalarına değinen Hatimoğulları, şunları söyledi:
Kadın katilleri bu cesareti İstanbul Sözleşmesinin feshedilmesinden alıyor, cezasızlıktan alıyor
Parlamento yeni açıldı ve ikinci haftasında benim ilk konuşmam. Keşke Türkiye’de biraz sonra konuşacağımız konular yaşanmasaydı da biz ilk sözümüzü pozitif bir yerden kurabilseydik. Böyle bir siyasal ortam, böyle bir siyasal iklim olabilseydi ama ne yazık ki yok. Her gün bizler kadın cinayetlerine uyanıyoruz Türkiye’de. Son sekiz ayda 261 kadın katledildi. Eylül ayında 34 kadın erkekler tarafından katledildi. Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner, iki kadın İstanbul’un göbeğinde, surlarda boğazları kesilerek katledildi. IŞİDvari bir yöntemle. Bunu kabul etmek mümkün değil. Bu acıyı biz kadınlar asla kabul etmiyoruz. Erkekler bu cesareti nereden alıyor? Erkekler bu cesareti işletilmeyen yargıdan alıyor, her davanın hafifletici nedenler bulunarak bir şekilde cezasızlıkla sonuçlandırılmasından alıyor. Ağzını her açtığında kadınları ötekileştiren iktidardan alıyorlar. İstanbul Sözleşmesinden vazgeçen, 6284 Sayılı Kanunu iptal etmeyi tartışan iktidardan alıyorlar bu cesareti. Erkek devletten alıyorlar. Aklı eril toplumdan alıyorlar bu cesareti. İktidar ve yandaş medya bunları sıradan olaylar gibi ele alıyor ve toplum nezdinde normalleştiriyor. Artık yeter, bir kadının dahi öldürülmesine tahammülümüz yok! Erkek şiddetine karşı önleyici politikalar derhal hayata geçirilmelidir. Yargı erkek yargı olmaktan çıkmalıdır, cezasızlık sisteminden vazgeçmelidir.
Çekin kanlı ellerinizi bedenimizden, emeğimizden, kimliğimizden!
Cumhurbaşkanı açıklama yapıyor kadın cinayetleriyle ilgili, “Cezasızlıkla ilgili algı yaratılmaya çalışıyor” diyor. Hayır, Sayın Cumhurbaşkanı. Ey Erdoğan, şunu bil ki biz kadınlar yargı sisteminizdeki cezasızlığı bir kez daha ifşa ediyoruz. Siz algı yönlendirmeye kalkacağınıza, kadınların katledilmesini önlemek için acilen İstanbul Sözleşmesine geri dönün ve onun gereklerini yapın. 6284’ü tartışmaya açmak yerine, etkin bir şekilde uygulanmasını sağlayın. Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddette bu yasanın uygulanmasını sağlamak hükümetin de devletin de kamunun da görevidir. Bizler bütün bunların acilen hayata geçirilmesini istiyoruz. Biz kadınlar diyoruz ki çekin kanlı ellerinizi bedenimizden, emeğimizden, kimliğimizden! Erkekler tarafından katledilen her kadın onurumuzdur, isyanımızdır!
Ekmek ve Adalet Buluşmalarımız kapsamında gitmediğimiz yer kalmadı
İktidar, yeni yasama döneminde İş Kanunda değişiklik yaparak kıdem tazminatı ve esnek çalışma biçimlerini de gündeme alacak gibi görünüyor. Sosyal güvenlik sisteminde reform adı altında, 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortalar Kanununda kimi değişiklikler planlıyorlar. 12500 TL’lik emekli maaşıyla geçinemediği için çalışmak zorunda kalan emeklilerden prim almayı hedeflerinin arasına koymuşlar. Daha birkaç gün önce Konya’da 79 yaşında inşaatta çalışmak zorunda kalan bir işçi, inşaatta çalışırken bir iş cinayetinde yaşamını yitirdi, inşaattan düştü. Düşünün ki dedeniz yaşında bir insan 79 yaşında çalışmaya mahkum edilmiş. Çünkü verilen 12500 TL’lik emekli maaşıyla kendi geçinemiyor, ailesini geçindiremiyor. Bu da bu iktidarın utancı olsun! Ekmek ve Adalet Buluşmalarında yaz boyunca sahadaydık. Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, MYK ve PM üyelerimiz, il ve ilçe örgütlerimizle Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanını adım adım dolaştık. Gitmediğimiz tarla kalmadı; mezra, mera her yere gittik. Birçok sektörden kesimle buluşmalar gerçekleştirdik. İşçiyle, emekçiyle, yoksulla, çiftçiyle, küçük esnafla, ev emekçisi kadınlarla ve adalet mağduru kesimlerle buluşmalar gerçekleştirdik. Domates, fıstık ve çay üreticilerinin protestolarına tanıklık ettik. Ev emekçisi kadınların isyanına tanıklık ettik. Yurttaş aç ve yoksul. Aylardır devam eden çalışmalarımızdan çıkan özet budur. Bu özeti bütün Türkiye halkları biliyor. Çünkü ülkenin yarısından fazlası bunu kendisi yaşıyor. Bizim bu çalışmamızda ortaya çıkan tabloyu zaten Türkiye toplumu gayet iyi biliyor. Bakın işçiler ve emekçiler alanlarda, meydanlarda. Akcanlar, Polonez, Fernas, Elbaban, Es Plastik, Kalesa Metal işçileri direniyor. Özel sektör öğretmenleri direniyor. Direnen bütün işçilere selam ve sevgilerimizi buradan iletiyoruz. Selam olsun direnen emekçilere!
Üretim doğrudan tüketiciye ulaşmadığı için bu krizleri yaşıyoruz
Türkiye’de yaşanan bu iktisadi krizi, hayat pahalılığını çok ifşa ettik, bir kez daha söylemek istiyorum. Bıçak kemikte değil bıçak ilikte. Tablo tam da böyle. Domates ve biber bahçede kalmış. Çünkü maliyetini kurtarmadığı için üretici bunları toplama gereği bile hissetmiyor artık. Ama Ankaralı, İstanbullu domatesi 40-50 liranın altında da yiyemiyor. Yani üreten de mağdur, tüketen de mağdur. Çünkü üretim doğrudan tüketiciye ulaşmadığı için bu şekilde bir sonuçla karşı karşıya kalıyoruz.
Haklarınız ve emeğiniz için daha çok örgütlenin
Zamlar durmuyor. 17 bin TL olan asgari ücretin şu anki alım gücü 12.514 TL’ye düşmüş durumda. AKP iktidarının uyguladığı politikalardan dolayı, bu sömürücü sistemden dolayı üreten de aç, tüketen de aç. Türkiye’de milyonlarca insan geçinemiyor. Sadece İstanbul’da her gece 1 milyon insan yatağa aç girmek zorunda kalıyor. Okullar açıldı ve aileler servis parası ödeyemiyor, çocuklarına bir simit parası bile veremez bir hale gelmiş durumda. Gelirde, vergide, ücrette adalet yok. Yargıda adalet yok. Özgürlüklerde adalet yok. Bu iktidarın yönetme ehliyeti de yok. Bu iktidar bir an önce gitmelidir. İşçileri, emekçileri ve emeklileri devletin kamburu gibi görmekten vazgeç ey iktidar. Onlar olmasa toplumda açlık olurdu. Onlar olmasa insanlar aç kalırdı. Onlar olmasa o kendinize kullandığınız, yandaşa peşkeş çektiğiniz Hazine de boş olurdu. Sermaye, Saray ve şürekası ev sahibi de emekli ve emekçiler sanki sığınmacıymış gibi davranmaktan vazgeçin. Bu ülkenin gerçek sahibi üretenlerdir. Buradan bütün işçi ve emekçi kardeşlerime sesleniyorum: Üreten sizsiniz, söz hakkı da sizindir. Üretim çarkı bir gün bile dursa hayat durur. Haklarınız ve emeğiniz için daha çok örgütlenilmesi gereken bir süreçten geçiyoruz. Mensubu olduğunuz sendikalara haklarınızı daha fazla savunması için, daha fazla mücadeleci olması için çağrıcı olunması gereken bir süreçten geçiyoruz. Sesini çıkarmayan işçi, emekçi, yoksul daha çok sömürülür, daha çok aç kalır. Ekmek ve Adalet Buluşmalarımız sırasında değerli emekçi kardeşlerimize ve yoksul halkımıza şu sözü verdik: Sizlerden duyduğumuz bütün sorunları milletvekillerimizle birlikte parlamentonun gündemine taşıyacağız. İşsizliği, yoksulluğu, açlığı parlamentoda satır satır, mahallede ve tarlada bize ne anlattıysanız, bu yeni yasama döneminde vekillerimizle birlikte gündem yapmaya devam edecek, haklarınızı sonuna kadar savunacağız.
Ortadoğu halklarına emperyalist bir dizayn dayatılıyor
Bugün burada toplantımızı gerçekleştirirken Filistin’de, Lübnan’da ne yazık ki bombalar patlıyor. 100 yıl önce masa başında haritalar çizildi. Dün bir yılını dolduran İsrail’in Gazze’ye dönük saldırılarında yaklaşık 40 bin insan yaşamını yitirdi. Bu bilinen bir de bilinmeyen var. Eminiz ki bundan daha çok fazlası var. Filistin’de ve Lübnan’da yaşamını kaybeden insanları saygıyla anıyorum. Siviller katledildi, topluma dönük inanılmaz düzeyde baskılar söz konusu. Ortadoğu halklarına emperyalist bir dizayn dayatılıyor, harita yeniden çizilmek isteniyor. Filistin yakıldı yıkıldı. Rusya-Ukrayna savaşı devam ediyor. Çin-Tayvan savaşı gündemde. Şimdi İsrail’in Beyrut’a, Suriye’ye, hatta daha da sınırları genişleterek Irak ve İran’a kadar uzanan saldırıları söz konusu. Bu savaş çok kutuplu dünyada yeni bir paylaşım savaşıdır. Yepyeni bir dünya düzenini yaratmak için yola çıkmış emperyalist güçlerin bölgesel savaşlarıdır. Enerji kaynakları, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon gaz rezervleri ve enerji nakil hatları üzerinden dünya yeniden şekillendirilmek isteniyor. Bu nedenle bu savaşlar çıkarılıyor. Eski düzen çatırdıyor ve yeni Ortadoğu, halkların kanı ve gözyaşı üzerinden hayata geçirilmek isteniyor. Bu düzende halklar yok, bu düzende özgürlükler yok, barış yok; bu düzende kan var, gözyaşı var, göç var, insan ölümleri var, yıkımlar var. Kentleri neredeyse ortadan kaldıracak yıkımlar var. Bugün Gazze’den Kobanî’ye, Beyrut’tan Amed’e, Erbil’den Bağdat’a kadar Ortadoğu coğrafyasının her parçasında barut kokusu, bomba sesi ve insanların ölümü var. Bölgesel görünümlü küresel sermaye düzeni savaşlarının geçmiş dönemden bir farkı var. Artık teknoloji daha gelişmiş, artık silahlar ve saldırılar konusunda daha fazla yapay zeka kullanılır hale gelmiş durumda. Nükleer silahlara birçok ülke erişmiş durumda. Bu demektir ki nükleer silahların devreye girmesi durumunda olacak bir savaşı sıradan savaşlar gibi göremeyiz, Birinci ve İkinci Dünya savaşındaki gibi de göremeyiz.
Gelin, evrensel bir barış hareketi örgütleyelim ve barışı inşa edelim
Çok daha büyük yıkımın, dünyanın ortadan kalkması anlamına gelecek büyük bir yok oluşun habercisidir bunlar. İşte bu nedenle geçen hafta yaptığımız Avrupa Konseyi görüşmelerinde oradaki hükümetlerin temsilcilerine, Avrupa Parlamentosu temsilcilerine görüşlerimizi ilettik. “Artık herkesin barış konusunda elini taşın altına koyması gerekiyor. Çünkü bu nükleer saldırılar karşısında hiç kimsenin, doğanın yaşama şansı kalmayacaktır” dedik. Buradan başta ülkemiz ve bölgemiz olmak üzere, bütün dünya haklarına da bir barış çağrısında bulunuyoruz: Gelin, sınır tanımadan, evrensel bir barış hareketini örgütleyelim. Dönemin ihtiyacıdır, gelişmelere bağlı olarak bu asli görevimizdir.
Filistin halkı için kimse timsah gözyaşı dökmeye kalkmasın
Bütün bu gelişmelerin Türkiye’ye doğal yansıması var. Bu tablo içinde Türkiye’nin durumunu hep birlikte değerlendirmek zorundayız. AKP-MHP iktidarı, bugüne kadar dış siyaset ve Ortadoğu politikasını Osmanlıcı ve yayılmacı bir çizgide izledi, Kürt düşmanlığı üzerine bina etti. Erdoğan, “İsrail’in gözü Anadolu’da” diyor. Ancak altını çizmek zorundayız ki Erdoğan “One Minute” çıkışıyla ya da BM Güvenlik Konseyi’nde İsrail karşıtı yaptığı konuşmalarla bir yol aldığını zannediyorsa yanılıyor. Bu konuşmalar hamasettir, pratik karşılıkları yoktur. Çünkü Türkiye hiçbir şekilde İsrail’e bir yaptırım uygulamadı. Ticari ilişkileri farklı evraklarla ve formlarla devam ettirdiğini herkes biliyor. Buradan çağrımızı yineliyoruz: Filistin halkı için kimse timsah gözyaşı dökmeye kalkmasın. Filistin halkıyla dayanışılacaksa, pratikte karşılığı olan bir dayanışmanın ve ortaklığın gösterilmesi gerekiyor. Bu çıkışlarıyla Erdoğan’ın iç siyaseti dizayn etmek istediğini çok iyi biliyoruz. Yine “Anadolu’ya İsrail saldırabilir” çıkışıyla neyi yönetmek istediğinin gayet farkındayız. Ülke biraz önce konuştuğumuz gibi çok ağır bir ekonomik krizle karşı karşıya, tencere iktidar götürecek kadar boş ve kaynamıyor. Onlar da bunun o kadar farkında ki bu savaş tamtamlarını iç siyasete tahvil etmek istiyorlar.
Savaş diyerek, beka diyerek, Ortadoğu diyerek yoksulluğun konuşulmasını engelleyemezsiniz
Savaşla, Filistin sorunuyla, “ülkenin bekası” adı altında güvenlikçi politikalarla bu ülkede işsizliğin, yoksulluğun ve hayat pahalılığının konuşulmasının önüne geçemeyeceksiniz. Çünkü sahada bunun yansımalarını görüyoruz. Elbette bu savaştan hiç kimse azade kalmayacaktır bölgede. Bunun farkındayız. İran için kırılgan deniliyor. Hatta İran Cumhurbaşkanı ifade etti, “Olası bir savaşta içerideki dengelerimiz bozulur, her halk özgürlüğünü istemeye kalkar ve İran’ın içi karışır” dedi. Bu kırılganlık mevcuttur İran’da ama aynı kırılganlık Türkiye için de geçerlidir. Türkiye için bu kırılganlık şu boyutları ile geçerli. Türkiye’de mevcut iktidar bu sorunlara sahici yaklaşmak zorundadır ama sahici yaklaşmıyor. Bu ülkeyi haksızlık, adaletsizlik, baskı, şiddet ve çatışma böler; bu ülkeyi halklar arası ayrımlar böler. İki kardeş arasında yapılan ayrım ve haksızlık iki kardeşi de bir evi de böler. Biz diyoruz ki halkların Türkiye’de ortak bir yaşam rüyası, ortak bir yaşam umudu var. DEM Parti olarak, dün olduğu gibi bugün de Türkiye’de halkların barış içinde eşitçe ve kardeşçe yaşaması için çalışmalarımızı yürütmeye devam edeceğiz. Bunlar iç barıştan bahsediyor ya da savaşa karşı yeni bir ivme kazandırmak istiyorlar siyasete. Elbette bütün bunlar konuşulup tartışılacak konular ama şunu söylemeden geçemeyeceğim. 3 Ekim’de MGK kararlarının sonuç bildirgesindeki 5 maddenin ilk 3’ü Kürtleri daha fazla nasıl öldürürüz, Kürtleri daha fazla nasıl döveriz üzerine yazılmış. Bunu da kamuoyuna ve kendilerine hatırlatmak isteriz. Böyle mi sağlanacak iç barış? İç barışın stratejisi böyle mi oluşturulacak?
Türkiye’de barışı sağlamanın, Kürt sorununu çözmenin yolu İmralı tecridinin kaldırılmasıdır
Bu kürsüden bir kez daha yineliyoruz: Türkiye’de Kürt sorunu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmelidir. Sadece Türkiye’de değil, Suriye’de statü elde etmek üzere olan Kürt halkının statü hakkına da dayanışmacı bir çizgiyle yaklaşılmalıdır. Bu, Türkiye’nin resmi görüşü olarak sunulabilmelidir. Barışı bölgede sağlamanın yolunun buradan geçtiğini kimse unutmamalıdır. Bizler bu taleplerimizi yükseltmek için özellikle İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan üzerinde yürütülen tecridin kırılması gerektiğini canı gönülden savunuyoruz. Bunun için de 13 Ekim’de “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” diyerek Amed’de on binlerle mitingde olacağız hep birlikte. Amed’den barışın sesini Ankara’ya, İstanbul’a; Amed’den barışın sesini Beyrut’a, Filistin’e; Amed’den barışın sesini Ukrayna’ya, Tayvan’a kadar ulaştırmak istiyoruz. Savaş ateşinin her yere yayılma olasılığının olduğu bir dönemde tabii ki ülkemizdeki iç barış çok önemli. Biz bu kürsüden defalarca kez söyledik. Bütün dünya böyle bir savaş etkisi altına girmişken, savaş halka halka yayılıyorken, elbette bir ülkenin kendi halklarıyla barışmasından ve halkların birbiriyle daha dayanışmacı bir çizgi izlemesinden daha önemli bir yaklaşım olamaz. İç barış aklını verenler de bu çerçevede düşünmek durumundadır.
İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de Kürt sorununun çözümü bölge barışına da katkı sağlayacaktır
Bu ülkede iç barış sağlanır ve Kürt sorunu çözülürse dışarıdaki barışın sözcülüğünü de daha kolay yapabilir bir seviyeye geleceğimizi bu kürsüden defalarca söyledik. Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de halkların eşitliğinin sağlanması için çok önemli. Ateş çemberinin tam kalbinde olan bu dört ülke ve bu ülkelerin en önemli sorunu Kürt sorunu. Kürt sorununun bu ateş çemberinin içindeki dört ülkede çözüme kavuşması, elbette bölgenin barışına da son derece hizmet edecek tarihsel ve stratejik öneme sahip bir konudur.
İktidar ve muhalefet toplumsal barış için nerede duruyor, projeleri nedir?
Hem iktidara hem de muhalefete soruyoruz: AKP ve ortakları bahsettiğimiz bu tablonun neresindedir? Ana muhalefet partisi bu tablonun neresindedir, bu sorunların çözümüne dair nasıl bir programı var? Bunu kamuoyuna açıklamalarını bekliyoruz. DEM Parti bu tablonun neresinde biliyor musunuz? Dün olduğu gibi bugün de onurlu barış karesinde. Biz onurlu bir barış istiyoruz. Onurlu bir barışın tesis edilmesi için ödenecek bedel neyse, verilecek mücadele neyse veriyoruz, vermeye de devam edeceğiz. Bu konuda, müzakere ve diyalog gerektiren dönemlerde, müzakereye de diyaloga oturmaya da hazırız. Ama şu unutulmamalıdır ki sözde değil özde olmalıdır. Kamera karşısına çıkıp iki söz söylemekle yetinilmesiyle değil; çözüme dair bir plan ve programın kamuoyuna açıklanmasıyla, böylesi bir programla ortaya çıkılmasıyla, böyle bir somutlukla ancak siyaset konuşulabilir.
Merkezin adaletli, yerelin güçlü olduğu idari bir sistem kurulmalıdır
Anayasa ve toplumsal barış gibi çok önemli sorunlarımız var. Bizim bunları başarmamız için elbette yapılması gereken, atılması gereken adımlar var. Kim nerede durursa dursun, bizim pusulamız toplumsal barışı sağlamaktır. Biz toplumsal barışı sağlama mücadelemizi ezilenlerle, kadınlarla, emekçilerle birlikte yürütmeye hazırız. Toplumsal barışı sağlamanın yolu da toplumun taleplerini siyasetin yol haritası haline getirmekten geçer. Toplum bize, “Herkesin gönülden inandığı ve herkesin benim anayasam diyebileceği bir anayasayı yapın” diyor. Toplum diyor ki 12 Eylül cunta anayasası ile artık ilerlenmez. Demokratik bir anayasayı yapabilmemiz için, yani en geniş mutabakatı sağlayan bir toplumsal sözleşmeye imza atabilmemiz için de öncelikli yapılması gereken yol temizliğidir. Demokratik anayasa giden yolun temizliğini sağlamaktır. Bunu yapabilmenin yolu elbette pratik adımlardan geçer. Aksi zaten mümkün değildir. Merkezin adaletli, yerelin güçlü olduğu idari bir sistem kurulmalıdır.
Toplumsal barış için iktidar ve devlet aklının Gezi ve Kobanî sendromundan kurtulması gerekiyor
Toplumsal barış için iktidar ve devlet aklının Gezi ve Kobanî sendromundan kurtulması gerekiyor. Buradan Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Can Kavala ve Osman Kavala’ya selam ve sevgilerimizi iletiyorum. Özellikle bu iki davayla ilgili AİHM’in kararları var. Bu kararların hayata geçirilmesi, yol temizliğinin önemli öğelerinden biridir. Hapishaneler işkence haneye dönmüş durumda. İmralı tecridi 4 yıla yakındır devam ediyor. Bu yol temizliğinin yine en önemli öğelerinden biri de siyasi tutsakların serbest bırakılmasıyla ilgili bir yasal düzenleme çalışmasının başlatılmasıdır. Onarıcı adalet budur, yapıcı adalet budur ve bu sağlanmalıdır.
Bu ülkeye yapılan en büyük kötülük 20 Temmuz 2016’da yapılan OHAL darbesidir
Topluma, ezilenlere kulak verdiğimizde yine şunu çok net duyduk: Bu ülkeye yapılan en büyük kötülük 20 Temmuz 2016’da gerçekleşen OHAL darbesidir. Biliyorsunuz hemen akabinde Türkiye’de iklim değişti, daha çok otoriterleşme ve faşizm rüzgarının estiği bir çizgi izlendi. O günden bugüne Türkiye çok acılar çekti, çok sayıda katliamlar yaşadı. O günden bugüne müdahale edilmeyen alan bırakılmadı. Demokratik kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları, kadın hareketi, ekoloji hareketi; ezcümle muhalif olan her kesimi susturmak için adım atıldığını çok iyi hatırlıyoruz. Kanun hükmünde kararnamelerle insanlara açlık ve yoksullukla, işsizlikle nasıl boyun eğdirilmeye çalışıldığını çok iyi biliyoruz. 10 Ekim Gar Katliamına ve IŞİD’in imza attığı birçok başka katliama ön açan otoriteleri, o katliamlara destek çıkan kolluk kuvvetlerini, adeta tetikleyen ve planlayıcısı rolünde olan resmi oluşumları konuşmadan elbette geçemeyiz. 10 Ekim Derneğinden de arkadaşlar aramızda. Katliamda yitirdiğimiz bütün barış güvercinlerini saygıyla anıyorum. 10 Ekim'de Ankara Gar’da olacağız, hep birlikte anmamızı gerçekleştireceğiz. 10 Ekim’de yitirdiğimiz canlarımızı asla unutmayacağız. Onları yaşatmaya devam edeceğiz ve bu acının hesabını sormaya da devam edeceğiz.
Eşit yurttaşlık hakkı başta Aleviler olmak üzere bütün farklı inançlara sağlanmalıdır
Yol temizliğinden devam etmek istiyorum. Yol temizliği ile neyi kastettiğimizi somut önerilerle sunmaya devam ediyoruz. Alevilere yönelik ikinci sınıf toplum muamelesi son bulmalıdır. Özellikle yeni dönemde eğitime dönük izlenen politikalar, bu iktidarın müfredata müdahaleleri asla kabul edilemez. Aleviler bunları topyekün reddediyor. Maarif Programını, ÇEDES Projesini Aleviler reddediyor. Aleviler, Anayasada tanımlı bir şekilde eşit yurttaşlık haklarını talep ediyor. Eşit yurttaşlık hakkı, başta Aleviler olmak üzere, bütün farklı inançlara sağlanmalıdır. Demokrasinin asgari koşulu budur. Diğer yandan, “Ekonomik adalet olmadan barış olur mu?” sorusu çıkıyor karşımıza. Elbette olmaz. Bugün Türkiye’de toplumsal barışın önündeki en büyük engellerden biri ekmek ve adalet sorunudur. Çete-mafya düzeni hakim olduğundan beri ne adalete ne siyasete güven kalmıştır. Temiz siyaset, adil mahkemeler ekmek ve su kadar acildir, ihtiyaçtır.
Anayasayı parlamentoda kapalı kapılar arkasında değil halka giderek yapmak çok önemlidir
Aynı zamanda en geniş toplumsal mutabakat diyorsak, anayasayı yaparken parlamentoda kapalı kapılar arkasında değil halka, topluma giderek bunu yapmak çok önemli ve esaslı adımlardandır. Bu kadar mağduriyetten, 15 Temmuz darbe girişiminden, zamana yapılmış sivil darbeden bahsederken 12 Eylül’ü hatırlıyoruz. 12 Eylül’de, bundan 44 yıl önce darbe rejiminde ilk idam edilen Necdet Adalı’ydı. Sizlerin huzurunda Necdet Adalı’yı, Elmadağ’ın altın saçlı devrimcisini saygıyla anıyorum. Tüm bu darbelerle yüzleşmek zorundayız. Darbe mekaniğinin devam etmesini engellemenin yolu darbelerle yüzleşmekten, hakikatleri açığa çıkarmaktan geçiyor.
Barışı savunmak için emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin karşısına dikileceğiz
Şair Bertolt Brecht’in bir çağrısıyla sözlerimi tamamlamak isterim. “Ama barış ağaç değil, ot değil ki yeşersin. Sen istersen olur barış, istersen çiçeklenir… Bir tabiat kanunu değildir savaş, Barışsa bir armağan gibi verilmez insana. Savaşa karşı barış için katillerin önüne dikilmek gerek, ‘Hayır yaşayacağız!’ demek. Böylece mümkün olacak savaşı önlemek.” Bizler de savaşın bu kadar yoğunlaştığı bir dönemde, savaşa karşı barışın sesini daha gür çıkarmak için; katillere ve bu katliamları organize eden herkese karşı, emperyalist güçlere ve bölgedeki yerli işbirlikçilerine karşı hep beraber dikileceğiz ve Bertolt Brecht’in de dediği gibi “Hayır, biz yaşayacağız” diyeceğiz, yaşam hakkımızı ve barışı savunacağız. Barışa olan inancımla ve bu umutla hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.
8 Ekim 2024