Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, Ekmek ve Adalet Buluşmaları kapsamında bugün Hatay’ın Samandağ ilçesinde çiftçilerle buluştu. Daha sonra Defne’de rezerv alan mağdurları ile bir araya gelecek olan Hatimoğulları, çiftçilerle olan buluşmada şunları söyledi:
Birçok ilimizde buluşmalarımıza devam edeceğiz
Değerli çiftçi kardeşlerim, muhtarlarımız, belediye başkanlarımız; hepinizi sevgiyle selamlıyorum. Bugün aranızda olduğum için çok mutluyum, çok sağ olun. Ekmek ve Adalet Kampanyamızı Türkiye’nin dört bir yanında başlattık. Kampanyamız kapsamında çeşitli buluşmalar gerçekleştiriyoruz. İlk buluşmamızı Mardin’de çiftçi mitingiyle yaptık. Onun akabinde Doğubayazıt’taydık. Dün Batman’daydık, bugün de Hatay’dayız. İzmir, Manisa, Antalya, İstanbul, Mersin, Adana ve birçok ilimizde bu buluşmaları gerçekleştireceğiz. Bugün normal şartlarda Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan aramızda olacaktı, annesini kaybettiği için gelemedi. Memleketime tekrar gelmiş oldum. Onun selam ve sevgilerini iletiyorum. Buradaki halklarımız adına da kendisine başsağlığı dileklerimizi iletiyorum.
Bu kampanya ile ekonomik krize karşı güçlü bir mücadeleyi büyütmek istiyoruz
Ekmek ve Adalet Kampanyamızdaki amacımız nedir? Daha önce bahsettiğimiz ve bugün uzun uzadıya konuşacağımız, Türkiye’deki neredeyse her sektörün ve kesimin yaşadığı ekonomik yıkım, açlık ve yoksulluk artık öyle bir derinleşmiş ki ülkede insanlar nefes alamaz halde. Bizi bu kampanyaya iten neden de bu ekonomik problemlere ve krize karşı güçlü bir mücadeleyi nasıl geliştirebileceğimizi konuşmaktır. Amaçlarımızdan biri buluşmak ama bir yandan da her sektörün kendi içinde güçlü bir örgütlenme sağlaması, her sektörün kendi sesini yükseltmesi ve iktidarın kötü bir biçimde yönettiği bu ekonomi politikalarına karşı güçlü bir tavır ortaya koyabilmesidir. Biz bunun için de tarım üreticileriyle, çiftçilerle, esnafla, kağıt toplayıcılarıyla, fabrikada ve atölyede çalışan işçilerle, ataması yapılmayan öğretmenlerle, KHK’lılarla, turizm işçileriyle, ezcümle bütün sektörlerle buluşmayı hedefliyoruz. Burada bugün Tekebaşı’nda çiftçi kardeşlerimizle buluşmak, sorunlarımızı konuşmak istedik.
İktidar uyguladığı tarım politikalarıyla çiftçiye ekme, üretme, biçme diyor
Ekmek ve Adalet Kampanyamızda özellikle çiftçilerin sorunlarını konuşuyoruz, çünkü Türkiye bir tarım ülkesidir, sanayisi gelişmiş bir ülke değildir. Hatay, Çukurova, Ege başta olmak üzere Türkiye'nin dört bir yanı tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayan insanlarla dolu. En önemli geçim kaynağı bu. AKP iktidara gelmeden önce Türkiye tarım ürünlerinde kendi kendine yetebilen ve ihracat yapabilen dünyanın ilk 9 ülkesi arasındaydı. Şimdi uyguladıkları yanlış tarım politikalarıyla, hatta yanlış demeyelim, bilerek tarımı bitirmek için ve bizi ithalata bağımlı bir hale getirmek için uyguladıkları politikalarla halimiz ortadadır. Çiftçi üretim yapamıyor. Neden üretim yapamıyor? Çünkü bu politikalarla çiftçiye ekme, biçme ve geçinme demiş oluyorlar. AKP’nin parolası tamamen budur: “Ekmek, biçme, üretme, geçinme”. Bu seviyeye nasıl geldi? Hatırlayacaksınız pamuğa ve tütüne kota uygulamaya başladılar iktidara geldikten sonra. Sonra tohum politikası değişti. Tohum ithalatına bizi mecbur ettiler. Doğal tohumu bitirip hibrit tohuma geçirdiler çok üretim yapılabilir diye. Bu ülkede de biliyoruz Hatay’da, Samandağ’da da kanser vakaları çok yaygın. Bunun nedeninin GDO’lu tohumlar olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu iktidar her fırsatta kendine “yerli ve milli” diyor ama tohumda bile Türkiye’yi ithalatçı bir pozisyona getirdi ve yerli tohumu bitirdi.
Çiftçinin sorunlarının sebebi tohumun, gübrenin, mazotun, elektriğin, suyun pahalı olmasıdır
Ben sizin sorunlarınızı ne kadar anlatsam da sizin kadar bilemem. Sizler söz aldığınızda bu konuları daha da derinleştirecek ve daha fazlasını da anlatacaksınız. Çiftçinin üretimde bu kadar sorun yaşamasının en büyük sebeplerinden biri tohumun, gübrenin, mazotun, elektriğin, suyun pahalı olmasıdır. Bugün üretici artık yaptığı masrafını kazanamayacak durumdadır. Bu nedenle de birçok üretici üretim yapmaktan imtina etmeye başlamıştır. Iğdır’da daha önce yaptığımız halk buluşmasında hayvancılık yapan bir çiftçimiz şunu söyledi: “Biz samanı ithal eder pozisyona geldik, saman fiyatına bile yetişemiyoruz. O yüzden sadece biz değil bizim gibi çalışan birçok insan hayvanları toptan satıyor ve yenisini almıyor artık”. Bu duruma getirilmiş hal söz konusu. İllere göre farklılık arz etse de DSİ’nin sulama suyuna yaptığı zam %60-400 arasında değişiyor. Çiftçinin kullandığı elektriğe %30 ve üzeri zam yapıldı. Narenciye üreticilerinin hali ortada. Narenciye üretiminin ağırlıklı olarak yapıldığı Hatay’da deprem bizi her açıdan çok etkiledi. Bu deprem sadece evimizi yıkmadı, sadece canımızı almadı; işlerimizin de yıkımına sebep oldu. Bugün narenciye üreticileri, depremden sonra yaşanan göç ve karmaşadan dolayı işçi bulamaz hale gelmiş durumda. Bugün çiftçilerin borcu Türkiye ölçeğinde 850 milyar lirayı aşmış durumda. 850 milyar lira sadece çiftçinin borç aldığı miktar.
İktidarın tarım politikalarını alaşağı etmek zorundayız
Pandemi tarımda kendi kendine yetebilen ülkelerin pandemiye rağmen yaşayabileceğini göstermişti pratikte. Yani ağır sanayisi gelişmiş olan batı ülkeleri pandemide aç kaldılar ama kendi kendine tarımda yeten ülkeler o konuda daha az problem yaşadılar. Demek ki tarımın her açıdan büyük bir önemi var. Türkiye açısından tarım, ekonominin güçlenmesi ve yurttaşın geçinmesi için olmazsa olmazdır. DEM Parti olarak tarım politikaları konusunda duruşumuz çok net. Birinci olarak, bu iktidarın bütün bu politikalarını alaşağı etmek zorundayız. Tarımı ülkenin birincil çalışma alanı olarak ortaya koymak zorundadır merkezi hükümet. Neler yapılmalı somut olarak? Bunlar sizin de talebiniz. Farklı yerlerdeki çiftçi buluşmalarımızda oradaki çiftçi kardeşlerimizin somut talepleri var. Talepler şunlar: Mazota ve elektriğe destek sağlanmalıdır. Minimal düzeyde bir maliyetle sağlanmalıdır. Çiftçi böylece maliyetlerini düşürsün ve daha çok üretim yapabilsin diye. Tohum desteği sağlanmalıdır. Tohumda çok radikal bir politika izlenmelidir. Yani ithal tohuma son vermek ve yerli tohuma ciddi bir biçimde geri dönüş yapmak gerekiyor. Yerli tohumu sağlıklı hale getirmek için uzmanlardan destek almamız ve bu konuda gerçekten çok radikal bir politikaya imza atmamız gerekiyor.
Tarıma uygun Hazine arazileri yurttaşa verilmelidir
Tarıma uygun Hazine arazilerini yurttaşa vermek ve o yurttaşı tarım üretiminde desteklemek için özel olarak bir çalışma yürütülmelidir. Tarım ürünlerinde özellikle buğday, domates, yaş sebze ve meyve… Biliyorsunuz yaş sebze ve meyve ihracatında Türkiye açık ara birçok ülkenin önündeydi. Ama hatırlayacaksınız Türkiye patatesi savaşın olduğu Suriye’den ithal etmek durumunda kaldı bir dönem. Domatesi bile ithal eden bir pozisyondayız. Oysa burası bunun kaynağı. Mesela biz şimdi tekstil ürünlerini ithal ediyoruz.
Türkiye’de üretilen tarım ürünlerinin ithalatı radikal biçimde yasaklanmalıdır
Oysa Çukurova'nın bereketli topraklarında yetiştirilen pamuk sadece Türkiye’ye yetmekle kalmaz, Türkiye dışındaki ülkelere de ihraç edilebilir. Eğer tam kapasite çalışılırsa, tam devlet desteği alınırsa, kamu desteği alınırsa tekstile ait iplik ve kumaş ithal etmemiz gerekmez. Bunları biz kendimiz üretebiliriz, yapabiliriz. Ama ne yazık ki AKP ithalata mecbur ettiği için iğneden ipliğe artık Türkiye her şeyi ithal eder bir pozisyonda. O yüzden Türkiye’de üretilen tarım ürünlerinin ithalatı radikal bir biçimde yasaklanmalıdır. Asla ithalata kapı bırakılmamalıdır. Tam tersi Türkiye’de kamu teşvikiyle, yani devletin zorunlu görevlerinden biri olan destekle bütün bu ürünler üretilebilmelidir.
Depremden etkilenen bütün kentlerimizde çiftçinin almış olduğu kredilerin faizleri silinmelidir
Dezavantajlı bölgelere özel destek sağlanmalıdır. Mesela Türkiye’nin en yoksul ilk 5 ili sıralamasında yer alan illerimizden biri Ağrı, diğeri Batman’dır. Hatay, Adıyaman, Maraş depremden dolayı şu an aynı şekilde dezavantajlı iller pozisyonundadır. Özellikle Hatay, Maraş, Adıyaman gibi depremde dezavantajlı olan bu bölgelere özel bir biçimde çiftçi ve üreticinin özel olarak desteklenmesi lazım. Burayı bir pilot bölge seçmek, bu pilot bölgenin üzerinde özel olarak çalışmak gerekiyor. Ne yapılmalı? Biraz önceki teşvikler ilk elden bu bölgelere acilen sağlanmalıdır. Depremle ilgili çalışmaları yürütürken bunun altını defalarca çizdik, burada da bir kez daha çizmek istiyorum. Üreticinin kredi faizleri. Özellikle deprem bölgesinde Hatay’da ve depremden etkilenen bütün kentlerimizde mutlaka ve mutlaka üreticinin, çiftçinin çekmiş olduğu kredilerin faizleri silinmelidir. 250 bin TL’ye kadar olan borç devlet tarafından karşılanmalıdır. Depremde işini, gücünü, canını, malını kaybetmiş depremzedelere destek mahiyetinde böyle bir çalışmanın mutlaka yapılması gerekiyor. Bizler de bu çalışmanın hayat bulması için elimizden geleni yapacağız.
Kamuda tasarruf adı altında işçiyi ve emekçiyi sömürüyorlar
Türkiye’de yaklaşık 50 milyon insan, 84 milyon insanın yaşadığı bir ülkenin yarısından çok fazlası açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bıçak kemiğe dayandı derdik ya tanımlamak için bu tabloyu ama şu an bıçak kemiği çoktan kesti. Bıçak şu an ilikte. Yoksullar bıçağı kendi iliklerinde hissediyor. 39 milyon icra dosyası var Türkiye’de. Batık krediler 238 milyarı aşmış durumda. Asgari ücret 17 bin TL. Bu 17 bin TL ile kim çocuğunu nasıl geçindirsin, nasıl okutsun? Saray bir denesin 17 bin TL ile yaşamayı? Saray’ın bir dakikalık harcaması 37 bin 129 TL, yani iki asgari ücret. Bir dakikalık harcaması sadece. Üç emekli maaşına denk geliyor bir dakikalık harcaması. Günlük harcaması 53 milyon TL ve bunlar hiçbir şekilde sözüm ona itibardan tasarruf etmek istemiyorlar ama kamuda tasarruf adı altında işçiyi ve emekçiyi sömürüyorlar. Ek mesailer ödenir ödenmez tartışması yaşatıyorlar. Yine kamu tasarrufları adı altında özellikle belediyelere dönük izledikleri politikanın altını çizmek istiyorum. Belediyelerde araç kiralamadan tutun da birçok şeye kadar bütçe vermeyeceklerini söylüyorlar. Bunun nedeni ne? Yerel yönetimlerde AKP büyük kaybettiği için muhalefete bedel ödetmek istiyor, muhalefet pratikte başarısız olsun istiyor.
Utanmadan 2500 TL’nin propagandasını yapıyorlar
Emekliye 2500 TL zam yaptılar, emekliyi zannettiler ki ağa yaptılar. 2500 TL’lik zamla zannettiler ki emekliye hayat verdiler. Oysa 12 500 TL ile emekli hangi faturasını ödesin? Elektriğe gelen zam ortada, su faturaları ortada, internet zaten Samandağ’da yok. Depremle birlikte mevcut olan kötü altyapı da gitti. Bütün bunların karşılanması için adım atılmıyor. Açlık sınırı 19 bin TL’ye, yoksulluk sınırı 62 bin TL’ye dayanmış. Emekliye verdikleri 2500 TL’nin utanmadan propagandasını yapacak konuşmalar yapıyorlar.
Vergi yoksulun sırtına bindirilmiş en ağır yüklerden biri
Vergi yoksulun sırtına bindirilmiş en ağır yüklerden biri. Bakın, bu kadar yoksullaşmanın altında yatan en büyük nedenlerden biri, bu kadar hayat pahalılığının olmasının nedenlerinden biri adaletsiz vergi sistemi. Biz hep şunu savunduk: Servet vergisi alınmalıdır. Azdan az, çoktan çok vergi alınması gerekiyor dedik. Ama onların yaptığını siz de biliyorsunuz. AKP’nin birkaç milletvekilinin ve birkaç yandaş büyük şirketin vergi ödemediği açığa çıktı. Kamuoyuna o kadar yansıdı ki mecburen Hazine ve Maliye Bakanlığı “Evet, bunları fark ettik, inceleme başlatıyoruz” diyerek yurttaşın aklıyla alay edercesine açıklamalar yaptı. Bilerek ve isteyerek büyük sermaye gruplarından vergi almıyorlar, onların vergi kaçırmalarına göz yumuyorlar. Yediğimiz bir parça ekmeğe, içtiğimiz bir bardak suya kat kat vergi koyup daha pahalı satın almamızın önünü açmış oluyorlar.
Temel gıda ürünlerinden vergi alınmamalıdır
Bir kere şu çok nettir; temel gıda ürünlerinde ve bir insanın yaşamını idame ettirmesi için gereken bütün tüketim kalemlerinde vergi sıfıra indirilmelidir. Yani ekmekten, yağdan, makarnadan, undan, peynirden vergi alınmamalıdır. Temel gıda ürünlerinde, temel tüketim maddelerinde ilk atılacak adım vergiyi sıfırlamak olmalıdır. Biz bu konuda çalışmalarımızı zaten sürdüreceğiz.
Bizleri öz vatandaş olarak hiç görmediler
Kampanyamızın adı “Ekmek ve Adalet”. Ekmek yoksa adalet yok, adalet yoksa ekmek yok. Türkiye’de eskiden de bir demokrasi cennetinde yaşamıyorduk ama mevcut iktidarın bizleri mahkum ettiği faşist otoriter rejimin sadece iktisadi alanda, ekonomik alanda baskılarına tanıklık etmedik. Sadece yoksulluğu ve açlığı yaşamadık. Aynı zamanda ayrımcılığı daha derinden hissettik. Biz bu bölgede ayrımcılığı depremde daha da hissettik. Zaten Hataylılara ömür billah bu devlet ikinci sınıf insan muamelesi yapmıştır, öz vatandaşı olarak hiçbir zaman görmemiştir. Ama biz bu ayrımcılığın en yüksek safhasını bu depremde ölüme terk edilerek yeniden tanıklık ettik. Rezerv alanda buna tanıklık ettik. Buradan çıktığımızda Defne’de bir halk buluşmamız olacak. Rezerv alan mağdurlarıyla buluşacağız.
Halay çekenleri tutukladılar
Bizler ayrımcılığı, haksızlığı, adaletsizliği yaşamın her alanında hissediyoruz. Doğubayazıt’ta, Siirt’te, Batman’da insanlar düğünde Kürtçe müzik söylediği, geleneksel kıyafetleriyle halay çektiği için tutuklandı. Dün Batman’da bir ailemizi ziyaret ettik. Bir kadına ev hapsi vermişler, üç kızını da tutuklamışlar. İfadesini alan polis, “Sizin suçunuz yok, geleneklerimize göre düğün yapıyorsunuz ama bize emir büyük yerden geldi. Sosyal medya baskısıyla biz mecburuz” demiş. 80’li yıllarda askeri cunta döneminin etkileri sonucunda Samandağ’daki düğünlerimizde “Meryem Meryemti” şarkısını söylendiği için düğünler basılırdı. Aileleri gözaltına almakla tehdit edip yasaklarlardı. Aynı şeyi 21'inci yüzyılda Kürt halkı yaşıyor. Bizler bu adaletsizliği asla kabul etmiyoruz.
Mahallenin ortasındaki taş ocağı kaldırılmalıdır
Konuşacak çok şey var. Yaşam alanlarında mahalle içinde kurulmuş olan beton santrali ve taş ocakları var. Buna karşı Samandağ halkının yürüttüğü eylemler, protestolar var ama buna rağmen hala aktif bir şekilde bu işletme çalışmasını sürdürüyor. Buraya gelirken yakınından geçiyorsunuz bu beton santralinin. Çevreye yaydığı kirlilik, toz toprak ortada. Sanki depremin yıkımının tozu yetmiyormuş gibi, böylesi insan sağlığını ağır bir biçimde tehdit eden bir santrale göz yumuluyor. Halk istememesine rağmen hem de mahallenin ortasında. Bunu da burada protesto ediyoruz. Çevre Şehircilik Bakanlığı ve Hatay Valiliğine çağrımızı bir kez daha yapıyoruz: Bu işletme mutlaka buradaki yeri kapatılmalıdır. Başka bir yere taşınırsa taşınsın, insanların olmadığı, yaşam alanı olmayan bir yere taşınırsa kendilerinin bileceği iş. Ama halk çok net bir şekilde mahalle ve yaşam alanlarında zehir saçan, hastalık saçan bu santrali istemiyor. Bu konuda da yetkilileri göreve çağırıyoruz.
DEM Parti yanınızda
Bütün bu sorunlara rağmen umudumuzu yitirmeden yaşamımızı devam ettirmeye çalışıyoruz. Bunun en iyi örneği Samandağ’dır, Defne’dir, Antakya’dır. Depremde yaşadığımız bu kadar yıkıma rağmen, depremden sonra yaşadığımız daha yüksek açlığa ve yoksulluğa, işsizliğe rağmen biz umudumuzu kaybetmeden yaşama tutunuyoruz. Kendimize bir dal bulduk ve bu dala tutunuyoruz. Bu konuda çok güzel dayanışma örnekleri yaşandı. Şehir dışından gelip destek olan dayanışma ağlarının bize kattıkları çok büyüktü. Ben burada yine sizlerin huzurunda onlara bir kez daha teşekkür ediyorum. Ayaklarımız üzerinde durduk, durmaya devam edeceğiz. Depremi bizi topraklarımızdan koparmak için kullansalar da bizler asla topraklarımızı terk etmeyeceğiz. Burada evleri olmadığı için, çocuklarını okutmak zorunda oldukları için Adana’ya, Mersin’e, farklı şehirlere yerleşen ailelerimizin konut sorunları çözüldükçe buraya döneceklerini biliyoruz. Biz her şeye rağmen birbirimizle dayanışan, ele ele tutuşan, kökümüzü kendi toprağımızdan ve kültürümüzden alan bir halk olarak topraklarımızı ve yaşam hakkımızı savunmaya devam edeceğiz. DEM Parti olarak da her türlü konuda sizlerin dün olduğu gibi bugün de yanınızdayız. Birlikte başaracağız, birlikte aşacağız.
29 Temmuz 2024