Hatimoğulları Hatay’da: Yasımızı direnişe dönüştüreceğiz, kendimizi de kentimizi de yeniden inşa edeceğiz

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları’nın konuştuğu Grup Toplantımızı 6 Şubat Depreminin yıldönümü dolayısıyla Hatay’da yaptık. İki gündür bölgede bulunan ve dünden beri kentteki anma etkinliklerine katılan heyet gece 04:17’de yapılan yürüyüşe katıldı. Hatay’daki Grup Toplantımıza çok sayıda depremzede katılırken, depremden yaralı olarak çıkan ve kızını kaybeden bileşen partimiz Devrimci Parti’nin Genel Başkanı Elif Torun Öneren de kısa bir konuşma yaptı. İktidarın politikalarını eleştiren ve Erdoğan’ın sözlerine tepki gösteren Öneren, depremi unutmayacaklarını söyledi. 

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları ise şunları söyledi: 

Evlerimizin, geçmişimizin, geleceğimizin enkaz altında kaldığı bir gün

Sanırım benim için en zor Grup konuşması olacak. Çünkü bugün sabah 04.17, hayatın durduğu andı. Bizim için evlerimizin, geçmişimizin, neredeyse geleceğimizin paramparça enkaz altında kaldığı gün. Aradan bir sene geçti ama hala bizim için 04.17 havada asılı kalmış bir an. Biz o anın ötesine henüz geçemedik. Depremzedeler o anın ötesini henüz yaşayamadı. O anın ötesini yaşamak, kendi hayatını yeniden kurmak adına ne yazık ki hiçbir adım atılmadığı için de geriye dönüp baktığımızda ikinci kez enkaz altında kaldığımızı gördük. 

Partim adına Hatay halkına başsağlığı diliyorum

Resmi rakamlara göre 50 binin üzerinde açıklanan ama Murat Kurum’un ağzından kaçırmasıyla 130 bin olduğu söylenen canlarımızın; kaybolan, bulunamayan, aileleri bir mezar taşı olsun diye çaba harcayan bütün canlarımızın hem ailelerine hem bütün Türkiye’ye hem de Hatay halkına başsağlığı dileklerimi iletiyorum partim adına. O yiten canlar bir sayı değil. 100 bin, 130 bin, 150 bin… Bunlar sadece sayı değil. Her birimizin, bu salonda bulunan her bir arkadaşımızın bir yakını enkaz altında kaldı. Bugün sokakta gezerken daha yeni yeni kimin öldüğünü öğrenebiliyoruz. İşte biz bu kadar ölmüşüz. 

Acımızı ve öfkemizi büyüten şey bilerek enkaz altında ölüme terk edilmemiz

Acımızın yanında öfkemizi büyüten en önemli şey bizlerin o gün enkaz altında bilerek ve isteyerek ölüme terk edilmemizdir. Dünden beri anmalar devam ediyor. Dün Maraş’taydım o anmalara katıldım. Dün akşamdan beri de Antakya programlarına katıldım. 4.15’te Antakya'da yürüyüşümüz oldu, Samandağ’da büyük halk yürüyüşümüz oldu. Sisteme karşı bir öfke var. 6 Şubat 4.17’den itibaren ilk günlerde yardımımıza koşmayan iktidara öfke var. Biz en başta dedik ki devlet yoktu. Aradan bir yıl geçti hala devlet yok. Devlet o gün gelseydi; OHAL yerine seferberlik ilan etseydi; sonra süreçte ihale usulü enkaz kaldırmak için gelen o iş makinelerini ilk andan itibaren getirseydi; AKP iktidarı 5’li Çete’nin bütün olanaklarını ve devletin olanaklarını seferber etmiş olsaydı, inanın kaybımız şimdinin yarısı kadar bile olmazdı.

Biz ölüme terk edildik, öfkemiz asla dinmeyecek

Bizler depremin yaşandığı ilk andan itibaren koşarak memleketimize geldik. Bir hilteye, kazmaya ve küreğe duyulan ihtiyacı kendi gözlerimle gördüm. Belediyelerden birinin arama kurtarma ekibi, “Kepçe temin edebilirseniz daha çok insanı kurtarabiliriz” demişti bize. Biz yana yakıla o gece sabahlara kadar kepçe aradık. Sadece bir tane bulabildik Samandağ’da. Antakya, Defne, İskenderun, Maraş da öyleydi. Her yer öyleydi. Bizim en büyük öfkemiz işte bunadır. Biz ölüme terk edildik. Bunun acısını yüzlerce kez ölüp dirilsek de asla unutmayacağız, öfkemiz asla dinmeyecek.

OHAL ilan eden iktidar seferberlik ilan etseydi acımız bu kadar büyük olmayacaktı

Ben geldiğim ilk gün resmi yetkilileri tek tek aradım. Bari trafiği dizayn edecek bir görevlendirme yapın dedim. Buradaki kolluk da resmi görevliler de belediye personeli de deprem mağduruydu. Bunu bilmediğimizden söylemedik. Ancak pekâlâ Adana’dan, Mersin’den, yakın illerden öyle bir takviye derhal sağlanabilirdi. Ama bu iktidar OHAL ilan etti, seferberlik ilan etmedi. Şayet bir toplumsal seferberlik ilan edilseydi inanın acılarımız bu kadar büyük, bu kadar derin olmayacaktı. Enkazın altından insanlar “Sesimi duyan var mı?” dediklerinde, sadece AFAD önlüğü giymiş ama AFAD ile alakası olmayan kadroların kenarda izlediğini gördük. Onlara kepçeyi, küreği, kazmayı, hiltiyi biz getirip verdik. Bu işte bize AFAD’ın nasıl kağıttan bir kaplan olduğunu gösterdi. İktidarın kurumlarının nasıl çürüdüğünü, bu kurumların hiçbirinin insana destek amaçlı olmadığını, AFAD örneğinde bir kez daha gördük. Oysa AFAD’ı ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Daha sonra ne öğrendik? AFAD çadır satıyormuş, AFAD konserveleri satıyormuş. Yurttaşa vermesi gereken bu malzemeleri parayla başkalarına satıyormuş. İşte AFAD’ın yüzünü, işte Kızılay’ın yüzünü, işte AKP’nin yüzünü, işte iktidarın bu berbat yüzünü gördük bu depremde. 

Dayanışma ağlarına teşekkür ediyorum

Devlet hala yok. Depremin yıldönümünde bizlerle birlikte bu anmaya katılmak için şehir dışından gelen arkadaşlarımız da gözlemlemiştir. Devlet neden yok bir yıldır? Bunu konuşmadan önce; elimizden tutan, bizlere ilk suyu ve bisküviyi getiren değerli dayanışma ağlarına; büyük bir seferberlik örneği gösteren devrimcilere, sosyalistlere, HDP’ye, Türkiye ve Avrupa’daki Alevi kurumlarına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. 

Dikmece halkı direnişiyle örnek oldu, umut oldu

Devlet hala yok dedik; Hatay’da çakılmış bir çivi yok. Hatay bölgesini sürekli dolaşan bir arkadaşınızım. Birkaç ev dışında doğru düzgün atılan temel bile yok. Onların Hatay’a dönük özel bir politika izlediğini hepimiz biliyoruz. Pazarcık’a, Kürt Alevilerin yaşadığı o bölgeye dönük özel bir politika izlediğini biliyoruz. Hatay, Antakya halkının; başta Arap Aleviler olmak üzere burada yaşayan bütün farklı halklardan ve inançlardan insanların bariz bir biçimde nasıl ayrımcılığa maruz kaldığını bu depremde bir kez daha gördük. Burada doğup büyüyen bir Arap Alevi kadın olarak bu dışlanmayı doğduğum günden beri hissediyorum. Ama depremde bile olacağını ben de tahmin etmiyordum. Hatay’ın acıya, yalnızlığa ve ölüme bu kadar terk edileceğini benim gibi birçok arkadaş da düşünmedi. Ama biz bunu yaşadık ve bu acıları tarih satır satır, harf harf yazacak. Bakın Dikmece köyüne. Arap Alevilerin nüfusunun yoğun olduğu o civardaki bölgelerde hızla kamulaştırma başlattılar. Bir gün telefonunuzu açıyorsunuz bir mesaj gelmiş ve tapunuz artık size ait değil, eviniz ve arsanız artık size ait değil, zeytinlikleriniz artık size ait değil. Bu kadar basit bir şekilde size iletiliyor. Basitçe para banka hesaplarına yatıyor. Depremzedelere gidin oradan paranızı çekin, biz burayı istimlak ettik diyorlar. 

Dikmece köylüleri; asırlık zeytin ağaçlarına sahip çıkan, toprağına ve köyüne sahip çıkan Dikmece köylüleri, Türkiye’nin dört bir yanında desteklendi. Muazzam bir direniş sergilediler ve kazandılar. Hem de hukuki olarak kazandılar. Sizlerin huzurunda zeytinliğine, toprağına, doğasına sahip çıkan Dikmece halkına teşekkürlerimizi sunuyorum. Onların direnişi bizlere umut oldu, örnek oldu. 

Rezerv Alanı Yasasını kaldırın, yurttaşın toprağını geri verin


Daha sonra bu bir yıllık süre içerisinde bir yasa çıkardılar, Rezerv Alan Yasası. Bu yasa çok tehlikeli bir yasa. Bu yasanın uygulandığı ilk yer Hatay oldu. Antakya, Defne ve Samandağ’ı kapsayan 207 hektarlık alan rezerv alan olarak ilan edildi. O bölgede iktidar artık istediği gibi at koşturacak. Yaklaşık 50-60 bin insanın yaşam alanına tekabül ediyor bu 207 hektarlık alan. Bu kadar insanı mağdur eden ve geleceksizleştiren bir yasa. Hatay’ı bu yasa için bir laboratuvar olarak kullanacaklar. İstanbul’da, Türkiye’nin diğer kentlerinde de devlet en güzel yerleri yurttaşın elinden alarak istimlak edecek. Aslında AKP iktidarı bunları ranta açacak. Bütün dertleri budur. Bu rezerv alanı on binlerce yurttaşımızı mağdur etmiş durumda. Parlamentoda çok söyledik, vekillerimiz defalarca söyledi. Grup Başkanvekillerimizin bu konudaki duyarlılığı oldukça yüksek. Biz buradan bir kez daha AKP iktidarına diyoruz ki bu yasayı derhal kaldırın, yurttaşın toprağını ve varlığını kendisine geri verin. 

İktidar Hatay’dan yoğun göç bir olmasını bekliyor, istiyor

Hep bahsettik demografik yapının değişiminden. Hatay’da zaten on yıllardır devam eden asimilasyon politikaları var. Suriye’den gelen göçmenlerin buraya yerleştirilerek nüfusun değiştirilmesi politikalarını iyi biliyoruz. Devletin burada yaşayan Arap Alevileri sürerek, onların yerine kendi vatandaşı olarak gördüğü kesimleri yerleştirmek gibi bir plan ve projesi olduğunu on yıllardır biliyoruz. İşte yine Hatay halkı olarak en büyük acımız bu. Depremi Allah’ın lütfu olarak gören AKP iktidarının eline fırsat geçti ve şimdi bu topraklarda demografik yapıyı değiştirmek için uzattıkça uzatıyor. AKP kentte yoğun bir göçün olmasını bekliyor, istiyor. İlk gün biz enkaz altındayken gelmediler ya, işte bunun için gelmediler. Biz biraz daha ölelim, biraz daha azalalım diye gelmediler. Antakyalılar çocuğunu okutmak için varını yoğunu satan bir toplumdur. Burada bizi okullarla sınadılar, hastanelerle sınadılar. Okulların açıldığı ilk hafta DEM Parti olarak gelmiştik buraya. Ulaştığımız çadır ve konteyner kentlerdeki, yaptığımız halk toplantılarındaki birinci gündem eğitim meselesiydi. Çünkü insanlar çocuklarını okutmak istiyor. 

Bizleri göçe zorlamak için ısrarla okul, hastane yapmıyorlar


Çok mu zordu yıkılan bir okulun yerine prefabrik okul yapmak? Devlet için zor mudur bu? Bu iktidar için zor mudur? Dünyanın en kolay işiydi ama bilerek ve isteyerek yapmadılar.  Hastane de yapmadılar. Sağlık ocakları hala minicik konteynerlerde sağlık hizmeti vermeye çalışıyor. Bunun nedeni çok net olarak şudur. Eğitim ve sağlık hizmeti alamadığınız, zaten evinizin olmadığı ve hayatınızı küçücük bir çadırın içine sığdırmak zorunda olduğunuz bir ortamda, burada daha fazla kalabilir misiniz? İşte bizleri göçe zorlamak için bunu ısrarla yapıyorlar, yapmaya devam ediyorlar. 

Hakkımızı talep etmekten zerre geri atmayacağız

Bizim taleplerimiz eşit yurttaşlık hakkı temelindedir. Buraya konut yapın derken, bu konutları yurttaşa ücretsiz verin derken sizden sadaka istiyor değiliz. Vergisini en sistemli ödeyen kentlerden biridir burası. Vergisini ödeyen, kamudaki tüm varlıklara ortak olan birer yurttaş olarak talep ediyoruz. Biz bunu AKP Genel Başkanından değil, devletin hazinesinden talep ediyoruz. Onlar hasbelkader şimdi icra makamı olduğu için muhatabımızdır. Bugün onlar gider, yarın başkası gelir. Bir yıldır ayrımcılık yapıyorsunuz, depremde insanları ölüme terk ettiniz, diyorduk. Erdoğan kendi sözleriyle bunu bir kez daha ispatlamış oldu. Onun bu sözlerini bir kez daha kınıyorum. Bizler yurttaş olarak, asli vatandaşlar olarak taleplerimizi dile getirmekten, hakkımızı talep etmekten, hakkımız için mücadele etmekten zerre geri adım atmayacağız. Erdoğan bunu bilsin!

Toplanan deprem vergileriyle depreme dayanıklı 1 milyon 300 bin konut yapılabiliyor

Yine aynı parti ve yine aynı partinin genel başkanı utanmadan seçim beyannamesinde depreme dirençli kentlerden bahsediyor! Depreme dirençli kentler yapacağız, diyorlar. Oysa onlar insan canını hiçe sayan bir yapılanma biçimiyle adım atıyorlar. Türkiye ekonomisinin sürekli büyüdüğünden bahsedilir ve bazı rakamlar açıklanır. Ancak bu, hiçbir şekilde üretime dayalı bir büyüme değildir; inşaat sektörüne dayalı bir büyümedir. Ülkenin bütün varlıklarını ve kaynaklarını 5’li Çete’ye peşkeş çeken, sadece betonlaşmaya yatırım yapan bu iktidar, sosyalist iktisatçıların da ifade ettiği gibi yaptığı binalardan, karayollarından ve köprülerden bu hormonlu ekonomik büyümeyi sağladı. Yurttaşı mağdur ederek sağladı. Hatırlarsanız, Gölcük Depreminden sonra deprem vergisi toplandı. Deprem vergisinin nereye gittiği dönemin bakanı Mehmet Şimşek’e sorulduğunda, “Biz onlarla otoyol yaptık, havaalanı yaptık” dedi. Utanmadan bunu söylüyor! Arkadaşlarımız bir hesaplama yaptı; depremden toplanan vergilerle depreme dayanıklı 1 milyon 300 bin konut yapılabiliyor. O paralar deprem için harcanmış olsa, depremde hasar gören ve yıkılan binaların çok daha fazlasını yapmak mümkün olurdu. Ağır hasarlı, orta hasarlı, bütün Türkiye için söylüyorum.

Bunların tıynetinde yalan söylemek var

İşte o paralar buraya harcanmış olsaydı, o zaman gerçekten depreme dirençli kentler yaratmış olurlardı. Ama bunların tıynetinde yalan söylemek var. Bunların politikası yalanla yoğrulan bir hamura dönüşmüş. Erzincan, Varto, Bingöl, Gölcük, Düzce, Van, Elazığ depremlerini yaşadık. Eğer bu depremlerden sonuç çıkarılmış olsaydı, Maraş merkezli bu depremi yine bu şiddette yaşayabilirdik ama bu kadar ölmezdik. Japonya’da 9 şiddetindeki depremlerde insanların burnu bile kanamıyor. Demek ki bu işin oluru varmış. Demek ki bilimsel yöntemlerle çalışılsa, kendi beyannamelerinde yazdıkları depreme ve doğal afetlere dirençli kentleri inşa etmeyi başarmış olsalar, bu kadar ölüm olmaz. 

Yine bu iktidarın çıkardığı imar affı da ölümlerin en büyük nedenlerinden biriydi. Bilerek ve isteyerek depreme dayanıksız binaların kullanıma devam etmesine mühür bastılar. Siz madem depreme dirençli kent yapacaksınız, başta imar affını getirmeyecektiniz. Şimdi de derhal kaldırmanız lazım. Bu iktidar bilimden uzak, bu iktidar karanlıkla bu ülkeyi yönetmek istiyor. Ülkede çok önemli bilim insanları, mühendisler var; çok önemli mühendis odalarımız var, bu işin uzmanı olan arkadaşlarımız var ama onları dinlemediler. 

Depremi unutmamak sorumluluğumuzdur

Jeoloji Mühendisleri Odası 8 Şubat 2021’de “Fay Üzerinde Yaşayan Kentlerimiz Hatay” başlıklı bir rapor yayınlıyor. Bu raporunda adeta depremin fotoğrafını çiziyor ve 7’nin üzerinde bir depremin yakın vakitte olma olasılığının çok yüksek olduğunu söylüyor. Amik Ovasından Antakya’ya, oradan Samandağ’a ve Akdeniz’e kadar uzanan bir fay hattından bahsediyor. Mersin’de nükleer santral yapımı var, nükleer santralin kurulduğu yerden fay hattı geçiyor. Bu, bizim için Çernobil demektir. Bu konuda da iktidarı sizlerin huzurunda bir kez daha uyarıyoruz. Oradaki çalışmalar tez elden durdurulmalıdır. İşte bu raporu dikkate almadılar. Bu rapor 8 Şubat 2021’de açıklandı. 18 Aralık 2022’de Kırıkhan’da 4.8 şiddetinde bir deprem oldu. Depremin hemen ardından 22 Aralık’ta bu raporu referans alan bir soru önergesi verdim. Soru önergesine ilgili bakan cevap verme nezaketinde dahi bulunmadı. İşte bunların depreme dirençli kent vaatleri tam da böyledir. Hiç kimseyi ve hiçbir şeyi ciddiye almıyorlar. Biz depremi unutturmamalıyız. Biz depremi unutursak, biraz önce saydığım diğer depremler gibi bir deprem daha yaşama ve daha büyük acılar yaşama olasılığımız var. Depremi unutmamak, unutturmamak, yerel yönetimler başta olmak üzere merkezi hükümeti bu konuda göreve davet etmek gibi bir görev ve sorumluluğumuz var. Çünkü biz çok öldük. Bu ölümlerden, bu bedellerden hafızayı diri tutarak çıkaracağımız sonuçlarla birlikte yeni depremlerde bu kadar ölüm olmaması için çaba harcamak zorundayız. Bu depremde en temel sloganımız “Affetmiyoruz, Unutmuyoruz” oldu. Bu zalimler bizleri enkaz altında bırakırken, sıcacık saraylarından ölmemizi izledi. Bunun için affetmeyeceğiz, bunun için unutmayacağız. AFAD diye topluma yutturulan kurumların beceriksizliğini ve hırsızlığını affetmeyeceğiz, unutmayacağız. Toplumsal seferberlik yerine OHAL ilan ederek ormanlık arazileri ve meraları imara açmayı hedefleyenleri asla affetmeyeceğiz ve unutmayacağız. 

Sizin müşteriniz değiliz; talebimiz konutların yapılması ve yurttaşa ücretsiz verilmesi

Askerlere kışladan çıkmayın emri verenleri ve bunu savunan Milli Savunma Bakanının “Hayır efendim çıktılar ve depremzedelere yardım ettiler” yalanlarını buradan kendisine iade ediyoruz. Bunu da affetmeyeceğiz ve unutmayacağız. 

Şimdi konut yapıp depremzedelere satmayı planlıyorlar, Gölcük’te yapıldığı gibi. Depremzedeler sizin müşteriniz değil. Bizler sizin müşteriniz değiliz. Evini, barkını, hayatını, işini, aşını, her şeyini kaybetmiş olan depremzedeler olarak bizlerin talebi, kamusal devlet anlayışıyla konutların yapılması ve yurttaşa ücretsiz verilmesidir. Değil bunu yapmak, buna dair açıklama dahi yapmamak, işte onların yaptığı bu. AFAD insanları kaymakamlığa, kaymakamlık valiliğe, valilik tekrar kaymakamlığa gönderiyor. Depremzedeler bir kısır döngü içerisinde bırakılıyor. Depremzedelerin sorularına yanıt vermemek, iktidarın depremzedelere yaşattığı ikinci travmadır. Birinci travmayı 1 yıl önce yaşadık, ikinci travmayı iktidarın bu uygulamalarıyla yaşıyoruz. Biz bunları asla unutmayacağız, unutturmayacağız. Bizleri aç ve susuz bırakanları asla unutmayacağız. Kimyasal maddelerle etkileşimin yoğun olduğu enkaz kaldırma çalışmalarında yaşananları, asbest soluduğumuzu, birçok deri ve göz hastalığına yakalandığımızı asla unutmayacağız, unutturmayacağız. 

“Gitmiyoruz, buradayız” sloganı buradaki kadınların çok önemli bir eseriydi

Akıbeti belli olmayan, kayıp depremzedeler için adım atmayanları asla unutmayacağız. DEM Parti olarak aileleri dinledik ve kayıp insanlar için Meclis’te bir araştırma komisyonunun kurulması için teklifte bulunduk ama AKP-MHP oylarıyla reddedildi. Dün kaybını arayan bir babanın konuşmasına tanık oldum. “Sizden ev, konteyner, iş, ekmek istemiyorum; sadece oğlumun, kızımın ve torunumun bulunmasını istiyorum. Onlara bir mezar yapalım istiyorum” dedi. Bundan daha büyük bir acı olabilir mi? Depremde cenazesini enkazdan kaldırıp mezara götürebilenler kendini şanslı hissetti. Biz bunu unutmadık, unutturmayacağız. Bizler bu acılara karşı toplum olarak direniyoruz. Erdoğan’ın dediği gibi köşeye sinmiş bir toplum değiliz. Dün de öyle değildik, yarın da öyle olmayacağız. Burada en fazla direnen, örgütleyen, öncülük eden; yaşamı 10-20 metrekarelik konteynerlere sığdırmaya çalışan sevgili kadınlar bu işin en önemli öncüleri. “Gitmiyoruz, buradayız” sloganı buradaki kadınların çok önemli bir eseriydi. Size sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Kadınlar her yerde mağdur oldular. Bunlar çok az yazıldı çizildi ama raporları mevcut. Kadınlar konteyner kentlerde, çadır kentlerde tacize uğradılar. Hijyen malzemelerine ulaşamadılar, bir erkekten istemek zorunda kaldılar. Kadınlara bunları yaşattıkları için onları asla affetmeyeceğiz, bunları unutmayacağız. Kent için mücadele eden bütün depremzede kadınlara sonsuz saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Umudumuz sizlersiniz.

İktidara düşen görev AKP’nin partizanlığını yapmak değil 


Yapılması gerekenleri bir kez daha sıralamak istiyorum. Hükümet derhal bir açıklama yapmak zorundadır. Kentte ne yapılacak, bunun planlaması yapılmalıdır. Depreme dayanıklı konutlar acilen yapılmalıdır. Bütçeden bununla ilgili ciddi pay ayrılmalıdır. Yurt içi ve dışından gelen yardımlar hiçbir biçimde farklı amaçlar için kullanılmamalıdır, deprem konutları için kullanılmalıdır. Depremzedelerin birikmiş olan elektrik ve su faturalarının tamamı silinmelidir, kredileri ertelenmelidir. Esnaf ve çiftçi özel olarak deprem bölgesinde desteklenmelidir. Öğrencilere özel bir kredi uygulanmalıdır. Bunlar son derece hayatidir, hayata geçmesi gerekiyor. İktidara düşen görev AKP’nin partizanlığını yapmak değildir. Cumhurbaşkanına düşen görev AKP’nin genel başkanı gibi sokak çıkıp deprem gündemiyle bir seçim siyaseti yapmak hiç değildir. Buradan bir kez daha söylüyoruz; depremzedelerin bu talepleri derhal yerine getirilmelidir, derhal bir acil afet yönetim planlaması açıklanmalıdır.  

Yitirdiklerimizi ve bize yaşatılanları asla unutturmayacağız

Bizler o kadar öldük ki ne kadar konuşsak ve ağlasak, ne kadar acı çeksek hiçbiri kafi gelmiyor ne yazık ki. Grup Yorum’un bir şarkısı vardı depremi anlatan, o şarkının sözlerini paylaşmak istiyorum sizlerle. “Sesimi duyan var mı diyordu. Uykudaydı Maraş, uykudaydı Malatya, uykudaydı Adıyaman, uykudaydı Hatay. Dipten bir uğultu koptu. 6 Şubat 4.17. Saniyelere sığdı on binlerce insanın ölümü. Sonra çığlıklar ağıtlara, ağıtlar çığlıklara karıştı. Ben buradayım, sesimi duyan var mı? Hepimiz birlikte gömüldük toprağın altına. Ama aynı zamanda acılara da gömüldük hep beraber. İçeride kaldı anam, içeride kaldı babam, bir tane de değil ki hangi birine yanam”. İşte biz arama kurtarma çalışmalarında bu türkünün sözlerini bizzat yaşadık. O yana koşuyorsunuz başka bir ananın çığlığı, bu yana koşuyorsunuz başka bir ananın çığlığı. Hangi birine yanacağımızı bilemeyecek kadar öldük. Ölenleri asla unutturmamanın sözünü buradan bir kez daha veriyorum. 

Yasımızı direnişe dönüştüreceğiz, kendimizi de kentimizi de yeniden inşa edeceğiz

Hataylı depremzede bir kadın şöyle demişti: “Sanki bir ağacım ben, ayaklarım dünya kadar ve ayaklarımdan kökler çıktı. Bu toprağa daha sıkı sarıldım. Kendimi ve kentimi ben yeniden inşa edeceğim”. Buradan bir kez daha sözümüz olsun ki yüreğimizi yakan acıyı asla unutmayacağız, unutturmayacağız. Yasımızı tutmaya devam edeceğiz, ağlayacağız elbette. Yıkıntılarımızı yeniden nasıl inşa edeceğimize hep birlikte bakacağız. Sözümüzü siyasi alanda da toplumsal alanda da söylemekten ve bunun mücadelesini vermekten asla geri durmayacağız. Pazarcıklı kadınların da dediği gibi hiçbir yere gitmedik, buradayız, Antakyalı kadınların dediği gibi hiçbir yere gitmedik, buradayız. Bizler kendimizi de kentimizi de yeniden inşa edeceğiz. Antakya kadim bir kenttir. 7 kez yıkılmış, 7 kez küllerinden doğmuş bir kenttir. Burada ezan, çan, hazan var. Bütün semavi dinlere beşiklik etmiş bir kenttir, bütün inançların merkezidir. Bizler Antakya’nın, Doğunun Kraliçesinin üzerindeki siyah örtüyü çıkaracağız. Doğunun Kraliçesini yeniden ayağa kaldırmak için yasımızı direnişe dönüştüreceğiz. 

6 Şubat 2024