
Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, haftalık Meclis Grup Toplantımızda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Hatimoğulları, şunları söyledi:
Newroz meydanlarında Asrın Çağrısına sahip çıkan milyonlar vardı
Newroz sonrasında ilk grup toplantımızda bizleri yalnız bırakmayan değerli halkımız, hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Hoş geldiniz. Günlerdir iradesini korumak için sokaklarda direnen halklarımız, “karanlık bir geleceğe asla teslim olmayacağız” diyen kadınlar bütün renkleriyle ve canlılıklarıyla Newroz alanındaydı. Bu sene Newroz alanlarında, Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında kadınların “Jin Jiyan Azadî” sloganı bir şiara dönüştü ve bütün Türkiye ve Kürdistanı sardı. Newroz meydanlarında, Asrın Çağrısına sahip çıkarak barışın yolunu açmak isteyen milyonlar vardı. İnsanlık dışı koşullardan kurtulmak için, alın terine ve ekmeğine sahip çıkmak için mücadele eden emekçi kardeşlerimiz vardı. Newroza katılan bütün kardeşlerimize, kadınlara, gençlere, çocuklara selamlarımızı, sevgilerimizi ve teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Bir halkın bilinçli, kararlı, iradeli ve kesintisiz mücadelesinin sembolü oldu bu Newroz
Türkiye halklar tarihinin en önemli ve en yoğun katılımlı Newrozunu yaşadık 2025’te. Kitlelerin verdiği mesaj çok önemliydi. Barış ve demokrasi umutlarının yeşerdiği bir Newroz yaşadık. Diğer yandan halka yönelik baskıların arttığı, halk iradesinin tanınmadığı bir dönemde gerçekleştirdik bu Newrozu. Özellikle Newroz alanlarını dolduran milyonlar barış, demokrasi ve adalet çığlığıyla seslerini yükseltti. 2025 Newrozu özgürlük ateşinin bir kez daha harlandığı, barışın halklar tarafından sahiplenildiği bir Newroz oldu. Beyaz tülbentleriyle analar meydanları doldurdu ve çektikleri bütün acılara rağmen barış mesajı verdi. Gençler, demokratik ve güvenceli bir yaşamın sesi oldu Newrozlarda. Newroz meydanlarını kendi renkleriyle donattı kadınlar. Amed Newrozundayken, Leyla Zana ve Gültan Kışanak ile bir sohbetim oldu. Leyla Zana, gözleri dolu bir şekilde şunları söyledi: “Biz 90’lı yıllarda Newroz kutlamalarında 80 kişiyi zor bulurken, şimdi milyonlara ulaşabildiysek artık gam yemeyiz. Biz Kürt halkı olarak başardık”. Bizim de gözlerimiz dolu dolu oldu. Bir halkın bilinçli, kararlı, iradeli ve kesintisiz mücadelesinin sembolü oldu bu Newroz. Bütün halklarımızın, başta da Kürt halkının göstermiş olduğu bu iradeye sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
İktidar, Newroz alanlarındaki milyonların Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün sağlanması talebini duymalıdır
Bu Newrozda milyonlar alanlardaydı ve milyonların verdiği ortak bir mesaj vardı. “Barış ve çözümü destekliyorum, tarihi çağrının arkasındayım” dedi milyonlar. “Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün ve özgür çalışma ortamının sağlanması en güçlü talebimdir” dedi milyonlar. Sayın Öcalan’ın koşullarının acilen düzenlenmesiyle ilgili en güçlü mesajı verdi milyonlar. İktidar, milyonlarca insanın Newroz alanlarından yükselen sesini duymalıdır. Bu taleplere kulak vermelidir. Newroz meydanlarından mesajını veren değerli halklarımızın mesajını iktidar çok iyi okumalı ve anlamalıdır. Milyonlarca insanın tek vücut olduğu barış talebini hiç kimse görmezden gelemez, inkar edemez; bu konuda oyalama siyasetine başvuramaz. Meydanlardan yükselen barışın sesine her kim kulağını kapatırsa şunu bilsin ki çok büyük kaybeder. Selam olsun Newroz meydanlarını dolduran milyonlara, gençlere, kadınlara, direnen halklarımıza! Selam olsun zalim Dehaqlara karşı direnen Demirci Kawalara! Selam olsun mücadelede bedel ödeyen canlara! Onlara sözümüz olsun ki bu topraklarda ve bu coğrafyada bedeli ne olursa olsun barışı büyüteceğiz, barışı yeşerteceğiz; barışla taçlandıracağız bu bölgeyi.
İkinci kritik eşiği aşması gereken iktidardır, devlettir
Sayın Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı, Asrın Çağrısını 2025 Newrozunda milyonların desteklediğini ifade ettik. 2025 Newrozuna bu çağrının sahiplenilmesi damgasını vurmuştur. Newroz ateşinin yandığı her yerde Türkiye halkları Asrın Çağrısı ile birlikte barışın kokusunu ve demokrasinin umudunu hisseti. Rotası barışa, demokrasiye, adalete ve özgürlüğe çıkmayan bir yola tevessül etmek, toplumsal barışı imkansız hale getirir. Palyatif çözümlerle, oyalayıcı tutumlarla ve bütünlüklü olmayan bakışlarla “iç siyaseti böl-yönet” yönteminden medet ummak, bu ülkedeki barış umuduna yapılacak en büyük kötülüktür. Temel bazı hususlar vardır ki acil bir şekilde adımlar atılmalıdır. Sayın Öcalan’ın çağrısının örgütü tarafından hayata geçirilebilmesi için, kongrenin toplanabilmesi için acil bir şekilde güvenli zeminin oluşturulması lazım. Bunlar Sayın Öcalan ile kurulacak bir diyalogla çözülür. Sayın Öcalan'ın özgür çalışma koşullarının sağlanmasıyla yol alınabilir. Sayın Erdoğan, “Kritik bir eşik aşıldı” demişti. Evet, bu süreç açısından baktığımızda birinci kritik eşik aşılmıştır, ancak ikinci kritik eşiği aşması gereken iktidardır, devlettir. Bu çağrının toplumsal karşılığının olması için, hayata geçebilmesi için ikinci kritik eşiği aşacak olan zeminin oluşturulması da iktidara ve devlete düşmektedir. Bizler de bu ikinci eşiğin aşılmasını dört gözle beklemekteyiz. Bu eşiğin aşılması zor değildir. Ortak bir akılla, barış mantığıyla, antidemokratik uygulamaları bırakarak ve demokratik zemini güçlendirerek pekala aşılabilir. Bizlerin en büyük temennisi ve beklentisi bu ikinci eşiğin aşılmasıdır.
Barışı hep birlikte bu ülkeye armağan edebiliriz
Biz onlarca yıldır barış, eşitlik ve demokrasi mücadelesi için bedeller ödedik. Bedel ödemeye de hazırız, yeter ki barış olsun. İktidar ve devlet, barıştan ve demokrasiden korkmamalıdır; zemin oluşturan adımları hızlı ve ivedilikle atmalıdır. Sayın Öcalan’ın çağrısı demokratik, hukuki ve adil bir geleceğin davetidir. Bu çağrı herkesten önce Türkiye’de yaşayan 85 milyonadır. İşçisiyle, emekçisiyle, yoksuluyla, kadınları ve gençleriyle, doğa ve insan hakları savunucularıyla bütün farklı halk ve inançlardan her kesimi kapsayan bir çağrıdır. Bu çağrının hitap ettiği bütün bu toplumsal ve siyasal zeminleri gören bir yerden ve herkesin uzlaşıya yakın olduğu bir zeminde pekala demokratik bir Türkiye’yi inşa edebilir ve barışı hep birlikte bu ülkeye armağan edebiliriz. Bunun için biz, DEM Parti olarak, DEM Parti’nin bütün gönüllüleri ve halklar olarak, gece gündüz demeden ve çatlamaz bir sabırla mücadele etmeye devam edeceğiz. Her şeye rağmen, Türkiye’nin içinden geçtiği çetrefilli süreçlere rağmen bizler barış demekten asla vazgeçmeyeceğiz; barış, barış, barış diyeceğiz.
İktidar elindeki yargı sopasıyla her yere saldırıyor
Değerli halklarımız, çok tarihi bir dönemden geçiyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan ve Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık başta olmak üzere çok sayıda siyasetçinin tutuklandığını biliyoruz. İBB yönetimine bir operasyon gerçekleşti ve akabinde onlarca insan tutuklandı. İktidar ne hukuk ne meşruiyet arıyor. Elindeki yargı sopasıyla her yere saldırıyor. Önce İmamoğlu’nu rehin aldılar, daha sonra İstanbul Barosu Başkanı Sayın Kaboğlu ve yönetimini görevden aldılar. Sonra da yüzlerce öğrenci, genç, hakkını arayan ve itiraz eden çok sayıda insan gözaltına alındı. Hala gözaltılar devam ediyor. Dün de protestoları takip eden, görevlerini icra eden ulusal ve uluslararası ajanslara bağlı çok sayıda basın emekçisi gözaltına alındı. İstanbul, İzmir, Ankara ve Adana başta olmak üzere, Türkiye’nin birçok kentinde şafak operasyonları yapıldı ve gözaltılar gerçekleşti. Demokratik protesto hakkını kullanan insanlara çok ağır bir şiddet uygulanıyor.
Bütün Türkiye ayakta; herkesi mi tutuklayacaksınız, böyle mi barış getireceksiniz?
Polisler demokratik hakkını kullanan gençlere, insanlara, kadınlara gözaltı uygularken yoğun bir şiddet uyguladı. Adeta sokaklarda insanlara işkence edildi. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Bu işkence görüntüleri, polis şiddeti yine kendi kaynakları tarafından bile ve isteye basına servis edildi. Niye? Toplum korksun, bir daha kimse çıkıp demokratik hakkını kullanmasın diye. İşe yaradı mı? Hayır. Polis, devlet, iktidar şiddeti artırdıkça, Saraçhane’den Türkiye’nin dört bir yanına insanların daha büyük katılımla demokratik itiraz hakkını kullandığını gördük. Buradan iktidara sesleniyoruz: Ey iktidar, bu nasıl bir korkudur, nasıl bir akıl tutulmasıdır ki böyle bir operasyonu ve şiddet sarmalını hayata geçirdiniz. Türkiye, haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşıdır. AKP seçmeni bile bu uygulamaları asla adil görmemektedir, haksız bulmaktadır. Tüm Türkiye’yi mi tutuklayacaksınız? Bütün Türkiye ayakta, herkesi mi tutuklayacaksınız? Böyle mi yöneteceksiniz ülkeyi? Bu ülkeye böyle mi barış getireceksiniz? Bu şiddeti ve saldırıları bir an önce durdurun. Ağır tahriklerde bulunan, yurttaşa şiddet uygulayan kamu görevlileri tek tek tespit edilmeli ve gerekli yargı işlemleri haklarında acilen başlatılmalıdır. İmamoğlu’na ve İstanbul Barosuna yönelik gerçekleştirilen bu siyasi darbeyi asla kabul etmiyoruz. DEM Parti olarak en ağır şekilde kınıyoruz.
Demokrasi ve adalet için direnmek haktır
Peki, bu darbelere kılıf uydururken bu iktidar ne diyor? “Hukuka saygı duyun” diyor. Allah aşkına, 85 milyon insana sorduğunuzda yargıya saygı duyan, hukuka güvenen bir tek yurttaş görebilir misiniz Türkiye’de? Yargı, saygınlığını Türkiye tarihi boyunca hiçbir zaman bu kadar yitirmemişti sanırım. Biz hakkımızı hukuken aramak istiyoruz. Kabul, bu teklifinizi kabul ediyoruz. Hangi yargı hakkımızı ve hukukumuzu verecek? Hangi yargı atanan kayyımları kendi kendine döndürecek? Hangi yargı, İmamoğlu’na ve Van Büyükşehir Belediyemize yapılanların hukuka ve Anayasaya aykırı olduğunu söyleyip karar verecek? Siz öyle bir yargı bırakmadınız ki! Yargıyı kevgire çevirdiniz. Yargıyı adeta koltuk değneğiniz haline getirdiniz ve şimdi yurttaşa çıkıp diyorsunuz ki demokratik hakkını kullanma terörist olursun. Bunu yurttaş kabul etmez. 85 milyon kabul etmedi. Bunu Newroz alanlarında gördük, bunu Saraçhane direnişinde gördük. Bunu Kastamonu’dan Artvin’e kadar, Van’da Diyarbakır’a kadar, İzmir’den Çukurova’ya kadar her yerde gördük. Üniversite öğrencilerinin boykot direnişi devam ediyor. Eğitim Sen’e bağlı üniversite emekçilerinin bugün iş bırakma kararı vardı. Işık hızıyla Eğitim Sen’e soruşturma açıldı. Bunu asla kabul etmiyoruz. Alanlarda, meydanlarda, n
Newrozlarda, Saraçhanelerde direnen bütün gençlere ve halklarımıza binlerce kez selam olsun! Demokrasi ve adalet için direnmek haktır.
Üniversitelerde gençlerin başlattığı boykot direnişini selamlıyoruz
Değerli Türkiye halkları, sizlere bir şey hatırlatmak istiyorum. Bu iktidar vakti zamanında çeşitli operasyonlara maruz kaldı. O zaman da onlara bu operasyonu çekenler, “Hukuk var, tarafsız yargı var, onun için bu operasyonları yapıyoruz” diyordu. Ben iktidara soruyorum: O dönem siz buna inanmış mıydınız? İnanmamıştınız, onun siyasi saiklerle yapıldığından adınız gibi emindiniz. İşte şimdi de yargı yoluyla Türkiye siyasetine çekilen operasyonların siyasi saiklerle gerçekleştiğinden Türkiye yurttaşlarının tamamı emin.
7/24 yandaş medya haber yapsın, toplum buna inanmıyor, inanmayacak. Toplum buna inansaydı, demokratik hakkını meydanlarda bu şekilde kullanmak için çıkmazdı. Bu iktidarın güce sahip olduktan sonra topluma yaptığı en büyük kötülük yaşam tarzına karışmaktır. Kadınların yaşam tarzına karışıldı. Farklı halklardan ve inançlardan insanların inançlarına ve yaşam tarzlarına karışıldı. Türkiye, tarihi boyunca gelebileceği en derin yoksulluğa gelmiş durumdadır. O yüzden insanların öfkesi çok büyüktür. Buradan iktidara tavsiyemizdir: Hiç evirip çevirmeden çıkın ve deyin ki burada “Ortada bir hukuk ve yargı meselesi yok. Rakibimizi bertaraf etmek için zarları hileli atıyoruz” deyin. Çünkü ekranda gerçeği çarpıtarak algı operasyonları yaratmaya çalışanlara siz geçmiş dönemlerde nasıl inanmadıysanız halk da şimdi inanmamaktadır. Allah, adil olmayan herkesi güçlü olma şerrinden korusun. Güç zehirlenmesi çok kötü bir şey. Bu ülkenin gençleri ve üniversitelileri protesto hakkını kullanıyor; onlara “sokak terörü” diyorlar, 7/24 medya bunu işliyor. Bunu kabul etmemiz asla mümkün değildir! Buradan bir kez daha ODTÜ, İTÜ ve ismini sayamadığım pek çok üniversitede gençlerin başlattığı boykot direnişini selamlıyoruz ve kendilerine başarılar diliyoruz.
Kime yapılırsa yapılsın, kadınlara yönelik cinsiyetçi hakaretleri asla kabul etmiyoruz
Değerli kadınlar, değerli Türkiye halkları, erkek egemen akıl inanın hiçbir fırsatı kaçırmıyor bizimle, kadınlarla ilgili. Her fırsatta kadınlara dönük cinsiyetçi söylemler, hakaretler ve küfürlerle ortaya çıkıyorlar. Daha önce Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’a yapılmıştı bu uygulamalar ve hakaretler. Şimdi Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu’na cinsiyetçi küfürler ve hakaretler yapılıyor. Aynı şekilde Erdoğan’ın annesine de yapılıyor. Biz kadınlar bunları asla kabul etmeyiz. Kim ve ne şekilde yapıyor olursa olsun, kadınlara yönelik cinsiyetçi küfürleri ve hakaretleri asla kabul etmiyoruz. DEM Parti olarak, Kadın Meclisimiz olarak, kimden ve nereden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın bunu asla kabul etmiyoruz. Bunun karşısındayız, kadınlarla dayanışma içindeyiz.
Yine benzer şekilde, bir arada yaşam sigortası olan “Kent Uzlaşısını” suç örgütleriyle iltisaklı hale getirmeye çalışıyorlar. Defalarca söyledik, söylemeye de devam edeceğiz. Kent uzlaşısı sadece İstanbul’un değil, Türkiye'nin dört bir tarafında yaşayan bütün halkların ve inançların; Türk’ün, Kürt’ün, Arap’ın, Laz’ın ve Çerkes’in, kadınların ve gençlerin ortak yaşam sigortasıdır. Kent uzlaşısından suç çıkarmaya çalışan savcı ve iktidar emin olun ki çok büyük yanılacaktır. Sanırım bunlar Zeki Alasya’nın “Yasaklar Kabaresi”ni izlemişler ama yanlış sonuçlar çıkarmışlar. “Kentin dinamiklerinden uzaklaşmak yasak, uzlaşı yasak ama kavga serbest”. Bu iktidar kent uzlaşısına operasyon çekerek işte bunları söylüyor. Bu yasakçı anlayışa ve iktidara sormak istiyoruz: Siz, kent uzlaşısını suç gören bu anlayışla nasıl bir Türkiye uzlaşısı sağlamayı düşünüyorsunuz? Kent uzlaşısına suç demek Kürt düşmanlığıdır. Kürt İstanbul’da, Ankara’da ve İzmir’de kendisini temsil edemez demektir. Bunu kabul etmek mümkün değildir.
Azad Barış’a yönelik linci ve itibar suikastını cemaat kumpaslarından ve andıçlardan çok iyi biliyoruz
Daha önce HDP’de eş genel başkan yardımcılığı yapmış olan, kimliği ve çalışmaları herkesçe bilinen, birçok parti ve kuruluşa araştırmalar yapan Azad Barış’a dönük linci asla kabul etmiyoruz. 7/24 yandaş medya, Azad Barış üzerinden yalancı senaryolar üreterek toplumu yanıltmaya kalkışıyor. Bunu asla kabul etmiyoruz. Biz, Azad Barış şahsında yapılan linci ve itibar suikastını cemaat kumpaslarından ve andıçlardan çok iyi biliyoruz. Bunu yapanlar, emek verdiğimiz bu barış sürecini sabote etmektedir. Bu girişim barış sürecini, diyalog ve müzakere sürecini sabote etmektir. Çözüm karşıtı savcılara da siyasetçilere de buradan ekmek çıkmaz. Kent uzlaşısı, büyük bir demokrasi pratiğidir, bir zihniyettir; kişilere mal edilemeyecek kadar toplumsaldır, geniştir ve önemlidir. Kürtler de yaşadıkları kentlerine ve yönetimlerine elbette sahip çıkıyor, çıkacak. Her yerde bunu yapacak. Sadece Van’da ve Amed’de değil, İstanbul’da da yapacak. Halkın iradesini manipülasyon, baskı ve operasyonla dün nasıl engelleyemediyseniz, bugün de engelleyemeyeceksiniz. Çünkü halkın iradesi teslim alınamaz. Nokta.
Toplum "razı değiliz, rızamız yok” diyorsa iktidara düşen buna kulak vermektir
Türkiye bugün gerçekten de tarihin en önemli demokrasi sınavlarından biriyle karşı karşıya. Köylü seçiyor, muhtara kayyım atıyorlar. Kent halkı seçiyor, belediye başkanına kayyım atıyorlar. Kayyım atanan belediye sayısı 13 oldu. Halk seçiyor, milletvekilini tutukluyorlar. Avukat seçiyor, baro yönetimine görevden el çektiriyorlar. Doktor seçiyor, Tabipler Birliği başkanına ve yönetimine müdahale ediyorlar. Dekan, rektör, müdür her makamı ben atarım diyorlar. İktidara soruyoruz: Kim seçsin, kimi seçsin, nasıl seçsin? Çok istiyorsanız, her şeye tek sandık koyun, tek pusula olsun ve orada da bir tek insanı seçelim, olsun bitsin. Siz de bunun adına demokrasi deyin, biz de inanalım. Öyle mi, bunu mu bekliyorsunuz? Bunların yaptığı uygulamalar, ne yazık ki buna işaret ediyor. Bugün alanlarda ve meydanlarda görüyoruz. İktidarın hukuk ve terör gibi sözlerine kimsenin inanmadığını, bu zorbalığa toplumun rıza vermediğini hep beraber görüyoruz. Toplum, “razı değiliz, rızamız yok” diyorsa, iktidara düşen buna kulak vermektir. Duymadım, görmedim, bilmiyorum ayağına yatabilirsiniz ama toplum bütün gerçekleri görüyor.
Bu operasyonlarla muhalefetin barış süreci dışına itilmeye çalışılması çok tehlikelidir
1 Ekim’den bu yana süren barış ve çözüm tartışmalarına muhalefet oldukça güçlü bir destek verdi. Kıymetli ve umut veren bir sağduyu hakim oldu. Çünkü bu, 85 milyon yurttaşımızı ilgilendiren yakıcı bir meseledir. Bugün gelinen noktada, iktidar bu tür saldırılarla muhalefeti süreçten dışlamaya çalışıyorsa bilin ki bu çok tehlikelidir. Çok tehlikeli bir oyun oynanıyor. Biz hem bu duruma hem de hukuksuzluklara karşı sessiz kalmayacağız. Muhalefet de sürecin dışına çıkmamalıdır. Tam tersine, bugün hep beraber barış talebini daha gür bir sesle ifade etmeliyiz. Daha güçlü bir biçimde muhalefetin tamamının içinde oldu bir ortak toplumsal mutabakatla bu süreci yürütmemiz gerekiyor. Hukuksuzluğa, haksızlığa ve kutuplaştırmaya karşı hep birlikte güçlü durmalıyız. Çok büyük bir demokrasi sınavıyla karşı karşıyayız. Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi sadece iktidarın insafına bırakılacak bir durum değildir. Bütün bu baskılara rağmen, barışı ve demokrasiyi gözbebeğimiz gibi koruyacağız. Bugüne kadar her kesimin ortaya koyduğu irade, Türkiye tarihine çok büyük fırsatlar ve kapılar açmıştır. Bunu heba etmemeliyiz. Bunu kimsenin heba etmesine de izin vermemeliyiz. Türkiye’yi barışa ve demokrasiye taşımak, gündelik siyasi hesaplardan çok daha üstünde bir durumdur. Bu zemine gelmeyen ve sabote eden kim olursa olsun, ne vatanseverdir ne yurtseverdir ne devrimcidir ne de demokrattır.
Gelin, 85 milyon yurttaşımız için Türkiye’yi barışa, huzura ve demokrasiye kavuşturalım
Artvin ve Çorum’dan yükselen itirazlardan, Amed ve Van Newrozlarındaki barış talebinden İzmir’deki hak, hukuk, ekmek mücadelesine kadar milyonların demokratik mücadele ortaklığına dönüp baktığımızda bu tabloyu apaçık göreceğiz. ODTÜ’de itiraz eden gençler, Amed Newrozunda barış isteyen milyonlar sadece kendileri için bu mücadeleyi yürütmüyor; 85 milyon yurttaşımızın barış, huzur ve refah içinde yaşaması için bu mücadeleyi yürütüyor. Siyaset, sermaye ve bürokraside kümelenmiş bir kaymak tabaka, muhalefet üniforması giyen ama ayrımcılıkta iktidarın ruhuna rahmet okutan bir azınlık grubun çıkarları için ülkeyi karanlığa sürüklemeye çalışıyor. İşte, Van’dan, Amed’den, Mardin’den, Yozgat’tan ve Trabzon’dan İstanbul’a kadar farklı renkler ve taleplerle alanları dolduran insanlar bu anlayışlara hayır demiştir. Gelin, bu mücadeleyi ortak ve demokratik bir zeminde büyütelim. Bu, bizim bütün Türkiye toplumuna çağrımızdır. Hiç kimse bu gelişmeleri, bu süreci, bu barış talebini, toplumun demokrasi talebini kendi siyasal çıkarları için evriltmeye kalkmasın. Türkiye’nin buna ihtiyacı var. Buradan çağrımızı yineliyoruz: Gelin, demokrasi talebinin, barış talebinin bu kadar yükseldiği bir atmosferde 85 milyon yurttaşımız için hep beraber bu süreci tamamına erdirelim; Türkiye’yi barışa, huzura ve demokrasiyle buluşturan bir zemine hep beraber kavuşturalım.
İmamoğlu’na yapılanlar Türkiye’ye yoksulluk, işsizlik ve açlık olarak döndü
Değerli Türkiye halkları, Türkiye siyasetindeki en ufak bir gerilim bile hayatlarımızı ve hanemizi doğrudan etkilemektedir. 2015 yılından bu yana Türkiye’de ekonomik kriz büyüdüyse, yoksulluk kol gezmeye başladıysa, bunun en önemli sebeplerinden biri, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmemesidir; savaşa, şiddete ve özel güvenlikçi politikalara çok büyük bir bütçenin ayrılmasıdır. Adaletsizliktir, hukuksuzluktur. Toplamdaki antidemokratik uygulamalardır. İmamoğlu’na yapılanlar, yaşanan demokrasi sancısı Türkiye’ye yoksulluk, işsizlik ve açlık olarak döndü. Hem de birkaç gün içinde hızla döndü. Ekonomiyi ve Türkiye'yi ateşe attılar bu uygulamayla. Bazı hesaplamalara göre Türkiye 2001 krizinde toplam 10-20 milyar dolar kayıp yaşamış. Sadece İmamoğlu’nun gözaltına alındığı gün milyarlarca dolar para kaybedilmiştir. 2001 krizindeki kayıptan çok daha büyük bir kayıpla karşı karşıyayız. Sadece 3 günde halktan toplanan vergilerle elde edilen dövizin büyük bir çoğunluğu kaybedildi. İstanbul Borsasında satışlar artıp zarar büyüyünce, borsa işlemlere kapatıldı. Buna rağmen borsadaki kaybın 3 trilyon liraya yaklaştığı hesaplanmaktadır. Bu o kadar büyük bir para ki sadece bir an için düşünelim. Buradaki kayıp, 16 milyon emekliye yaklaşık 9 ay boyunca 14 bin 469 TL ödeme yapılmasını sağlayacak kadar büyüklüktedir.
Hazine ve Maliye Bakanı yeni borçlar peşinde
Bakın, bu Türkiye’nin 3 günlük ekonomik kaybı. Onlar zannediyor ki bir siyasi darbeyle her şey oldubittiye gelecek ve her şey sütliman devam edecek. Bunun böyle olmadığını ekonomiye dönüp baktığımızda, cebimizden eksilen paraya baktığımızda, ücretimizin nasıl eridiğine baktığımızda pekala görebiliriz. Bu rakamlar bunu apaçık ifade etmektedir. Dış borç sadece 529 milyar dolar. Dolar kurundaki artıştan dolayı da bir trilyon TL arttı. Türkiye’nin risk pirimi, yani yurt dışından kredi borçlanma maliyeti 250 puandan 325 puana yükseldi. Bu, Ekim 2024’ten bu yana en yüksek artış olarak görülüyor. Merkez Bankası bugün olağanüstü toplandı. Hazine ve Maliye Bakanı yeni borçlar peşinde, telekonferansın peşinde. Yazık değil mi bu ülkenin işçisine, emeklisine, yoksuluna? Yazık değil mi bu ülkeye? Ne için? Siyasi hırs için. Zaten ülke yeterince yoksullaşmış. Zaten bugüne kadar uyguladığınız ekonomik politikalarla işçiyi ve emekçiyi mahvettiniz. Artık Türkiye’de orta sınıftan bile bahsetmek mümkün değil. Yoksulluğun bu kadar derinleştiği bir yerde, siyasi hırs ve operasyonlar sonucunda Türkiye’nin geldiği durum ve rakamlar ortadadır.
Yolumuz, barış ve demokrasi; rotamız ise adalettir
Birileri siyaseti yargı yoluyla dizayn etmek için Türkiye ekonomisine büyük bir şok yaşatmıştır. Birileri siyasi menfaatleri için kırılgan ekonomiyi ateşin ortasına atmıştır. Bu ülkenin yoksulları, işçileri, esnafı, üreticileri olarak bizler siyasi çıkarlarınız için ülkeyi bu şekilde ateşe atmanıza asla razı değiliz. Buna itirazları zaten gördünüz. Üç beş koltuğu korumak ve azınlığın çıkarlarını ayakta tutmak için yaptığınız bu operasyonların sonuçlarına Türkiye toplumu katlanmak zorunda değildir. Bunu asla kabul etmiyoruz. Buna karşı da hakkımız için, ekmeğimiz için, alın terimiz için, barış ve demokrasi için mücadele etmeye devam edeceğiz. Tek seçeneğimiz mücadele etmektir. DEM Parti olarak, mücadeleye başladığımız günden bugüne kadar adaletin, demokrasinin ve barışın savunucusu olduk. İktidarlar ve muhalefetler değişti ama bizim mücadeledeki kararlılığımız ve ilkesel duruşumuz hiçbir şekilde değişmedi. Yolumuz, barış ve demokrasi; rotamız ise adalettir. Bu değerlerden de barış, demokrasi ve adalet mücadelesinden asla vazgeçmeyeceğiz.
Ayrıştırmaya kalkanlar bilsin ki Kürt’ü Türk’ten, Türk’ü Kürt’ten ayıramazsınız
Evet çok kaotik ve karmaşık bir süreçten geçiyoruz. Çok komplike bir süreçten geçtiğimiz aşikar ama enseyi karartmak yok. Umudumuzu kaybetmek ise hiç yok. Kim ne derse desin, nereye sığınırsa sığınsın, bizim mücadelemiz kazanacak; sizler, bizler, bütün Türkiye halkları hep beraber kazanacağız. Unutmayalım ki aydınlık güne en yakın olduğumuz an gecenin zifiri karanlığıdır. Bizler gecenin en zifiri karanlığını yaşıyoruz. Ama artık günün ışıdığı, günün ışıltısını ve umudunu gördüğümüz bir zemindeyiz. Bu son birkaç gelişme içinde, Türkiye’nin yaşadığı bu tarihi anlarda bizleri ayrıştırmaya kalkanlar şunu bilsin ki halkları ayrıştırmazlar. DEM Parti’yi diğerlerinden ayrıştıramazlar. Kürt’ü Türk’ten ve Arap’tan ayrıştıramazlar. Yapılan bu siyasi operasyonlara bizler asla ve asla pabuç bırakmayacağız. Bu böyle bilinsin. İktidar da böyle kazısın kafasına. Bu operasyonlardan kim medet umuyorsa, her kim ki barış sürecine sabotaj yöntemleriyle yaklaşıyorsa -ki iktidarın içindeki klikler de olabilir, devletin içindeki klikler de olabilir- iyi bilsin ki bizler Sayın Abdullah Öcalan'ın yaptığı çağrının bütün Türkiye ve dünyada karşılık bulduğunun altını bir kez daha çiziyoruz. Bu çağrının arkasında durmaya devam edeceğiz. Barış demeye, demokratik toplum demeye devam edeceğiz. Buradan İmralı’ya binlerce kez selam olsun!
Sözlerime son verirken, Ramazan-ı Şerif’i uğurlamak üzereyiz, şimdiden bütün İslam aleminin Ramazan Bayramı mübarek olsun. Tuttuğunuz oruçlar, yaptığınız dualar kabul olsun. Ramazan Bayramı ülke ve bölge olarak özlemini duyduğumuz barışa, diyaloga, özgürlüğe ve demokrasiye vesile olsun. Bütün yurttaşlarımıza sağlık ve esenlik diliyorum. Sağlıcakla kalın, yolumuz açık olsun.
25 Mart 2025