Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları’nın 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi üzerine TBMM Genel Kurulunda yaptığı konuşma:
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri ve ekranı başında bizleri izleyen değerli halklarımız, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Buradan bir selamı da düşüncelerinden dolayı hapsedilmiş olan değerli arkadaşlarımıza gönderiyorum. Yine buradan bir selamı da bu ülkenin aydınlık yüzü olan, çektiği acılara rağmen barış demekten bir adım bile geri durmayan Barış Annelerine gönderiyorum. Her gün şiddete maruz kalan ama her şeye rağmen hakları için müdahale etmekten geri durmayan sevgili kadınlara binlerce kez selam olsun.
Değerli Halklarımız;
İnsanlığa bir gelecek sunmayan kapitalizmin krizinin bedelini ne yazık ki bütün dünya ölçeğinde halklar, yoksullar, işçiler ve emekçiler ödemektedir. Kendi krizini aşamayan kapitalizm, devlet şiddetiyle bu krizi aşmaya ve insanları susturmaya çalışıyor. Normal koşullarda sürdürülemez olduğunu bildikleri için muhalefetten korkuyorlar. Burada, bu salonda da korktukları gibi. İşçiler ya haklarını isterse, emekçiler ve yoksullar ya örgütlenirse, sendikalar ya grev kararı alırsa, kadınlar ve gençler “bu ülkede demokrasi olsun, karnımız doysun” diyerek sokağa çıkarsa diye bu iktidarın da aklı çıkıyor. Türkiye’de küresel sermayenin ve onu koruyan bütün devlet aklının aklı başından gidiyor. Bundan korkuyorlar. Kürt’ün ve Alevi’nin eşit yurttaşlık talebinden korkuyorlar. Bunun için egemenler her yerde olduğu gibi Türkiye’de de çok tedirginler. Olası bir durumu engellemek için her türlü zorbalığı uygulamaktadırlar.
Kapitalizmin neoliberal politikalarını en iyi uygulayanlardan biri AKP olmuştur. Türkiye’yi küresel sermayenin ihtiyaçlarına göre dizayn etti ve yurttaşını adeta aslanın ağzına attı. Bundan dolayı AKP iktidarına emperyalistler madalya takmalıdır. Türkiye’de en fazla özelleştirme yapan, en fazla kamuya ait malları satan, KİP’leri özelleştiren bu iktidarın ta kendisidir. Yerli ve yabancı sermayeye satmaktan geri adım atmadılar. Sonra çıkıp “Biz yerliyiz milliyiz” gibi yalanları ortaya atıyorlar. Erdoğan, “Ben bu ülkeyi şirket gibi yöneteceğim” dedi ve gerçekten de şirket gibi yönetti. O şirketi de batırdı. İflasın üzerini örtmek için de “açız yoksuluz” diyen insanlara terörist yaftasını yapıştırdılar ve hapishanelere koymaya başladılar. Konuşmamın başında da belirtmiştim. İnsanlık ve dünyamız bir çağ dönüşümünün eşiğindedir. Şimdi yeni bir dönüşüme daha hazırlanıyor. Geliştirilen yapay zekayla ve 5G teknolojileriyle dijital dünyada dünyanın bütün geleceğini değiştirecek yepyeni bir uygarlığın kapılarını aralayan devrimler sürecinden geçiyoruz. Şayet teknolojinin bu gelişimini dünyadaki susuzluğu, açlığı ve yoksulluğu gidermek için; barışı ve huzuru tesis etmek için kullanacak olsalar büyük insanlık kazanır. Ama ne yazık ki bunu böyle kullanmıyorlar ve yapay zekayı ve 5G teknolojisini bu ülkede ve bütün dünyada insanlığı yok etmek için kullanıyorlar. Silah üretiminde kullanıyorlar, üretim ilişki ve biçimini bozmak için kullanıyorlar.
Küresel sermaye, krizini sadece yurttaşın üzerinde kemer sıkma şeklinde uygulamıyor, aynı zamanda dünya ölçeğinde savaş ve çatışmaları kışkırtarak bu krizden çıkmaya çalışıyor. 11 Eylül’de ikiz kulelerin bombalanması ve akabinde Afganistan’ın işgali, 2010’da Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yayılan Arap Baharına müdahaleler ki Arap Baharını emperyalist güçler Arap Kışına çevirmiştir. Savaş her yerde. Rusya ve Ukrayna'ya baktığımızda savaşın batıya yayıldığını görüyoruz. Çin-Tayvan denklemine baktığımızda savaşın diğer bölgelere yayıldığını görüyoruz. Ama savaş bu koşullarda ne şekilde yayılırsa yayılsın, emperyalist güçlerin paylaşım savaşlarının bölgesel suretini en nihayetinde Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde görmekteyiz. Çok açıktır ki Suriye’deki gelişmelere de baktığımızda bölge yeniden dizayn ediliyor. Ortadoğu’da süren savaşların nihai amaçları ortadadır: İran’ı etkisizleştirmek ve yapabilirlerse savaşa çekmek, Rusya’yı sınırlamak, Çin’in “Bir Kuşak Yol” projesinin önünü kesmek ve bunun küresel sermayeye karşı başka bir bloktan yükselen bir tehlike olarak açığa çıkmasını engellemek. Tüm bunların sonucunda Asya-Pasifik hattını engellemek ve gerekirse savaşları bu anlamda büyütmek. Bütün hedefleri bu.
Suriye’deki gelişmeleri biz bunlardan bağımsız ele alamayız. Buradan TBMM’ye şunu hatırlatmak istiyorum. Türkiye’nin neden iç barışa ihtiyacı olduğunu hep birlikte daha çok anlayalım diye şunun altını kalın kalın çiziyorum. Henüz yeterince gündeme gelmemiş gibi gözükse de Kuzey hattından daha güneyde Kızıldeniz, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’a varacak gerilimin dinamiklerinin taşları döşenmektedir. Böylesi bir süreçte İsrail’in Gazze’ye müdahalesini de bundan bağımsız düşünemeyiz. Bugün Gazze’de Filistinliler katledilirken, başta Türkiye’deki mevcut iktidar olmak üzere ne yazık ki bütün dünya sınıfta kaldı. Gazze’de çocuklar ve siviller katledilirken, bu saldırıları durdurabilecek yeterli adımı ortaya koyamadınız. Koyamadı bütün dünya. Ulus devletlerin bitimsiz çözülmeyen sorun yumağı ile karşı karşıyayız. Ulusçuluk, siyasal İslam, mezhepçilik, erkek egemen ideoloji milyonları yerinden yurdundan etmiş durumdadır. Emperyalist güçlerin müdahaleleri sonucunda uzunca bir zamandır Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da devam eden çatışmalar doğrudan Türkiye’yi de etkilemektedir. İçinde İran’ın da olduğu daha büyük bir savaşın ortamının ve koşullarının yaratıldığının altını çizmek isterim. Bunun üzerinde özel olarak çalışıldığını belirtmek gerekiyor. Bu planları aklımızdan bir an bile çıkarmadan Suriye’deki son gelişmeleri değerlendirmeliyiz. Daha büyük bir savaşın kapılarının açılacağını bilen bir yerden değerlendirmeliyiz. Emperyalist güçlerin imalatı olan El Kaide, El Nusra ve Suriye’deki uzantıları olan HTŞ dahil olmak üzere çok sayıda irili ufaklı örgütün buradan türediğini biliyoruz. Bu gruplar şimdi bir kez daha sahne almış durumdadır. Daha önce Özgür Suriye Ordusu olarak bilinen ve Suriye Milli Ordusu olarak ismi değişen, Türkiye'de eğitilip donatılan bu çete örgütü şu anda Suriye'de yine faaliyet yürütmektedir. Suriye’de bir vekalet savaşı yürütmektedir. Kimlere saldırmaktır?
Kuzey ve Doğu Suriye'deki Kürtlere ve Suriye halklarına karşı kullanılmaktadır. Bu iktidarın Türkiye’ye ve bölgeye yaptığı en büyük kötülük, Kürt sorununda çözümsüzlüğü sürdürmek, Neo Osmanlıcı hayallere kapılmak ve bunun peşinden giden bir dış siyaset izlemektir. Bunun için Selefi ve cihatçı örgütlerle işbirliği yapmak ve desteklemektir. Bunların ülkemize geri dönütleri nasıl oldu? Türkiye’yi bölge ülkelerinin neredeyse tamamıyla kavgalı hale getirdi. Türkiye’de Ankara Gar Katliamını, Suruç ve Reyhanlı ve Antep katliamlarını ve burada sayamadığım çok sayıda katliamı bu eğitip donattıkları, destekledikleri, sınırı açtıkları örgütler gerçekleştirdi. Yani bu iktidarın eğitip donattıkları, Türkiye’deki yurttaşların katili oldu. Maaşlarını kıstığınızda, vaktiyle Esad'la görüşme teklifinde bulunduğunuzda Reyhanlı sınırında Türk bayrağını yaktılar, sesinizi çıkaramadınız. Suriye savaşı başladığından bugüne kıyasladığınızda, Türkiye’nin kuruluşundan bugüne kadar Türkiye’nin sınırları hiçbir zaman bu kadar güvensiz olmamıştı. Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan Kürtler demokratik, farklı halklarla ortak yaşam kültürünü benimsemiş, kadın özgürlükçü bir anlayışa sahiptir. Sekülerdirler aynı zamanda. Biz bu kürsüden defaatle söyledik: Bu özelliklere haiz olan Kürt halkı mı komşumuz olsun, IŞİD ve türevi örgütler mi komşumuz olsun?
Kamuoyunda Rojava diye bilinen Kuzey ve Doğu Suriye’yi ve orada yaşayan insanları bu kürsüye çıkan insanlar biraz önce öyle bir anlattı ki sanki orada yurttaş yok, sivil yok, herkes eli silahlı beklemekte. Milyonlarca insanın yaşadığı kentlerden bahsediyoruz. Ankara’nın göbeğinde siz çocuklarınızı nasıl okula gönderiyorsanız, hastaneye gidiyorsanız, işe gidiyorsanız; işte orada da böyle sivil insanlar yaşıyor. O coğrafyayı iyi bilmek, iyi anlamak gerekiyor. Ortadoğu’nun soykırım kıskacında Suriye ile ilgili tavrımız çok nettir: Çetelerin kimi bölgelerde devam eden müdahaleleri derhal son bulmalıdır, silahlar susmalıdır. Suriye’nin kaderini Suriye halkları demokratik bir zeminde belirlemelidir. Orada demokratik bir anayasa yapım sürecine katkı verilmelidir. Dış müdahaleler derhal bitmelidir. Bu mesajı bugün burada herkes verdi. Demokratik bir Suriye’den bu kürsüden herkes bahsetti. İktidar ve ortağı da “demokratik Suriye” dedi ama arkasından ne yaptı? Bugün elimize ulaşan haberlere göre Ayn İsa’da çoğu çocuk 12 sivil TSK güçlerinin SİHAlarıyla katledildi. Minbiç günlerdir bombalanıyor. Orada sivillerin olduğu yerler bombalanıyor. Türkiye’de iç barış barış diyeceğiz ama Minbiç, Eyn İsa, Tel Rıfat’ı vuracağız. Böyle bir dünya yok, olamaz. Buradan çağrımızdır: TSK orada gerçekleştirdiği saldırılara son vermelidir. Suriye’de yaşayan Araplar, Kürtler, Ermeniler, Türkmenler, Dürziler, Arap Aleviler, Nusayriler, İsmailililer, Asuriler, Asurlar ve burada sayamadığım tüm farklı halklar ve inançlar bir arada yaşam kültürüne sahiptir. Herkesin temsil edildiği ortak, kapsayıcı, demokratik bir anayasanın oluşması için katkı vermeliyiz hep beraber. Kürtlerin statüleri mutlaka ve mutlaka tanınmalıdır. Demokratik Suriye, demokratik Ortadoğu diyorsak oradaki Kürt kardeşlerimizden korkmayacağız, çekinmeyeceğiz; oradaki Kürt kardeşlerimizle ortak yaşamın yollarını bulacağız. Onun için de bu parlamento çalışmalıdır.
Ne yazık ki bu baş döndürücü yapısal dönüşümler içinde Türkiye dış siyasette rotasını kaybetmiş bir ülke konumuna gelmiştir. Dış siyasetin iç siyasetle oldukça ilintili ve birbirini çok yoğun etkilediği bir dönemden geçiyoruz. Bu sadece bizim ülkemiz için değil bütün dünya ülkeleri için böyledir. Türkiye’nin dış politikası şu an rasyonel değildir. Batı ile Avrasya arasında sıkışmış durumdadır. Bir sarkaç siyaseti yürüttüler. Aradaki çatlaklardan faydalanmak için çalıştılar ama Türkiye’nin geldiği hal ortadadır. Bölgesel riskleri genel anlamda değerlendirebilmeliyiz. Bu ülkeyi yönetenler tercihlerini mutlaka ama mutlaka halklardan yana yapmalıdır. Demokrasi karşıtı güçlerle, insanlık karşıtı güçlerle işbirliğine mutlaka son verilmelidir. Tarihin çöplüğünde çürümüş fikirlerle beslenen neoliberal Osmanlıcı ideolojiye eklemlenen hamasi siyasetle yol gidilemeyeceği açıktır. Bu hakikatle barışık olunmalıdır. Ortadoğu’da Kürt halkının kazanımları, Türk halkının ve bütün Türkiye halklarının kaybı değil kazancı olur. Kürtlerin ve Türklerin demokratik zemindeki ittifakı, Ortadoğu halklarına model olacaktır. Çok söyledik. İçeride Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye’nin Ortadoğu’da barış rolü üstlenebileceğini ve bunun samimi olabileceğini söyledik. Yeryüzü ve özellikle coğrafyamız gerçekten savaştan ve kandan çok yoruldu. Bütün dünyaya sesleniyorum: Bakın, dünya nükleer silahların tehdidiyle karşı karşıya. Dünya üçüncü büyük dünya savaşının eşiğinde. Böylesi biz zamanda barışın sesi çok daha gür, çok daha cesur yükselmelidir. Bütün dünyada savaş karşıtı güçlerin bir barış hareketini oluşturması şu an her şeyden çok elzemdir ve acil bir biçimde bunun oluşması gerekiyor. Dünya ve bölgede kaosun derinleştiği bu tabloda Türkiye'nin de üzerine düşeni yapması gerekir.
Bugün bütçeyi konuşuyoruz. Bütçeyi konuşurken, savaşın ve çatışmaların, özel harp politikalarının maliyetini de konuşmalıyız. 40 yılı aşkın süredir devam eden savaş ve çatışmalarda, sadece Kürt sorunu odaklı harcamalara baktığımızda, 3 trilyon dolardan daha fazla para harcanmış. Neye harcanmış bu paralar? Mermiye, tanka topa, İHA’Lara, SİHA’lara harcanmış. Bu kadar büyük bir bütçe halklar, işçiler ve emekçiler için kullanıldığında, Konya’daki ve Trabzon’daki işçi kardeşimizin karnı doyacaktı. Diyarbakır, Batman, Şırnak, Ağrı, Muş ve Siirt ekonomi endeksinde en yoksullar sıralamasında yer almayacaktı. Vakit kaybetmeden hem siyasetin hem de toplumun bu konuda çok büyük görev ve sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. DEM Parti olarak, onurlu bir barışın hem içeride hem dışarıda sağlanması için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadan çalışacağımızı bir kez daha ilan ediyoruz.
Bütçe soğuk rakamların değil tamamen siyasi tercihlerin planlanması ile ilgilidir. Biz her fırsatta söyledik. Cumhur İttifakının bütçesinde milyonlarca yurttaşımız yok. İşçi, emekçi, yoksul, esnaf, çiftçi yok; kadınlar, çocuklar, engelliler yok. Bir avuç yandaşın kazancı var, 5’li Çetenin kazancı var. Ülke parsel parsel satıldı. Kamuya ait hiçbir şeyi bırakmadılar. Şimşek geldiğinde enflasyon yüzde 38,21 idi. Şimdi düştü dedikleri enflasyon rakamlarına baktığımızda, Saray’da hazırlanan TÜİK verilerine göre enflasyon 47,09 ama gerçek enflasyon yüzde 80. Faiz yüzde 8,5’ti, şimdi yüzde 50 oldu. Dünyadaki en yüksek faizlerden biri. Dolar kuru 21,14 idi, şimdi 35 TL’ye dayanmış durumda bütün baskılamalara rağmen.
Değerli Türkiye halkları, Türkiye'yi bu anlamda ikiye bölmüş bu iktidar. Bir tarafta yüzde çoğunluk, yani toplumun yüzde 81’i; diğer tarafta zengin azınlık. Bu Beytü’l Mal’a yapılan en büyük ihanettir ve bu ihanet tarihe bu şekilde geçecektir.
DEM Parti olarak, yaz boyunca Ekmek ve Adalet Buluşmaları gerçekleştirdik. Aynı zamanda Kadın Meclisimiz ile beraber “Eşit ve Özgür Bir Yaşamda Israrcıyız, Derinleşen Kadın Yoksulluğuna Karşıyız” kampanyasını yaptık. Türkiye’nin çok farklı yerlerine gittik. İşçilerle, emekçilerle, yoksullarla, ev emekçisi kadınlarla buluştuk. Bir dokun bin ah işit. Sebze halinin kapısında çürük sebze ve meyveyi evine götürmeyi bekleyen kadınları gördük. Günde 10 saat çalışıp 600 TL yevmiye alan mevsimlik tarım işçilerini gördük. Merdiven altı atölyelerde güvencesiz ve karın tokluğuna çalışan işçi ve emekçiyi gördük. Hem maddi hem manevi hiçbir güvencesi olmayan ev emekçisi kadınları gördük. Karadeniz’de topladığı çayın, Urfa ve Antep’te topladığı fıstığın, Antalya ve Manisa’da ekilen domatesin maliyetini çıkaramayan üreticileri gördük. AKP’nin ülkenin bütün varlıklarını peşkeş çektiği 5’li Çeteyi Karun kadar zengin eden, hormonlu ekonomik büyümenin verilerini veren inşaat sektöründe çalışan işçileri gördük. MESEM aracılığıyla sermaye için ucuz işgücü olarak kullanılan çocukların çocukluğunun ve emeğinin nasıl çalındığını gördük. Samanın bile ithal edildiği bir yerde hayvancılığın bitmeye yüz tutan halini gördük. Depremzedeleri gördük. Biraz önce burada Cumhurbaşkanı Yardımcısı sunumunu yaparken, “Bütçe açığı vermemizin temel nedenlerinden biri deprem” dedi. Pandemi zamanında da pandemiydi. Pandemiden önce de Allah bilir neydi? Hatırlamıyorum, ne demiştiniz? 2 sene geçti depremin üzerinden ve halen depremzedeler aynı yerlerdeler. Hala atılmış doğru düzgün adım yok birkaç yer haricinde. İktidarın sunduğu bir çözüm önerisi yok. Özellikle Hatay’da, her daim 3’üncü insan muamelesi gören Hatay’da hala konutlar yıkılmayı bekliyor ve insanlar konteynerlerde yaşıyor. Rezerv alan tartışmaları ve şimdi de deprem bölgesinde mücbir sebep halinin 30 Kasım’da bitirilmesi. Buradan bir kez daha çağrımızı yineliyoruz: Depremin yaralarını sarmak için bu bütçede en büyük pay zaten buna ayrılmalıdır. Buna ayırdığınız için bütçe açık vermiyor, zenginlerin vergilerini affettiğiniz için bütçe açık veriyor. Bunu buradan hatırlatmak istiyorum.
Bakın, Türk İş 2024 Kasım Raporunda açlık sınırını 21 bin 561.65 TL, yoksulluk sınırını 66 bin 976.07 TL olarak belirlemiş. Asgari ücret 2024’te bir kez arttırıldı ama asgari ücreti artırmaktan imtina edenler bu açlık ve yoksulluk sınırını görmeden, yurttaşın haline bakmadan hareket ediyorlar. 50 milyon yurttaşımız açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır ve bu çok zor bir süreç. Şunu iyi bilelim ki bu bütçede emekli yok. Bu bütçede geçinemediğinden dolayı Konya’da inşaatta çalışmak zorunda kalan ve çatıdan düşüp yaşamını yitiren yaşlı amcamız yok, üniversiteliler yok, moto-kurye işçileri yok. Soma’da kaybettiğimiz 301 işçimiz yok. İliç’te kaybettiğimiz 9 maden işçimiz yok. Canice katledilen, istismara uğrayan çocuklar yok. Narinler, Şirinler yok bu bütçede. Çocuklarını çalışmak zorunda olduğu için barakada bırakan ve 5 çocuğunu yanarak kaybeden kadın ve yanarak giden o çocuklar yok. Engelliler bu bütçede yok. Emeği görünmeyen kadınlar bu bütçede yok. Yok yok yok! Bu bütçede halk yok. Bu bütçede, sermayenin çıkarları, zengin bir avuç sınıfın çıkarları var. 2025 Bütçesinin de hikayesi budur.
Sevgili Kadınlar;
Bu bütçede en çok olmayan bizleriz. Bu bütçenin toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe olması için biz DEM Parti olarak her fırsatta mücadele ettik. Kadınlar her gün şiddete uğruyor, katlediliyor. Ayşenur Halil, İkbal Uzuner ve IŞİD’vari yöntemle canice katledildi. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin haddi hesabı yok ama kadınlar bu bütçede yok. Kadına yönelik şiddeti önleyecek caydırıcı yasalar yok. Olan yasaları da mevcut olan erkek yargı, erkeklerin lehine kullanıyor. İstanbul Sözleşmesinden çekildiniz. 6284 Sayılı Kanunu tartışmaya açtınız. Kadınların en önemli kazanımlarından olan nafaka hakkını tartışmaya açtınız. Sığınma evi yok, gündeme bile gelmiyor. Bu bütçe asla kadın bütçesi olamaz.
Kadınların toplumsal ve kamusal alana etkin katılımını oldukça önemsemekteyiz. Bunun için de DEM Parti olarak eş başkanlık ve eşit temsiliyeti önemsiyoruz. Özellikle belediyelerimizde kadın müdürlükleri ve kadın daire başkanlıkları başta olmak üzere kadın destek evleri, sığınma evleri ve burada sayamadığım çok önemli çalışmalar var. Ancak bu iktidar ne yapıyor, biliyor musunuz? Kadının adını belediyeden silmek için, eş başkanlık sistemimizi yok saymak için ne yapıyorlar? Halkın iradesini, Kürt’ün iradesini, seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırmak için kayyım atıyorlar. Oysa olması gereken bu kadın kurumlarının desteklenmesidir. Atanan kayyımın ilk işi belediyelerimizdeki kadın kurumlarını kapatmak oldu. Ancak bizler enseyi karartmayacağız. Bütçemizi kendimizin yapacağı günler elbette gelecek. Kadın Bakanlığımızı kuracağımız günleri göreceğiz. Bakanlığımızın en önemli faaliyeti kadına yönelik şiddetle etkin mücadele olacaktır. Ulaşılabilir nitelikte anadilinde kreş ve bakım merkezlerini kuracağız. Biz kadınlar bedenimiz, emeğimiz ve kimliğimiz için mücadele etmeye devam edeceğiz. Sizler yasaklasanız da Jin, Jiyan, Azadî demeye devam edeceğiz.
Bu bütçede ne olmalı ya da halktan yana bütçede ne olmalı? “Ekmek ve Adalet İçin Bütçe” şiarıyla hareket etmeliyiz. Geliri olmayan ya da belli gelirin altındaki hanelere insan onuruna yaraşır bir yaşam için temel gelir sağlamalıyız. İhtiyaç sınırına kadar elektriği, suyu, doğalgazı ve interneti ücretsiz kamu hizmeti olarak sağlamalıyız. Acil müdahale olarak temel gıda ürünlerinin üzerindeki KDV’yi kaldırılmalı ve raflardaki temel gıdaların fiyatları sabitlenmelidir. Vergiler işçinin, esnafın ve küçük ölçekli işletmelerin belini bükmüş durumdadır. Esnaf kepenk kapatıyor. Büyük sermaye sahipleri vergi kaçırıyor. Servet vergisi olmalı. Azdan az, çoktan çok vergi alınan bir sistem inşa edilmelidir. Yoksul ailelere kira desteği sağlamalıyız.
Ataması yapılmayan öğretmenlerin atamasını yapmalıyız. KHK’lıların maddi ve manevi tazminatlarını karşılamalı, görevlerine iade etmeliyiz. Asgari ücret için DEM Parti olarak ifade ettiğimiz rakam 35.000 TL’dir ama bunun da enflasyon karşısında eridiğini biliyoruz. O nedenle 3 ayda bir yükselen enflasyon oranına göre de güncellenmesi gerektiğinin altını özellikle çiziyoruz. Türkiye’de tarım bitirildi. 2002’de AKP iktidara geldiği günden bu yana, uyguladığı tarım politikasıyla Türkiye’yi ihracatçı bir ülkeden ithalatçı bir ülke konumuna getirdi. Eti ithal ediyoruz, buğdayı ithal ediyoruz. Türkiye bu hale mi gelmeliydi? Ama siz getirdiniz ne yazık ki! Toprağıyla, havasıyla, suyuyla; Çukurovasıyla, Harran ve Konya ovalarıyla, meralarıyla dünyanın en önemli tarım ülkesi olan Türkiye’de bizler söz veriyoruz: Bu ülkenin yönetimine geldiğimizde, radikal bir tarım politikasıyla tekrar eski pozisyonumuzu da aşan bir yere geleceğimiz kesindir. Bunun için kaynak yok demeyin. Vergide adaleti sağlayarak, kamulaştırma yaparak, hayali ekonomik büyüme yerine reel üretimi önemseyerek, savaş ve çatışma politikalarına para ayırmaktan vazgeçerek, kamu özel işbirliği projelerine giden garanti ödemeleri durdurarak, Türkiye Varlık Fonunu kapatarak, Örtülü Ödeneği ortadan kaldırarak ve daha başka birçok çözüm yoluyla elbette bu bütçenin kaynağı yaratılabilir.
Ekmek ve adalet için bütçe yapmak mümkün. Yeter ki bütçe yaparken merkezimize insanı, doğayı, barışı ve adaleti alalım. Bunu yapmak mümkün. Ama Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile bunu yapmak mümkün değil. Dolayısıyla bu sitemin kökten değişmesi gerekir. Bu sistemle hukukun üstünlüğü olacak dediniz, üstünlerin hukukunu yarattınız. Askeri vesayetten kurtulacağız dediniz, Saray’ın vesayeti bütün kurumların üzerinde. Bu sebeple diyoruz ki Türkiye’nin içinde bulunduğu toplu krizi, yani ekonomik, sosyal ve siyasi krizi aşmak elbette mümkün. Ama bunun için radikal, köklü değişikliklere ihtiyaç var. Bu sistem bu haliyle artık daha fazla gidemez, bunu götüremez. Bu çoklu krizlerin çıkış yolu demokratik bir akılla mümkündür. Tekçi değil çoğulculukla mümkündür. Demokratik bir Türkiye’yi inşa etmekle mümkündür. Türkiye’de yaşayan farklı halkları ve inançları, şu bu kökenli diye ifade etmeden -nasıl ki Türk kökenli demiyorsak- bu ülkenin eşit yurttaşı görmekle mümkün. Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkes herkesin kendi dili ve inancıyla eşit şekilde yaşadığı ve bu eşitliğin demokratik bir anayasa ile garanti altına alındığı bir Türkiye elbette bu sorunları aşabilir. Demokratik bir cumhuriyeti hep beraber inşa edebiliriz. Demokratik cumhuriyeti inşa etmemiz için 85 milyon yurttaşımızı kucaklayan bir politika yürütmek zorundayız. Cesur olmak zorundayız. Sorunlarımızla yüzleşmek zorundayız. Aksi takdirde bunları başarmak mümkün değildir. Bunun için de radikal bir demokrasi mücadelesi vermek zorundayız.
Ekranları başında bizi izleyen değerli yurttaşlarımız, bizler bu sorun yumağına rağmen asla enseyi karartmayacağız. Baskılara rağmen toplum bu gidişata, bu sisteme, bu rejime rızalık vermiyor, vermeyecek. Fabrikalardan, alanlardan ve sokaklardan yoksulların, işçilerin, emekçilerin, kadınların doğa ve insan hakları savunucularının seslerini hep beraber duyuyoruz. Biz onlarla birlikte aktif olarak mücadele yürütüyoruz. Türkiye halkları olarak köklerimizden aldığımız gelenekle, bilinçle, mücadele kültürüyle ve birikimle yolumuza devam edeceğiz. Umut her gün büyüyorsa, mücadelemize olan sarsılmaz güvenimizdendir. Bize dayatılan değil, hak ettiğimiz özgür ve onurlu bir yaşamı hep birlikte kuracağız. Bunun sözünü de burada bütün Türkiye halklarına, 85 milyon yurttaşımıza veriyoruz. Bizler mücadeleyle kazanacağız. 77 1 Mayıslarında özne olmuş bir toplumuz, 15-16 Haziran işçi direnişlerinde başarmış bir toplumuz. Tekel direnişinde, barış mücadelesinde ve kadın mücadelelerinde başarmışız. Bu köklerimizi ve birikimimizi asla unutmadan demokratik bir Türkiye, demokratik bir cumhuriyet için mücadele etmeye devam edeceğiz.
9 Aralık 2024