Hatimoğulları: IŞİD’i Türkiye’ye komşu yapmak isteyen zihniyet Kobanîde kaybetti, Sincandaki kumpasta da kaybedecek

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, haftalık Meclis Grup Toplantımızda yaptığı konuşmada gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Hatimoğulları şunları söyledi:

HEDEP tüm Türkiye halklarına, ezilen ve sömürülenlere hayırlı uğurlu olsun!

Değerli halkımız, grubumuza katılan değerli kurum temsilcileri, il-ilçe örgütlerimizden  katılım gösteren değerli yoldaşlarım, basın emekçileri ve Meclis’in personeli emekçi arkadaşlarım; hepinizi saygıyla, sevgiyle ve hürmetle selamlıyorum, grup toplantımıza hoş geldiniz. Grup Başkanvekilimiz de ifade etti. Biz yepyeni bir isimle yola devam ediyoruz; ama aynı paradigmayla ama aynı ruhla ama aynı mücadele azmiyle ama partimiz hakkında açılan kapatma davasına Türkiye'nin dört bir yanından halkımızın verdiği cevapla yolumuza HEDEP olarak devam ediyoruz.  Biliyorsunuz ki Türkiye'de çok sayıda partimiz kapatıldı. Ancak hangi parti ile yola devam ettiysek halkımız sürekli partilerimize HEDEP dedi. Ve işte halkımızın  dediği oldu; yeni partimiz HEDEP bizlere, tüm Türkiye halklarına, ezilen ve sömürülenlere hayırlı uğurlu olsun!

Bizler bugüne öyle kolay gelmedik. Çok büyük bedeller ödendi. Birçok arkadaşımızın, yoldaşımızın ağır bedeller ödemesiyle bugüne kadar geldik. Partimizin ve mücadelemizin emektarları olan ve şu anda Kobanî Kumpas Davasında  siyasi rehine olarak hapishanede tutulan Sevgili Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Leyla Güven, Ayla Akat Ata, Nazmi Gür, Günay Kubilay, Bülent Parmaksız ve adını burada sayamadığım çok sayıda yol arkadaşlarımıza buradan selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Onların mücadele bayrağını asla yerde bırakmayacağız, sonuna kadar o bayrağı taşıyacağız.

Kongremize çok büyük bir coşku hakimdi
Biliyorsunuz ki bizler oldukça coşkulu, oldukça moralli  bir kongre yaşadık. Kongre sürecine hazırlanırken de seçimlerden hemen sonra halklarımızla, il ve ilçe örgütlerimizle, birçok demokrasi kurumuyla, emek ve meslek örgütleriyle bir araya geldik. Onlarla yeni döneme nasıl bir hazırlık içinde girmemiz gerektiğine dair fikir alışverişinde bulunduk. Ve kongremizi işte tam da böyle bir çalışmanın üzerinde gerçekleştirmiş olduk. Kongremize çok büyük bir katılım oldu ve coşku hakimdi. Kongremize gelen siyasi partilere, emek-meslek örgütlerine, kurumlara, doğa ve insan hakları savunucularına, dünyanın dört bir yanından gelen konuklarımıza buradan teşekkürlerimi sunuyorum. Kargoyla çocuğunun cenazesi geldiği halde “Ben hala barış istiyorum” diyen anaların sembolleştiği Barış Anneleri kongremize çok büyük bir ruh kattı. Onlara buradan büyük teşekkürlerimi sunuyorum. Yaşamın her alanında mücadeleyi kendine rehber edinmiş olan kadınlar; Türkiye’de iyice geleceksizleştirilen ve yarınını göremeyen ama yarınımızın umudu olan gençler kongremize büyük güç kattı. Onlara da sizlerin huzurunuzda teşekkür ediyorum. En büyük teşekkürü ise Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında umudu, mücadeleyi ve geleceği heybesinde taşıyarak zılgıtlarıyla bizlerle olan değerli halklarımıza sunuyorum.

Gazze yıllar içerisinde İsrail tarafından açık cezaevine dönüştürüldü 

Biz bu grup toplantısını gerçekleştirirken Gazze halen bombalanıyor. 7 Ekim’den bu yana yüzlerce sivil yaşamını kaybetti. İsrail’in işgali sonucunda şimdi tırmanışa geçmiş olan bu saldırılar bitmek bilmiyor.  Her gün yüzlerce insan kadın, çocuk, erkek bu savaşta yaşamını kaybediyor. Ancak bütün dünyadan, bütün dünya halklarından bir çağrı yükseliyor: İsrail bir an önce ateşkes ilan etsin. İsrail bir an önce silahları sustursun ve Filistin halkının kendi topraklarında nefes almasının önü açılsın. 

2 milyon insanın yaşadığı Gazze daracık bir coğrafya. Zaten yüzyıla yakındır İsrail'in bu bölgede yürütmüş olduğu siyaset ve işgal politikası 2 milyon insana küçücük bir alanı dar etmiş durumda. Gazze şu anda açık bir hapishane konumunda. Bununla da yetinmiyor İsrail; Filistinlileri Gazze’den kovmak için, orayı Filistinsizleştirmek ve kendi topraklarına katmak için, hatta Filistin'i haritadan silmek için çok ciddi adımlar atıyor. Bu savaşı ne yazık ki böyle okumak durumundayız. Gazze Sağlık Bakanlığı bir çağrı yapıyor. Bakan kan bağışı, ilaç ve malzeme isteyebilir ama onların istediği ne? Yakıt istiyorlar. Çünkü yakıt bittiği için hastanede birçok makine çalışmaz duruma gelmiş. İşte Gazzelileri getirdikleri nokta budur.

Filistin’de saldırıların bir an önce bitmesi için herkesin seferber olması lazım

Türkiye’deki iktidar uzun yıllardan beri “Filistin benim ana davam” der ama hiçbiri doğru değil. Bu iktidar şu anda kan ağlayan mazlum Filistin halkının ne yazık ki gerçek anlamda yanında değil. Sadece Türkiye'de ki iç siyaseti tahkim etmek ve kendi tabanına şirin gözükmek için Filistin'in yanındaymış gibi davranıyor. Timsah gözyaşı akıtıyorlar ne yazık ki.  Buradan Cumhur İttifakına -ki küçük ortak MHP ‘Filistin’e seve seve giderim’ diye bugün de açıklama yaptı- soruyorum. AKP iktidarı döneminde İsrail ile geliştirilmiş olan ticari ve askeri anlaşmalar katlanarak artmış durumda. Sadece askeri anlaşmalardan vazgeçmeyi düşünüyor musunuz, ey iktidar? Bu anlaşmalardan vazgeçmeyi düşünmüyorsanız siz Filistin halkının yanında olamazsınız. Siz olsa olsa Türkiye’deki Müslümanları sadece kandırmaya çalışmış olursunuz. 

Buradan biz HEDEP olarak; mazlum Filistin halkının yanında olduğumuzu bir kere daha ifade ediyoruz. Onlar için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız. Bütün dünya kamuoyuna ve ayrıca taraflara buradan sesleniyoruz; Filistin’de devam eden bu saldırıların bir an önce bitmesi ve sivil insanların yaşamını kaybetmesinin önüne geçilmesi için ne gerekiyorsa herkesin seferber  olması lazım. Bizlere savaşları dayatan anlayışa, sisteme ve rejime karşı barıştan tarafız ve sadece Türkiye’de değil Ortadoğu’da da dünyanın dört bir yanında da barış sesini yükselterek yanıt vereceğiz. Barışın sesi savaşı bastırana dek barış demeye devam edeceğiz. 

İsrail’in Filistin halkına yaşattıklarını bu iktidar Rojava’da 2011’den beri Kürtlere yaşatıyor  

Bizler Filistin davasıyla ilgili konuşurken aynı saatlerde bir de Rojava bombalanıyor. 1 Ekim’den bu yana Rojava topraklarında, Kuzey ve Doğu Suriye topraklarında  bombalanmadık hastane, yakıt istasyonu, okul bırakılmadı. Yine orada yaşayan 5 milyon Kürt sivil ve diğer halklar bombardıman altında. AKP iktidarı diyor ki “Filistin’de barış sağlayalım”. Ancak İsrail’in Filistin halkına yaşattıklarını bu iktidar Rojava’da 2011’den beri Kürtlere yaşatıyor. O topraklar bombalanıyor. O topraklar tıpkı Gazze nasıl insansızlaştırılmak isteniyorsa öyle insansızlaştırılmak isteniyor. Nasıl Filistinliler Sina Yarımadasına ya da Necef Çölüne gönderilmek isteniyorsa, AKP iktidarı da aynısını yapmak istiyor. Afrin’de yaşayan Kürt halkını oradan göndererek ve zorla göç ettirerek, göç etmeyeni de katlederek nasıl yaptıysa şimdi bunu sürdürmek istiyor. Ve Rojava’da komşularımız olan, oranın kadim halkı olan Kürt halkı ve diğer halkları sürerek ne yazık ki yerlerine kendi yandaşlarını ve farklı kesimleri yerleştirmeyi, demografik yapıyı değiştirmeyi istiyor. Türkiye’ye neden 5 milyon mülteci geldi biliyor musunuz? Bunun kapılarını AKP neden açtı? İnanın mültecileri sevdiği için değil. Mülteciliği araçsallaştırdığı için bu politikayı izledi ve şu anda en büyük projesi büyük bir demografik yapı değişimini sağlayarak buradaki insanları götürüp oraya yerleştirmek ve bölgeyi Kürtsüzleştirmek. Buradan bir kez daha söylüyoruz; Suriye topraklarından elinizi çekin. AKP iktidarına ve bu rejime bir kez daha diyoruz ki bir an önce bütün silahlı unsurlarınızı Kuzey ve Doğu Suriye topraklarından hemen çekin.

Gelin Türkiye'deki bütün kesimler olarak barışa sahip çıkalım

Kürt sorunu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmek üzere halen sorun olarak devam ediyor. Eğer siz Filistin’e, Libya’ya ya da herhangi bir Ortadoğu ülkesine barışı taşıyacağım diyorsanız öncelikle barışı kendi topraklarınızda tesis edeceksiniz. Öncelikle kronik olan derinleşmiş ve kanayan yaramız olan Kürt sorununu barışçıl demokratik yöntemlerle çözeceksiniz ki bölgeye örnek olabilesiniz, barış istiyorum dediğinizde bölgenin diğer hakları sizleri ciddiye alabilsin. Şunu açıkça söyleyelim; Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözmek ve bunu bir model olarak bütün bölgeye sunmak dışında hiçbir çaremiz yok. Türkiye Barış Meclisi çalışmalarını bütün Türkiye halkları çok iyi hatırlayacak. Bunun öncülerinden birisi Yaşar Kemal idi. Yaşar Kemal çok güzel bir söz söylemişti: “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir barıştır”. 

O dönemde Türkiye’de barışı tesis etmek için bütün aydınlara, yazarlara, gazetecilere, sanatçılara ve her kesime Yaşar Kemaller güçlü bir çağrı yapmıştı. İşte biz Yaşar Kemallerin o çağrısını burada yineliyoruz: Gelin Türkiye'deki bütün kesimler olarak barışa sahip çıkalım, barışı bölgemizde tesis edelim, akan kanı hep beraber durduralım. 

Halkların en önemli taleplerinden biri tecridin son bulması

Bizler savaştan ve Ortadoğu coğrafyasının yaşadığı eziyetten bu kadar bahsederken aslında çözümün önemli isim ve adreslerinden biri olan ve İmralı tecridinde olan Sayın Öcalan’dan da bahsetmeliyiz. Bu konudaki fikri ve yapmış olduğu demokratik açılımla Sayın Öcalan, Kürt sorununun ve de Türkiye’deki haklar meselesinin nasıl çözüleceğine dair çok önemli fikirler sundu. 24 yıldır tecrit altında. 32 aydır ne ailesi ne de avukatlarıyla görüştürülüyor. Kürt halkı başta olmak üzere bölge halklarının en önemli taleplerinden biri de tecridin son bulmasıdır. Çözüm demokratik diyalogdur. Herkesi tecride karşı durmaya davet ediyorum. Tecrit derhal son bulmalıdır. 

AKP, ülkenin gelirlerini savaş politikalarına ayırdığı için insanlar yoksulluktan kırılıyor

Sadece savaşlardan acı çekmiyoruz, sadece savaşlarda canımız yanmıyor; ülke çok yoğun ve çok derin bir yoksulluk ile karşı karşıya. Elbette kapitalist sistemin dünya ölçeğinde yaşadığı krizi biliyoruz. Ancak Türkiye'de AKP iktidarı, ülkenin bütün gelirlerini ve varlıklarını kendi yandaşlarına peşkeş çektiği için ve özel harp politikalarına, sahte güvenlikçi politikalara ayırdığı için ne yazık ki bu ülkenin insanları yoksulluktan kırılıyor. Şu anda açlık sınırının altında yaşayan milyonlarca insan var. Çarşı pazara giden insanlarımız eskiden filelerini doldurup evine gelirken, şimdi 3-5 bir şey alıp evine gidebiliyor. Analar çocuklarının beslenme çantasına bir parça ekmek, bir paket süt bile koyamaz hale gelmiş. Kantinlerde tostlar 30-40 lira. Çocuklara bu harçlığı bile veremez halde aileler. Gençlerin intiharı geleceksizlikten ve yoksulluktan dolayı Türkiye'de de artış göstermiş durumda. Yaşadıklarımız bu sistemin sonucudur. Bugün otomotiv sanayisinde  çalışan bir işçi kendi imal ettiği otomobile hayatı boyunca binemeyecek, çünkü onu alacak parası yok. İş fiyatı biraz pahalı olan bir terzi ömrü billah bu ceketi giyemeyecek. İşte biz böyle bir kapitalist ve sermaye düzeni içinde yaşıyoruz. AKP iktidarının da buna ekledikleri var. 

Üretici vergi yükü altında inim inim inliyor

Bakın 2024 yılı bütçesi görüşülmeye başlandı. Bütün Türkiye'nin gözü kulağı Meclis’teki bütçe görüşmelerinde olacak. Çünkü bu bütçe Türkiye’de 84 milyon yurttaşımızı doğrudan alakadar eden, doğrudan ilgilendiren ve geleceğinin göstergesi olan bir bütçe. Ama sunulan bütçede bizler gerçekten göreceğiz ki hiçbir şey değişmemiş, eski tas eski hamam. Bir türküde söylenir ya “Tahsildar da çıkmış köyleri gezer. Elinde kamçısı yoksulu ezer”. İşte tam da yoksulu ezen bir bütçeyi bir kere daha parlamentoda bizlerin önüne getirecek bu iktidar. Orta ve küçük ölçekli esnaf, çiftçi ve üretici vergi yükü altında inim inim inliyor. KDV’lerden önemli bir gelir kaynağı sağlayan, içtiğimiz sudan yediğimiz ekmeğe kadar her şeyden KDV geliri elde eden iktidar, ne yazık ki bu geliri halka adil bir şekilde dağıtmadığı için açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edilmişiz hep birlikte.

HEDEP olarak emeklilerin haklarını sonuna kadar savunacağız

Biliyorsunuz emekliler maaşlarına zam bekliyor ama bu iktidar 5 bin liralık bir ikramiye verecek. Bu ikramiye bir sefere mahsus verilecek. Peki, bu ikramiye maaşlarına zam bekleyen emeklilerin ihtiyacını karşılar mı, karşılamaz. Bugün Erdoğan gelsin 7 bin 500 TL aylık gelirle geçinsin, geçinebilir mi? Saray’daki bir günlük masrafı bütün emeklilere yetecek kadar. Bugün emekliye layık gördükleri ise 7500 TL’dir. Bunun anlamı nedir? Siz tamam yaşlandınız, harcadığınız emekler de bitti hadi kenara git evinde otur. Oysa emekliler bugüne kadar verdikleri emekle ve alın terleriyle bu toplumu bugüne kadar taşımış olan insanlar. Ve bizim emeklilere borcumuz var. Bizler HEDEP olarak haklarınızı sonuna kadar savunacağız. Hem parlamentoda hem de sokakta yürüttüğünüz eylem ve etkinliklerde sizlerin yanında olmaya devam edeceğiz.

Agrobay işçilerinin sesini çoğaltacağız

Bu toplantımız gerçekleştirilirken Agrobay tarım işçisi kadınların eylemleri de devam ediyor. Günlerdir eylemleri devam eden kadınlar bir mektup yolladılar. “Hakkımız için mücadele ediyoruz. Bizler tarım işçisiyiz. Her yerde horlandık, dışlandık, küçümsendik. Şimdi ise diğer haklarımız da elimizden alınıyor” dediler bizlere. Agrobay işçisi kadınlar diyor ki lütfen sesimizi yükseltin, sesimiz çoğaltın. Sevgili kız kardeşlerimiz; bizler HEDEP Kadın Meclisi olarak aldığımız kararla ve yine parlamento kürsüsünde bir kez daha diyoruz ki sesinizi çoğaltacağız, sesiniz olmaya devam edeceğiz ve haklarınızı alana kadar yanında olacağız.

Deprem bizden çok şey götürdü

Bu kadar yoksulluktan ve acıdan bahsederken Türkiye’de yaşadığımız depremi konuşmadan geçemeyiz. Deprem bizden çok şey götürdü. Depremin üzerinden 8 ay geçti. Geriye dönüp oradaki yaşama baktığımızda emin olun ki değişen hiç bir şey yok. Bakın depremin ilk anından itibaren bu iktidar ne yaptı? Ana akım medyanın büyük kameralarının olduğu yerde birkaç çadır kurdu ve bunları basına servis etti. Dünya da bütün Türkiye de zannetti ki gerçekten her yere böyle çadırlar kurulmuş ve insanların açlığı gideriliyor. Ama bu koca bir yalan! İnanın adresini bile biliyorum o çadırları kurup kameraları yerleştirdikleri yerlerin. Hepsi yalan ve dolan. 15 milyonu etkileyen bu depremde bizler çok büyük acılar çektik ve çekmeye devam ediyoruz. Hala deprem bölgesinde insanlar hijyen kitlerine, temizlik malzemelerine, temiz içme suyuna ihtiyaç duyuyor. Kış yaklaştı ki bazı bölgeler kışı daha da ağır yaşıyor. Yağan yağmurlar yüzünden yaşanan seller de o insanların çadırlarını götürdü. Toplumsal dayanışma ağlarının onlara verdiği battaniyeleri ve çarşafları sel alıp götürdü. Her gün konteynerlerde yangınlar çıkıyor. Çünkü hepsi sağlıksız ve korumasız. Birçok bölgede hala taş üstüne taş konmamış. Okul bile yapılmadı. Her okulun yerine bir prefabrik okul yapmak çok mu zordu? Bunu bile yapmadılar. Çocukları şu an servislere mahkum ederek bir saatlik yola gitmelerini istiyorlar.

Depremzedeler için derhal konut inşa edilmelidir

Depremzedeler bütün bu acılar içinde diyor ki bizleri unutmayın, bizleri unutturmayın. Acılarımıza merhem olun, biz gündemden düşersek bizim hayatlarımız daha da zora girer diyorlar. Ve biz de çok kez ifade ettik bu parlamentoda ve parlamento dışında; depremzedeler için derhal konut inşa edilmelidir. 2024 bütçesinin temel odaklanacağı noktalardan birisi depremzedelerin konutlarının maliyetlerinin karşılanması olmalıdır. Ama bu iktidar bunu yapmaz. Önceki ara bütçe görüşmesinde de depreme ayırdıkları paraları başka yere harcadılar. Aynısını bir kez daha yapacaklar. Deprem vergileriyle yol ve havaalanı yaptılar. Bu muydu bizim ihtiyacımız? O para depremzedelere kalsaydı ve onların konutları yapılıp ücretsiz bir şekilde konut ve işyerleri verilseydi ne olurdu? Olması gereken bu değerli arkadaşlar. Bir sosyal devlet varsa yurttaşının en acil ihtiyaçlarını gidermelidir. Aksi takdirde bir devlet anlayışından, bir sosyal devlet anlayışından bahsetmek mümkün değildir. Depremzede kardeşlerimiz şundan emin olsun ki biz onları unutmayacağız, unutturmayacağız ve hakları onlara verilene kadar, her biri bir konut sahibi olana kadar onların yanında durmaya ve sesleri olmaya devam edeceğiz. 

İktidar ideolojik hegemonyasını kurmak için kadınlara saldırılarını yoğunlaştırdı

Sevgili kadınlar, sevgili kız kardeşlerim; bazen karanlık tablolar çiziyoruz ama ne yazık ki içinden geçtiğimiz sürecin kendi gerçekliği bu. Bu karanlık tablonun içinde iktidarın politikalarıyla ve binlerce yıllık erkek egemen sistemin bugüne kadar taşınmış haliyle, biz kadınlar daha çok acı çekmeye devam ediyoruz. Bakın Mayıs ayı seçimlerini atlattık. Bu seçimleri muhalefetin şöyle değerlendirmesi gerekiyor. Türkiye’de seçimlerden sonra neler değişmeye başladı? Kadınlara müdahalede artış var. Gündelik hayatlarımızda, sokağa çıktığımızda, kamusal alanlarda kadınlar saldırıya uğruyor. AKP iktidarı “Kültürel ve ideolojik hegemonyamızı henüz kurmuş değiliz” demişti daha önce. Şimdi bu dönemde kültürel ve ideolojik hegemonyasını kurmak için kadın bedeni ve emeği üzerindeki saldırılarını yoğunlaştırdı. Kadınların giyim kuşamından yaşam tarzına kadar her şeye müdahale eden bir anlayışı toplumda hakim kılmak istiyorlar. Ama toplum bunlara evet demedi, demeyecek. 

Kadınlara yönelik saldırılara sessiz kalmadık, kalmayacağız

Sadece bu mu? Hayır! Sanatçılara müdahale var, konserlere ve festivallere müdahale var. Peki, bu toplum neyden ve nasıl beslenecek? Tiyatrolara müdahale var. Hatırlayalım; 1980 askeri darbesi gerçekleştikten sonra aradan 4 yıl geçiyor ve doğrudan Kenan Evren’i eleştiren kabareler İstanbul’da sahneleniyordu. Bizi askeri cunta döneminin de gerisine götüren bu baskıcı rejime karşı en fazla biz kadınlar ama elbette tüm toplum olarak karşı durmak zorundayız. Bu iktidar döneminde İstanbul Sözleşmesi ortadan kaldırıldı. Şimdi Meclis’te torba yasada kadınların aldığı nafaka hakkı tartışma konusu olmuş durumda. 6284 Sayılı Kanun yine gündemde ve tartışılıyor. Bunu da yasadan çıkarmak istiyorlar. Sürekli makbul kadın tarifi yapıyorlar. Sevgili kız kardeşlerim, sevgili kadınlar; biz kadınlar bedenimize, emeğimize ve kimliğimize yönelik sistematik bu saldırılara karşı sessiz kalmadık, kalmayacağız. Bu erkek egemen zihniyete karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Bizlere yaşamlarımızı dar etmeye çalışan, bizi dört duvar arasına hapsetmeye çalışan ve bugüne kadar yürüttüğümüz mücadelelerle elde ettiğimiz çok sayıdaki kazanımlarımıza el koymaya çalışan bu iktidara asla boyun eğmeyeceğiz. Dün nasıl boyun eğmediysek nasıl kadınlar tarih boyunca mücadele ede ede bugüne geldiyse, bundan sonra da bizler mücadele tarihimizi daha ileriye taşımak için örgütlü bir biçimde mücadele etmeye devam edeceğiz. 

Kadın ittifakını ve dayanışmasını örgütleyeceğiz

Bütün dünyaya örnek olan ve Türkiye’de herkese önerdiğimiz eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet sistemimizi hedef alan politikalara, atanan kayyımlara karşı mücadelemizi sürdüreceğiz ve kapattıkları kadın kurumlarını yeniden açacağız. Kadın cinayetlerine, tacize ve tecavüze, her türlü erkek egemenliğine, erkek devlet şiddetine, nefret cinayetlerine karşı bizler mücadelemizi sürdüreceğiz. Bunu kadın ittifakı ve dayanışması ile örgütleyeceğiz. “Kadın, yaşam, özgürlük”, “Mar’a, heya el hırriyye”, “Jin jiyan azadî” şiarı yolumuzu aydınlatmaya devam edecek.  

Kobanî Kumpas Davası Saray’da kurgulandı

Başlarken de selamımızı iletmiştik ama yenilemek istiyorum. Bir selamımızı da Kobanî Kumpas Davasından dolayı cezaevinde ve sürgünde olan arkadaşlarımıza gönderiyorum. Bu iktidar Kürt düşmanlığını diri tutmak ve siyaset devşirmek için Kobanî Kumpas Davası gibi bir davayı kurguladı. Bu davanın senaryosunu Saray’ın hukukçuları yazdı. Çünkü şu anda bağımsız bir süreçten bahsetmek mümkün değil. Yargı hiçbir biçimde bağımsız değildi ama hiçbir zaman da bu kadar bağımlı, bu kadar iktidarın koltuk değneği haline gelmemişti. Gerçek şu ki; Kobanî’de Kürtlerin ve bölgedeki Araplar ve diğer halkların birlikte yürüttüğü mücadeleye hepimiz minnettarız. IŞİD’in bütün dünyaya yenilebileceğini Kobanî’deki direniş göstermiştir. IŞİD’i sınırda komşu yapmaya çalışanlar, şimdi Sincan Adliyesinde komşu yapmak istiyorlar.

IŞİD’i Türkiye’ye komşu yapmak isteyen zihniyet Kobanî’de kaybetti

Biraz önce uzunca ifade ettiğim gibi bu bölgeye IŞİD’i, El Nusra’yı ve uzantısı çeteleri yerleştirerek aynı zamanda demografik yapı değişimi isteniyor. Oysa biz onları komşumuz olarak istemiyoruz. Biz orada bulunan halkların komşumuz olmasını istiyoruz. Tarih şahit olsun ki bu zihniyet Kobanî’de kaybetti, Sincan’daki kumpas davasında da kaybedecek ve halklar kazanacak, özgürlükler kazanacak, barış ve kardeşlik kazanacak.

Toplumun kurtuluşu 3’üncü Yol siyasetindedir; bu siyaseti bütün birikimimizle büyüteceğiz

Bizler kongremizi geride bıraktık ve yepyeni bir isimle yolumuza devam ediyoruz. Yolumuzu aydınlatan bütün değerlerimizi ve pozitif yönlerimizi yanımıza alarak yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Bu uzun yolda partimizin kuruluş paradigmasını daha da güçlendirerek yolumuza devam edeceğiz. Toplumun 3’üncü Yol siyasetine ihtiyacı var. Toplumun kurtuluşu 3. Yol siyasetindedir. Bizler bütün tarihsel birikimlerimiz ve değerlerimizle bu yolu daha fazla açmak, daha fazla büyütmek için hep birlikte bu yolda ilerlemeye devam edeceğiz. Bu topraklar üzerinde özgürlükten, barıştan ve demokrasiden yana yükselen bütün seslerin taşıyıcısı olacağız. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken bu seslerin iradesiyle Demokratik Cumhuriyeti hep birlikte inşa edeceğiz. Bu iradeyi ülkenin yönetimine de hep birlikte taşıma iddiamızı daha da güçlendireceğiz. Toplumun tıkanan nefes borularını tek tek açacağız. Türkiye halklarının eşit yurttaşlık temelinde bir arada yaşama hayallerini gerçekleştireceğiz. Emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların, ekmek ve özgürlük mücadelesinin sonuç verdiği günleri hep birlikte göreceğiz. Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan bir dünya hayalimiz var ve dimdik ayakta. Bu umut ve direnç ve kurucu irademizle hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum. Yolumuz açık olsun.   

24 Ekim 2023