Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, haftalık Meclis Grup Toplantımızda Bahçeli’nin çağrısı başta olmak üzere gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Hatimoğulları, şunları söyledi:
100 bin TL üzeri limiti olan kredi kartlarından 750 TL vergi alacaklarını duyurdular
Hepiniz hoş geldiniz, ne iyi ettiniz de geldiniz. Bugün hep birlikte grup toplantımızı gerçekleştireceğiz. Biliyorsunuz, geçtiğimiz hafta çelik kubbe bahanesiyle borçtan vergi almaya yeltendi bu iktidar. 100 bin TL üzeri limiti olan kredi kartlarından 750 TL vergi alacaklarını duyurdular. İktidar yediğimiz içtiğimiz her şeyden zaten vergi alıyor. Kazandığımız 3 kuruştan zaten vergi alıyor. Zaten yoksulun, küçük üreticinin üzerine yıkılmış bir vergi sistemi var. Ancak iktidar bununla da yetinmiyor, elini yine cebimize uzatıyor ve borç olarak alınmış kredi kartındaki paranın limiti üzerinden bile para almaya çalışıyor. Bunu da çelik kubbe oluşturmak içinmiş gibi formüle etmekten de hiç utanmıyor.
Dertleri güvenlik değil Saray’ın ve 5’li Çetenin kasasını doldurmak
Güvenlik adıyla toplumun işini aşını çaldılar ve bir avuç zenginin kasasını doldurdular. Hazine ve Maliye Bakanı, “Savunma projelerine kaynak gerekiyor. 750 lira vergiyi çelik kubbe için alıyoruz” dedi. Tavsiyemiz şudur ki bu iktidar “milli güvenlik” deyince herkes elini cebine atsın ve baksın. Bunu gerçekten söylüyoruz, şaka olsun diye değil. Çünkü her “milli güvenlik” dediklerinde ellerini cebimize uzatıyorlar, yurttaşın ve yoksulun cebine uzatıyorlar. Kanunun bütün yetkilerini kullanarak kamunun bütün varlıklarını satanların derdi güvenlik değil; onların derdi Saray’ın ve şürekasının, 5’li Çetesinin kasasını doldurmaktır. Buradan soruyoruz: Kaç çelik kubbe bu ülkedeki yoksulluğa çözüm olabilir? Hangi mermi emekçinin, emeklinin ve yoksulun karnını doyurabilir? Hiçbiri! Bakın, onlar silaha yaptıkları yatırımı, ekmeğimizi küçülterek ayırdıkları parayla yapıyorlar. Biz sürekli şunu söyledik: Silaha değil barış politikalarına vakit ve bütçe ayırın ki bu ülke daha güvenli hale gelsin. “Milli güvenlik” deriz, halkı kandırırız dönemi bitti, ey AKP-MHP iktidarı. Türkiye halkları hep birlikte itiraz ederek milli savunma yalanını erteletti. Daha fazla yoksullaşmaya hep birlikte karşı çıkarak, kredi kartı limiti üzerinden 750 TL’nin kesilmesine karşı çıkarak bizler bunu şimdilik erteletmiş olduk.
Bu iktidar ülke için en büyük milli güvenlik sorunudur
Bu ülkenin kubbesinin altında tam 5 milyon hane sosyal yardım almadan yaşayamıyor. Yüz binden fazla aile çocuklarına bakamadığı için kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Açlık sınırı 20 bin lirayı, yoksulluk sınırı 70 bin lirayı geçti. İktidarın kubbesinin altında 6 buçuk milyon çocuk yetersiz besleniyor. 700 binden fazla çocuk eğitim dışında kaldı yoksulluktan dolayı. Bu kubbe, zenginleri ihya eden, yoksulları perişan eden bir kubbedir. Peki, bu iktidar neden itiraz eden herkese milli güvenlik diye saldırıyor? Biz de topluma soruyoruz: Siz hiç yüzlerce işçiyi işten çıkaran patron için bu iktidarın milli güvenlik dediğini duydunuz mu? Duyamazsınız. Şunu açık yüreklilikle ifade ediyoruz: Bu iktidar, bu iktidarın uyguladığı ekonomi politikaları en temel milli güvenlik problemidir. Bu iktidar yurttaşımızı aç bırakmıştır. Bu iktidar sistemle el ele vererek çetelerle bu ülkeyi yönetmeye kalkmıştır. Kadınların ve çocukların katledildiği bir ülkeye dönüştük. Bu iktidar ülke için en büyük milli güvenlik sorunudur. Bugün bu kubbenin altında en büyük yaşam mücadelesini kadınlar veriyor. Bakın sadece son 10 günde iktidarın uyguladığı politikalardan dolayı 26 kadın katledildi. Manisa’da, 3 yaşındaki çocuğunun yanında hamile olan Sudenaz’ı sokak ortasında öldüresiye döven, 18 ayrı suç kaydı bulunan Yılmaz Akman’ı tahliye etmek istediler. Daha dün Adana Sarıçam’da mezar ziyareti yaptıkları sırada 3 kadın mezarlıkta oturdukları bankta bir erkek tarafından katledildi. Silopi’de anneler dünyanın en temiz talebi olan barışı talep ettiler, polis onları ablukaya aldı. Anneler devlet şiddetinin en karanlık yüzüyle karşılaştılar, şiddete maruz kaldılar. Barış talep eden anaların o bembeyaz, barışı simgeleyen tülbentlerine kolluk kuvveti aracılığıyla bu iktidar kan sıçratmıştır. İktidar birçok konuyu üstünü örterek açıklamıyor. Sevgili Narin neden katledildi, açıklamıyor. Ama bize bir kubbeden bahsediyor ve onun altında eşit yaşayacağımıza dair yalanlar söylemeye devam ediyor. Van Gölünde kaybettiğimiz Rojin. Sevgili Rojin’i ve Rojinleri biz neden kaybediyoruz? Göl kenarında belki kek yemek, müzik dinlemek ve kendi dünyasını yaşamak istiyordu. Gençliği elinden çalındı. Bunun gibi nice kadın, nice genç. İstanbul Sözleşmesinden çekildiler, kadınları ve çocukları şiddete karşı koruyan 6284 Sayılı Yasayı tartışmaya açtılar.
İktidar uygulamalarıyla ve yargısıyla kadın katliamlarına çanak tutuyor
Cezasızlık sistemini bu kürsüde neredeyse her defasında ifade ettik, burada bir kez daha ifade ediyorum. Bu iktidar uygulamaları ve cezasızlık sistemiyle daha çok kadının ölmesinin önünü açıyor, buna çanak tutuyor. Gençlerin umutlarını ve hayallerini çalıyor, yaşam sevinçlerini çalıyor. Gençleri ya göçe ya da intihara sürüklüyorlar. Kadınlar hunharca katlediliyor. Bu iktidar uygulamalarıyla, yargısıyla ve cezasızlıkla kadın katliamlarına çanak tutuyor. İbretle izledik. Baro seçimlerinde bile dünyaca sahiplenilen “Jin Jiyan Azadî” sloganına saldırılar gerçekleşti. Erkek egemen anlayış, kadınların başarılarına her fırsatta saldırıyor. Biz ise bu saldırılara karşı mücadele etmeye ve direnmeye devam edeceğiz. Hayatlarımıza ve haklarımıza sahip çıkmak için daha çok örgütlenecek, daha çok yan yana duracağız. Biz kadınlar yaşamın ta kendisiyiz, birlikte güçlüyüz. Biz kadınlar birlikte kazanacağız. Bu da bu erkek egemen devlet anlayışına ders olsun!
Hastanelerin yenidoğan bebek ünitelerinde yaşanan sorunları dile getirdik ama önergelerimiz dikkate alınmadı
Biliyorsunuz, Yenidoğan Çetesi ile Türkiye çalkalanıyor. Yenidoğan bebek bile bu ülkede güvende değil. Bebeklerin canını çetelerin ticari malzemesi haline getirmiş durumdalar. Çürümüşlüğün en dibini yaşıyoruz. Batsın sağlık sisteminiz, batsın bu düzeniniz, batsın bu iktidarınız! El kadar bebekler, gözünü dünyaya açıyor ve bu bebekleri çetelerin eline düşürüyorlar. Bununla ilgili zerre bir denetim yok. Bundan bile para kazanıyorlar. Her yer çete. İstanbul’da her gün çeteler yüzünden neler yaşandığını, Türkiye’nin dört bir yanında çeteler yüzünden neler yaşandığını biliyoruz. Çete düzenini bu iktidar uygulamalarıyla beslemiştir. Katillerin, devletin tüm güvenlik ve siyasi birimleriyle samimi pozları çıktı. Hepsi oradaydılar. Bu bebek ölümlerinden de bahsi geçen bu çevrelerin tamamı sorumludur. Bakan, “2023 yılında soruşturma başladı” diyor. Oysa biz 2022’de hastanelerin yenidoğan bebek ünitelerinde yaşanan sorunları dile getirdik. Burada belgesi var. Milletvekilimiz Ömer Faruk Gergerlioğlu 2022’de bunu bir soru önergesiyle Sağlık Bakanının önüne getirmiş. Lütfen okuyun bunu. Bebekleri katleden bu çetenin aslında ne yaptığını oldukça detaylı bir biçimde 2022’de zikretmişiz. Bununla ilgili bir adım atıldı mı? Hayır, atılmadı. Her zaman olduğu gibi soru önergelerimiz dikkate alınmadı. Çünkü hepsi içindeler. Uyarılarımıza rağmen bebek katliamları durdurulmadı. Şimdi en son deşifre olmalarıyla birlikte sözüm ona bir müdahale gerçekleşiyor. Bebekler katledilmiş, herkes dehşet içinde, Sağlık Bakanı, “Sistemimiz dünyaya örnek, kamuoyu Yenidoğan Çetesiyle meşgul edilmektedir” diyor. Utanmazlığa bakar mısınız! Kapatılan hastanelerden birine de “bebek dostu hastane” örneği vermişler. Onlar da bu arada bununla meşgulmüş. Sağlık sistemini özelleştirdiler, kokuşturdular, şimdi de pişkin pişkin olanı savunuyorlar. Ya senin zerre kadar vicdanın, onurun, haysiyetin yok mu? Buradan bir kez daha Sağlık Bakanına sesleniyorum: Derhal istifa et. Bir gün bile o koltukta kalamazsın. Derhal istifa et.
KHK’lilerin onurlu mücadelesi önünde saygıyla eğiliyoruz
KHK’li dostlarımız aramızda. Onlara bir kez daha hoş geldiniz diyorum. Kapatılan hastanelerden birinin sahibi eski Sağlık Bakanı. Bakan, doktor, çalışan hepsi bu süreçte işbirliği yapmış. Kimse denetleme yapmamış, kimse sorgu sual etmemiş. Ama KHK’lileri barış imzacısı oldukları için, “Kürt sorunu var, demokratik bir şekilde çözülsün” dedikleri için, barış ve özgürlük talep ettikleri için ihraç ettiler. Değerli KHK’li kardeşlerim sizleri işsizlikle, açlıkla ve yoksullukla biat ettirmeye çalıştılar ama siz biat etmediniz, direndiniz. Hala direnmeye devam ediyorsunuz. Komisyon, başvurucuların bir bölümünü göreve döndürdüğü halde insanlar görevlerine başlatılmıyor. Bazıları hakkında yeniden davalar açılıyor. Bizler KHK’lilerin verdiği bu onurlu mücadelenin ve dik duruşlarının önünde saygıyla eğiliyoruz. Dün olduğu gibi bugün de dayanışma içindeyiz, mutlaka kazanacağız.
Bütçede kadınlara 38 kuruşu layık gören bu iktidar, faiz lobisine 1 trilyon 950 milyar TL ödenek ayırmış
Geçen hafta bütçe Meclis’e sunuldu ve bugün birkaç saat içinde bunun detaylarıyla ilgili toplantılar başlayacak. Bir ay boyunca komisyon süreci devam edecek ve daha sonra Genel Kurula gelecek bütçe. 2025 bütçesinin nasıl bir bütçe olduğuna hep beraber tanıklık ediyoruz. İktidar halkın, emekçinin, yoksulun, kadının sırtına yükleyerek bütçe yapmaya çalışıyor. Bu bütçe iktidarın politik tercihleri çerçevesinde geliştirilen bir bütçe. Bakın, kadın katliamlarından bahsettik. Her gün yüreğimizi paralayan ve politik olan kadın cinayetlerinin yaşandığı bir süreçte, iktidarın 2025 yılı bütçesinde “Kadının Güçlendirilmesi” başlığı altında ayırmış olduğu miktar 5,9 milyar TL. Yani bu bütçede kadının güçlendirilmesi için her bir kadına günlük 38 kuruş düşüyor. Gerçek rakam bu: 38 kuruş. Harca harca bitmez. İşte kadına verdikleri değer, bütçede ona ayırdıkları parada kendini gösteriyor. Aklımızla alay ediyorlar. Kadınlara 38 kuruşu layık gören bu iktidar, faiz lobisine tam 1 trilyon 950 milyar TL ödenek ayırmış. 2025’te faize günde 5 milyar 416 milyon, saatte 225 milyon, dakikada 3 milyon 761 bin, saniyede 62 bin 693 lira ödeyecekler. Yani sadece saniyede faize ayrılmış olan bütçe 4 asgari ücrete tekabül ediyor. Asgari ücretliye, emekçiye ve emekliye verdikleri değeri yine faiz lobisine ayırdıkları bütçeyle kıyasladığımızda görüyoruz.
“Ekmek ve Adalet İçin Bütçe” sloganıyla demokratik, adil ve eşitlikçi bir bütçe için mücadelemizi sonuna kadar devam ettireceğiz
Mehmet Şimşek, ekonomik krizi bahane ederken özellikle son günlerde deprem maliyetlerinden bahsediyor. Hep bahane hep bahane bu iktidarın işi. “Deprem oldu, o yüzden açık veriyor bu bütçe” gibi yalan yanlış bilgilerle halkı kandırmak istiyorlar. Ama kimse kanmaz, çünkü insanlar aç, insanlar yoksul. İnsanların lafa kanacak hali yok. Deprem bölgesinde insanlar kan ağlıyor. Yaşadıkları konteynerler artık yaşanmaz hale gelmiş durumda. Vaat ettikleri konutların temelini bile birçok yerde atmış değiller. Ekonomik krizi derinleştiren, Hazineyi boşaltan deprem masrafı değil sermaye aşkınızdır. Saray, Hazine ve Maliye Bakanı ve TÜİK ayan beyan söylüyor. 2025 yılı bütçesinde deprem bölgesine sadece 584 milyar TL ayrılmış. İşte bütçeyi delik deşik ettiğini söyledikleri rakam, bütçenin içinde bu kadarcık bir rakam. Sermayeye yapılan vergi kıyağının sadece 6’da biri deprem bölgesine ayrılmış.
İçeride barış diyenler, güvenlikçi politikalara rekor bütçe ayırıyor. 2025 yılı içinde savunma harcamalarına toplam 1 milyar 608 milyon TL para ayrıldı. Geçen yıl 529 milyar TL idi. Yani yüzde 165 oranında artış göstermiş. Tam 47 milyar dolar savaş harcamalarına gidiyor. Bunların dili başka söylüyor, pratikleri bambaşka, bütçeleri ise çok başka. İktidarın Meclis’e getirdiği bu bütçe bir sefalet, felaket ve şiddet bütçesidir. Meclis’teki görüşmelerde en güçlü muhalefeti biz DEM Parti olarak mutlaka yapacağız. “Ekmek ve Adalet İçin Bütçe” sloganıyla sadece parlamentoda değil alanlarda, sokaklarda, fabrikalarda, mahallelerde, kentlerde demokratik, adil ve eşitlikçi bir bütçe için mücadelemizi sonuna kadar devam ettireceğiz. Gerek komisyon aşamasında gerekse de Genel Kurulda en etkin muhalefeti hep birlikte bizler yapacağız. Buradan işçi, emekçi, yoksul kardeşlerimize, ezilen ve sömürülen yurttaşlarımıza seslenmek istiyorum: Gelin, Ekmek ve Adalet İçin Bütçe diyelim. Gelin, her yerde bu bütçenin açığa çıkması için bütçe tercihleri değişsin diye mücadelemizi sadece parlamentoda değil, meydanlarda dayanışma içinde yürütelim. Ekmeğimizin de hakkını alalım, adaletli bir sistemi de hep beraber kuralım.
Güvende olmanın yolu Ortadoğu ve Türkiye'de barışa hizmet etmekten geçer
Silah ve şiddetten bahsederken, elbette yanı başımızda Ortadoğu’da devam eden gelişmeleri mutlaka görmek ve değerlendirmek zorundayız. Silah ve şiddet yerine müzakerenin geçerli olduğu yıllarda Türkiye yıllık 50 milyar TL güvenlikçi politikalara harcadı. Aradan çok değil 9 yıl geçti ve bu 50 milyar TL oldu 50 milyar dolar. Yani sadece 9 senede 35 kat artış göstermiş. Biz buradan iktidara soruyoruz: Bu karmaşık Ortadoğu tablosunun içinde siz ne yapıyorsunuz? Savaşa devasa bütçe ayırmak Türkiye’yi daha güvenli bir hale mi getirdi? IŞİD, Nusra ve uzantısı çeteler Türkiye’yi kendi çiftlikleri gibi kullanmıyor mu? Kürt paranoyasıyla hareket eden devlet aklı ülkeyi iflasa götürmedi mi? Türkiye'nin güvenliği silaha yatırımla sağlanır mı? Güvende olmanın yolu Ortadoğu ve Türkiye'de barışa hizmet etmekten geçer. Bu kürsülerden çok söyledik. Türkiye eğer gerçekten güvenli bir sınıra sahip olmak istiyorsa yapması gereken ilk şey silahların bırakılmasıdır. Yapması gereken ilk şey, dış politikasını barış ve diplomasi üzerinden inşa etmektir. Yapması gereken ilk şey, Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözmektir. Barış en güvenli olandır. Bunun altını buradan hem Türkiye hem de Ortadoğu için bir kez daha çizmek istiyorum.
Demir kubbeler hiç kimseyi korumadı, gelin Ortadoğu’da gök kubbeyi barışla dolduralım
Değerli Türkiye halkları, hepimiz bu gerçekliği görmek durumundayız. Sahte güvenlikçi politikalar bizleri yoksullaştırdı, ekmeğimizi küçülttü. Kürt halkı bizlerin tarihsel kardeşidir. Türk, Kürt, Arap, Acem, Ermeni ve birçok halk Ortadoğu’nun kadim halkıdır ve tarihsel kardeşlik vardır aralarında. Halkların kendi dilini konuşması, anadilinde eğitim görmesi, anayasa haklarının eşit bir şekilde tanımlanması bir ülkeyi bölmez; tam tersine halklar arasındaki dayanışmayı güçlendirir, bizleri daha güçlü bir toplum haline getirir. Dünya savaşının zikredildiği bir dönemde, savaşın yoğunlaştığı Ortadoğu’da demir kubbeler çözümün yolu olmadı. İsrail-Filistin savaşına, Lübnan’a, savaşa çekilmek istenen İran’daki gelişmelere baktığımızda hiçbir demir kubbenin hiç kimseyi korumadığını gördük. Oysa barış korurdu. Gelin, Ortadoğu’dan Türkiye’ye kadar gök kubbeyi demirden ve çelikten arındıralım, gök kubbeyi barışla dolduralım. Gelin, sadece Türkiye’den değil, sınırların çok ötesine ulaşacak şekilde barış çığlığını hep birlikte büyütelim. Gelin, bunu bir temel politik çizgi haline hep beraber getirelim. Halklar kazansın, barış kazansın, kardeşlik kazansın.
Kürt sorununun çözüm yolu bellidir; İmralı’da ağır tecrit altında bulunan Sayın Öcalan barışın muhatabıdır
Değerli halklarımız, şu gerçeği tespit etmeliyiz. AKP’nin dış politikası iflas etmiştir. Ancak bölgede barış demek için Kürt sorununun çözülmesi bizlerin elindedir. Kürt sorununun çözüm yolu, yöntemleri ve muhatapları bellidir. Ortadoğu ve Türkiye’de barışın muhatabı, İmralı’da ağır tecrit altında bulunan Sayın Abdullah Öcalan’dır. Kürt sorununun çözüm yeri Meclis’tir. Parlamentoda ve siyasette muhatap DEM Parti’dir. Demokratik zeminde siyasi partiler ve demokrasi güçlerinin tamamıdır, toplumun bizatihi kendisidir. Geçmiş deneyimlerimizden çok iyi biliyoruz ki toplumsallaşamamış bir barışla gerçek anlamda bir barışı gerçekleştirememiş oluyoruz. Barış bilinci toplumun bütün hücrelerine yayılmalı ve bütün toplum tarafından benimsenmelidir ki gerçek bir barış olsun. Bir başlangıç olacaksa tecrit derhal kaldırılmalıdır. Kürt sorununun çözümünde pusula demokratik müzakere ve onurlu barıştır. Çözümü kimseden dilenmiyoruz. Onurlu bir barış için inisiyatif almaya hazırız. Geçtiğimiz hafta Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan ile beraber Kandıra ve Edirne cezaevlerini ziyaret ettik. Sevgili Figen Yüksekdağ, Selçuk Mızraklı ve Selahattin Demirtaş ile görüşmeler gerçekleştirdik. Bu gelişmeleri birlikte değerlendirdik. Bununla ilgili kamuoyuna açıklamalarımız oldu. Bir elçi olarak, onların selam ve sevgilerini hem burada olan arkadaşlarımıza hem de ekranları başında bizleri izleyen değerli halklarımıza iletiyorum.
Barışın anahtarı Anadolu ve Mezopotamya topraklarındadır
Bizler boş hayale kapılmıyoruz. Barış, ekmek ve adalet mücadelemize devam ediyoruz. Sağa sola bakmıyoruz. Bizim için her şey çok net. 40 yılı aşkındır süren her türlü şiddet, çatışma ve bedele rağmen Kürt halkı barış demekten, çözüm demekten geri durmadı. Ama Türkiye’nin batısına barışı yeteri kadar anlatamadık, bunu yeteri kadar örgütleyemedik. Buradan Türkiye halklarına sesleniyorum. Bir Kürt’ün barışa sahip çıktığı kadar, bizler de bütün Türkiye halkları olarak barışa sahip çıkmalıyız. Barış, Diyarbakır’ın gündeminde olduğu kadar, Trabzon'un da gündeminde olmalıdır. Barışı iktidarın insafına bırakamayız. Barışın anahtarı kadınların, işçinin, emekçinin, yoksulun, emeklinin, geçinemeyenin, gençlerin, çiftçinin, esnafın, engellinin elindedir. Bu toplumun aydınlarında, yazarlarında, sanatçılarındadır barışın anahtarı. “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği” diyen Deniz Gezmişlerin anlayışında, sosyalistlerdedir, devrimcilerdedir barışın anahtarı. Barışın anahtarı Anadolu ve Mezopotamya topraklarındadır. Bu topraklarda yaşayan farklı halkların ve inançların kendi dili, rengi ve inancıyla eşit bir hukuk içinde kardeşçe yaşayabildiği adil bir düzendedir barışın anahtarı. Ne güzel demiş Yaşar Kemal, “Şimdi en güzel türkü barıştır” diye. Ne güzel demiş Ayşenur Zarakolu, “onurlu barış” diye. Ne güzel demiş Ahmet Kaya, “adaletli barış” diye. Bugün ölüm yıldönümü olan Cegerxwîn yaşasaydı “aşitî, aşitî, aşitî” derdi. Yitirdiğimiz bu değerli insanları huzurunuzda saygı ve minnetle anıyorum. Bu ülkeye bırakacağımız en önemli eser barıştır. Barış demeye, salam demeye, aşitî demeye devam edeceğiz.
Saray’daki baş kayyımı her kim konuşturuyorsa barışa pusu kuruyor
Herkes bilsin ki barış anlayışımıza ve iyi niyetimize karşın, paraşütle Saray’a inerek siyaset üzerinde vesayet kuranların lütuflarıyla yaşamadık, yaşamıyoruz da. Devlet Bahçeli, “İlk Meclis ruhu” diyor, Erdoğan, “Diyalog zeminlerini genişletelim” diyor. Bir tane baş kayyım gelmiş herkese ayar vermeye çalışıyor. Biz de bu kayyıma buradan soruyoruz: Ey kayyım, sen kimin adına konuşuyorsun? Saray adına konuşuyorsan, Saray başka diyor; Bahçeli adına konuşuyorsan, Bahçeli başka diyor. Sen kimsin, nereden geldin? Paraşütle mi geldin, kim adına konuşuyorsun? Çık bunun hesabını halka ver. Olacaksa bir onurlu barış, hiç kimse engel olmamalıdır olamaz da. Yandaş medyada farklı isimlerle ama aynı kalemden çıkan yazılarla Kürtleri tehdit edenler, barış iradesine siyasi pusu kuruyorlar. Baş kayyımı her kim konuşturuyorsa aynı pusuyu onlar da kuruyor. Geçmişte olduğu gibi bugün de toplumun barış özlemine siyasi pusu kuranlar çok büyük kaybedecektir. Birlik, beraberlik, kardeşlik mesajlarıyla uzatıldığı söylenen el, sürekli bir minnete, terbiye ve tövbe ettirme aracına dönüştürülmemelidir. Bu konuda konuşan ana muhalefet partisine, diğer partilere, toplumsal kesimlere ve demokrasi güçlerine ayar vermeye çalışan da o ayarın altında kalır. Hiç kimseye ayar veremezsiniz. Barışı herkes konuşmalıdır. İktidar bir gündem açtıysa, ana muhalefet partisi de diğer partiler de toplumsal kesimler de zaten konuşmalıdır, konuşuyorlar da. Konuşanların önünde hiç kimse engel olmaya kalkmasın. DEM Parti olarak bileşenlerimizle, dostlarımızla ve mücadele ortaklarımızla barış mücadelesi verdik ve barış mücadelesi vermeye devam edeceğiz.
Onurlu bir barış ve demokratik cumhuriyet için DEM Parti olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız
Bugün MHP Genel Başkanı grup toplantısında Sayın Abdullah Öcalan için “tecrit kaldırılırsa konuşsun” mahiyetinde bir konuşma gerçekleştirdi. Tecrit 44 aydır devam ediyor. Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması için yıllardır mücadele ediyoruz. Demokratik kamuoyu yıllardır tecrit kaldırılsın diyor. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit kesinlikle kaldırılmalıdır. Fiziki olarak gelsin konuşsun diyoruz. Ne diyeceğini hep birlikte görelim dedik geçen hafta. Bu hafta aynı sözü tekrarlıyoruz. Bırakın tecrit kalksın da Sayın Öcalan çıkıp konuşsun, ne konuştuğunu hep birlikte görelim. Vakit geçirilmeden acil bir biçimde bu konuda adım atılmalıdır. DEM Parti olarak onurlu bir barış için, özgürlük ve demokrasi için, demokratik cumhuriyetin inşası için ağır bedeller ödeyerek geldik bugünlere. Bugünden sonra da ne gerekiyorsa onurlu bir barış ve demokratik bir cumhuriyetin inşası için DEM Parti olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Bunun altını buradan bir kez daha çiziyorum. Söz veriyoruz: Bu ülkeye onurlu bir barış gelecek. Gururla barış türküleri söyleyeceğiz hep beraber. Dışarıda mavi gök kubbe altında kuşlar, ağaçlar dans edecek barış türküleri eşliğinde. Bizler ise halaylar çekecek, horonlar tepeceğiz. O günler yakın ey güzel insanlık, o günler yakın ey güzel Anadolu, ey güzel Mezopotamya. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Barış dolu günlerde buluşmak dileğiyle…
22 Ekim 2024