Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, Meclis Grubumuzun Genel Merkezimizde yapılacak toplantısından önce basın toplantısı düzenledi. Partimizin hedef gösterilmesine ve Kürt sorununun çözümü tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Hatimoğulları, şunları söyledi:
7/24 yerel seçimlere konsantre olarak çalışmalarımızı yürüteceğiz
Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk bütçe yapım süreci tamamlanmış oldu. Bütçe tartışmaları, iktidar ve küçük ortağının ne yazık ki adaletsiz gelir dağılımını daha da derinleştiren kararlarıyla nihayetlenmiş oldu. Sadece bunu yapmadı iktidar ve küçük ortağı; aynı zamanda savaş ve çatışma çığırtkanlığını da bütçe görüşmeleri boyunca sürdürdü. Halkın esas sorunlarının konuşulmasının, halkın açlığının ve yoksulluğunun konuşulmasının önüne böyle geçeceklerini zannediyorlar. İnsanlara terörist yaftası yapıştırarak, siyasi partileri gayrimeşru ilan ederek ve savaş çığırtkanlığı yaparak bu bütçenin aslında bir savaş bütçesi olduğunun, sadece en zengini koruyan bütçe olduğunun üzerini örteceklerini zannediyorlar ama yanılıyorlar. DEM Parti Meclis Grubu olarak gerek komisyon aşamasında gerekse de Genel Kurul sürecinde bütçe çalışmalarını bir ana muhalefet partisi gibi yürüttük. Tek tek milletvekillerimiz çok yoğun emek verdi. Verdiğiniz emek için, adil bir bütçeyi savunduğunuz için, savaşsız ve sömürüsüz bir Türkiye’nin haritasını defalarca her konuşmanızda çizdiğiniz için teşekkürlerimi sunuyorum. Tabii ki bütçe bittikten sonra gündemimiz yerel seçimler. Yerel seçimlerde bütün vekillerimiz artık kendi sahalarında olacaklar. 7/24 artık yerel seçimlere konsantre olarak çalışmalarımızı yürüteceğiz.
Ölümlerden siyaset devşirmek isteyen iktidarı kınıyoruz
İktidar ve küçük ortağı, adeta kin ve nefreti diri tutarak ülkede yaşanan ekonomik krizi, açlığı ve yoksulluğu konuşmamızı engellemek istedi. Bu ülkeyi yönetme biçiminin konuşulmasını engellemek için asker cenazelerini bile kullanacak kadar vicdansızca davrandı; kelimelerin bile yetmeyeceği şekilde vicdansız ve kötücül davrandı. Çatışmalarda yaşamını yitiren her gencin acısını yüreklerimizin derinliklerinde hissediyoruz ve bu çatışmalarda yaşamını yitiren bütün gençlerin ailelerine ve Türkiye halklarına başsağlığı dileklerimizi bir kez daha buradan iletiyoruz. Savaştan, çatışmadan, kandan, ölümden, acıdan, gözyaşından, adaletsizlikten beslenen ve bundan siyaset devşirmek isteyen iktidar ve ortağının bu tutumunu ayrıca şiddetle kınıyoruz.
Herkesi barış için çalışmaya davet ediyoruz
Türkiye siyasi ve toplumsal tarihinin çok önemli dönemeçlerinden birini yaşıyoruz. Kürt sorununun çatışmayla ve ölümle çözülemeyeceğinin anlaşılmadığı, çatışmaların derinleştirildiği, savaşın derinleştirildiği bir evreden geçiyoruz. 40 yıldır bu ülkenin dört bir tarafına cenazeler gidiyor. Birileri iktidarını korumak için bu savaşı ne yazık ki körüklüyor. Bizse bütün bu ölümlere rağmen her zaman şunu söyledik; lütfen barış olsun bu ülkede. Gelin hep birlikte barış için çalışalım dedik ve buradan da sözümüzü yineliyoruz. Biz barış için çalışıyoruz ve herkesi barış için çalışmaya davet ediyoruz.
Partimiz ağır bedeller ödeyerek, tarih yazarak bugünlere gelmiştir
Son asker ölümlerinden sonra Bahçeli Efendi başta olmak üzere iktidarın temsilcileri partimizi, seçmenimizi ve halkımızı tehdit etti ve hedef haline getirmek istedi. Karanlık odakların adeta hedefi haline getiren konuşmalar yaptı. Bahçeli ve MHP’nin yönlendirmesiyle konuşan AKP’li beyefendilere sesleniyorum, hele kulağınızı bize verin: Karşınızda foncular, dolandırıcılar, halkını ve davasını üç kuruşa satacak sizin gibi insanlar yok; sizin karşınızda bu lafları duyup korkacak, ürkecek bilinç yoksunu, cesaret yoksunu bir parti yok. Yaptığı her konuşmada barış çağrısı yapan Eş Genel Başkanımız Sayın Tuncer Bakırhan’ı ve milletvekillerimizi pespaye bir dille ve ağza alınmayacak kelimelerle tehdit edenlere bütün laflarını iade ediyoruz. Şunu iyi bilin ki şeref ve onurdan payesini almamış olanlara pabuç bırakmayız. Cürmünüz kadar yer yakarsınız. Haddinizi bileceksiniz! Haddinizi bileceksiniz! Konuşurken karşınızda kimin olduğunu çok iyi bileceksiniz. Bahçeli’nin konuşmalarından kin, nefret ve küfür kelimelerini çıkardığınızda geriye bir şey kalır mı? Sayfanız bomboş kalır. Yazacak iki kelime bulamazsınız. Çünkü sadece küfür ve tehditle konuşmasını bilir. Partimiz tarih boyunca ağır bedellerle bugüne kadar tarih yazarak gelmiştir. Bizler çok katledildik, çok faili meçhule kurban edildik, çok işkence gördük, çok tehdit edildik, çok yargılandık, çok hapsedildik.
Bahçeli’nin kin ve nefrete teşvik eden dili tarihin en kirli çöp sepetinde yerini alacak
Fırtınada büyüyen fidanlar rüzgarla sarsılmaz. Bizler onların estirdiği bu sahte rüzgarla hiç sarsılmayız. Bir adım bile geri durmadık. Adalet, eşitlik ve özgürlük için, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi için bir milim sapmadan mücadelemizde dimdik ayakta durduk ve bugüne geldik. Bunun en büyük kanıtlarından biri de şu an hali hazırda devam eden Kobani Kumpas Davasıdır. Kobani Kumpas Davasında bizleri hukuksuzca, siyasi intikam amacıyla yargılamaya çalışanları kendi arkadaşlarımız tek tek yargılıyor. Bugün savunmasını Sevgili Selahattin Demirtaş yapıyor ve her gün bu iktidarı, bu tekçi ırkçı devlet anlayışını sorguluyor. Sebahatler, Figenler, Aylalar, Gültanlar… Hepsi tek tek bu adaletsiz yargı sistemini ve bu ceberut egemen sistemi yargılıyor.
Sizden korkan sizin gibi olsun. Haddinizi bileceksiniz. Türkiye’nin milyonlarca yurttaşının oyunu almış bir partiye dil uzatmak aynı zamanda halkımıza, oy verenlerimize ve topluma dil uzatmak demektir. Bizi Meclis’e leylekler getirmedi, bizi Meclis’e halk taşıdı. Bizler de oy alarak seçildik. O kürsülerde bulunuyoruz. Zehirli, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı ve suç işleyen, hatta halkı kin ve nefrete teşvik eden Bahçeli’nin dilinin kesinlikle tarihin çöp sepetinde hem de en kirli çöp sepetinde yer alacağından hiç şüphemiz yoktur.
Güvenlik dedikçe sınırlar dünyanın en güvenliksiz sınırları haline geldi
Bakın değerli halklarımız; elinizi vicdanınıza koyun ve gerçekten ne demek istediğimizi hep birlikte empati kurarak anlayalım. Irak’ın kuzeyinde karın ve buzun ortasında naylon çadırlarda savaşa gönderilen yoksul halkın çocukları. Savaş kararını verenler, ağzından çıkan her kelimesi kanla karışık olanlar ise çocuklarını askere göndermiyor, yakınlarını askere göndermiyor. Onlar sırça köşklerinde, sıcacık evlerinde zevk sefa içinde yaşarken; o kerpiç evlerde oturan yoksul ailelerin çocukları askere o buzlu ortamlarda, sınır ötesinde neyle karşılaşacaklarını bilmedikleri yerlere gönderiliyor. DEM Parti olarak hep dedik ki sınır ötesi operasyonları derhal durdurun. Libya'da, Irak’ta, Suriye’de ne işiniz var dedik. İktidar bundan acayip rahatsız oldu. Her seferinde “sınırı sınırın ötesinde koruyacağız” diyerek Türkiye’yi daha güvenliksiz hale getirdiler. Biz bir kez daha soruyoruz; hakikaten ne işiniz var? Güvenlik dedikçe sınırlarımız dünyanın en güvenliksiz sınırları haline gelmiş durumdadır. IŞİD’i, El Nusra’yı Kürtlerin yerine ikame ederek, Kürtlerin yerine onları komşu addederek sınırlarımızı dünyanın en güvensiz sınırları haline getirdiler. Bunu kim yaptı? Şu anki iktidar ve karar vericiler yaptı.
Kan kusan siyasetinize karşı en güzel barışı tesis edeceğiz
Gerek iç barışta gerek dış barışta dünyanın en garantili, en güvenli olan şeyi barıştır. Ancak ne yazık ki bu iktidar barış siyasetinden uzaklaşalı çok oldu. Biz her daim bu ülkenin kanayan yarası Kürt sorununa gelin çözüm bulalım dedik. Bu ülkeye en büyük zararı veren, bölen, çatıştıran da “Kürt yoktur, Alevi yoktur, bu halk tek ırktır, tek dille konuşmak zorundasınız” diyen anlayışın kendisidir. Asıl bu ülkeyi bölen onlardır. Bu ülkede milyonlarca Kürt var. Bu ülkede 72 milletten, inançtan insan var. Bu ülkede farklılıklarımızı hukuk karşısında eşit bir şekilde yaşarsak bu ülke güçlenir, bu ülke bütünleşir. Bu ülke o zaman bölünmez. Demokrasinin gereği bu değil midir? Bu ülkede yaklaşık 40 yıldır Kürt sorunu devam ediyor, çatışmalar devam ediyor. Her gelen asker cenazesinde, Kürt cenazesinde anaların gözyaşı aynı şekilde akmadı mı? Ne değişti, ne çözüldü bugüne kadar? Siyaseten fosilleşmiş, yüreği nasırlaşmış organize kötülük şeflerinin umurunda değil demokrasi, umurunda değil körpecik gençlerimizin yitip gitmesi. Hiçbirinin umurunda değil. Onlar birer rakam değil, onlar birer hayat. Onların her birinin bir sevdiği, bir ailesi var. Onlar yitip gidiyor ama AKP ve MHP bundan siyaset devşirmeye çalışıyor. Ant olsun ki kan kusan siyasetinize rağmen bizler bu ülkede güzel en barışı tesis edeceğiz. Bu ülkede, bu coğrafyada akan kanı hep beraber durduracağız. Ve bayrağın hiç kimsenin adaletsizliğini, savaş seviciliğini, kan seviciliğini örtmesine asla izin vermeyeceğiz. Derin Kürt düşmanlığı barışı değil batışı getirir. Çözüm imkanlıdır elbette. Bunun için tez elden hep birlikte harekete geçmeliyiz.
Kürt sorunu hamasetten daha büyük bir meseledir
Bakın Kürt sorununun çözümü için devlet 93’te Özal üzerinden temaslarda bulundu. 96’da Erbakan temasta bulundu. O dönemin başbakanıydı. 97’de Genelkurmay doğrudan ilişki kurdu. 99’da Genelkurmay devlet adına yüz yüze temaslarda bulundu. 2000-2005 yılları arasında askeri kanat sürekli görüşmeler yaptı. 2005’ten sonra 2010 ağırlıklı olmak üzere MİT bu görüşmelerde aktif rol adlı. MİT’in yanında çeşitli bakanlıklar ve bürokratlar görev aldı. Başbakan ve Ulaştırma Bakanı olarak görev yapmış olan Binali Yıldırım, 2010 yılında Van ziyareti sırasında yaptığı konuşmasında, “1 trilyon dolar bu savaşın bütçesi. 40 bin insanımızı kaybettik. Sona ersin, bu çıkmaz yoldur” demiş. Şimdiki Meclis Başkanı 14 Eylül 2013’te Bursa’da yaptığı açıklamada, “28 yıllık süreçte Türkiye’de yaklaşık 50 bin insan yaşamını yitirdi. Bir insanın dahi canının karşılığı servet ile ölçülemez. Yaşananların ülke ekonomisine tahmini maliyetinin en azını söylüyorum. 1 trilyon 144 milyon TL ve dolar olarak da baktığımızda 620 milyar dolar. Bu parayla Türkiye’nin bugün var olan tüm ailelerinin hepsine araba ve ev alabilirdik” demiş. Peki bütün bu görüşmeler, bütün bu konuşmalar yanlış mıydı? Hayır, yanlış değil bilakis dosdoğruydu. Ve olması gereken de bu zaten. Kürt sorunu hamasetten daha büyük bir meseledir. Bahçeli’nin zihniyetine kalsa milyonlarca Kürdü bu ülkeden sürecek. Fakat bunun hayal olduğunu devlet biliyor -soyadı Bahçeli olan devletten bahsetmiyorum- devlet bunları çok iyi biliyor.
Rojava’da sivil alanların vurulduğunu bilmeyecek kim var dünyada
Bu iktidar ve ortağı çözüm değil intikam peşinde. En son Gençlik Meclisimizin kongresinin çıkışında çok sayıda genç gözaltına alındı. Gözaltılar bitmedi, ertesi günlerde de devam etti. Yine aynı günlerde yine intikam amaçlı Rojava’ya, Kuzey ve Doğu Suriye’ye hunharca saldırılar düzenlendi. Dışişleri Bakanı bütçe konuşmasında “Bir tek sivil katledilmedi” demişti. Bu bakan, bu eski MİT müsteşarı kaç sivilin katledildiğini bizden daha iyi biliyor. Rakamlar onda mevcuttur. Sadece son birkaç günde Rojava’da buğday siloları, tekstil atölyeleri ve fabrikalar, matbaalar, sivil alanlar vuruldu. Soruyoruz eski MİT müsteşarı ve şimdiki Dış İlişkileri Bakanına: Burada asker mi yaşıyor? Burada silahlı unsurları mı matbaa işletiyor, tekstil atölyesini çalıştırıyor? Burada yaşayan Kürt sivil halkın öldüğünü, öldürüldüğünü bilmeyecek kim vardır bu ülkede ve bu dünyada? Bunu bir kere daha kendilerine hatırlatıyoruz.
Savaş sevicileri kendilerine safahat, yoksul halka ölümü ve cefayı reva görüyor
Değerli halkımız, hep birlikte Filistin’in haklı davasında mazlum Filistin halkı için gözyaşı döktük. Bu acı için yüreklerimiz attı, üzüldük ve aynı zamanda siyaseten de her birimiz ayrı ayrı bu kürsülerden çıkıp Filistin sorununun çözümünü talep ettik, ateşkes talep ettik. Sesimizi en yüksek şekilde yükselterek bunları söyledik. İşte değerli halkımız, yine elimizi vicdanımıza koyalım. Aynı acıyı bugün Kürt halkı Rojava’da çekiyor. Aynı gözyaşını Kürt halkı için de dökmemiz gerekiyor. Bir ümmet olmanın da ötesinde insanlık ve savaş karşıtlığı adına, Filistin için döktüğümüz gözyaşını Rojava’da katledilen mazlum Kürt halkı için de dökmeliyiz. Buradan Türkiye’deki bütün siyasi partilere, demokrasi güçlerine ve siz değerli halkımıza sesleniyorum. Türkiye halklarının vicdanı eminim bu sese kulak verecektir. Savaş sevicilerine lütfen kulaklarımızı kapatalım, onlar gerçekleri gizliyor. Kendilerine safahat, yoksula ölümü ve cefayı reva görüyorlar. Kendileri para pul içindeler, offshore hesapları ve gemicikleriyle yurt dışında yedi cetlerine kadar sermaye biriktirdiler ama yoksul halk çocuklarını ölüme terk etmeyi uygun buluyorlar. Şerefli olmak; yoksul halkın gencecik evlatlarının ölümünü seyretmek midir, yoksa bu gençlerin ölümünü engelleyecek siyaseti ortak bir akılla üretmek midir? Şerefli olmak; gençlerin yaşamasını istemek midir, yoksa Türk’ün, Kürdün, Alevinin, Sünninin, özgürce bir barış ortamında yaşamasını, eşit yurttaşlık temelinde yaşamasını talep etmek midir? İşte Bahçeli oturacak, kendini şeref testinden geçirecek.
Herkes Kürt sorununun çözümü için projesini ortaya koymalıdır
Buradan çağrımızı yineliyoruz. Toplum barış ve huzur istiyor. Toplum naaşlarıyla evine giden Türk genci olsun istemiyor. Toplum aynı zamanda PTT ve kargo ile cenazeleri ailelerine gönderilen Kürt gençlerinin de olmasını istemiyor. Toplum müzakere istiyor, barış istiyor, diyalog istiyor. Toplum Kürt halkı ile eşitlik, kardeşlik, hukuk temelinde yaşamak istiyor. Siz Kürde “Kürt değilim” dedirtmek için 40 yıldır adeta işkence uyguladınız ve Kürt hala Kürdüm diyor. Hatta dört parça Kürdistan’da geçmiş dönemlerle kıyaslanamayacak kadar örgütlülüğünü geliştirdi. Bu ülkede Türk Türk olarak, Kürt Kürt olarak, Arap Arap olarak kendini özgürce yaşayabilir, bu hukuku hep beraber inşa edebiliriz. Kimseyi kimliğinden, dilinden, gerçekliğinden koparamayız. Buna hiç kimsenin ne hakkı vardır ne de haddi vardır. Bölünme paranoyasına devam etmek sorunu derinleştirmekten öteye geçemez. Herkes Kürt sorununun çözümü için projesini ortaya koymalıdır. Hiç kimse acı yarıştırarak, acı üzerinden siyaset bina edemez.
Tecridin kalkması barışın konuşulmasının kapılarını açacaktır
İmralı’da Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kalkması barışın konuşulmasının kapılarının açacaktır. Bunu hepimiz biliyoruz. Vekillerimiz bunu parlamentoda dile getirdikleri için linçe ve hakaretlere uğradılar. Oysa Kürt sorunu ve Sayın Öcalan realitesinin irdelenmesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Barışın kaybedeni olmaz. Gerçek yurtseverlik Türkiye halklarının barışına hizmet etmektir, çözüm odaklı davranmaktır. Bütün halklardan ve inançlardan insanlar olarak, bütün ezilen ve sömürülenler olarak hep birlikte umutla ve dirençle Bizler Türkiye halklarının ortak demokratik geleceği için mücadelemizi sürdüreceğiz. Gelin savaş tamtamlarına karşı barış kervanını hep birlikte güçlendirelim. Gelin bir olalım, Demokratik Cumhuriyeti hep birlikte inşa edelim.
Meclis savaşın onay merkezi değil barışın kurucu iradesi olmak zorundadır
Buradan bir çağrımız da Meclis’edir. Siyasete düşen en büyük görev hakaretler sıralamak, savaş tamtamlığı yapmak, savaş seviciliği yapmak değil tam tersine kronik olan sorunlara çözüm üretmektir. Meclis çözüm odaklı çalışmalıdır. Kürt sorunu demokratikleşmenin önündeki en önemli sorunlardan birisiyse ve 40 yılı aşkındır bu çatışmalar devam ediyorsa parlamentoya düşen en büyük görev bu konuda çözüm projesi üretecek çalışma gruplarını acilen kurmaktır. DEM Parti olarak bu sorunun Meclis zemininde çözülmesi için her türlü sorumluluğu almaya hazırız. Halk savaş naraları değil siyaset bekliyor, çözüm istiyor. Siyaset kurumunu göreve çağırdığımızda zorlarına gidiyor. Meclis bugün sorumluluk almayacaksa ne zaman alacak? Meclis savaşın onay merkezi değil barışın kurucu iradesi olmak zorundadır. Meclis ya sorumluluğunu yerine getirerek tarihi bir başarıya imza atacak ya da geçmişte olduğu gibi büyük kayıplara neden olan Kürt meselesinin vebalini sırtlamaya devam edecek.
Onlar sırtlarını 90’lı yılların karanlık tarihine dayamış
Normal şartlarda konuşmam bu kadardı. Ancak bugün bir partinin grup toplantısı olmuş ve adımızı söylemeden “sürekli ismi değişen parti” demişler, meşru değil demişler. Bizim ismimiz sürekli değişiyorsa dönüp o parlamento kendine bakacak. O zaman ismimizin değişmesinin nedenini görecek. İsmimiz hukuksuzluklardan dolayı değişti. İsmimizi sürekli değişime mahkum edenler de 12 kez partimizi kapatmaya yeltenenlerdir. İsmimizin değişiminde aynı zamanda ben muhalefetim deyip partimize dönük açılan kapatma davası dahil olmak üzere bize yönelik baskılara seyirci kalanların da payı vardır. Bunlar dışarıya çıkıp biz iyi insanlarız, biz demokratız falan demeye kalkmasınlar. Onlar sırtlarını 90’lı yılların karanlık tarihine dayamış; biz ise desteğimizi ve gücümüzü halkımızdan aldık, sırtımızı da halkımıza dayıyoruz. Bu böyle biline. Muhalefetin ne yazık ki önemli bir bölümü söz konusu biz olunca iktidarla eşitleniyor. Umarız ki bu eşitlik bozulur, umarız ki muhalefetin diğer kesimlerinin aklı başına gelir. Umarız ki karanlık 90’ların zihniyetini taşıyan bu anlayışlar derhal değişir.
27 Aralık 2023