Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, Hatay’da Evvel Temmuz Kültür ve Sanat Festivali kapsamında yapılan "Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Anayasa" paneline katıldı. Burada konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi:
Evvel Temmuz Festivali ile çok önemli bir kültürel değeri koruyoruz
Bu festival yaklaşık 30 yıldır devam ediyor. Biz bu festivali başlattığımızda küçük bir dernekte aile içinde yapıyorduk. O küçücük derneklerin içinde evde yapılan yiyeceklerle yapılan etkinliklerimizle Evvel Temmuz Festivalini başlattık. Evvel Temmuz Festivalinin tarihçesini tabii ki burada uzun uzadıya anlatacak değilim. Ama çocukluğumuzda en güzel elbiselerimizi giyer kaldırımda beklerdik. Evvel Temmuz bir insan zannederdik, önümüzden geçecek zannederdik. O günden bugüne gelindi. 5 bin yıllık bir tarihi var Evvel Temmuz’un. Özellikle burada Samandağ Kalkındırma Derneği ve Akdeniz Kültür Derneği birlikte verdikleri büyük mücadeleyle bu festivali büyüterek bugüne kadar getirdiler. Destek sağlayan belediyelerimize ve bütün kurum temsilcilerimize çok teşekkür ederim. Çok önemli bir kültürel değeri koruyoruz. Bu bölge için çok önemli. Dilimiz ve kültürümüz açısından çok önemli. Bu bakımdan kendilerine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Zengin sınıfının kendisini koruması için baskıcı rejimlere ihtiyacı var
Konumuz “Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Anayasa”. Birkaç genel tespitle başlamak isterim. Samandağ halkı siyaseti yakinen takip eden bir halktır. Türkiye ve dünyadaki gelişmeleri yakinen takip eden bir halktır. Bu söyleyeceklerimizin elbette sizler de gayet farkındasınız. Dünya 2008’den beri çok derin bir ekonomik krizle karşı karşıya. Bu ekonomik krizler aslında ekonominin krizi değil. Sanki genelin kriziymiş gibi aktarılıyor ama sermayenin, zengin sınıfının, burjuvazinin krizi. İktisatçılar iktisadi krizi “sermayenin krizi” olarak tanımlar. Bunun faturası ne yazık ki tarih boyunca işçilere, emekçilere yani dünyadaki en yoksullara, en geniş kitlelere kesilmiştir bugüne kadar. Şimdi içinden geçilen bu ekonomik kriz o kadar çoklu bir kriz ki “Üçüncü Dünya Savaşı” tartışmalarının en temel nedeninin burada yattığını çok iyi biliyoruz. Buradan analiz etmeliyiz. Bugün özellikle Avrupa başta olmak üzere sağcı, ırkçı, erkek egemen ve milliyetçi akımların güçlenmesinin (son Fransa ve İngiltere seçimini dışında tutarak söylüyorum), sağcı akımların yönetime gelmesinin nedeni sermayenin kendisini korumak istemesidir. Zengin sınıfı kendisini korumak istiyor ve bunun için de otoriter ve baskıcı rejimlere ihtiyaç duyuyor.
Türkiye tarihinde en fazla özelleştirmeyi AKP yapmıştır
Bugün Türkiye’de 22 yıldır AKP iktidarda ise tam da nedeni budur. AKP iktidarı, Türkiye tarihinde neoliberal politikaları küresel ölçekte en iyi uygulayan iktidardır. Boşuna 22 yıldır ayakta tek parti olarak kalmadı. Dev zenginler, büyük sermaye grupları AKP’yi desteklediği için AKP ayakta kalabildi. Çünkü AKP de onların düzenlerini kurudu. Türkiye’de otoriterleşme ve anti demokratik uygulamalar insanlar uyanmasın, işçi sınıfı sesini yükseltmesin, yoksullar Gezi’de olduğu gibi alanlara çıkmasın diye vardır. Burada korunan halkın huzuru ve düzeni değildir; burjuvazinin, zengin sınıfın ve sermayenin düzenidir. 5’li Çetenin düzeni korunmaktadır. Türkiye’nin 100 yıllık tarihi boyunca en fazla özelleştirmeyi yapan, özelleştirdiği kurumları yandaş sermayeye peşkeş çeken kim olmuştur? AKP. Hatırlarsanız şeker fabrikaları özelleştirilmesin diye insanlar yürüyüş ve eylemler gerçekleştirdi. TEKEL işçi direnişi aylarca kar kış demeden Ankara’da devam etti. Bunun gibi nice örnek var. Yap-işlet-devret hikayesiyle yolları bile özelleştirdiler. Devletin asli görevi yol yapmaktır, iletişimi sağlamaktır, yani interneti bedava vermektir. Devletin asli görevi elektriği ve suyu merkezi hükümetin kararıyla bedavaya vermektir. Biz devlete vergi veriyorsak olması gereken budur. Kamucu devlet anlayışı tam da budur. Ama bunu yapmak yerine TEDAŞ’ı da özelleştirdiler. Elektrik, su her şeyi özelleştirdiler.
Biraz önce bahsettiğim sağcı, ırkçı, erkek egemen, milliyetçi anlayışın özellikle bu düzenin korunması için siyasal anlamda güçlendiği bir evreden geçiyoruz. Bu evre aynı zamanda savaşların ve çatışmaların devam etmesini sağlıyor. Bugün Yemen’den tutun Mısır’daki karışıklığa, İsrail’in Filistin’i işgalinden Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesine kadar bütün bu savaşlar manzumesine baktığımızda bir üçüncü dünya savaşının arifesinde olduğumuzu söylersek abartmış olmayız. TV’leri açtığımızda en çok tartışılan konulardan birinin bu olduğunu görüyoruz.
Bu vergi paketinde çoktan çok, azdan az almayı asla akıllarına getirmiyorlar
Bir yanımız savaş ama öte yanımız iç siyasette AKP iktidarının yarattığı çoklu krizler. Eskiden çocuğu memur olunca, kamu emekçisi olunca göğsünü gere gere dolaşırdı anne babalar. Ama şimdi beyaz yakalılar da açlık ve yoksullukla karşı karşıya. Türkiye’de yaklaşık 50 milyon insan açlık ve yoksulluk sınırında yaşıyor. Bugün AKP bu yaşanan ekonomik krizin faturasını halka ödetiyor. IMF’siz IMF programı uyguluyor. Şu an gündemde olan vergi paketini biliyorsunuz. Bu vergi paketinde çoktan çok, azdan az almayı asla akıllarına getirmiyorlar. Oysa DEM Parti olarak en ısrarlı önerdiğimiz şey vergi sisteminin kökten değişmesi, azdan az çoktan çok vergi alınması. Ama onlar garsonun bahşişine, moto-kuryenin yevmiyesine gözünü dikmişler, vergi reformunu buralardan vergi alarak yapacaklar. Ancak halkta da bu konuda çok tepki olduğunu biliyoruz. Emekli 10 bin liraya mahkum edilmiş, zam yapılmıyor. Temmuz ayında asgari ücrete zam yapılması gerekirken zam yapılmayacağını açıkladılar. Artan hayat pahalılığına ve zamlara karşın asgari ücretli 17 bin TL’ye mahkum edilmiş durumdadır.
Faşist diktatörlüklerde kadınların üzerindeki baskılar katlanarak artar
Beş bin yıllık erkek egemen sistem tarafından kadınlar şiddete maruz kalmış ve eşitsiz bir yaşam dayatılmıştır. Otoriter faşist diktatörlüklerde kadınların üzerindeki baskılar katlanarak artar. 20 saat içinde 7 kadın cinayetine tanıklık ediyorsa Türkiye toprakları, bu demektir ki bu iktidar kadın düşmanıdır ve kadınları korumuyor. 9. Yargı Paketi şimdi komisyonda görüşülüyor. Bu pakette kadınlara dönük şiddetin derinleştirilmesi için adımlar atmak istediler ama kadın hareketi direndi ve birçok maddenin çıkarılmasını sağladı. Şu an sadece kadınların kendi soyadlarını kullanamamasıyla ilgili maddeyi 9’uncu Yargı Paketine eklemiş durumdalar.
Kazanımlarımız neticesinde AKP istediği ideolojik hegemonyayı kuramıyor
Alevi toplumuna dönük baskılar bu iktidar döneminde daha da arttı. Aleviler bu topraklarda tarih boyunca katledildi. Bu topraklarda Yavuz Sultan Selim döneminden bugüne kadar Aleviler katlediliyor, katledilmektedir. 21’nci yüzyıldayız ve halen Adana’da, Mersin’de, İstanbul’da, İzmir’de Alevi evlerinin işaretlendiğine tanıklık ediyoruz. Şimdi de gerçekten AKP iktidarının atmak istediği çok önemli bir adım var.
Hatırlayacaksınız, Erdoğan şunu söylemişti: “Biz siyaseten iktidar olduk ama kültürel, ideolojik hegemonyamızı kuramadık”. Onun kendi ideolojisinin, kendi bakış açısının hükmetmesine bu toplum karşı çıktı. Bu toplum demokrasi mücadelesiyle yoğrularak bugüne gelmiştir. Belki devasa kazanımlar elde edemedik ama kazanımlarımızı da asla küçümsemiyoruz. İşçilerin, emekçilerin, ezilenlerin, sömürülenlerin, halkların kazanımlarını asla küçümsemiyor ve önemli buluyoruz. İşte bu kazanımların neticesinde AKP istediği kültürel ve ideolojik hegemonyayı kuramıyor.
Matematik müfredatındaki birçok konuyu çıkarmak istiyorlar
Biliyorsunuz müfredatla öyle bir oynadılar ki şu an Türkiye’deki üniversiteler aşırı geriden geliyor. 9 Eylül Üniversitesi’nin açılışında Erdoğan, “Neden eskiden Türkiye’deki üniversiteler dünyada ilk 500’e gidiyordu da şimdi giremiyor?” demişti. Ey Erdoğan bu soruyu dön kendine sor. Eğer üniversiteler ilk 500’deyken artık değilse dünya ölçeğinde, bunun nedeni izlediğiniz politika olabilir mi? En iyi bilim insanlarını, en iyi akademisyenleri ihraç etmiş olmanız olabilir mi acaba? Seçilmiş rektörü atamadığınız için, yandaş AKP’li rektörü atamış olduğunuz için olabilir mi acaba? Şimdi integralle uğraşıyorlar matematikte. Matematikteki birçok konuyu çıkarmak istiyorlar. Çünkü eğitimi bilimden uzaklaştırmaya çalışıyorlar.
Maarif Programıyla müfredatı daha da bilimden uzaklaştırmak istiyorlar, integralle uğraşıyorlar
Aranızda veliler olduğunu biliyorum. Lütfen buna hep beraber karşı çıkalım. Bu eğitim müfredatı, ırkçı ve tekçi bu program bilimi bir kenara bırakıp bizi hacamatçılara entegre etmek isteyen bir anlayışın programıdır. Şu an öğretmenler ayakta, her gün eylem yapıyorlar. İktidar, Maarif Programıyla bilimden uzaklaşmış müfredatı daha da bilimden uzaklaştırmak istiyor. Çok kara bir tablo çizdiğimin farkındayım ama ne yazık ki realite bu. Bütün bunlar karşısında sadece tespit edip izleyecek miyiz? Tabii ki hayır. Hem siyasi partiler olarak hem de toplumsal dinamikler olarak biz bu sürecin hiçbir zaman izleyicisi olmadık. Şimdi Türkiye’de muhalefetin daha güçlü adım atması için, daha istikrarlı ve cesaretli adım atması için nesnel koşulların oluştuğunu söylemeliyiz. Bu siyasal tespit çok önemli. Muhalefetin buradan ilerlemesi önemli ve anlamlı olacaktır.
Erken seçimin zemini en iyi şekilde hazırlanmalıdır
Bugün demokratik mücadele dışında bir seçeneğimiz yok. Seçimler tek başına çözüm değildir. Elbette Türkiye'de bir erken seçim gündemdedir. Bizler de DEM Parti olarak bir erken seçime ihtiyaç olduğunu ifade ettik, bunun farkındayız. Ancak şunun altını çizmek isteriz: Sakın ola toplumdaki direniş hattını, muhalefetin alanlara çıkmasını engelleyecek seçim vaatleriyle insanları evlerinde oturtmaya kalkmayalım. 2018 seçim deneyimlerinden mutlaka sonuçlar çıkarmalıyız. Biz ne yaptık? Muhalefet önemli oranda sandığı bekledi. Muhalefet sadece sandığı beklerse ve çiftçilerin, emekçilerin, işçilerin, halkların taleplerini alanlarda demokratik bir zeminde haykırmazsa inanın yarın sandık gelse yine beklentiler sönümlendiği için seçim sonucu değişmez. Dolayısıyla bu konuda açık ve şeffaf bir tartışma yürütmeliyiz. Elbette erken seçim olmalı ama bunun zemini en iyi şekilde hazırlanmalıdır.
Muhalefet bir demokratik cumhuriyet programı etrafında birleşmeli
Peki bizler güçlü ve demokratik bir cumhuriyeti nasıl kurabiliriz? Cumhuriyet tarihi boyunca anti demokratik çok şey yaşadı bu ülke. Adında cumhuriyet olan demokratik olmuyor. Dünyadaki deneyimlerle sabittir, teorik analizlerle de sabittir. O nedenle Cumhuriyeti ikinci yüzyılında demokratikleştirmek için geleneksel ezberlerimizi bozmanın tam zamanı. Biz gerçekten demokrasi istemeliyiz ve Türkiye’nin asli sorunlarını masaya yatırmalıyız. Türkiye’de yaşanan sorunların etrafında dolanarak ve demokrasicilik oynayarak değil, yüz yıldır ödenen bedelleri ve AKP’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ülkeyi getirdiği seviyeyi göz önünde bulundurarak acilen yapmamız gereken şey şudur; muhalefet bir demokratik cumhuriyet programı etrafında birleşmelidir. Nedir demokratik cumhuriyetten kastımız? Güçlü, katılımcı bir demokrasi. Bundan kastımız nedir? Güçlendirilmiş yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimler daha yetkili, daha güçlü olmalıdır. Bugün merkezi hükümete bu kadar el açmış yerel yönetimler ne yapabilir ki? Zaten birçok sınırı çizilmiş yerel yönetimlerin.
Atanmış vali ve kaymakamlarla değil seçilmişlerle yönetilmek istiyoruz
Önce HDP belediyelerine, şimdi de DEM Parti’nin Hakkari’de kazandığı belediyeye kayyım atandı. Kürt, Türk, Arap, Fars, Çerkes, Ermeni ayırmadan her yurttaşımızın eşit yurttaş hakkı temelinde seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu Anayasa’da yazar mı, yazar. Siz seçilmişin yerine kalkıp siyasi olarak elini bükemediğin bir partiye diz çöktürmek için kayyım atıyorsan yurttaşın seçme ve seçilme hakkını elinden alıyorsun demektir. Bizler atanmış vali ve kaymakamlarla değil seçilmişlerle yönetilmek istiyoruz. Anayasada ve yasalarda yazanlar yerine getirilmelidir ve yerel yönetimler güçlendirilmelidir. Demokratik cumhuriyetin yollarından biri buradan geçer.
Yargı tamamen AKP iktidarının emrinde çalışıyor
AKP iktidarı döneminde yargı tamamen AKP iktidarının emrinde çalışıyor. Dün Suavi’nin eşi bir tweet nedeniyle gözaltına alındı. Oysa tweet düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında ele alınır ve bir gözaltı ya da tutuklama olmaz. Bizim nerdeyse binlerce arkadaşımız siyasi görüşlerinden dolayı cezaevinde. Kobanî Kumpas Davasında Sevgili Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın içinde olduğu 13 arkadaşımıza 400 küsur sene hapis cezası verildi. Gezi Direnişi bizim en önemli belleğimizdir, onurumuzdur, toplumsal hafızamızdır. Gezi’de sorumlu olduğu iddiasıyla tutuklanan Sevgili Osman Kavala’ya müebbet verildi. Hatay Milletvekili Can Atalay halen içerde. Oysa bizler vekilimizi seçtiğimizde burada halkın içinde olması için seçtik. Burada, bu kürsüde bizim yanımızda konuşma yapılabilecek özgürlüğe sahip olmalıdır. Şu ana anayasa çiğnenerek bu arkadaşlarımız bahsini ettiğim bu iki dosyadan yargılananlar daha bunlar bilindik iki örnek.
Halk rezerv alan istemiyor
Toplum tarafından detaylı olarak bilinmeyen çok sayıda örneğimiz var. Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi, barışçıl dış politika, adil bir ekonomik program, kadınların özgürlük ve eşitliğinin sağlanması, kamu yönetiminde liyakat, doğaya saygı… Doğaya saygıyı çok az açmak isterim. Son zamanlarda çok ciddi doğal afetlerle karşı karşıya kaldık. Bunun en acı örneğini burada Antakya’da, Defne’de, Samandağ’da, Kırıkhan'da, İskenderun’da yaşadık. 11 ilimiz depremden etkilendi. Depremin yaraları 17 ay geçtiği halde sarılmadı. Rezerv alan meselesi var. Bakan Kurum hafta sonu buraya gelip yaptığı toplantılarda kamuoyuna da açıklamış. Halk istemiyorsa rezerv alan ilan edilmeyecek. Bugün HRT’deki bir programda bunları çok açık konuştuk. Murat Kurum’u verdiği sözü tutmaya çağırıyoruz. Halk rezerv alan istemiyor; halk kaygılı, halk tedirgin ve bir an önce sağlıklı konutlara erişmek istiyor.
Ekmek ve su kadar demokratik dönüşüme ihtiyacımız var
Ve gençler için özgürlük. Bütün bunlar demokratik anayasanın önünü açacak olan şeyler. Bütün bu sorun alanlarında, ki 11 maddeden bahsettim, demokratik bir program etrafında yürütülecek mücadeleyle biz pekala çok ciddi bir dönüşümü hep beraber sağlayabiliriz. Demokratik dönüşüme çok ihtiyacımız var. Ekmek kadar, su kadar ihtiyacımız var. Artık yeter. Bu ülkeyi bize dar etmiş olan bu anlayışlara karşı Cumhuriyeti demokratikleştirmek dışında bir seçeneğimiz yok. Bahsini ettiğim bu 11 maddelik çerçeve etrafında yürütülecek çalışma demokratik bir anayasanın yapım sürecinin önünü açacaktır. Demokratik anayasa demek en geniş yelpazedeki mutabakat metnidir. Sadece siyasi partilerle değil toplumun bütün kesimleriyle, yerelden merkeze kadar bütün toplumun katılımcı olduğu bir demokratik anayasa yapım sürecine ihtiyacımız var. Bunu her fırsatta ve yerde söyledik ve söylemeye devam edeceğiz. Mutlaka güzel günler göreceğiz, mutlaka başaracağız, mutlaka başaracağız.
11 Temmuz 2024