Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, haftalık Meclis Grup Toplantımızda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Türkiye’nin farklı kentlerinden gelen Barış Annelerinin de katıldığı grup toplantımızda konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi:
Torbalı’daki patlamada yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı diliyorum
Türkiye’nin ve Kürdistan’ın dört bir yanından hak hukuk adalet için, tecridin ortadan kaldırılması için gelen ve ömrünü barış için adamış olan Barış Annelerine hoş geldiniz, baş göz üstüne geldiniz diyorum. Yine bugün bizleri yalnız bırakmayan bütün değerli konuklarımıza, milletvekilleri arkadaşlarıma selam ve saygılarımı iletiyorum. Bugün hep birlikte bir yandan barışın sesi olacağız, bir yandan Türkiye’nin içinden geçtiği bu çetrefilli süreci hep beraber konuşacağız. Pazar günü İzmir Torbalı’da bir restoranda meydana gelen patlamada 5 yurttaşımızı kaybettik. Onlara Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum. Onlarca yaralımız var, onlara da acil şifalar diliyorum.
Yangınlar sistematik bir şekilde çıkarılıyor
Aydın Kuşadası’nda, İzmir Selçuk ve Menderes’te orman yangınları neredeyse evleri saracak kadar geniş bir alana yayıldı. Bu yangınlarda tabii ki tek tesellimiz can kayıplarının olmaması. Diyarbakır ve Mardin yangınlarında bunları çok konuştuk ama batıda yakılan ormanların neden yakıldığını gayet iyi biliyoruz. Turizm ve maden şirketlerine peşkeş çekmek için, zenginlere imar alanları açmak için o ormanlar yakılıyor. Bunu asla kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz. Bu olaylar peş peşe devam ediyor. Türkiye’nin her yerinde yangınlar var. Tıpkı Diyarbakır, Mardin ve Kürdistan'ın birçok kentinde olduğu gibi yangınlara dair önlem alınmazken, batıda da turizm kentlerinde bu yangınların sistematik olarak çıkarıldığının altını çiziyorum. Buradan yetkililere çağrımız var: Bu yangınların çıkması engellenmelidir, yangın çıktığı zaman da etkin bir müdahale mutlaka ama mutlaka yapılmalıdır.
Firari sanıkların yakalanması için doğru düzgün adım atılmadı
Bugün 2 Temmuz, Sivas Madımak’ta 33 canımızı yakarak katlettikleri gün. 33 canımız şahsında bu ülkede semah yakılmak istendi, saz yakılmak istendi, şairler ve semah dönenler yakılmak istendi. Bizler orada kardeşliğin yakılmak istendiğini gayet iyi biliyoruz. Sivas Madımak’ta bugün Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan’ın başkanlığında bir heyetimiz anmalara katıldı. Bizler de buradan yitirdiğimiz bütün canlarımızı saygı ve hürmetle anıyoruz. Sivas davası özellikle mevcut iktidar tarafından çok kötü bir biçimde yönetildi ve insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğu halde o kapsamda değerlendirilmedi. Hiçbir firari sanığın yakalanması için doğru düzgün bir adım atılmadı. Tutuklanıp yargılananların bir tanesi Cumhurbaşkanı tarafından serbest bırakıldı, biri de hastalığı gerekçe gösterilerek serbest bırakıldı. Zaman aşımına uğradığına dair karar açıklandığında Erdoğan “hayırlı olsun” dedi. Bizler zalimlerin bu yaptıklarına karşı, Alevi canlarımızın tarih boyunca uğradığı katliamları aratmayan adımları atanlara karşı Alevi canlarımızın dün olduğu gibi bugün de yanındayız.
Sivas Katliamını unutmadık, unutturmayacağız
Buradan çağrımızı yineliyoruz: Alevilerden özür dilenmelidir. Hakikatlerle yüzleşmek için bu parlamentonun çatısı altında Alevi katliamlarıyla, Roboski ve benzeri bütün katliamlarla yüzleşmek için komisyon oluşturulmalıdır. Burada Alevi yurttaşlarımızın talepleri olan eşit yurttaşlık hakkı temelindeki bütün talepleri harfiyen yerine getirilmelidir. Yine o yangında yitirdiğimiz canlardan Metin Altınok’u şu sözlerle hatırlarız: “Ölsem ayıptır, sussam tehlikeli. Çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli.” Evet, bizler mücadelemize büyük bir sevgiyle sarıldık. Canlarımıza çok severek sarıldık ama bir o kadar da çok söyleyeceğiz. Sivas’ı unutmadığımızı çok söyleyeceğiz, Alevi katliamlarıyla yüzleşilmesi gerektiğini çok söyleyeceğiz. Hesaplaşılması gerektiğini çok söyleyeceğiz. Asla unutmayacağız, asla unutturmayacağız.
Karun gibi zenginleşen, Dehak gibi zalimleşen iktidar yoksulluğun üstünü örtmek için savaşı kullanıyor
Türkiye’nin temel gündemlerinden biri ve esasen küresel ölçekte bütün dünyanın temel gündemlerinden biri “3’üncü dünya savaşı” tartışmaları. Parlamento kürsülerinden sürekli olarak Ortadoğu’da, Afrika’da, Kafkasya’da yaşanan savaş ve çatışmalara sürekli dikkat çektik ve bu konuda önerilerimizi paylaştık. Açlığı ve sefaleti her yere yayan, Karun gibi zenginleşen, Dehak gibi zalimleşen bu iktidar şimdi de bir savaş tamtamlığını iç siyaseti dizayn etmek ve Türkiye’deki açlık ve yoksulluğun üzerini örtmek için kullanıyor. Küresel ölçekte sermayenin yaşamış olduğu krizden çıkış yolu aradığını biliyoruz. Bu krizin milyarlarca insanı aç bıraktığını çok iyi biliyoruz. Dünya ölçeğinde savaş çıkarmaya çalıştıklarını, odak nokta olarak şu anda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı seçtiklerini, bu emperyalist paylaşım savaşının Rusya ve Ukrayna’ya yayıldığını görebiliyoruz.
Bütün bunlar gelişirken savaş tamtamlarını asla bırakmayan bu iktidarın Dışişleri Bakanı bir 3. dünya savaşı uyarısı yapıyor. Amerika’yı yeniden keşfeder gibi böyle bir uyarıyı bu zamanda yapıyor. Milli Savunma Bakanı da olası bir savaşa karşı hazırlıklarını sürdürdüklerini söylüyor. Ülkeyi yönetenler gerçekleri halktan gizliyor. Yıllardır sınır ötesi yaptığınız operasyonları, Suriye’nin, Libya’nın, Irak’ın, gücünüz yeterse İran’ın içişlerine yaptığınız müdahaleleri, bu yanlış politikayı biz her zaman eleştirdik. “Sizin ne işiniz var o ülkelerde? Neden o ülkelerin iç işlerine karışıyorsunuz?” dedik. Buradan bir kez daha bu soruyu iktidara soruyoruz. “Komşularla sıfır sorun” politikası diye yola çıktılar ama yedi düvele savaş açan bir anlayışa büründüler. Bunun en büyük nedenlerinden biri bölgede bir emperyal güç olmaya çalışmak ama esas meselenin Kürt sorunu olduğunu çok iyi biliyoruz.
Suriye iç savaşına bu şekilde müdahale etmek Türkiye’yi savaşa çeker
Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözmemek için sınırın ötesine açılmış savaşın da hepimiz farkındayız. İktidarın bizim bütün bu uyarılarımıza pratikte verdiği yanıt şudur. Filistin'in yanında göründü ama silah yapımında kullanılan malzemeler dahil olmak üzere İsrail’e ihracat yapmaktan vazgeçmedi. Suriye iç savaşına bu şekilde müdahale etmeniz Türkiye’yi savaşa çeker; Türkiye’de birçok katliamın nedeni bu olmuştur, dedik. 10 Ekim Gar Katliamı, Suruç ve birçok katliamın nedeni sizin Suriye’nin iç işlerine karışmanızdır, dedik. Orada desteklediğiniz ÖSO güçleri, IŞİD, El Nusra ve uzantısı güçlerin sonucudur, dedik. Ama bunlar her zamanki gibi bizi değil dinlemek, söylediklerimizi ters yüz etmeye çalıştılar.
ÖSO’ya Kuvayi Milliye ruhuyla örgütlenen yapı diyen bu iktidardır
30 Haziran gecesinde Kayseri’de Suriyeli göçmenlere dönük bir ırkçı saldırı başladı. Ve bu Türkiye’nin birçok iline, özellikle sınır iline yayılmış durumda. Sadece bu mudur, hayır. Kayseri ile ilgili şunu söylüyorum. Bir kız çocuğuna yapılan tecavüzü hiçbir vicdan kabul etmez; hiçbirimiz kabul etmiyoruz. Şunu da hatırlatmak isterim: Kayseri Valisi ve Emniyet Müdürü “Çocuk zaten Türkiyeli değil” diyor. Tecavüze uğramış 5 yaşındaki bir çocuğun nereli olduğunun, hangi milliyetten olduğunun ne önemi var? Birinci vicdansızlık budur. İkincisi, bu olayın failini yakalayıp yargılamak kamunun görevidir. Elbette toplumsal tepkiler olur. Elbette başta kadın hareketinin tepkileri olur, olmalıdır da. Ama Kayseri’de bu gündemi bahane ederek bir pogrom denemesi yapılmamalıdır, mültecileri buradan kaçırtmaya dönük bir şiddet uygulamaya gerekçe yapılmamalıdır. Bu pogrom denemesini asla kabul etmiyoruz. Buradan yakılmış olan ateş Türkiye’nin birçok kentini sardı ama özel olarak Afrin’de. ÖSO’ya Kuvayi Milliye ruhuyla örgütlenen bir yapı diyen bu iktidardır, AKP’dir, Erdoğan’ın bizzat kendisidir. Şimdi ÖSO ile ters düştüğü için Türk bayrağının nasıl aşağı çekildiğine hepiniz tanıklık ediyorsunuz.
ÖSO güçlerine Türkiye’nin parasıyla maaş ödüyorsunuz; uyuyan hücreler Türkiye için tehdittir
Diyor ki bizim işimiz yok Suriye’de, Suriye'nin iç işlerine karışmayız. “Dostum Esad” birden “Esed” olmuştu, şimdi de bir daha “Dostum Esad” politikasına dönmek istiyorlar. Görüşme için yıllardır çaba içindeler. Bu yeni bir tutum değil. Peki, işiniz yoksa ve iç işlerine karışmıyorsanız Afrin’de neden kaymakam atadınız? Neden Türkiye'ye bağlı üniversitelerin, Antep Üniversitesinin şubesini açtınız? Neden PTT açtınız ve ÖSO güçlerine Türkiye’nin parası ile maaş ödüyorsunuz? Bu yapılanlar iç işlerine karışmak değilse nedir? O halde biz buradan bir kez daha şunu söylüyoruz: Suriye ve göçmen karşıtlığının tehlikeli bir yere evrilmesini önlemek, maliyeti yüksek can kaybına sebep verecek katliamlara dönüşmesini engellemek bu iktidarın görevidir. MİT’in görevi istihbaratını doğru düzgün çalıştırmaktır. Yarın öbür gün şimdi uyuyan hücreler Suruç’taki gibi uyanabilir. İstanbul, Ankara, Hatay, Mersin, Adana ve diğer bütün Türkiye kentleri için bir tehlikedir uyuyan hücreler. Buradan yetkilileri uyarıyoruz: Gerekli tedbirleri almak zorundasınız.
Evet, muhalefeti dış siyasetle dizayn etmek isteyen bir iktidar var. Muhalefetin desteğini görmüyoruz, muhalefet çalışmalarımıza takoz oluyor, diyorlar. Biz sizin yanlış dış politikanıza destek olmayacağız. Muhalefeti de bunu bahane ederek zayıflamış olan AKP’nin yanına dizmek, “Yenikapı Ruhu” gibi bir formülasyonla dış siyasetten dolayı AKP’nin yanına dizmek istiyorsanız yanılırsınız. Muhalefeti de bu tuzağa düşmemeye çağırıyoruz.
Şam ile anlaşmanın sahici yolu Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözmektir
Şunu çok iyi biliyoruz ki jeostratejik konumu itibariyle Türkiye her daim bölge açısından ve dünya açısından çok önemli bir ülke. Evet, Türkiye resmi olarak Suriye ile görüşmelidir, Esad ile de görüşmelidir ama bu görüşmeler gerçekleşeceği zaman oradaki Kürt halkının iradesi ile de görüşülmelidir. Qamişlo ile de görüşülmelidir, her kesimle mutlaka görüşülmelidir. Çok iyi biliyoruz ki Kürt sorununu çözmemiş olan bir Türkiye’nin dış siyasette başarıya imza atma ihtimali yoktur. Dışişleri Bakanlığı diyalog ve diplomasi konularında çalışma yürütmek yerine MİT faaliyeti, istihbarat faaliyeti yürütmektedir. Dış siyaset istihbarat faaliyetleriyle yürütülemez. Bunun da altını buradan bir kez daha çiziyoruz. Bu konu ile ilgili son sözüm şudur: Şam ile anlaşmanın sahici yolu Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözmekten geçer, Qamişlo ve Kobanî’den geçer.
Analarımızın en temel talebi İmralı tecridinin ortadan kalkmasıdır
Bütün Türkiye bu salona bakarak, bu salondaki annelerimizin yüzüne ve o beyaz tülbentine bakarak barış talebimizdeki samimiyeti ve cesaretimizi görebilirler. Başlarken de söyledik Barış Annelerimiz de burada. Bugün bu salonda oturan her anamızın yaşanmışlıklarının her biri ayrı bir romandır. Ama ortak bir paydaları var hepsinin, ortak talepleri var: Barış. Bütün acılara rağmen analarımız, barışın sembolü olan beyaz tülbentlerini başlarında taşıyarak barış demekten asla geri adım atmadılar. Bugün Türkiye ve Kürdistan’ın birçok bölgesinden analar burada. Analarımız özellikle Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi konusunda ısrarcı olan bir direnişe destek veriyorlar. Analarımızın en temel talebi İmralı tecridinin ortadan kalkmasıdır, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin ortadan kalkmasıdır.
Adalet Bakanı sorunlar için zerre kadar çözüm önermedi
Sanırım bu alkışları iktidar da izliyordur ve analarımızın taleplerini görüyordur. Analarımız Adalet Bakanıyla görüşme talep etti. Bir görüşme gerçekleşti ama Adalet Bakanı talep edilen sorunlar hakkında zerre kadar bir çözüm önermedi. Şu an tecridin ortadan kalkması ve Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi için cezaevlerinde devam eden bir direniş var. Analar bir yandan bu direnişi destekliyor ve bir yandan yaptıkları eylemlerle her hafta Ankara’ya gelerek ve Adalet Bakanlığıyla görüşme talep ederek bu taleplerini tüm Türkiye’ye duyuruyorlar. Biz de DEM Parti olarak annelerin taleplerinin sonuna kadar arkasındayız. Beraber mücadele edeceğiz. Hepinizin mücadelesi önünde saygıyla eğiliyorum.
Kürt halkının emekleri karşılıksız kalıyorsa bu ülkede normalleşme olamaz
Erdoğan yaşadığı seçim yenilgisinin akabinde bir normalleşmeden bahsetti. Ancak ucube bir normalleşmeyi, anormal bir normalleşmeyi gündem olarak Türkiye’nin önüne getirdi. Kürt halkının verdiği bütün bu emekler karşılıksız kalıyorsa, anaların bu emeği karşılıksız kalıyorsa, bu ülkede normalleşme olmaz. Kürt halkı muazzam baskılara rağmen kendi belediye eş başkanlarını, belediye meclis üyelerini seçti. Ve şu an belediyede görevlerini icra ediyorlar. Ama yine durmadılar. Yine anormal hareketlerle, anormal hukukla işlerini yapmaya devam ettiler ve kayyım atadılar. Geçtiğimiz pazar Türkiye’deki bütün sol sosyalist yapılarla, emek-meslek örgütleri ve siyasi partilerle birlikte İstanbul Kartal Meydanındaydık. Kimliği, siyasi görüşleri, cinsiyetleri, inançları, cinsel kimlikleri, etnisiteleri ayrı insanlar olarak İstanbul Kartal Meydanında bir ortak paydada buluştuk. Emeğimiz ve özgürlüğümüz için kayyıma geçit vermeyeceğiz dedik. Kayyıma da geçit vermeyeceğiz. Kayyım gayrimeşrudur, kayyım hukuk dışıdır, kayyım 31 Mart’ta bir kez daha toprağa gömülmüştür. Kayyım politikasından derhal vazgeçilmelidir. Hakkari Belediye Meclisinin seçtiği Viyan Tekçe başkan vekili olarak derhal atanmalıdır.
Sinan Ateş cinayetinin davasında doğru düzgün bir yargılama olmayacak
Bu normalleşme yalanının altında yatan birkaç örnekle normalleşmenin ne kadar derin bir yalan olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Kobanî Kumpas Davasında yüzlerce yıl ceza verdiler aralarında Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın olduğu 13 arkadaşımıza. Gezi Davasında Kavala’ya müebbet, orada yargılanan birçok insana onlarca sene hapis verdiler. 10 Ekim Gar Katliamı Davası dün sonuca bağlandı. MİT ve Antep Emniyet Müdürlüğü personeli dosyada isim isim geçtiği halde ve üzerlerinde ifade olduğu halde sanki onlar yokmuş gibi bir karar çıktı. Belli başlı insanlara verilmiş bir cezayla yetiniliyor. Oysa 10 Ekim Gar Katliamı insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur ve bu konuda parmağı olan bütün yetkililer derhal açığa çıkarılmalı ve yargılanmalıdır. Sinan Ateş cinayetine ilişkin dava. Evet, dün başladı bu dosyanın görüşülmesine aylar sonra ve bugün devam edecek. Sinan Ateş cinayetinde ilk ifadelerin hepsinin değiştiğini ve yeni bir senaryonun yazıldığını, burada bu işin azmettiricisi olan kesimleri ve siyasileri korumaya dönük bir ifade biçiminin geliştiğini görüyoruz. Burada kamu görevlileri de var, siyasetçiler de var ama bu dava belli ki bu şekilde götürülecek. Bu davada doğru düzgün bir yargılama olmayacak gibi görünüyor. Bu konuda kamuoyu duyarlı olmalı. Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş mutlaka ama mutlaka korunmalıdır.
Normalleşiyorum diyerek Erdoğan muhalefetin daha az muhalefet yapmasını sağlayıp kendini toparlamak istiyor
1 Mayıs'ta tutuklananlar için yine onlarca yıl hapis istendi. Antep’te “terör” diyerek HDP yöneticilerine, onlarca devrimciye cezalar yağdırıldı. Muğla Seydikemer’de Mardinli 4 tarım işçisi kalabalık bir ırkçı grup tarafından darp edildi. Neden? Kürtçe konuştukları için, Kürt oldukları için. Buna bu iktidar normalleşme diyor. Bu normalleşme sizin normaliniz olarak kalsın ama muhalefet sizin onu çekmek istediğiniz o zemine gelmeyecek. Erdoğan’ın kendisi itiraf etti, “Biz normalleşmeden bahsederken muhalefetin normalleşmesini istiyoruz” dedi. Normalleşiyorum diyerek Erdoğan muhalefetin daha az muhalefet yapmasını sağlayıp kendini toparlamak istiyor. Onların ne yapmak istediklerinin, muhalefeti kendi zeminlerine çekmek istediklerinin farkındayız. Biz Erdoğan'ın bizi çizmek istediği çerçeveye girmeyiz, o çemberde de kalmayız. Bu normalleşme sürecini de muhalefetin tepesinde bir kılıç gibi gezdirmesini kabul etmiyoruz. Muhalefet olarak bize düşen en önemli görev Erdoğan’ın, AKP’nin ortakları ile birlikte halka karşı yürüttükleri bütün yanlış politikalara karşı durmaktır. Biz muhalefet olarak işçinin, emekçinin, kadının, yoksulun, çiftçinin, emeklinin, gençlerin, engellilerin; ezcümle bütün halkların ve inançların, bütün ezilen ve sömürülenlerin yanında olmaya devam edeceğiz.
9’uncu Yargı Paketi dönem kapanmadan görüşülecek, tüm kadınlar karşı çıkmalıdır
9. Yargı Paketi şimdi parlamentonun gündeminde ve muhtemelen bu dönem kapanmadan görüşülecek. İstanbul Sözleşmesinden çıktılar, yetmiyormuş gibi bu yargı paketiyle de kadınları şiddete karşı koruyan 6284 Sayılı Kanunda değişiklik yapmak istiyorlar. Bununla yetinmiyorlar, AYM’nin kararına rağmen kadınların kendi soyadını kullanmasına müdahale etmek istiyorlar. Bu da yetmiyor, şiddet gören kadınların başvurusuyla alınan tedbir kararının uygulanmasında ciddi değişiklikler yapmaya çalışıyorlar. Çağrımızı yineliyoruz: Hangi partiden olduklarından bağımsız olarak Meclis’teki bütün kadın vekiller 9. Yargı Paketine karşı çıkmalıdır, erkek milletvekillerinin karşı oy kullanmalarını sağlamalıdır. Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul’daydık. İlerici İttifak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Grubunun toplantısına ev sahipliği yaptık. Bu toplantıya 7 kıta ve 27 ülkeden delegasyon katılmıştı. Farklı dillerden, renklerden, inançlardan kadınlar Türkiyeli kadınlarla ve Kürt kadınlarıyla dayanışma duygularını ve sevgilerini ilettiler. Üzerimde kalmasın buradan bütün Türkiyeli kadınlara, Kürdistanlı kadınlara bu selamı iletmek istiyorum.
Sahibi İngiliz bir şirket olan DEDAŞ son 3 yılda tek kuruş vergi ödememiş
Türkiye’de yaşadığımız bütün bu sorun sarmalı içinde en çok canımızı acıtan açlık, yoksulluk ve artan işsizliktir. Türkiye’de halklar bir yangın yerindeymiş, bir savaş ortamındaymış gibi yaşamaktadır. Temmuzda Asgari ücrete zam yapmalarını bekliyorduk. Enflasyonun artış oranına göre bir artış beklerken bakanlık açıklama yaptı ve böyle bir artışı gerçekleştirmeyeceklerini söylediler. Ama şu sıralarda elektriğe yüzde 38 zam yaparak bu ülkede her evi ve işyerini yangın yerine çevirebildiler. Elektriğe zam demişken şunu da sizlerle paylaşmak isterim. Yerli ve milliyiz diyor ya bu iktidar her konuda; onların yerli ve milliliğini elektrikte görün lütfen. Bu zamlar karşısında elektrik faturalarını insanlar ödeyemezken, onlar İngiliz firmalarına para kazandırıyorlar. Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Yalova’da oturan vatandaşlar elektrik faturalarını bir İngiliz şirketine ödüyor. Sahibi İngiliz bir şirket olan DEDAŞ son 3 yılda tek kuruş vergi ödememiş. Hani bunlar yerli ve milliydi? IMF’ye gitmeyeceğiz dediler ama IMF’ye gitmiş kadar kemer sıkma politikası uyguluyorlar şimdi. IMF’nin programını IMF’siz bir şekilde zaten hayata geçiriyorlar. Çalışanların hizmet sektöründe aldıkları bahşişe bile vergi koymayı düşünüyorlar ama İngiliz elektrik şirketini Kurumlar Vergisinden muaf tutabiliyorlar. Şimdi zaten en büyük gündemlerimizden biri bu. Zaten teneffüs ettiğimiz havaya bile vergi ödeyen bir topluma dönüştük. Bunun daha fazlasını istiyorlar ve yurttaşın daha fazla ezim ezim ezilmesini istiyorlar.
Muhalefet her şeye zam yapıyormuş, pişkinliğin bu kadarına pes!
Buradan çağrımızı yapıyoruz: El yakan elektrik zammını derhal geri çekin. Asgari ücrete derhal enflasyon oranında zam yapılsın. Hem sendikaların hesaplamalarına hem de bizim yaptığımız hesaplamalara göre 7 buçuk milyon asgari ücretlinin şu an alması gereken aylık 32 bin TL’dir. Belki biz bir dahaki grup konuşmamızda aynı rakamı telaffuz edemeyeceğiz. Daha yükseğe çıkacağız. Neden? Çünkü enflasyon durmuyor, zamlar durmuyor, hayat pahalılığı durmuyor. Dolayısıyla bu rakamlar neredeyse haftalık ve aylık değişmek zorunda. 16 milyon emeklinin maaşları iyileştirilmelidir, 6 milyon engellinin hakkı verilmelidir. Ama bunları yapmak yerine Bay Erdoğan ne diyor biliyor musunuz? Muhalefet ekmeğe, suya her şeye zam yapıyormuş. Yahu siz şaka mısınız, gerçek misiniz? Paralel bir evrende mi yaşıyorsunuz? Aklınız yerinde mi? Biz pişkinliklerini çok gördük de bu pişkinlikler durmuyor dozu gittikçe artıyor. Pişkinliğin bu kadarına da pes diyoruz. Madem muhalefet ekmeğe ve suya zam yaptı siz de emekliye, işçiye zam yapın da görelim sizin politikanızı.
22 senelik AKP iktidarında devlete ait kurumlar özel sektöre devredildi
Bu iktisadi krizin, bu derinleşmiş yoksulluğun elbette çözümü var. Çözüm için çok güçlü çalışmaları elbette hep birlikte yürütebiliriz. Mesela Türkiye’de 22 bin fabrika çok rahat kurulabilir ve bu fabrikalar kurulduğunda Türkiye’de işsiz kalmaz. O kadar çok özelleştirilmiş fabrika var ki özelleştirilen kurumların listesi sayfalar boyunca bitmiyor. Devlete ait bu kadar kurum 22 senelik AKP iktidarı tarafından özel sektöre devredildi ve çoğundan da vergi alınmıyor. Bunun içinde fabrikalar, kurumlar, limanlar, yollar, hastaneler var. Gerçekten bunlar kamulaştırılırsa, eşit ve adil bir ekonomik bölüşümle halka büyük bir katkı sağlayacağını düşünüyoruz. 700 milyara ulaşmış olan çiftçi borçları acilen ödenmelidir. Diyarbakır ve Mardin yangınlarında mağdur olan çiftçilerin mağduriyetini gidermemek için bu iktidar orayı afet bölgesi bile ilan etmiyor.
AKP’nin yarattığı yıkım o kadar büyük ki Türkiye’de hangi alana el atsak elimizde kalıyor
Çay ve buğday üreticilerinin talepleri yerine getirilmeli. Daha bunun gibi verebileceğimiz elbette çok fazla örnek var. AKP’nin yarattığı yıkım o kadar büyük ki Türkiye’de hangi alana el atsak elimizde kalıyor. Ama biz söz veriyoruz; bütün bu alanlarda yeniden düzenlemeler ve iyileştirmeler yapacağız. Bunu nasıl yapacağız? Toplumcu, kamucu, demokratik bir anlayışla bu kokuşmuş düzeni değiştirerek yapacağız. DEM Parti olarak bu kurucu ruhla bunu yapmaya adayız. Bunu yapmakta iddialıyız, yapacağız, başaracağız hep birlikte. Her şeyin çivisi çıktı bu ülkede. Bu sömürü ve zulüm düzeni sürsün diye ülke batmaya, ülke halkları katmerli ezilmeye devam edecek ya da hep birlikte bu gidişata dur diyeceğiz. Ne sermaye düzeni ne de koruyucu meleği olan Saray ve ortakları halktan, sizden ve bizden daha güçlü değil. Yeter ki bu konuda dayanışma içinde olalım. Yeter ki ezilenler, sömürülenler, bu ülkenin açları, yoksulları el ele tutuşmayı bilsin. Yeter ki dayanışma içinde olalım, mücadelemizi alanlarda hep birlikte verelim.
Ekmek ve Adalet Kampanyamızda işçilerle, üreticilerle, çiftçilerle, yoksullarla, esnafla yan yana geleceğiz
Biz DEM Parti olarak kayyımcı zihniyete karşı yaptığımız çalışmalarımıza devam ediyoruz ve şu an İradeye Saygı Yürüyüşümüz devam ediyor. İstanbul’dan başladı, Türkiye’nin dört bir yanından Hakkari’ye doğru arkadaşlarımız yol alıyor. İradeye Saygı Yürüyüşünü burada sizlerin huzurunda selamlıyorum. Ekmeğe ve adalete her şeyden çok ihtiyacımız olan bir dönemden geçtiğimiz için aynı zamanda Ekmek ve Adalet Kampanyamızı başlatıyoruz. Bu kampanyada yaz boyunca ve sonraki süreçlerde yürüteceğimiz çalışmayla Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında işçilerle, üreticilerle, çiftçilerle, yoksullarla, esnafla yan yana geleceğiz. Yoksul kadınlarla, işçi ve emekçi kadınlarla yan yana geleceğiz. Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında açlığa ve yoksulluğa hep birlikte dur diyeceğiz.
Mücadelemizi alanlarda, meydanlarda, sokaklarda daha ileriye taşıyacağız
Yalnızlaştırmaya çalıştıkları, hakkına hukukuna girdikleri her kesimle omuz omuza olacağız. Zulmün gölgesinde değil adaletin güneşi altında buluşacağız. Bizim pusulamız dayanışmadır, ezilenlerin ortak mücadelesidir ve direnişidir. Çıktığımız bu yolda hep birlikte güçleneceğiz. Bu iktidara, bu kokuşmuş rejime hep beraber dur diyeceğiz. Bu motivasyon, enerji, iddia ve bilincimiz var. Geriye kalan tek şey eyleme geçmektir ve mücadelemizi alanlarda, meydanlarda, sokaklarda var olanın daha ilerisine taşımaktır. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygı ve saygıyla selamlıyorum. Hızır yar ve yardımcımız olsun.
Dayika Aştiyê Meryem Soylu: Dayikên me hestiyên zarokên xwe jî nedîtine lê belê dîsa dibêjin aştî
Îro dayikên me ji her bajarên me bi rê ketine. Dayikên me nexweş in, dayikên me hem jî bi dilê xwe biêş in. Ji bo zarokên xwe yên di zindanê de ne dayikên me bi rê ketine hatine. Dayikên me hestiyên zarokên xwe jî nedîtine lê belê dayikên me dîsa dibêjin aştî. Em dibêjin aştî. Bila tu dayik negirî. Hestirên temamê dayikan yek in. Zarokên me sî sal di zindanê de mane hevalino. Wextê wan xelas bûye lê wan dernaxin, înfazên wan dişewitînin. Desthilat ji me dibêje poşman bibin. Dayikino hûn ji viya re dibêjin çi? Hevalino hûn ji viya re dibêjin çi? Tişta ku din dinyayê de nayê qebûlkirin dixwazin. Divê dewlet heq, hiqûq û edaletê bîne nav miletî. Lê ez ji we dipirsim, evqas sal derbas bûn gelo we tu edalet dît? Gelo we tu hiqûq dî? Ji derd, ji êş, ji birçîtî, ji xizanî û ji îşkenceyê pê ve we çi dît? Me çi dît?
Ji bo edalet bikeve vî welatî divê deriyê Îmraliyê vekin. Ew bixwe jî dizanin mifteya aştiyê li Îmraliyê ye. Muxatabê gelê Kurd Birêz Ocalan in û Birêz Ocalan serbest berdin. Ji bo vê jî divê gelê Kurd yekîtiya xwe ava bike.
2 Temmuz 2024