
Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, partimizin haftalık olağan grup toplantısında güncel gelişmeleri değerlendirdi. Hatimoğulları şunları söyledi:
Ticaret savaşları Ortadoğu’da ciddi bir biçimde büyüyor
Değerli arkadaşlar, değerli konuklar, ekranları başlarında bizleri izleyen değerli halklarımız hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz. Bugün gündemlerimiz epey yoğun. Dünyadaki, Ortadoğu ve ülkemizdeki gelişmelerden bahsedeceğiz. Bütün bu gelişmeler öylesine hız kazanmış ki küresel ölçekteki bu gelişmeleri değerlendirmezsek iç siyasetin belirlenmesi ve analizi konusunda eksik kalırız. Çünkü çok önemli gelişmeler var ve bunlar bizleri çok ciddi şekilde etkilemektedir. Ticaret savaşları, Ortadoğu’da İran merkezli gerilimlerin tırmanması ve bölgesel savaş risklerini ciddi bir biçimde büyütüyor. Asya Pasifik’te dinmeyen hesaplaşmalar, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki hem enerji kaynakları hem de enerji kaynaklarının koridorları giderek artan bir krize dönüşmüş durumdadır. Trump’ın aşırı sağcı politikaları her geçen gün belirsizliği biraz daha büyütmektedir. Ve tüm bunlara karşı dünyanın dört bir yanından yükselen protesto sesleri ve toplumsal itirazlar var.
Ortadoğu'da savaş ve çatışma zemini hazırlanıyor, olası savaş hali İran’a kayıyor
Trump’ın başlattığı vergi tarifeleri sadece gümrük tarifeleriyle sınırlı değil. Dünya ölçeğinde teknoloji, ticaret ve jeopolitik güç savaşları olmuş durumdadır. Bu güç savaşlarının tek bir amacı var; emperyalistlerin güç savaşlarını daha da geliştirmek, derinleştirmek ve yeni bir sistemi bunun üzerinden inşa etmek. Vergi artık güç savaşlarının bir enstrümanı haline geldi. Çin başta olmak üzere birçok ülke buna karşılık veriyor. Bizim yaklaşımımız bu konuda nettir: Vergi hem Türkiye’de hem de dünyada yurttaşın, halkların, insanlarımızın belini büken noktadan derhal çıkarılmalıdır. Adaleti ve refahı gözeten bir sisteme bağlanmalıdır. Öte yandan, kurallar ve değerler sistemi zayıflayan Avrupa’nın gücünü savunmaya ve silaha ayıran bir rotanın içine girdiğini görebiliyoruz. Demokrasi, eşitlik, özgürlük ve insan haklarının yok sayıldığı bir dünya dayatılmaktadır bizlere, dünya halklarına. Ortadoğu'ya dönecek olursak, savaş ve çatışmaların zeminin derinleştiği bir dönemden geçiyoruz. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsünün son verilerine göre, 2020-2024 yılları arasında dünya genelinde yapılan silah ithalatının %27’si Ortadoğu’da. Bu, Ortadoğu'da çok ciddi savaşların ve çatışmaların zemininin hazırlandığını gösteriyor. Bu tablonun tam ortasında İran yer almaktadır. Olası savaş halinin İran'a kaydığını tespit etmek mümkün. Enerji ve petrol gibi devasa ekonomik alanları etkileyen ve Irak, Yemen ve Suriye gibi kırılgan ülkelerde etkili olan İran, halkların taleplerine mutlaka ama mutlaka kulak vermelidir. İran, Kürtleri, Beluçları ve kadınları yok sayarak hiçbir yere varamaz. Komşu ülkeler bu gelişmeleri gören bir yerden hareket etmelidir. İran ile ilgili politikalarında yangına körükle gitmek yerine, İran'ın aklı selim bir politika yürütmesi ve oradaki halkların, kadınların, özgürlük, demokrasi ve eşitlik isteyen bütün kesimlerin sesine kulak vermesi konusunda katkı sağlamalıdır.
Alevilere yönelik katliamın son bulması için herkes gerekli girişimleri yapmak durumunda
Suriye’de halklar ve inançlar yok sayılıyor. Geçici hükümet kuruluyor, beş yıllık bir anayasa hazırlanıyor ama bu anayasada ne yazık ki Suriye’de yaşayan farklı halklar ve inançlar yok; Kürtler yok, Aleviler yok, kadınlar yok. Buradan bir kez daha altını çizmek istiyorum: Alevi katliamı Suriye’de devam ediyor. Lazkiye’de ve kıyı şeridinde yaşayan Suriyeli ve Arap Alevilerin üzerindeki katliam için kimileri bitti, kimileri azaldı dese de gerçekler öyle değil. Oradan bizlere gelen haberler öyle değil. Aleviler orada ciddi bir biçimde sistematik bir katliama maruz bırakılıyor ve yerinden yurdundan, topraklarından edilmeye devam ediyor. HTŞ ile iletişim içinde olan, başta Türkiye hükümeti olmak üzere bütün hükümetlere ve kesimlere buradan bir kez daha çağrımızı yineliyoruz: Alevi katliamının son bulması için herkes gerekli girişimleri yapmak durumundadır. Şu bilinsin ki biz DEM Parti olarak orada yaşayan Alevi canlarımızın yanındayız, yanında olmaya devam ediyoruz. Onlar için mücadele etmeye, onların Türkiye ve bütün dünyada sesi ve soluğu olmaya devam edeceğiz. Bugün Ortadoğu’daki baskıcı rejimlerin önünde iki seçenek var: Ya halkların taleplerine direnecekler ve krizlerle boğuşacaklar ya da gerçek anlamda demokratikleşme ve iç barış için adım atacaklar. Bizim her daim önerimiz, başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’daki bütün bölge ülkelerinin tamamının demokrasiyi ve özgürlükleri seçmesidir. Aksi takdirde, bu gelişmelere baktığımızda bölgenin halkları çok daha fazla zarar görecektir.
Filistinlileri hicret ettirmek tehcirdir, zorla sürgündür
Filistin meselesi sıcaklığını hala korumaktadır. Netanyahu’nun başlatmış olduğu katliamda 50 bini aşkın Filistinli yaşamını kaybetti. Sözüm ona anlaşmalar yapıldı ama anlaşmaların gereklilikleri yerine getirilmediği için oradaki katliam ve yerinden yurdundan etme politikaları hala devam ediyor. Şimdi kimisi bunu yumuşatmak için “hicret etmek” diyor. Hayır, bunun adı tehcirdir, zorla sürgündür, katliamdır. Tarihte Yahudilere yapılan zulmün aynısı şimdi Filistinlilere yapılıyor. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Bu, insanlığın en güncel ayıbıdır, en çıplak ve yalın utancıdır. Geçici çözümlerle saldırıların durdurulamayacağını hepimiz çok iyi biliyoruz. Filistin'de yaşananlar bunun en canlı örneğidir. Filistin halkının meşru ve demokratik talepleri tanınmadan kalıcı bir çözümü inşa etmek mümkün değildir.
Verginin emperyalist güç savaşlarında silah olarak kullanılmasını kabul etmiyoruz; küresel bir barış hareketi kurmalıyız
Gündem çok yoğun. Ticaret savaşları, diplomatik krizler, sıcak çatışmalar ve dünya ölçeğinde büyüyen adaletsizlikler. Ancak dünyadaki halklar bu gelişmeleri bir filmi izler gibi izlemiyor, buna tepki gösteriyorlar. Dünyanın her yerinde halklar isyandadır, bunlara karşı direnmektedir. Bakın, sadece ABD’de 50 eyaletteki 1200 noktada “elinizi çekin” diyerek sokağa çıkanlar, kampüslerde Filistin için sesini yükseltenler var. İran’da ve Belgrad’da demokratik haklar için direnen milyonlar var. Tel Aviv'de savaşı bitirin isyanları var. Türkiye’de öğrenciler, kadınlar, emekçiler, yoksullar, Türkler, Kürtler, Aleviler her gün bir hak için sokaklarda değil mi? Dünyanın dört bir yanında haksızlığa karşı itirazlar var. Dünya halkları, “Elinizi bizden çekin, adil, demokratik, savaşsız bir dünya istiyoruz” diyor. DEM Parti olarak, gücünü halktan alan bir siyasi parti olarak, muhalefetteki tüm siyasi partiler ve aynı zamanda küresel ölçekteki muhalif kesimlerle ve yeni toplumsal hareketlerle direnişi örgütlemek dışında bir çaremiz yoktur. Bu konuda bizlere çok büyük görev ve sorumluluklar düştüğünün farkındayız. Görevimiz, halklar arası dayanışmayı, bir özgürlük ve barış hareketini örmektir. Bu anlamıyla hem Türkiye’de daha güçlü bir barış hareketini örgütlemek hem de küresel ölçekte bahsettiğimiz bu devasa savaş ve çatışmalara karşı sınır tanımayan enternasyonalist bir barış hareketini örgütlemek hepimizin görevi ve sorumluluğudur. Selam olsun bütün dünyada barış, adalet ve demokrasi için örgütlenenlere! Selam olsun sizlere!
İktidar, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın gereğini yapmadıkça ülkede demokratikleşmenin yolu açılamaz
27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın yaptığı asrın çağrısından bu yana geçen sürede, Türkiye’de ne yazık ki demokrasi adına bırakın olumlu bir adım atılmasını, daha iç karartıcı bir tabloyla karşı karşıyayız. İktidar bu süreçte iyi bir sınav vermedi. Bu tarihi çağrı, bir metinden ibaret değildi. Bunu her fırsatta söyledik. Bu tarihi çağrı, Türkiye'de yaşayan 85 milyon yurttaşımızın adil ve demokratik bir toplumda yaşaması için yapılmış bir çağrıdır, demokratik toplumun dönüşüm davetidir. İktidar bu çağrının ruhunu yok saydıkça ve gereğini yapmadıkça ülkede demokratikleşmenin yolu açılamaz. Bu tıkanıklığın patlak verdiği son olayları hatırlayalım. Biri HDK ve kent uzlaşısına dönük gerçekleşen operasyondu, diğeri ise 19 Mart sürecidir. 19 Mart’tan bu yana Türkiye halklarının yükselen sesi sadece sıradan bir tepki değildi, sadece bir şahsın özgürlüğü için değildi. Bunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu tepkiler eşit, adil, özgür ve demokratik bir yaşamı talep etmek içindi. Gençler, öğrenciler hep bir ağızdan haykırıyor, “Bu ülke bugün de bizim, yarın da bizim, gelecekte de bizim” diyor. Direnen gençlere buradan selam ve sevgilerimizi iletiyoruz.
Tasfiye edilmek istenen öğretmenlerimizin ve onlara sahip çıkan öğrencilerimizin yanındayız
İktidar yükselen seslere karşı ne yapıyor? Bu sesleri duymazdan gelerek baskılarını artırıyor. Öğrencilere sokak ortasında işkence yapılıyor. Hepimiz izledik televizyonlarda ya da katıldığımız eylemlerde. O öğrencilere ve gençlere copla vuran ve gaz sıkan polislerin her birine 10 bin TL ödül verdiler. Siz kaç ülke bilirsiniz ki yeryüzünde işkenceye ödül veriyor apaçık. Ama ne yazık ki kendi ülkemizde buna kötü bir biçimde tanıklık ettik. İşkenceye prim vererek iç barış sağlanamaz. Aksine bu, toplumsal barışa zarar verir, ortak yaşamı zehirler. Siz, batıda gençleri coplayanlara bu şekilde prim verirseniz, Kağızman’da bir uzman çavuş kafede “yan baktın” diyerek bir insanı herkesin gözü önünde katleder. Bu cesaretin kaynağı cezasızlık politikası ve iktidarın açık korumasıdır. Üstelik üzerine de ödül veriyorsunuz. Yani teşvik ediyorsunuz şiddete. Bu apayrı bir suçtur, bunu biliyor musunuz? Evet, suç işliyorsunuz. Bu apayrı bir suçtur, suça teşvik etmek de suçtur, suçluyu ödüllendirmekte suçtur. Bunu bizler asla kabul etmiyoruz. Bu antidemokratik uygulamalar bitmiyor. Şöyle bir ara vermek, bir nefeslenmek bile gelmiyor akıllarına. Yine bu zorlayıcı gündemleri sürdürüyorlar. İktidar tüm bunların dışında şimdi de okullarda öğretmen avında. Proje okullarında öğretmenlere dönük siyasi tasfiyeye girişmiş durumda. Buradan Milli Eğitim Bakanına sesleniyorum: Öğretmen atamaları, yönetici görevlendirmeleri, tayinler şeffaf, denetlenebilir ve liyakat esaslı olmalıdır. Öğretmenlere dönük bu siyasi operasyon, sadece öğretmene dönük değildir; bilime ve bu ülkenin demokratik geleceğine dönük de bir müdahaledir, operasyondur. Ayrıca mülakat mağduru öğretmenler bugün Milli Eğitim Bakanlığı önünde toplandılar, eylem gerçekleştiriyorlar. Alenen hukuksuzlukla karşı karşıya kalmış öğretmenlerimizin ve onlara sahip çıkan öğrencilerimizin yanındayız, yanında olmaya devam ediyoruz.
Bu ülkede sahici bir barış olacaksa bu ancak demokratik bir dönüşümle mümkündür
Hakkı hukuku yok sayan hiçbir politika meşru değildir; demokrasi karşıtıdır, topluma zarar verir, barışa hizmet etmez. Bu ülkede sahici bir barış olacaksa bu ancak demokratik bir dönüşümle mümkündür. Barış demokrasiyle olur. Bunun altını bizler her fırsatta çizmeye devam edeceğiz. Bu süreçte atılacak önemli adımlar vardır. Bu adımlarda en önemli sorumluluk devlete ve iktidara düşmektedir. Ancak aynı zamanda bu talepler etrafında örgütlenen bütün kesimlere, yani hepimize, yani meydanları dolduran gençlere, kadınlara, toplumsal muhalefetin öncüsü olan bütün kesimlere de görev ve sorumluluk düşmektedir. Hep birlikte elimizi taşın altına koyarsak biz bu ülkede ciddi bir değişim ve dönüşümü inşa edebiliriz. Şairin dediği gibi, hangi yangın bir başına söndürülebilir? Bütün toplumu yakan yangını birlikte söndüreceğiz. Bu karanlıktan hep birlikte, el ele vererek çıkabiliriz; çıkmalıyız. Başka çaremiz yok. Kendimize güveniyoruz, gençlere güveniyoruz, kadınlara inanıyoruz. Bizler başaracağımıza inanıyoruz. Mutlaka başaracağız, mutlaka başaracağız.
Savaşları çıkaran erkek egemen zihniyete karşı biz kadınlar barışta ısrarcıyız
Sevgili kadınlar, barış bizim için çok önemlidir. En temel gündemlerimizden birisidir. Savaşları çıkaran erkek egemen zihniyete karşı biz kadınlar barışta ısrarcıyız. Savaşın yarattığı şiddeti, tacizi, tecavüzü, yoksulluğu, işsizliği ve sömürüyü en derinden biz kadınlar yaşıyoruz. Savaşın en ağır bedelini biz kadınlar ruhumuzda, tenimizde, bedenimizde hissediyoruz. Yakın zamanda çıkan savaşlarda Êzidî kadınların çeteler tarafından nasıl kaçırıldığını, küçük Êzidî kız çocuklarının nasıl kaçırıldığını ve Ankara'nın göbeğinde dahi satıldığını gayet iyi biliyoruz. Şimdi aynı uygulama Suriye’de Arap Alevi kadınlar üzerinden gerçekleşiyor. Arap Alevi kadınlar, kız çocukları, küçük yaştaki çocuklar kaçırılıyor ve bizler büyük bir utancı görüyoruz hep birlikte. 21. yüzyılda kız çocukları ve kadınlar adeta köle pazarında satılır gibi satılıyor. İşte biz o yüzden savaşın bütün negatifliğini bedenimizde, tenimizde, ruhumuzda hissediyoruz. Bununla ilgili mücadele eden dünyada çok önemli örnekler var. Siyahlı Kadınların, Filistinli kadınların kurduğu Barış İçin Kadın Koalisyonu, İrlandalı kadınların Kadın Destek Ağı, Kürt Barış Anneleri, Barış İçin Kadın Girişimi... Bu dünya deneyimlerinin ortak noktası var, o da şudur: Kadınlar barış istiyor.
Barış olursa İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülür, 6284 sayılı kanun etkin biçimde uygulanır
DEM Parti Kadın Meclisi olarak hep birlikte barış için çalışıyoruz. Özellikle Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı yapıldıktan sonra bu konudaki mücadelemizi ileri bir aşamaya taşıdık. Barışın toplumsallaşması için atılacak her adımın içinde kadınlar olmalıdır. Bizler de sokaktan Meclis’e bunu örgütlüyoruz. Kadın Meclisimizin siyasi partilerin kadın yapılarıyla gerçekleştirdiği görüşmeler ile İstanbul, İzmir, Aydın, Dersim, Bursa, Muğla ve Antalya'da kadın örgütleriyle ve platformlarıyla yapılan buluşmalar barışa giden yolda kadınların verdiği emeği gösteriyor. Bu kararlı adımları atan Kadın Meclisimizi yürekten kutluyorum. Şunu hayal edelim sevgili kadınlar hep beraber: Türkiye’de barış olursa ne olur? Türkiye’de barış olursa; İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülür, 6284 sayılı kanun etkin bir biçimde uygulanır, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri son bulur. İşte bizler böylesi biz barış ikliminin oluşmasını istiyoruz. Demokratik dönüşüme bu barış ikliminin hizmet etmesini istiyoruz. Bu nedenle barışın sözünü büyüteceğiz. “Barışın sözünü büyüteceğiz” diyen ve savaşın etkilerine karşı ortak mücadele çağrısı yapan Barışa İhtiyacım Var İnisiyatifinin bu dönemde kurulmuş olması çok önemli ve anlamlıdır. Çok güzel çalışmalara imza atacağına da inanıyorum. Kadınlar, savaşın karşısında, barıştan yana; şiddetin ve yıkımın karşısında, yaşamdan yana. Bizler bunun için mücadele ettik. Bunun için mücadele etmeye de devam edeceğiz. “Jin Jiyan Azadî” şiarı bütün coğrafyamızda hayat bulana dek mücadele etmeye devam edeceğiz.
Yurttaşın en temel sorunu geçim krizi
Bugün Türkiye’nin en temel sorunlarından biri geçim krizi. Yurttaş ekmeğe ve suya muhtaç. Sadece 2-3 lira daha ucuz yumurta ve ekmek almak için kar kış demeden, sıcak soğuk demeden insanlar metrelerce kuyruklarda bekliyor. En yakın örneğini geçen Kızılay’da bizzat kendim gördüm. Kızılay’da ucuz yumurta almak için insanlar metrelerce uzayan kuyruktaydı. Ben çok merak ediyorum, iktidar ve sarayda oturanlar bunları görüyor mu? Yurttaşın çektiği yoksulluğun farkındalar mı? Bu yoksulluğun ne kadar derin olduğunun farkındalar mı? Artık düğünlerde yeni nesil uygulamalar oluyor. Maliyetler düşsün diye iki saatlik düğün salonu kiralanıyor. Bu, yurttaş için mini düğün, mini öğün, mini yaşam demek. Ekmeğimizden ve emeğimizden çaldıklarından da kendilerine şaşalı yaşamlar kuruyorlar. İşte iktidarın kendi yurttaşına reva gördüğü yaşam budur! AKP iktidarında artık ev almak hayal oldu. Eskiden emekli olanlar ev sahibi olabilirdi, araba alabilirdi. Şimdi bırakın bunların alınmasını, temel gıda ürünlerini, eti, peyniri dahi alamaz bir vaziyetteler. Meyve bile alamıyorlar. Meyve artık emekli için, emekçi için, yoksul için bir lüks oldu.
Zirai don mağduru çiftçinin zararı derhal giderilmelidir
Bütün bu yoksulluğun ve krizin yanında bir de sıcaklığın aniden düşmesiyle çiftçilerin tarladaki ürünü zarar gördü. Meyvecilikle geçimini sağlayan bölgeler özellikle büyük bir darbe aldı. Yaşanan don olayları yüzünden üreticiler yüzde 80 oranında rekolte kaybı yaşadı. Tarım Bakanlığı derhal harekete geçmelidir. Üreticilerin zararları derhal giderilmelidir. Üreticiler olmadan soframıza ulaşacak ürün de olmaz. İktidar, çiftçilerin üzerindeki yükü hafifletecek tedbirleri zaten almalıdır ama şu anda yaşanan bu doğal afet karşısında iktidar ve ilgili bakanlık acilen devreye girmelidir.
AKP iktidarında yoksulluk ve kriz daha da derinleşiyor demiştik. Evet, milyonlarca insanın artık yaşayabileceği konut problemi var. İnsanlar barınamıyor. İnsanlar kira ödeyemez bir hale gelmiş durumda. Mart ayında enflasyon yüzde 38 olarak açıklandı. Ancak nisan ayı kira artış oranı yüzde 51 olarak belirlendi. Asgari ücrete sene başında sadece yüzde 30, emekli maaşına yüzde 15.75, memur maaşına ise yüzde 11.54 oranında zam yapıldı. Yurttaş ne yiyecek, yurttaş ne içecek? Yurttaş nasıl geçinecek? Delik giderek büyüyor. Artık bu delik yama tutmuyor. Demokrasi krizi derinleştikçe ekonomik krizin de daha da derinleştiğinin altını bir kez daha çizmek istiyoruz. Bakın, sadece 19 Mart’ta yaşanan siyasi darbenin ardından ekonomi daha da beter hale geldi. Piyasalar allak bullak oldu. Milyarlarca dolar bir anda buharlaştı. Olan vatandaşa oldu. Peki, ne uğruna? Siyasi beka uğruna. Yazıktır, günahtır.
Geliri yoksulluk sınırı altında olan ailelere kira desteği verilmesi için kanun teklifi verdik
DEM Parti olarak bizler bu politikalara kökten karşı olduğumuzu her fırsatta ifade ettik. Burada da bir kez daha altını çiziyorum. DEM Parti olarak, acil ve palyatif bir çözüm olduğunun farkındayız ve bir kanun teklifi hazırladık. Geliri yoksulluk sınırları altında olan her haneye her ay asgari ücretin yarısı kadar kira desteği verilsin dedik. Tüm muhalefet ve yurttaşlar bu teklifimize destek olmalıdır. Ayrıca geçen hafta ifade ettik, çok önemli bir konu, bugün bir kez daha altını çizmek istiyorum. Yılbaşında aldıkları zam, bu üç ayda enflasyon karşısında eriyen emekliye, memura ve asgari ücretliye ara zam yapılmalıdır. Bunun için de başta iktidar partisi olmak üzere parlamentodaki tüm partilere sesleniyoruz: Gelin, bu ara zammın kararını parlamento çatısı altında alalım. Az da olsa yurttaşlarımızı rahatlatan somut bir adım atalım.
Fabrikada, tarlada, işyerinde, meydanlarda, okullarda, kampüslerde, mahallelerde, her yerde ama her yerde örgütlenmeye devam edeceğiz. Sesimizi birleştirmeye devam edeceğiz. Mücadeleyi büyütmeye devam edeceğiz. Emeğimiz için, ekmeğimiz için, alın terimiz için, barış için, demokratik bir toplumun inşası için, demokratik bir cumhuriyetin inşası için mücadele, mücadele, mücadele!
On binlerce barış gönüllüsüyle ev ziyaretlerine başlıyoruz
1 Ekim’de başlayan ve 27 Şubat’ta sayın Öcalan’ın tarihi çağrısıyla taçlanan sürecin üzerinden tam 6 ay geçti. Bu 6 ay boyunca bir gün bile yerimizde durmadık. Asya’dan Okyanusya’ya, oradan Avrupa’ya kadar dünyanın dört bir yanını dolaştık. Her yerde heyetlerimiz bu süreci dünya ülkeleriyle paylaştı. Birçok ülkenin temsilcileri, elçilikleri ve kurumlarıyla bir araya geldik. Heyetlerimizle bu süreci anlattık ve çözümü tartıştık. Türkiye’nin dört bir yanında da il il, ilçe ilçe dolaştık. Halklarımızla barışı konuştuk. Yüz bine yakın yurttaşımızla barış için açık ve şeffaf toplantılar gerçekleştirdik. Şimdi on binlerce barış gönüllüsüyle tek tek ev ziyaretlerine başlıyoruz. Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında on binin üzerinde barış elçisiyle, arkadaşımız ve yoldaşımızla tek tek evleri ziyaret etmeye başladık. Yetişemediğimiz yerlere milyonlarca mektup yollayacağız, online toplantılar yapacağız. Bugüne kadar yaptığımız onca çalışmanın bize gösterdiği tek gerçek var ki o da şudur: Toplum barış istiyor, halk barış istiyor. Herkes buna hazır. Barışı esnetin, uzatın yaklaşımına da toplum karşı. Barış istiyoruz, acil ve hemen diyorlar. Geçtiğimiz her yerde konuştuğumuz herkes bu süreci canı gönülden destekliyor.
Beklenti, Erdoğan’la yapılan görüşmenin barış sürecine hız kazandırmasıdır
En son Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ile DEM Parti İmralı Heyeti bir görüşme gerçekleştirdi. Daha önce de kamuoyuyla paylaşıldığı gibi görüşme olumlu geçti. Heyetimiz, toplumun kafasındaki soru işaretlerini, gözlemlerimizi ve önerilerimizi Sayın Erdoğan’a aktardı. Beklenti, bu görüşmenin barış sürecine hız kazandırmasıdır; çözümün kapısının aralanmasıdır. Elimizde büyük bir fırsat var: Tarih yapma ve tarihe geçme fırsatı. Ama açık konuşalım ki aradan 2 ay geçmesine rağmen çağrıya denk düşen bir adımı ve iradeyi henüz göremedik. Toplum net konuşuyor, son derece makul konuşuyor, son derece rasyonel ifade ediyor. “İktidar neden adım atmıyor? Bu süreç neden tek taraflı ilerliyor? Bir oyalama mı var?” diyor. Biz de buradan yürütme erkine soruyoruz: Tecrit sürerken, bir tek somut adım atılmazken, tam tersine her gün yeni antidemokratik uygulamalar devreye girerken, kayyımlar devam ederken sizce biz yurttaşlara ne cevap verelim? Bunlar çok büyük soru işareti olarak toplumun kafasında duruyor. Güven sadece güzel sözlerle değil, pratik ve güven verici somut bir zeminin tesis edilmesiyle oluşur. Bu zemin nasıl sağlanır? Sayın Öcalan’ın çalışma ve iletişim özgürlüğünün sağlanmasıyla mesela. Meclis’in silahsızlandırma süreci için bir yasa çıkarmasıyla örneğin. Demokratik dönüşüm ve barış teklifinin hazırlanmasıyla. Bu kanunu Meclis’ten hep beraber çıkarmakla olur. İlk adım olarak bunları yaparsak tüm Türkiye rahat bir nefes alır, toplumun kafasındaki soru işaretleri az da olsa ortadan kalkmaya başlar. Mücadelemizle güncel, somut ve acil ihtiyaçlarımızın altını çizmeye devam edeceğiz.
Toplum, hasta tutsaklarla ve infazı yakılan mahpuslarla ilgili atılacak adımları beklemektedir
İzniniz olursa birkaç noktaya daha değineceğim. Mahir Polat’ın tahliyesi hepimizi çok mutlu etti. Şimdi daha iyi koşullarda tedavi edileceğine inanıyoruz. Buradan da kendisine geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum. İçeride onun gibi yüzlerce ağır hasta tutsak var. Özge Özbek, Hatice Yıldız, Soydan Akan, Server Yıldırım, Hatice Öneren gibi daha burada sayamayacağım yüzlerce insan hem hapishane koşullarıyla hem de hastalıklarıyla boğuşmak zorunda. İktidara ve Meclis Başkanlığına sesleniyorum: Güven artırıcı adımlar atabilirsiniz. İnsani ve hukuki olan bu meselede cesur davranabilirsiniz. Toplum, hasta tutsaklarla ve infazı keyfi bir şekilde yakılan mahpuslarla ilgili atılacak adımları beklemektedir.
Sözlerimi tamamlamadan önce iki konunun altını çizmek isterim. İktidarın yargı ve güvenlik güçlerini kullanarak CHP’yi siyaset dışına itmeye çalışması kabul edilemez. CHP’ye neden baskı uygulanıyor, neden ablukaya alınmak isteniyor? Bunlar yine önemli sorular. Muhalefet bugün bu sürece destek veren, çözümden yana olan bir noktadadır. Bu, tarihi bir öneme sahiptir. Barış Türkiye’de gündeme geldiğinde ilk kez muhalefetten bu kadar ciddi ve önemli bir destek geliyor. Başta ana muhalefet partisi olmak üzere bütün muhalefete sesleniyorum: Barış tüm Türkiye’nin ortak meselesidir. Ne olursa olsun barış ve çözüme dört elle sarılmaktan vazgeçmeyin.
Kayyım politikaları derhal son bulmalı, belediye eşbaşkanları ve başkanları görevlerine iade edilmelidir
Değinmek istediğim bir diğer nokta ise şudur. Çözümü ve barışı konuşuyoruz diye kayyım uygulamalarını unuttuğumuzu kimse sanmasın. Van’da kayyım çocuklar için açılan kreşi kapattı. Neden? Kayyım, kadınlara ücretsiz otobüs yolculuğu için verilmiş olan Jin Kartı iptal etti. Neden? Sadece Van’da değil, kayyım atanan bütün belediyelerde halkın yararına olan bütün projeleri tek tek iptal ettiler. Neden? Bütün bunların yanıtını bekliyoruz. Bunun fazlasını bekliyoruz. Kayyım politikaları derhal son bulmalı ve kayyım atanan belediyelerin seçilmiş belediye eşbaşkanları ve başkanları görevlerine hızlı bir biçimde iade edilmelidir. Şunu herkes bilmeli ki İstanbul’da gözaltına alınan, gaz sıkılan, belediyesine kayyım atanan insanların itirazıyla Van’da ve Hakkari'de belediyesine kayyım atanan, demokratik siyaset yürüttükleri için gözaltına alınan, tutuklanan yurttaşlarımızın itirazı aynıdır. İstanbul’da iradesi gasp edilen, Mardin’de iradesi gasp edilen yurttaşımız diyor ki elinizi irademizden çekin. Biz de buradan bunun altını bir kez daha çiziyoruz. Elinizi irademizden derhal çekin!
Toplumun beklentisi Sayın Erdoğan’ın tarihi bir sorumlulukla yaklaşıp cesurca adım atmasıdır
Barış ve demokratik toplum için daha güçlü bir biçimde ortak ses çıkarmaya devam etmeliyiz. Bunun için cesurca mücadele etmeye devam etmeliyiz. Bizler bu tarihi sürecin sonuna kadar arkasındayız. Elimizden gelenin fazlasını yapmak için yoğun bir çaba içindeyiz. Zamanın daraldığının farkındayız. Küresel krizlerin uzandığı, bölgesel gerilimlerin tırmandığı bir dönemde barış ve çözüm asla ertelenemez. Biz buradan bir kez daha sözümüzü yineliyoruz: Toplumun beklentisi, yürütme erkinin başı olan Sayın Erdoğan’ın zamanın ruhuna uygun bir şekilde cesurca adım atması ve tarihsel bir meseleye dair tarihi bir sorumlulukla yaklaşmasıdır. Halk çözümden yana kararlı bir duruş sergilemektedir ve somut bir adım beklemektedir. Türkiye’deki bütün halklar için, emekçiler için, işçiler için, yoksullar için kadınlar ve gençler için, 85 milyon yurttaşımız için gerekli adımlar atılmalıdır. Gün barışı erteleme değil, barışı birlikte kurma günüdür. Türkiye hazır, Kürtler hazır, DEM Parti hazır, muhalefet hazır, en önemlisi de toplum hazır. Artık barış için harekete geçmenin tam vaktidir. Toplumun yüreği barış için atıyor. Rüzgar hiç olmadığı kadar barıştan yana. Konuşmamı Mevlana’nın bir sözüyle tamamlayacağım. Mevlana der ki insan aradığı şey ile ölçülür. Biz barışı arıyoruz, demokrasiyi arıyoruz. Bizim ölçümüz barıştır, demokrasidir. Barış ve demokrasi mücadelesinde yolumuz açık olsun, Hızır yar ve yardımcımız olsun. Sağlıkla kalın, hoşça kalın.
15 Nisan 2025