Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, Ekmek ve Adalet Buluşmaları kapsamında Antalya’da turizm, tarım, inşaat işçileri ve STK temsilcileriyle bir araya geldi. Antalya Milletvekilimiz Saruhan Oluç, MYK ve PM üyelerimizle il yöneticilerimizin de katıldığı toplantıda konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi:
Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Ekmek ve adalet arayışımızda, mücadelemizde, gerçekleştirdiğimiz buluşmalarda siz değerli Manavgat halkı, işçileri, emekçileriyle bir arada olmaktan mutluluk duyuyorum.
Bıçak kemiği de kesti ve biz ekmek ve adalet mücadelesini kararlılıkla sürdüreceğiz
Dün Kepez'deydik bugün Manavgat'ta, bundan önce Mardin, Iğdır, Bazid burada sayamadığım pek çok ilde Ekmek ve Adalet Buluşmaları için alanlarda, tarlalarda, yaylalardaydık. Çobanlarla buluştuk, hayvan yetiştirenlerle buluştuk, domates yetiştiricileriyle buluştuk. Burada sayamadığım pek çok kesimle buluşmalar gerçekleştirdik. Aynı zamanda adaletsizlikten en çok etkilenen kesimlerle, depremzedelerle buluştuk. Bu buluşmalarımızı gerçekleştirmeye devam edeceğiz. Yarın öbür gün İzmir, sonrasında Mersin, Adana, İstanbul, Kocaeli ve gitmediğimiz bütün kentlerimizde Kürdistan ve Türkiye’deki bütün emekçilerle, işçilerle, emekten ve adaletten yana mağdur olan milyonlarla buluşmaya devam edeceğiz. Bu buluşmalarda muradımız nedir? Türkiye’nin gerçekten içinden geçtiği ekonomik kriz kelimelerle tarif edilemeyecek kadar artık derin, eskiden derdik ki bıçak kemiğe dayandı. Şimdi bıçak kemiği kesmiş ve bıçağı biz iliklerimizde hissediyoruz. Bugün 50 milyon insan açlık ve yoksulluk sınırlarında yaşıyorsa, insanlar akşam evlerine giderken bir sıcak ekmek götürmekte zorlanıyorsa bilelim ki bıçak kemiği çoktan kesmiş durumda. Biz Ekmek mücadelesi için, Adalet mücadelesi için yollarda olmaya, bu buluşmaları siz değerli halkımızla, emekçilerle, işçilerle, sömürülenlerle birlikte daha çok büyütmek için DEM Parti olarak dün olduğu gibi bugün de yarın da adalet tamamen tecelli edene kadar, bu mücadelenin sonucunda ekmek kavgasında eşitlik ve adalet sağlanana kadar çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bu mücadele siz değerli halkımızın desteği ile büyür. Bu tek bir siyasi partinin tek başına başaracağı bir iş değildir. Dün Kepez'deki buluşmada sendika temsilcileriyle de bu konuyu oldukça derinlemesine karşılıklı konuştuk tartıştık. Bugün Türkiye’de işçilerin, emekçilerin örgütlenmesinin öneminin altını bir kez daha çizdik.
Turizmi 12 aya yayan bir sektör haline dönüştürülebiliriz
Türkiye ve özellikle de Antalya için turizm çok önemli bir sektör. Bunu sizler pratikte deneyimlediğiniz için bizden daha iyi biliyorsunuz. Türkiye’de herşey o kadar yanlış yönetiliyor ki, bütün mevsimlerin yaşandığı bir coğrafyada güneyinden kuzeyine doğusundan batısına her bir taşı toprağı turizm anlamında dikkat çeken bir coğrafyada turizm politikaları yetersiz. Taşı, kumu, denizi, ağacı, toprağı, tarihi eserleri, farklı halkların ve inançların bu ülkede yaşamasından kaynaklı olarak buradaki kültürel zenginlikleri bir arada düşündüğümüzde elbette sadece deniz, kum ve güneş diye özetlenecek 3-5 aylık bir turizmden bahsetmek yetersiz kalır. O nedenle öyle bir merkezi politika belirlenmeli ki yılın 12 ayı kültür, inanç, sağlık, spor, yayla, kaplıcalar, ılıcalar, festivaller ve aklımıza gelecek çok sayıda turizm açısından güçlü ve bunu 12 aya yayan bir sektör haline dönüştürülebiliriz. Sektör de demek kafi gelmez. Bugün kültürel anlamda Türkiye’de yaşayan halklar olarak bir çok kişi batıdan gidip Kürdistan'ı görmemiş bile. Çünkü turizmi doğrudan etkileyen, yönetme biçimidir. Bölgesel ayrımcılık yapılmaktadır. Bu bölgesel ayrımcılığı Kürdistan coğrafyasına baktığımızda kolaylıkla görebiliyoruz. Bir Hakkarili gelip Antalya’da tatil yapabiliyor. Pekala Antalyalı biri de Hakkari’ye, Van’a turizm amaçlı gidebilmelidir. Ancak bu kötü yönetim, bölgesel ayrımcılık çoğu zaman OHAL ilan edilmiş olması, Kürt sorununun çözülmemiş olması, savaş ve çatışmalar bunu engelliyor. Sanki orada başka bir dünya var. Buradan bakınca bunu daha net görüyoruz. Turizm açısından da bu ülkenin barışa ihtiyaç var. Turizmin gelişmesi açısından bölgesel ayrımcılığın kökten ortadan kaldırılması gerekiyor. Bir bütün olarak bu sorunların demokratik bir biçimde hallolmuş olması gerekiyor.
Turizmi büyütmenin yolu barıştan, kardeşlikten, demokrasi ve adaletten geçer
Bugün Türkiye'de savaş, çatışma, gerilim devam ediyor. Sadece Türkiye’yi düşünmeyin bakın Lübnan'da bir konferans gerçekleşecekti, savaştan dolayı konferanslar, toplantılar ertelendi. Bu dünya için geçerlidir. Savaş ve çatışmalar aynı zamanda nüfus akışkan halinin önüne geçmektedir, turizmi etkilemektedir. Bugün de Devrimci Turizm Sendikası'nın raporlarına baktım, bu konunun üzerine çok iyi değinmişler. Diyorlar ki turizmi de büyütmenin yolu barıştan, kardeşlikten, demokrasi ve adaletten geçer. Onların bu tespitini şu örnekle desteklemek isterim. Bu otoriter rejim instagramı kapattı. Turizm dahil olmak üzere birçok işletme, kişi instagramı fikir ve ifade özgürlüğü alanı olarak ve siyasi amaçla da ticari amaçla da kullanmaktadır. İnstagramın kapatılması özgürlüklerimize bir darbe olduğu kadar buradan geçinen kesimlere de başta turizm sektörü olmak üzere bir darbedir. Bu otoriterleşmenin sonuçlarını aynı zamanda ekonomik yaşamda nasıl gördüğümüzün çok önemli göstergelerinden birisi budur.
Turizm sektörünün pahalı olmasının sebebi esnaf değil ekonomiyi batıran bu iktidardır
Antalya’da, Manavgat’ta da çok sayıda turizm emekçisi olduğunu biliyoruz. Bu sektörde çalışan emekçilerin sıkıntılarını siz bizden daha iyi biliyorsunuz. Bir kaçını buradan zikretmek istiyorum. Çok yoğun bir emek, çok fazla ek mesai ama çok yetersiz bir ücret. Hele şimdi Türkiye’de artan enflasyon ve hayat pahalılığının yansımaları Türkiye’de iç turizmin bile Yunanistan'a yönelmesini sağlamıştır. Yani yerli turistler Antalya’da tatil yapmayı değil Yunanistan'da daha ucuz tatil yapmayı tercih ediyorlar. Bakın Antalya ile ilgili haberler günlerce basında yer aldı, bugün Türkiye’de Antalya'dan örnek verecek olursak geçen sene ile bu yılı kıyaslayacak olursak bir insanın yaptığı tatilin masrafları yüzde 200 oranında artmıştır. Ama mevcut iktidar, o saray, o tuzu kurular, o sömürgenler ne diyorlar, esnafın üzerine atıyorlar bunu. Diyorlar esnaf pahalı satıyor. Ne yapsın esnaf? Her şeye zam yaptınız. Vergi iyileştirme yasası adı altında şimdi bir tasarı üzerinde çalışıyorlar, yine vergiyi sizin, işçinin, emekçinin sırtına yıkmaya çalışıyorlar. Zengini daha zengin yaptılar ama bir avuç zengini daha zengin yaptılar. Yoksul daha da yoksullaşmış durumda. Sanki bu pahalılığın nedeni küçük esnafmış, bakkalmış, manavmış gibi yansıtıyorlar. Oysa bu kocaman bir yalan. Bu halka dönük kocaman bir iftiradır. Burada enflasyonun bu kadar yüksek olmasının nedeni onların ekonomiyi yönetememesi, ülkenin kaynaklarını ve varlıklarını yandaşlarına peşkeş çekmeleri ve zengini koruyan yasalar çıkararak fakiri daha da ezen, yoksulu üreticiyi daha çok sömüren yasalar çıkarmalarıdır. Kapitalizmin krizi bu ülkede daha da derinleşmiş ve daha fazla bizler tarafından hissedilir durumda.
Turizm sektöründeki kadınlar emeğinin karşılığını alamıyor
Özellikle turizm sektöründe çalışan kadın emekçi kardeşlerim, en fazla bu alanda sömürülen kardeşlerimiz, kadın arkadaşlarımız, bakın uluslararası standartlarda 12 ile 15 oda temizlemesi gerekirken bir gün içinde Türkiye’de turizm sektöründe çalışan kadınlar 30’a yakın odayı temizlemek zorunda kalıyorlar. Ek ücret var mı, hayır. Peki onların hastalandıkları zaman bir garantileri var mı? Hayır yok. Bu emekçi kardeşlerimiz mevsimlik işçi gibi çalıştırılıyor. Turizm alanında çalışan bütün emekçi kardeşlerimiz öyle. Peki 5 ay çalıştınız yılın geri kalan 7 ayı ne yapacaksınız? Burada biz DEM Parti olarak şunun altını kalın kalın çiziyoruz. Bugün turizm sektöründe çalışan bütün emekçilerin 12 ay boyunca sigortalı olmalarının sağlanması, işsizlik fonundan ciddi bir biçimde faydalanmaları, çalışmadıkları dönemlerde işsizlik fonunda biriken paraların kendilerine pay edilmesini savunuyoruz. Oysa işsizlik fonunda bizim yurttaşın, halkın vergileriyle biriken o fonu ne yazık ki bu iktidar kendi yandaşlarına peşkeş çekmektedir. Yine kendi yandaşlarına kanallar bulup buradaki paraları onlara aktarmaktadır. Bunu asla kabul etmiyoruz.
Stajyer sigortalılığı emeklilik için geçerli kabul edilmelidir
Yine turizm alanında yaşanan en önemli meselelerden biri çocuk işçiliği ve stajyer öğrencilerin, emeklerinin sömürülmesi. Bakın özellikle EYT gündeme geldiği zaman EYT’liler eylem yaptıkları esnada stajyerliği EYT'li olmaya saymıyorlar. Bununla ilgili çok ciddi eylemler gerçekleşti. DEM Parti olarak hem EYT’lilerle birlikte olduğumuz kadar, parlamentoda bunun için mücadele ettiğimiz kadar, alanlarda meydanlarda da birlikteydik. Buradan bir kez daha şunun altını çizmek isterim. Stajyer öğrencilerin staj durumundaki sigortalılığının emekliliğe sayılması gerekiyor. Turizmin sektörü milyonlarca emekçiyi ilgilendiriyor, bununla ilgili bir örgütlenme var. Bizler de DEM Parti olarak bunun sonuç alması için her türlü çabayı sarf etmeye devam edeceğiz.
Pahalı olan yere turist gelmez. Buraya gelmeden önce özellikle Antalya yerel basınını izlemeye, okumaya çalıştık. Hemen şu haber gözüme çarptı. Ukrayna Büyükelçiliği'nden yapılan bir açıklama. Ukrayna'da savaş başladığı zaman buraya sanırım 70 bine yakın Ukraynalı yerleşmiş. Ama bu son 1 yıl içerisinde Antalya'daki hayat pahalılığından, yükselen kiralardan ve gündelik hayattaki masrafların artmasından dolayı 30 bini şehir değiştirmiş. Bu resmi rakamlara göre elimizdeki veri. Bu demek oluyor ki hayat pahalılığı devam ettiği sürece, her alanın, her şeyin etkilediğini görmemiz gerekiyor.
İnşaat işçisi kardeşlerim de buradalar. Türkiye’de son dönemlerde en çok emekçinin istihdam edildiği yerlerden biri inşaat sektörü. AKP iktidara geldiği günden bugüne kadar ne kadar fabrika varsa hepsini özelleştirdi ve sattı. Ne kadar kamuya faydalı olan kurum, kuruluş ve fabrika varsa hepsini sattılar. Özal bunun yolunu açtı Erdoğan bunu sürdürdü. Erdoğan’ın bu konuda kötü heykeli dikilecek. Türkiye’nin her şeyini, kamuya ait olan herşeyi parsel parsel sattığı için onu kötülemek üzere heykeli dikilecek.
İnşaat sektörü yandaşları zengin ederken işçiler en fazla bu alanda sömürülüyor
Ekonomik büyümeyi tamamem inşaat sektörü üzerinden yaptı, iktisatçılar buna hormonlu büyüme diyorlar. Rakam açıklıyorlar ya, şu kadar bu kadar büyüme var ekonomimizde diye. Üretimin olmadığı yerde gerçek bir ekonomik büyüme olmaz. Bunu herkes bilir. Bunu işçiler, emekçiler, esnaf olarak gayet iyi biliriz. İnşaat diz boyu, burada 5'li çete ve onlara yakın taşeron firmalar kazandı. Biz 5'li çete 5'li çete diyoruz ya sürekli. İşte bu sektörden zenginleşen yandaş sermayeyi büyüten neydi? İnşaat sektörü. Fakat onlar buradan bu kadar büyük devasa paralar kazanırken bu üretimi yapan işçi emekçi kardeşlerimiz de derler ya esfele safilin yani yerin 7 kat derinliklerindeki bir yoksulluğu yaşamaktadırlar. İş cinayetlerinde özellikle inşaat sektöründeki iş cinayetlerinde her ay 30'un üzerindeki emekçi kardeşimiz yaşamını kaybediyor. Neden bu kadar para kazanan o zenginler, patronlar, 5'li çete iş güvenliğini, işçi sağlığını hiçe sayan bir uygulama içerisindedirler? Mesela kemer bağlanacak inşaat işçisine. Onun güvenliğini sağlayacak emniyet kemerleri. Bunları almıyorlar, ''düşersen senin gibi çok var gelip çalışacak'' diyorlar. Çünkü patronun, sermayedarın gözünde yoksulun hiçbir önemi yok. Sanki yüzüne sinek konmuş ve onu rahatsız ediyormuş gibi elinin tersiyle itiyorlar, emekçiye böyle davranmaktadırlar. Bu yüzden kendileri iş kazaları diyorlar ama iş cinayetlerinde bu kadar canımızı kaybediyoruz. İş güvenliği ve işçi sağlığı önemsenmek durumundadır. Yasalarda buna karşılık gelen önemli şeyler var ama yasa bu konuda daha çok geliştirilmelidir. Bununla ilgili çok sayıda kanun teklifini biz parti olarak verdik. Ama bu yetmez, bunun için fiili ve daha güçlü bir mücadeleye ihtiyacımız var. İnşaat işçisi kardeşlerimiz, ben dün birisiyle karşılaştım. Biz küçücük yerlerde 50 kişi kalıyoruz diyorlar. Onların yaşadığı yatakhanelerde asla bir canlı yaşayamaz. 50 kişi diyor banyo kuyruğuna giriyoruz ve kalitesiz yemekler veriliyor kendilerine. İşte işçiyi hiç önemsemediklerinin en önemli göstergeleri bunlar. Bunun için bizler diyoruz ki işçi kardeşlerimiz sendikalarında örgütlenmelerini daha büyütsün lütfen, bu konuda biz DEM Parti olarak üzerimize düşen ne varsa, alanlarda meydanlarda haklarımız için mücadele etmek bağlamında her daim dayanışma içinde olacağız. Her daim dile getireceğiz. Bu sorunların çözülmesi için de projelerimizi her daim ön plana çıkaracağız.
Kendisine yerli ve milli diyen bu iktidar bu ülkenin en büyük düşmanıdır
Tarım bütün Türkiye açısından çok önemli bir gelir kaynağı. Türkiye sanayisi gelişmiş bir ülke değil. En temel geçim kaynaklarının başında tarım gelir. Ama bu iktidar uyguladığı tarım politikalarıyla tarıma çok zarar verdi. Kendisine yerli ve milliyim diyen bu iktidar kadar bu ülkeye zarar veren bir iktidar gelmedi. Geçmiş dönemde Türkiye bir adalet ve demokrasi cenneti değildi. Neler yaşandığını çok iyi biliyoruz. Ama bu iktidar toplumun geçim kaynağını, 85 milyon yurttaşın hayat garantisi olan ne varsa hepsini yok etti. Çünkü kendilerine yerli milli deyip buğdayı bile Ukrayna'dan Rusya'dan ithal etti. Savaşın yoğun devam ettiği süreçte bunlar patates ithal ettiler. Savaşan bir ülke Suriye patates üretebiliyor ama Türkiye gibi toprağı bereketli, suyu bereketli olan bir ülkede suya ihtiyaç duyacak kadar üretim zayıflamış. Bu iktidar başından beri bir projeydi. Küresel sermayenin projesiydi ve amaç da buydu. Türkiye'yi fakirleştir, dışarıya bağımlı hale getir, herşey dışarıdan ithal edilsin, 85 milyon yurttaş, elini avucunu dışarıya açsın. Bunlar sözde yerli, milli ve vatansevermiş! Hadi oradan! Bunlar bu vatanın en büyük düşmanları. Bu ülkeye en düşmanlığı gerçekleştirenlerdir, bu böyle bilinmelidir.
Üretici üretemez hale gelmiş, biz iktidar olsak üreticiye mazotu, gübreyi, sulamayı ücretsiz yaparız
Bizler bu ülkeyi yönettiğimiz zaman yönetim kademelerine geldiğimiz zaman emin olun ki, yapacağımız ilk iş tarım politikasında devrim niteliğinde değişiklikleri sağlamaktır. Buraya büyük iyileştirmeler yapmaktır. Ne yapılmalı? Biz olsak şunu yapardık, mesela Antalya’da seracılık çok gelişmiş. Ama seraların çok önemli bir kısmı dinlenmeye bırakılmış. Üretim yok çünkü masrafı karşılayamıyorlar. Biz Iğdır'da domates üreticileriyle bir araya geldik. Domates üreticileri dedi ki 1,5 TL’ye bile domatesi bu bahçeden koparmıyorlar. Ben diyor 1,5 TL için işçi paramı karşılayamam. Masrafımı hiç karşılayamam ve gelecek dönem muhtemelen ekmeyeceğim diyor. 75 dönüm ekmiş bir üretici kardeşimizin tarlasına gitmiştik ve bunları söyledi. Bunun gibi niceleri. Pamuk buğday eskisi gibi ekilmiyor. Bunun nedeni bu iktidar. Biz olsak biz ne yaparız? Şu anda acil olarak yapılması gereken çiftçiye destek ve teşvik vermek. Mazot, elektrik ve sulama suyunun karşılanması, bütün bunların devlet tarafından sübvanse edilmesi. Neyiniz var neyiniz yok, tarıma yatırmak zorundasınız. Tarımı geliştirmek zorundasınız. Varsa bereketli hazine arazisi tarıma açılmalı, çiftçilere ücretsiz verilmelidir. Bu topraklarda ekilip biçilen her şey insanlarımıza yarayacaktır. Ne yazık ki bunu yapmıyorlar. Yapılması gereken en önemli işlerin başında bunlar gelmektedir.
Adaletsizliklerin başında cezaevleri geliyor
Bizler DEM Parti olarak Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan her sorunun fotoğrafını çekmek, çözümler üretmek için ısrarımızı ve mücadelemizi sürdürüyoruz, sürdüreceğiz. Bu ülkede yaşanan adaletsizlik diz boyu. Adaletsizliklerin başında cezaevleri geliyor. Tecrit en ağır şekilde devam etmektedir. Hapishanelerde insanlar düşüncelerinden, bir tweet attıkları için, düşünce ve fikir özgürlüğü kapsamında adım attıkları için hapishanedeler. Hapishaneler bugün o kadar kötü koşullara sahiptir ki bu salonda yakınları hapishanelerde olanlar da vardır onlar bunu görmüştür. Bu hapishaneler bir işkencehaneye dönmüş durumda. İmralı tecridi devam etmektedir. Bütün bunlara karşı biz adalet mücadelemizi dün olduğu gibi bugün de bu kampanyamız etrafında sürdürmeye devam edeceğiz.
Düğünlerimizde geleneksel kıyafetlerimizle ve Kürtçe müzikle halay çekmeye devam edeceğiz
Yaşanan en temel sorunlardan biri, demokratikleşmenin önündeki en temel engellerden biri Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmemesi. Kürt sorunu sadece bu ülkenin sorunu değildir. Dört parça Kürdistan'da Kürt sorunu mevcut. Dört parçada Kürt sorunun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmesi ısrarımızdan, bu konudaki adalet talebimizden asla vazgeçmeyeceğiz. Anadilinde eğitim bir haktır. Anadilini her yerde özgürce konuşmak bir haktır. Bugün Kürdün düğününe müdahale eden anlayışı asla kabul etmeyeceğiz. Adalet mücadelesi vermeye, dilimizi her yerde özgürce konuşmaya, geleneksel kıyafetlerimizi her yerde özgürce giymeye, düğünlerimizde geleneksel kıyafetlerimiz ve Kürtçe müzikle halay çekmeye devam edeceğiz. Bunu ne Erdoğan'ın gözaltıları, ne İçişleri Bakanı'nın verdiği talimatlar, ne emniyetin içinde birbirleriyle verdikleri kavgaların bize yansıyan neticeleri değiştirmez. Bugüne kadar değiştirmedi, bugüne kadar az mı hapishane gördük, az mı işkence gördük, az mı köy yakmaları gördük, az mı tehcir gördük, hayır! Hepsini Kürdistan coğrafyasında yaşayan halklarımız yaşadı. Ama bir geri adım atıldı mı, asla atılmadı. Şimdiden sonra da asla bir geri adım atılmayacak.
Ekmek yoksa adalet yok, adalet yoksa ekmek yok
Sözlerime son verirken “Bunlar engerekler ve yılandır” diye başlıyor ama ben şurdan devam edeyim “bunlar aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları” diyor bebeğe. Biz bunlar zaten tanıyoruz. Bizden sonraki kuşağa da bunların kötülüklerini, ekmeğimize aşımıza göz koymalarını tanıtmaya devam edeceğiz. Onları teşhir etmeye devam edeceğiz ama sadece bu değil. Bu buluşmalarımızda sizleri dinlemek, sorunları yerinde tespit etmek ve çözüm projelerimizi konuşmak, aynı zamanda en önemlisi bunun kazanıma dönüşmesi amacıyla mücadelemizi daha güçlü vermek için bu buluşmaları yapmaya devam edeceğiz. Bizler ekmek yoksa adalet yok, adalet yoksa ekmek yok, Ekmek ve Adalet, Nan û Dad, El-gubs we el edale diyoruz. Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.
18 Ağustos 2024