Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları, haftalık Meclis Grup Toplantımızda yaptığı konuşmada gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Devrimci Parti Genel Başkanı Elif Torun, SYKP Başkanı Mertcan Titiz ile Hatay Deprem Dayanışması, Suruç Aileleri ve Tüm Emekliler Sendikası da toplantımıza katıldı. Burada konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi:
Bizler Deniz Gezmişleri emperyalizme karşı verdikleri mücadele ile biliriz
Bu hafta gündemimiz biraz yoğun. Dün 6 Mayıs’tı, Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, Ankara İl Örgütümüz ve vekillerimizle birlikte Karşıyaka Mezarlığında Denizleri andık. Burada onları bir kez daha anıyorum. Katledilmelerinin üzerinden 52 yıl geçti. Biz onları hiçbir zaman unutmadık. Ama onların kalemini kıranlar şu an tarihin çöp sepetindedir, insanlık tarihi onları katil olarak tarihin çöp sepetine atmıştır. Deniz Gezmişleri emperyalizme karşı verdikleri mücadeleyle biliriz. Denizleri Türkiye Devrimci Hareketinin önderleri, mücadelecileri ve cesur insanları olarak biliriz. Denizleri, Filistin halkıyla birlikte güçlü bir dayanışma geleneğini bizlere bırakanlar olarak biliriz. Denizleri, “Yaşasın Türk ve Kürt halkının bağımsızlık mücadelesi” diyerek halkların kardeşliği bağlamında verdikleri güçlü mesajla biliriz. O gencecik fidanlar kısacık hayatlarına Türkiye devrimci hareketinin öncülüğünü sığdırdılar. Anıları ve mücadeleleri önünde saygıyla eğiliyorum. “Gülünün Solduğu Akşam”ı hepimiz okumuşuzdur. Ben de o kitabı okuyarak etkilenip devrimci mücadeleye katılan bir arkadaşınızım. Buradan diyorum ki siz güller hiçbir zaman solmayacaksınız. Bu üç gülü de kürsüye Denizlerin anısına bırakıyorum.
Halklar ve inançlar ancak demokratik bir anayasayla eşit ve özgürce bir arada yaşayabilir
Dersim Tertelesi’ni de geride bıraktık. 4 Mayıs’ta Dersim’deydik, katliamda yitirdiğimiz canlarımızı andık. Buradan bir kez daha Koçgiri, Dersim, Sivas, Gazi’de katledilen bütün Alevi canlarımızı saygıyla anıyorum. Orada söylediklerimiz bu parlamentoyu ilgilendirdiği için bir kez daha burada altını çizerek söylemek isterim. Dersim başta olmak üzere insanlığa karşı gerçekleşen bütün katliamlarla yüzleşilmelidir. Bu çatı altında hakikatleri araştırma ve yüzleşme komisyonları oluşturulmalıdır. Dersim halkından özür dilenmelidir. Farklı halklardan ve inançlardan herkesin özgür olması, kültürel değerlerin ve inançlarının korunması gerekiyor. Eşit yurttaşlık temelinde, bu ülkede yaşayan bütün farklı halklardan ve inançlardan insanların kendi diliyle, rengiyle v inancıyla özgürce yaşayabilmesinin garantisi bir anayasadır. Anayasa tartışmalarının gündemde olduğu bugünlerde bunun altını bir kere daha çizmek isteriz. Biz bu taleplerin hayata geçmesini beklerken, ne yazık ki Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Seher Şengüllü Yılmaz’a ve Düzgün Baba Cemevi Başkanı Sinan Kırmızıçiçek’e cezalar yağdırıldı. İktidarın Alevi inancı üzerindeki tekçi ve dayatmacı anlayışına hayır diyenlere, asimilasyon politikasına her fırsatta karşı koyanlara, “biz devletin Alevisi değiliz, kendi Alevilik inancımızı özgürce bu topraklarda yaşamak istiyoruz” diyenlere ne yazık ki böyle cezalarla karşılık verilmektedir. Ceza politikaları Alevilere diz çöktürmedi, şimdiden sonra da diz çöktürmeyecektir. Bizler DEM Parti olarak Alevi canlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Dün olduğu gibi bugün de Alevi canlarımızla yan yana, iç içe ortak mücadele içinde olacağız.
Yeni başlangıçların umudu Hıdırellez'in ve Paskalya’nın bütün halklara barışı, kardeşliği, eşitliği ve özgürlüğü getirmesini diliyorum
Önceki gün Hıdırellez’di. Doğanın uyanışı, baharın gelişi; darda kalanın dilek dilediği, umudunun suda, ağaçta yeşerdiği gündü. Yeni başlangıçların umudu Hıdırellez’in bütün halklara barışı, kardeşliği, eşitliği ve özgürlüğü getirmesini diliyorum. Hızır hepimizin bu zor koşullarda yar ve yardımcısı olsun. Yine geçen gün Paskalya Bayramıydı. Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan ile birlikte Mardin’deydik. Mardin'de Kırklar Süryani Ortodoks Kilisesi’ni ziyaret ederek bayramlarını kutladık. Bir kez daha buradan Hristiyan aleminin geçmiş Paskalya Bayramını kutluyorum. Bütün bayramların barışa, kardeşliğe ve adalete vesile olmasını diliyorum. Bir kutlama daha var, o da Amedspor’a. Engebeli yollardan geçerek 1. lige çıkarak finali yapan Amedspor’u hep beraber kutluyoruz. Bizler ne güzel bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu kısacık zaman diliminde kaç halkın, kaç inancın bayramını kutladık. Bizler böyle rengarenk bir coğrafyayız. Bizler 72 milletten insanlar olarak bu coğrafyada barış, huzur ve kardeşlik içinde, eşit yurttaşlık temelinde yaşamlarımızı sürdürmek istiyoruz.
Ezanın, çanın, hazanın, buhur tütsüsünün huzur içinde birbirine karıştığı bir yaşam hayali mümkün
Ezanın, çanın, hazanın ve buhur tütsüsünün birbirine karıştığı bir coğrafyada bizler huzur içinde kendi renklerimizle yaşayabiliriz. Ötekinin ötekine karışmadığı, insanların birbirlerini inançlarından ve dillerinden dolayı yargılamadığı bu hayali yaşamak güzel değil midir? İşte bu hayali gerçekleştirmek zor değil diyoruz DEM Parti olarak. Bizler bu hayal için mücadele ediyoruz. Bizler demokratik anayasa tartışmalarının gerçekleştiği bugünlerde özellikle bunun altını çiziyoruz. Diyoruz ki bu ülkede yaşayan bütün halkların eşit hakkı vardır ve bize bu hakkı fazla gören otoriter rejimler şunu bilsin ki biz halklar olarak barış, huzur ve kardeşlik hayallerini korumaya devam edeceğiz. Seyid Rıza’nın da dediği gibi bu da onlara dert olsun.
Etin, sütün, samanın merkezi olan Türkiye AKP’nin politikaları nedeniyle ithalata bağımlı hale geldi
Bizler bu güzellikleri hayal etmekten vazgeçmeyelim ama Türkiye’nin gerçek tablosunu da görmezden gelemeyiz. Türkiye ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak çok ciddi bir çöküş yaşıyor. Ekonomik çöküşün diğer adı da dışa bağımlılıktır. Bir zamanlar etin, sütün, samanın merkezi olarak bilinen Türkiye, AKP’nin politikaları nedeniyle ithalata bağımlı bir ülke haline gelmiştir. Amaç yerli üreticiyi tasfiye etmektir. Bunlar her seferinde kendine yerli ve milli diyor ya bakın; Türkiye geçmiş dönemde tarım, sebze ve meyve ihracatında dünyada ilk 9’da yer alırken, şimdi domatesi ve buğdayı ithal eden bir ülke pozisyonuna düştü. Türkiye’de Konya Ovası, Harran Ovası var, Çukurova var. Türkiye’nin her yerinde tarım üretimine elverişli bir coğrafya mevcut. Fakat ne yazık ki Türkiye’de mevcut olan AKP, yani kendine “yerli ve milli” diyen ama esasında yabancı sermayeye çalışan AKP iktidarı sattı, imara açtı, tarımı teşvik etmekten vazgeçti ve Türkiye’yi dışarıya bağımlı bir ülke haline getirdi. Şimdi enflasyon aldı başını gidiyor. Ekonomik çöküşten en çok yoksullar ve asgari ücretle çalışanlar olumsuz etkileniyor. Enflasyon dizginlememektedir. Sadece son 4 ayda, 17 bin TL olan asgari ücretin alımı 2 bin 700 TL düşüşle 14 bin 300 TL’ye inmiş durumda. İki ay sonra biz burada bu kürsüden konuşurken bu rakamların bin lira, iki bin lira daha düşeceğini tahmin ediyoruz. Çünkü enflasyon almış başını gidiyor. Asgari ücrete bu dönem zam yapmayacaklarını söylüyorlar. Zaten zam yapsalar da hayat o kadar hızlı pahalanıyor, tükettiğimiz her şey o kadar hızlı pahalanıyor ki asgari ücret bunun karşısında pula dönüşmüş oluyor. Ortada gerçek bir asgari ücret falan yok. Apaçık bir kölelik ücreti, bir sefalet ücreti söz konusu. Ekonomik krizin faturasını emekçilere kesiyorlar. Bizler bunu asla kabul etmedik, etmeyeceğiz. Halkı çökertmenize izin vermeyeceğiz. Hep birlikte yokluğa karşı direnecek, mücadele edecek ve ülke kaynaklarının soyulmasına dur diyeceğiz. Ekmek kavgası bizim kavgamızdır. Emekçiler ile birlikte ekmek kavgası vereceğiz. Bugün Tüm Emekli Sen Genel Başkanı ve yöneticileri aramızda. Onlara hoş geldiniz diyorum. Bu ekonomik tabloda en çok etkilenen kesim ne yazık ki emekliler oldu. Emekli maaşı 2002’de asgari ücretten 53 TL fazlaydı. Bugün açlık sınırının yarısına denk geliyor. İktidar emekçileri ve emeklileri “esfele safilin” yani sefillerin sefili haline getirmiştir.
Çukurova’da insanların patlıcanı ve biberi taneyle aldığına tanıklık ettik
Yolsuzluk ve israf bu iktidarın ana pusulası haline gelmiştir. Vatandaş 200 gram peynir alamıyor. Buna çok tanık olduk. İnsanlar peyniri gramla almaya başlamış durumda. Çukurova tarımın geliştiği bir bölge. Çukurova’da pazar ziyareti yaparken insanların patlıcanı, biberi taneyle aldığına tanıklık ediyoruz. Çukurova’da bile sebze ve meyvenin bir avuç alınıyor olması, bu ülkenin sürüklendiği girdabın, bu iktidarın yoksulları sürüklediği dehlizin ne kadar karanlık ve zorlayıcı olduğunu gözler önüne sermektedir.
Yoksulun boğazından çalarak sermayedarın, yandaşın cebine koydukları her kuruş onlara haram olsun
Saray, bahçe malzemelerine 85 milyon 329 bin ödüyor. Saray kendi bahçesine bu kadar para harcamayıp bu parayla asgari ücret ödese 4266 kişinin asgari ücretini ödeyebilir ama yok. Onlar işçiye, emekçiye değil lükse, şatafata yatırım yapmaya devam ediyorlar. Kamuda tasarruftan bahsediyor Maliye Bakanı ama “müsrifi Allah sevmez” fetvası veren Diyanet İşleri Başkanlığı ve iktidarın elitleri başta olmak üzere kendileri lüks ve şatafat içinde yaşamaya devam ediyor. Bunun maliyetini de işçinin, emekçinin, yoksulun ödediği vergilerle karşılıyorlar. Bunlar Harun diye yola çıktılar ama Karun oldular. İşçinin, emekçinin, emeklinin, yoksulun boğazından çalarak sermayedarın ve yandaşın cebine koydukları her kuruş para onlara haram olsun, zehir zıkkım olsun.
Lezita işçi direnişini selamlıyoruz, Türkiye halklarını bu direnişe sahip çıkmaya çağırıyoruz
Açlığın, yoksulluğun, işsizliğin dayatıldığı bu dönemde çok sayıda irili ufaklı işçi eylemleri oluyor. Bu eylemleri ana akım medya işlemiyor ama kamuoyu da bunların çoğunu bilmiyor. Lezita işçi direnişine, o sektörde ağırlıklı olarak kadın işçiler çalıştığı için kadınlar öncülük etmektedir. TOMA ve copla Lezita direnişine karşılık veriliyor. Ekmeğini isteyen, işsiz kalmak istemeyen bir işçiye hangi mantıkla gaz sıkılır, jop sallanır? “Açım” diyorsam terörist mi oluyorum? Demeyeyim mi aç olduğumu? Aç sefil ve işsiz olarak mı öleyim? Çocuğumun çantasına bir paket sütü koyamıyorsam ve bunu dile getiremeyeceksem siz hangi demokrasiden bahsediyorsunuz? Sizin işçilere böyle bir saldırı yapma hakkınız yoktur! Buradan Lezita direnişini bir kez daha selamlıyorum ve bütün Türkiye halklarını bu direnişe sahip çıkmaya çağırıyorum.
ABD’deki polis şiddetini eleştirenler 1 Mayıs’ta bin mislini burada uyguladılar
1 Mayıs’ı da geride bıraktık. AYM kararına göre Taksim, miting alanı olarak kullanılabilecekti. Fakat Taksim işçilere, emekçilere ve emek örgütlerine yasaklandı. Yasaklamakla da yetinmediler, orantısız bir şiddet uyguladılar. O kadar yüksek şiddette bir polis şiddeti uygulandı ki işçilere, emekçilere ve emek örgütlerine. Gaz sıkıldı, plastik mermi kullanıldı, aklımıza gelecek her şey yapıldı. Ama hükümetin sözcüleri, “ABD’de akademisyenlere ters kelepçe uygulanmış. Öyle şey olur mu? Biz bunu kabul etmeyiz” diyor. Sen aynısını 1 Mayıs’ta işçiye, emekçiye yaptın. Biz ABD’de yapılana da karşıyız, buradaki polis şiddetine de karşıyız.
Dün Cumhurbaşkanı bugün de küçük ortağı grup toplantılarında 1 Mayıs’ı gündemlerinden düşürmediler. 1 Mayıs’ın altında plan ve projeler arıyorlar. Taksim’e çıkma isteğimizin altında plan ve projeler arıyorlar. Polise karşı şiddet uygulanmış. Ya arkadaşlar siz nerede yaşıyorsunuz? Kaskı, kalkanı, her türlü korumasını almış polise orada bir eylemcinin uygulayacağı şiddet ne ki? Sizin zaten o işçilere, emekçilere, kurum temsilcilerine uygulamadığınız işkence kalmadı ki o alanda. Bugün küçük ortak 1 Mayıs’ta eyleme katılanlara laf atıyor. Taksim direnişçilerini düşmanlıkla suçlamış, Marx’a da dil uzatmış bugün. Marx’ın sözüyle onlara yanıt vermek isterim. “İnsanca yaşamanın tek yolu insana düşman olan her şeyle savaşmaktır”. Evet, siz insanların düşmanısınız ve biz sizin bu düşmanlığınıza, bu sisteminize ve bu rejiminize karşı savaşıyoruz, savaşmaya da devam edeceğiz. Siz ümidin düşmanısınız. Siz akarsuyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanısınız. Biz halkız. Esas düşman sizsiniz. 1 Mayıs’ta yoldaşlarımızın halk düşmanlarına karşı gösterdiği direnişi buradan selamlıyorum. Gözaltına alınan ve tutuklanan onlarca arkadaşımızın da derhal serbest bırakılmalarını talep ediyoruz.
Tek çare birlikte mücadele etmek, daha çok örgütlenmek
Değerli işçi, emekçi, yoksul kardeşim; bu zamma, zulme, insanlık dışı yaşama bizler mecbur değiliz. Üreten siz, yaratan siz, aç kalan siz. Böyle bir adaletsiz denklem olmaz, olamaz. Bizi buna mahkum eden sermaye düzenine ve onun koruyucusu bütün güçlere şu cevabı bir kez daha veriyoruz: Halkın adaleti sizlerden bunun hesabını soracaktır.
Arkadaşlar, canlar, ekranları başında bizi izleyen halkımız, inanın tek çare birlikte mücadele etmek, daha çok örgütlenmek, daha çok kolları sıvamak, daha çok elimizi taşın altına koymak. Soygun ve talan çok çok büyük arkadaşlar. İşte onun için bizlerin direnişi çok daha büyük olmalı. Yeni oluşan bu siyasal iklimde bizler bu direnişi hep beraber örgütlemek üzere yola çıktık.
Maarif Modeli ve ÇEDES’le çocukları ırkçı ideolojiye göre, sermayeye ucuz işgücü olarak yetiştirmeyi amaçlıyorlar
Çöküş her alanda ve her yerde. Türkiye’de eğitim AKP’nin eliyle çökmüştür. Her dört çocuktan biri sınıfa aç giriyor. Zenginlerin çocukları özel okullarda, yoksulların çocukları ise kaderine terk edilmiş durumda. Bu çöküşü derinleştiren Milli Eğitim Bakanlığı, Maarif Modeli ve ÇEDES’le çocukları ırkçı ideolojiye göre yetiştirmeyi, sermayeye ucuz işgücü olarak yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Bunların dertleri çocukların bilimsel, kaliteli ve anadilinde eğitim alması değildir; dertleri kendi ideolojik pencerelerine uygun çağ dışı ve bilim karşıtı nesiller yetiştirmektir. Milli Eğitim Bakanlığının hazırladığı müfredatı kökten reddediyoruz. Eğitim emekçileriyle ve sendikalarla ortaklaşmaya bile tenezzül bile etmedi bunlar. Zaten hiçbir alanda hiçbir bakanlık yaptığı çalışmalarda ilgili demokratik kitle örgütlerini, emek meslek örgütlerini görüşmeye davet etmiyor. Meclis’te geçmiş dönemde bunun pozitif örnekleri varken, ne yazık ki yeni dönemde bunun örneklerine rastlamıyoruz. Çünkü bütün kararları Saray’da tek adam verdiği için, aslında bakanlar da orada formalite icabı duruyorlar. Bilimin b’sini taşımayan, akademisyenlerden ve bilim insanlarından destek almayan bu tekçi müfredatın Türkiye’nin geleceğine vurulan bir darbe olduğunu belirtiyoruz. Tekçi rejimin tekçi eğitim sistemini derinleştirmek istiyorlar. Sizler ne kadar çabalarsanız çabalayın Türkiye’nin geleceği sizin ideolojik esaretine teslim olmayacaktır.
Öğretmenlere seçimde verdikleri mülakatı kaldırma sözünü unuttular
Seçimlerde öğretmenlere verdikleri sözlerden biri de mülakatı kaldırmaktı. Erdoğan bunu da unutmuş gibi davranıyor. Evet, öyle bir söz vermişlerdi ve mülakatı kaldırmadılar. Çünkü Milli Eğitim Bakanlığının ortaya koyduğu bu müfredatı hayata geçirecek ideolojik olarak kendilerine yakın insanları liyakat aramadan, sınavlarda aldıkları başarıya bakmadan mülakatla işe alacaklar. Buradan onların bu tutumunu protesto ediyoruz. DEM Parti olarak diyoruz ki; bu karanlık anlayışa karşı direnmeye ve bilimsel, eşit, özerk, anadilinde eğitim mücadelesini sürdürmeye hep birlikte devam edeceğiz. Eğitim çok önemlidir. Eğitimi hallaç pamuğuna çevirdiniz, bunu geri döndüreceğiz. Demokratik, bilimsel, anadilinde eğitimi bu coğrafyada, bu ülkede bizler tesis edeceğiz.
Gezi ve Kobanî davaları yargının turnusol kağıdı, tarihsel olarak çok önemli bir yol ayrımı olacaktır
Türkiye’de hak, hukuk ve adalet de çökertilmiştir. Yargı, yargıya darbe yapıyor. Erdoğan AİHM’i tanımıyor, AYM AİHM’i tanımıyor, Yargıtay AYM’yi tanımıyor. Tanımıyor da tanımıyor... AKP-MHP iktidarının arka bahçesi olmuştur yargı. Yolsuzluk, çete ve rüşvet ağları yargının diğer bir adı olmuştur. AYM kararlarına göre Sevgili Can Atalay aramızda olmalıydı. Hataylı arkadaşlarımız burada. Milletvekiliniz Can Atalay. Bugün siz deprem sorunlarını dile getirmek üzere parlamentoya geldiniz. Normal şartlarda Can Atalay cezaevinde değil burada yanınızda olmalıydı. Can Atalay derhal serbest bırakılmalıdır. AİHM kararlarına göre Gezi Davası tutukluları Osman Kavala ve arkadaşları serbest bırakılmalıdır. Önceki dava için de şimdi söyleyeceğim şey geçerlidir. Türkiye’nin kendi anayasası gerçek anlamda uygulanıyor olsaydı, şu anda Kobanî Kumpas Davasından tutuklu bulunan bütün arkadaşlarımız serbest bırakılmalıydı. 16 Mayıs’a bırakıldı Kobanî Kumpas Davasının karar duruşması. Biz bir kez daha şunu ifade ediyoruz. Kobanî Kumpas Davası, adı üstünde bir kumpas davasıdır. HDP’nin attığı bir tweet üzerinden onlarca arkadaşımız haksız ve hukuksuz bir şekilde halen tutukludur. Sevgili Gültan Kışanak en çarpıcı ve bariz örnek. Tutuk süresi bittiği halde, üzerinden neredeyse 1 sene geçmiş olmasına rağmen hala tutuklu. Bu da yargının keyfiyetini ve taraf tuttuğunu bir kez daha bizlere göstermektedir. Hem bu salonda bulunan arkadaşları hem basın emekçisi arkadaşlarımızı hem de Türkiye’nin bütün demokratik güçlerini 16 Mayıs’ta Sincan Adliyesinin önüne bekliyoruz, karar duruşmasına bekliyoruz. Bu bir tarihi karar olacaktır. Bu tarihi karara hep birlikte tanıklık etmek istiyoruz. İnşallah yargı bizi şaşırtır ve oradan gülerek çıkarız hep beraber. Bunu ümit ediyoruz. Hukuktan yana olan herkes gerçekten o gün orada olmalı. Gezi ve Kobanî davaları yargının turnusol kağıdı olacaktır. Tarihsel olarak çok önemli bir yol ayrımı olacaktır. Adalet tesis edilmek üzere bir değişim söz konusu mu değil mi? Bunun testi olmuş olacak bu dava. Tersi bir durum gelişirse hukuksuzluğa ve karanlığa bu ülkeyi bir kez daha mahkum etmiş olacak bu iktidar. Buradan iktidara da sesleniyoruz: Yanlışınızdan dönün, yıllardır cezaevinde tuttuğunuz arkadaşlarımızı derhal serbest bırakın. Bunu yargıdan talep etmiyoruz. Kararın Saray’da verildiğini bildiğimiz için adrese teslim bir mesaj veriyoruz. Buradan Kobani Kumpas Davasından tutuklu bulunan Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Selahattin Demirtaş ve adını sayamadığım çok sayıda arkadaşımıza selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz.
Demokratik bir anayasa yapım sürecinde Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözüme kavuşturulması gerek
Son günlerde bir anayasa tartışması devam ediyor. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş parlamentoda grubu bulunan bütün siyasi partilere ziyaretler gerçekleştirdi. DEM Partiye de ziyarette bulundu. Grubu olmayan partilerle de görüşeceğini ifade etmişti. Elbette ki DEM Parti olarak, Türkiye'nin demokratik bir anayasaya ihtiyacı olduğunun farkındayız. 12 Eylül’den kalma askeri cunta anayasasının bu topraklara cevap olamayacağını, böyle bir otoriter ve baskıcı rejimin ürünü olan anayasanın ülkeyi demokratikleştirmeyeceğini hepimiz gayet net biliyoruz. Fakat şunun altını çizmek isteriz. Türkiye’nin çok acil gündemleri var, biraz önce konuştuk. Türkiye’de 50 milyon insan şu anda açlık ve yoksullukla cebelleşiyor. Biraz önce özgürlüklerin her alanda kısıtlandığından bahsettik. Bu kürsüden özgürlüklerin nasıl kısıtlandığını anlatsak günler bize yetmez. Bu kadar özgürlük düşmanı bir atmosfer var. Böyle bir atmosferde anayasa tartışmanın da bütün bu sorunların üzerini örtmemesi gerekiyor. Fakat elbette demokratik anayasa ihtiyacımızın altını çizerek bunu söylüyoruz. DEM Parti olarak, bir müzakere ve diyalog partisi olarak çağrılarımız tüm bu sorunların çözülmesine yöneliktir. Biraz önce sorunlarımızı saydım, biraz daha ekleyeyim. Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi de dahil, bahsini ettiğimiz bütün bu sorunların elbette bir demokratik anayasa yapım sürecinde çözüme kavuşturulabileceğini gayet iyi biliyoruz. Demokratik anayasa yapım süreciyle ilgili DEM Parti olarak kendi komisyonlarımızı kurduk ve çalışmalarımızı başlattık. Anayasa en geniş toplumsal mutabakat metnidir. Dolayısıyla Türkiye’de bulunan bütün demokrasi güçleriyle, emek ve meslek örgütleriyle, kadın ve gençlik hareketleriyle, doğa ve ekoloji hareketleriyle, Kürt özgürlük hareketiyle ve Alevi hareketiyle, yani bu ülkede yaşayan bütün farklı inançlardan ve kimliklerden kesimlerle böyle bir geniş yelpazede ve tabana yayılmış bir demokratik anayasa tartışmasına ihtiyaç vardır. Biz DEM Parti olarak çalışmalarımızı bu çerçevede devam ettireceğiz.
Yeni anayasa tartışmasının olduğu yerde kayyım tartışması yapılır mı?
Anayasa tartışmasının olduğu yerde kayyım tartışması yapılır mı? Yapıyorlar ama. İki dönem HDP belediyelerine kayyım atandı. DEM Parti’nin şimdi kazandığı belediyelerde ortaya çıkan bilançolar korkunç. Kayyımlar belediyeleri çalıp çırpmış, belediyeleri borç batağında bırakmış. Zaten hizmet de sağlamamışlar. Ne yol yapmışlar ne kaldırım yapmışlar. Kalemini iktidarın mürekkebiyle doldurmuş bir görevli, 27 belediyemize kayyım atanacağını yazmış. Yani diyor ki yurttaşın seçme ve seçilme hakkını elinden alacağız. Tabii ki bir tek o yazmadı. Ama günlerdir iktidar yandaşı medya, Saray medyası bir algı yaratmaya çalışıyor. DEM Parti’nin sanki bayrakla sorunu varmış gibi bir algı yaratıyorlar. Yaptıkları bütün haberler yalan! DEM Parti belediyelerinin hiçbirinde bayrak sorunu olmamıştır. Bazı provokatif girişimlerin -ki bir kişinin zihinsel engelli olduğu ortaya çıktı- dışında böylesi bir haberi yapacak bir durum söz konusu değildir. Bizim bayrakla, sembolle hiçbir sorunumuz yoktur.
Van’da nasıl irademizi gasp etmelerine izin vermediysek bundan sonra da izin vermeyeceğiz
Biz belediyelerimizi şeffaf ve demokratik bir şekilde yönetmek üzere, halkımıza gerçekten kent hizmeti sağlamak üzere bu görevleri üstlenmiş durumdayız. Halkımız bize bu görevi verdi. Buradan bir kez daha iktidarı uyarıyoruz: Hem anayasa yapacağım diyeceksin hem de halkın en önemli hakkı ve kazanımı olan ve Türkiye’nin erken dönemde elde etmiş olduğu seçme ve seçilme hakkını elinden alacaksın. Alamazsın, alamazsın! DEM Parti yerel yönetimlerde ortaya bir seçim başarısı koymuştur. Kayyım olan bütün yerlerde belediyeyi kayyımdan geri almıştır, üzerine yeni belediyeler eklemiştir. Buradan bu çalışmaları yürüten halklarımıza ve emektarlarımıza bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum. Şunu bilsinler ki Van’da nasıl irademizi gasp etmelerine izin vermediysek, bundan sonra da irademizi hiçbir yerde gasp etmelerine izin vermeyeceğiz. Bir parantez içinde ayrıca belirtmek isterim. 31 Mart seçimlerinden sonra AKP’nin belediye sayılarında önemli bir düşüş oldu, bunu hepimiz biliyoruz. Bizim belediyelerimizin üzerinde “bayrak politikası” güderek belediyelerimizin varlıklarına ve kaynaklarına da konmak istediklerini ifade etmek istiyorum. Belediyeleri kaybettiklerinde yerellerde yandaşlarına belediye kaynaklarını eskisi gibi peşkeş çekemeyeceklerinin farkındalar. O nedenle, kendilerine aynı zamanda böylesi bir maddi kaynak yaratmak üzere de bayrağı bahane ediyorlar. Ancak bayrak üzerinden siyaset yaparak, Türkiye kamuoyunu bayrak üzerinden bizlere karşı kışkırtarak sonuç alacaklarını sanıyorlarsa yanılıyorlar. DEM Parti buradadır, alnımız açıktır, belediyelerimizi sonuna kadar koruyacağız.
Çöküşten çıkışın yolu 3. Yol’dur
Ülkeyi bu çöküşten kurtarmanın mümkün olduğunu hepimiz biliyoruz. DEM Parti olarak bu çöküşten kurtulmak için aday olduğumuzun, bu konuda hazır olduğumuzun altını çiziyorum. Demokratik bir cumhuriyeti hep birlikte inşa edebiliriz. 22 yıllık AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği nokta budur. Ekonomiden kültüre, yargıdan eğitime tam bir çöküş hali var. Ancak asla ve asla çaresiz değiliz. Unutmayalım ki gecenin en karanlık zamanı sabaha, aydınlığa en yakın olan andır. 31 Mart seçimlerinin Türkiye halklarına, ezilen ve sömürülenlere yarattığı ortamın nesnel koşullarını da değerlendirdiğimizde o aydınlık ana çok yakın olduğumuzu gayet iyi görebiliyoruz Bu çöküşe karşı toplumun demokratik bir çıkış yapması mümkündür. Ezilen ve sömürülenlerle, siyasi ve toplumsal bütün güçlerle elbette bu çöküşten çıkabiliriz hep beraber. DEM Parti Türkiye’de gerçek değişimi gerçekleştirmeye aday bir partidir. Amasız, fakatsız gerçek demokrasi için mücadele eden bir partidir. Siyasetten ekonomiye, toplumsal cinsiyetten ekolojiye, kültür sanattan yargıya, eğitimden sağlığa kadar çözüm reçetelerimiz vardır. Bu çöküşten çıkış ortak mücadeleyle mümkündür, 3. Yol siyasetiyle mümkündür. 3. Yol siyasetini, en geniş yelpazede bütün bu siyasal ve toplumsal dinamiklerle birlikte örmek mümkündür. Toplumu radikal demokrasi paradigmasıyla inşa edebiliriz. Demokratik cumhuriyeti hep birlikte inşa edebiliriz. Şundan emin olalım ki bu çöküşten çıkışın yolu budur: 3. Yol’dur. Parlamento zemininde de sokakta da meydanda da tarlada da fabrikada da hane içinde de kadınlarla birlikte özgürlük, eşitlik ve adalet mücadelemizi tamamen büyüteceğimiz bir zemindir. Bu zemini hep beraber değerlendirecek ve önümüzdeki yolu hep birlikte böyle inşa edeceğiz.
Rezerv alan depremzedelerin mağduriyetine dönüşmüştür
Bugün rezerv alan mağdurları da deprem mağdurları da aramızda. Rezerv bu ülkede başka bir gündem, çok da önemli bir gündem. Ölüm, rant, talan ve sömürü AKP’nin parolasıdır. Bugün Defne’den, Samandağ’dan, Antakya’dan arkadaşlarımız aramızda. Kendilerine bir kez daha hoş geldiniz diyorum. Deprem yıktı, yaraladı. İktidar görevini ilk gün yerine getirmedi. Ama şimdi de yerine getirmiş değil aradan 1,5 sene geçmiş olmasına rağmen. İlk günlerde enkaz altında depremzedeler ölüme terk edildi. Şimdiyse yaraları sarılmayarak, doğru düzgün bilgilendirilmeyerek, konutları yapılmayarak, geleceksiz bir atmosfer içinde bırakılarak, depremzedeler diri diri aslında toprağa gömülmüş durumda. Defne, Antakya, Samandağ, İskenderun hala üvey evlat muamelesi görüyor. Depremzedeler hala yaşamlarını konteyner ve çadırlara sığdırmış durumda. Rezerv Alan Yasası bu parlamentodan çıktığı anda ilk uygulandığı yer Hatay’dı. Depremzedelere hiçbir açıklama yapılmadan mülkiyetlerine el konuldu. Rezerv alan ilan edilen alanlarda mülk sahipleri onay sürecinin hiçbir aşamasında yok. Biraz önce depremzede arkadaşlarla görüştük ve onlar bir kez daha aktardı. Gelecek belirsiz, ne olacağı belirsiz. Rezerv alan ilan edilen alanlardaki tasarruf nedir belirsiz. Dilekçe veriyoruz karşılığı yok diyorlar. Dilekçeler alınmıyor, evrak çalışmıyor. Evraksız çalışan bir devlet var. Kara düzen çalışıyor. Ne yaptığı, ne yapmak istediği belli değil. Rezerv alan içerisindeki yapıların yıkılıp yerlerine yenilerinin yapılması için mülk sahiplerinin rızası alınmış değil. Oluşacak yeni inşaatların maliyetlerini yine depremzedeye yüklüyorlar. Rezerv Alan Yasası mülkiyet hakkını ihlal eden bir yasadır. Çıkarılacak faturayı ödeyemeyecek depremzedeler. Deprem insanların işyerlerini de yıktı, insanlar işsiz kaldı. Dolayısıyla depremzede kuru ekmeğe muhtaç durumda. Şimdi devlet, “4,5 bin liradan 6-7 bin liraya kadar parayı ödeyerek evini alabilirsin” diyor. O insanların iyi kötü bir mülkü vardı, başını sokabileceği bir evi vardı. Şimdi bu parayı ödemeyeceği için orada mülkü yokmuş gibi davranılacak. Bu hangi adalete, hangi vicdana sığıyor? Ama bu iktidar sığdırıyor vicdanına, çünkü cüzdanını doldurmak istiyor.
Rezerv Alan Yasası mülkiyet hakkını ihlal ediyor, demografik yapıyı değiştirmeyi amaçlıyor
Rezerv Alan Yasası mülkiyet hakkını ihlal ediyor. Bunun faturasını depremzedenin üstüne yıkıyorlar. Az hasarlı binalara tadilat ve güçlendirme izni verilmiş, yurttaş az hasarlı binasına büyük masraflar yaparak güçlendirmiş. Ancak şimdi orada yaşamını sürdürmeye çalışan mülk sahiplerine bir bilgi notu geliyor. Tebligat yok. Çünkü resmi tebligat olsa dava açılabilirdi. O kadar belirsiz bırakıyorlar ki hukuk yolunu da kapatmış oluyorlar bu şekilde. Bu hiçbir vicdana sığmaz. Buna söyleyecek kelime bile bulamıyoruz. Rezerv alan mağduriyeti derhal giderilmelidir. Depremzede sonuç istiyor, barınılacak ev, çalışılacak dükkan istiyor. İktidar ve yandaşları her şeyi Allah’ın lütfu görüyor. Depremi Allah’ın lütfu, depremzedeyi de müşteri olarak görüyorlar. Yandaş inşaat firmalarının ceplerini dolduracakları müşteri gözüyle bakıyorlar. Bu dünyanın neresinde var? Depremin bütün masraflarını karşılamak kamuya aittir. Kamu kaynaklarından o evler ve işyerleri yapılır. Özellikle işini kaybetmiş depremzedeleri, yoksulları mülksüzleştirmek istiyorlar. Bunu kabul edemeyiz. Hatay için diğer deprem bölgelerinden bir miktar farklı bir durum söz konusu. Demografik yapı değiştirilmek isteniyor. Arap Alevileri yaşadıkları mahallelerden çıkarılmak isteniyor. Zaten rezerv alan ilan edilen mahalleler Arap Alevilerin yoğun yaşadığı mahalleler. Buraya özellikle dışarıdan göçle gelen insanlar yerleştirilmek isteniyor. Burada Arap Alevi halkı sesini yükseltiyor ve “Buna izin vermeyiz, buna karşı direneceğiz” diyor. Biz de aynısını diyoruz.
Değerli depremzede kardeşlerim; bizler ilk gün olduğu gibi bugün de yarın da sizlerin yanında olacağız. Parlamentoda, mahallede, sokakta her yerde beraberiz. Dayanışmayla bugüne kadar geldik. Bundan sonra da dayanışarak ve örgütlenerek, birlikte mücadele ederek bütün haklarımızı alacağız. Dün olduğu gibi bugün de DEM Parti depremzedelerin yanında olmaya devam edecek. Sevgili Metin Kemal Kahraman’ın seslendirdiği gibi kaybolmuş bir kentin sokaklarından sizler yollara düştünüz. Torbanızda umut var, torbanızda insana dair birçok şey var. Yalnız değilsiniz. Bir sabah elbette güneş doğacak ve sevgiden tuğlalarla yeniden kuracağız kentimizi. Yeniden kuracağız hayatlarımızı, yeniden inşa edeceğiz kendimizi.
7 Mayıs 2024