Ekoloji Komisyonu Eş Sözcümüz İbrahim Akın ve Emek Komisyonu Eş Sözcümüz Sevtap Akdağ Karahalı Genel Merkezimizde basın toplantısı düzenleyerek Erzincan’ın İliç ilçesinde meydana gelen maden faciasına ilişkin raporumuzu açıkladı:
Sizleri DEM Parti Ekoloji ve Emek Komisyonları olarak saygıyla selamlıyoruz.
Erzincan-İliç’te gerçekleşen ekokırım cinayeti nedeniyle öncelikle bölgedeki halklarımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, hayatını kaybeden maden emekçilerinin yakınlarına ve tüm halklarımıza baş sağlığı diliyorum.
Değerli Halkımız,
Sermayenin ve çok uluslu şirketlerin çıkarları uğruna ülkeyi bir bütün olarak bir rant ve ucuz kaynak alanına dönüştüren iktidar bloku, 13 Şubat günü Erzincan-İliç’te meydana gelen ekokırım suçu ile Türkiye’de ve yakın çevresinde ağır bir ekolojik tahribata yol açtı.
Siyanür dağının kopmasıyla meydana gelen facianın üzerinden 4 gün geçmesine karşın, milyonlarca ton siyanürlü çamurun altında kalan 9 maden emekçisine bugün halâ ulaşılamamış durumda.
İliç’te gerçekleşen şey, işleneceğini herkesin bildiği ama önlemek için kimsenin hiç bir şey yapmadığı bir cinayet öyküsüdür. Toprağı, havayı, suyu kirleterek zehirli atıkları geniş bir coğrafyaya yayan bu facia, aynı zamanda göz göre göre işlenmiş bir iş cinayetidir.
Facianın üzerinden iki gün geçtiği halde 9 maden emekçisinden ancak 6’sının adı açıklanabilmişti. Göçük altında kalan tüm emekçilerin isimleri ise felaketten sonraki üçüncü günün sonunda ancak öğrenilebildi. Enerji Bakanının itirafı ile söylemek gerekirse 9 maden emekçisi, 400 bin kamyon toprağın altında bırakıldı.
Bu duruma, bir günde veya birkaç ayda gelinmediğini hepimiz biliyoruz. Adım adım inşa edilen doğa ve insan düşmanı bir sömürü rejiminin bu coğrafyaya ve bu coğrafyada yaşamakta olan insanlara neler yaşatabildiğinin acı ama ne yazık ki tek olmayan bir örneği ile karşı karşıyayız.
Çöpler Madeninin bulunduğu bölgeye baktığımızda bu madenin mera, tarım arazisi ve orman bölgesi üzerinde kurulmuş olduğunu görüyoruz. Köylülerin, tarla vasfı taşıyan alanlara bir kulübe bile yapmasına izin vermeyen devlet, onlarca tarlanın üzerinde devasa bir maden tesisi kurulmasına onay vermiş. Normal koşullarda bir ağacın dahi kesilmesine izin vermemesi gereken devlet, ormanlık bir alanın ortasında milyonlarca metreküp kapasiteli bir zehir havuzu açılmasına izin vermiş. Böylece o alanlarda yaşayan köylüler adım adım ve sistematik olarak topraklarından koparılmış, bölgede tarımsal üretim durmuş ve tarımsal üretimin sona ermesiyle işsiz kalan bölge halkı da büyük şirketlerin ölüm saçan madenlerinde kölelik koşullarında çalışmak zorunda bırakılan ücretli kölelere dönüştürülmüştür. İnsanların yaşadıkları alana yabancılaştırıldığı zincirleme bir sömürü ve cinayet sistemi ile karşı karşıyayız.
Tarım topraklarını, meraları, orman bölgelerini göz kırpmadan işgal eden holdingler, açtıkları maden ocaklarında işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini hiçe sayarak 24 esasına göre üretim yapıyorlar. Facianın meydana geldiği Çöpler Altın Madenindeki istihdamda taşeron sisteminin kullanıldığını, 2400 civarında işçinin 8’er saatlik 3 vardiya şeklinde çalıştırıldığını şirketin kendisi açıklamıştır. Yani burada, 24 saat boyunca hiç durmadan devam eden, bir doğa katliamı ve sömürü düzeni kurulmuştur. Bugün halâ siyanür çamuru altında olan maden emekçilerinin, asgari ücrete yakın bir ücret karşılığında ve can güvenliği sağlanmadan çalıştırıldıkları ifade edilmektedir. Holdingler, üzerinde yaşadıkları toprak parçası dâhil her şeyini elinden aldıkları insanları hayati tehlike altında, kölelik ücreti ile çalıştırmakta ve işçilerin kanının bulaştığı tonlarca altından elde ettikleri paralarla servetlerine servet katmaktadırlar.
Değerli Halkımız,
Sermaye sahipleri, çöreklendikleri bölgelerde çaresizleştirdikleri yoksul insanların bu çaresizliğini kullanarak onları ucuz iş gücüne dönüştürmekte ve sadaka verir gibi birkaç kuruma yaptıkları sözde bağışlarla da toplumsal meşruiyet sağlama çabasındadırlar. Oysa hepimiz biliyoruz ki bu şirketler bağış, hibe vs adı vererek dağıttıkları paraları devletten aldıkları sermaye desteği ile fazlasıyla finanse etmektedirler. Anagold Şirketinin bir kalemde silinen 7,2 milyon dolarlık vergi borcu, hepimizin ve Çöpler faciasında hayatını hayatını kaybeden insanların cebinden çıkmıştır. Bizden çaldıklarıyla kendilerine servet yaratıyorlar ve o serveti kullanarak hayatlarımızı yok ediyorlar.
Devlet, halkın cebinden çıkan vergilerle büyük holdingleri finanse ediyor, bu holdingler yoksul insanların bulunduğu bölgelerdeki tarım topraklarına, meralara, ormanlık alanlara çörekleniyor ve o bölgeyi yaşanamaz hale getirdikten sonra kendi toprağına yabancılaşmış insanları madenlerde ücretli köle haline getiriyor.
Değerli Basın Emekçileri,
İliç faciası, bu madenlerde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin yetersiz kaldığının, alındığı söylenen önlemlerin sadece kâğıt üzerinde olduğunun kanıtıdır.
Maden atıklarıyla oluşan siyanür dağının bulunduğu yamaçlarda çatlakların oluştuğu bizzat madende çalışan işçiler tarafından fotoğraflanmış ve faciadan önce maden işletmesine bildirilmiş olmasına karşın ne önleyici tedbir alınmış ne de maden emekçilerinin can güvenliği sağlanmıştır. Bu çatlakları fotoğraflayan ve şirkete bildiren işçinin de zehirli toprağın altında kalanlardan biri olduğunu öğrendik.
Enerji Bakanının ibretlik açıklamalarına göre arama kurtarma çalışmalarına katılan AFAD ekiplerinin zarar görmemesi için uğraşılıyormuş. Bu itirafı, maden şirketinin hangi koşullarda işçi çalıştırıldığını göstermesi bakımından dikkatle not alıyoruz. Kurtarma faaliyetleri için AFAD ekiplerinin bile sokulmadığı bir alanda işçiler 24 saat esasına göre çalıştırılabiliyor.
Değerli Halkımız,
Bu madenin yarattığı facia ile sadece İliç ve çevresi zehirlenmedi. Tonlarca siyanür hem toprağa sızdı, hem sulara hem de havaya karıştı. Şu an Erzincan çevresinden başlayıp, Basra Körfezine kadar devam eden Fırat Havzası, büyük bir ekokırım cinayetinin yaşandığı yer haline gelmiştir. Siyanür çok zehirlidir ve çok kolay buharlaşır. Madenden yayılan zehir şu an bölgenin üzerindeki bulutlara kadar ulaşmış durumdadır. Uzun yıllar boyunca temizlenmesi mümkün olmayan bir hava, su ve toprak kirlenmesi ile karşı karşıyayız. İşte bu yüzden İliç, adeta Türkiye’nin Çernobil”i olmuştur.
Bunu yapan yerli ve yabancı şirketler bir ahtapot gibi hareket ediyor. Dışarıdan baktığınızda bunlar, birbirinden farklıymış gibi görünüyor ama aslında ortak bir gövdede birleşen bir ahtapotun değişik kolları bunlar.
Kanadalı ANAGOLD diyoruz, ama Çöpler Madenini ANAGOLD, LİDYA, ALACER adlı holdingler birlikte işletiyor. Erzincan’da adı ANAGOLD oluyor, sonra bakıyorsunuz Balıkesir’de POLİMETAL MADENCİLİK olarak karşınıza çıkıyor. Peki, hepsinin kesişim yeri neresidir biliyor musunuz? Sarayın gözdelerinden biri olan ÇALIK HOLDİNG! Bu ahtapotun kollara bakıp, asıl gövdeyi ve o kolları harekete geçiren ahtapotun kafasını kimse gözden kaçırmamamız gerekiyor. Aynı gövdeye bağlı olan bu kolların her bürü Türkiye’nin başka bir köşesini talan ediyor. Uluslararası sermayenin Türkiye ayağını oluşturan bu talan şebekesinin izini sürdüğümüzde otoriter faşizan rejimin neden ısrarla inşa edilmek istendiğinin kodlarını çözebiliyoruz.
Değerli Basın Emekçileri,
İliç’teki facia, birçok diğer suçu da açığa çıkarmış oldu. 2008 yılında ‘ÇED Olumlu’ raporu ile faaliyetine başlayan maden şirketi, maden sahasını o günden bu yana üç kat büyüttü. Her seferinde ya ‘ÇED Olumlu’ ya da ‘ÇED Gerekli Değil’ raporu ile işlerini yürütmesi sırasında hiçbir yasal engele takılmadı. Belli ki çok yukarılarda, çok hatırlı kişilerce koruyup kollanıyorlardı. Öyle olmasa, bugün yüzbinlerce metrekare alanı, Fırat ırmağını ve büyük bir coğrafyayı zehir çamuru altında bırakan bir madenin İliç ilçesine 850 metre, Çöpler ve Sabırlı köylerine 250’şer metre ve Fırat Irmağı’na 350 metre mesafede bulunan ve altın elde edilmesi sırasında çok sayıda zehirli kimyasal kullanan bir işletmenin Çevresel Etki Değerlendirmesinden olumlu rapor alabilmesi mümkün olmazdı.
Çöpler Altın Madenini İşleten şirket burası için 2008 ÇED OLUMLU kararı alarak maden inşaatına başlamış. 2008’den, 2022’ye gelindiğinde maden sahası tam 3 kat genişletilmiş. Her genişletme için parça parça ve rahatlıkla ÇED Kararı almışlar. İşlerini tıkır tıkır yürütmüşler.
Şimdilerde İstanbul’dan twit atarak “toprak kayması” sonucu oluşan felaketle ilgili “üzüntülerini” ifade eden ve timsah gözyaşları döken Murat Kurum, 2021’de “burada toprak kayması olmaz” diyerek ÇED OLUMLU kararını onaylayan kişidir. Kalplerinde vicdan yok, onu biliyoruz ama bunların yüzü de kızarmıyor. Utanma duygusundan da mahrumlar.
Halkın, insanın ve doğanın yararına olan her şeye karşı öfkeli ve sert olan bu iktidarın çok iyi becerdiği işler de var. Şirketler ne istiyorsa hemen yerine getirmek, şirketlerin milyonlarca dolar tutarındaki vergi borcunu bir kalemde silmek, şirketlerin yaptığı iş yasalara uymadığında hemen onların ihtiyacı doğrultusunda torba torba yasa çıkarmak bu iktidarın çok becerikli olduğu işler.
Geçtiğimiz günlerde Meclis gündemine getirilen Maden Yasası değişikliği teklifi AKP iktidarının bu konuda ne yapmak istediğinin örneklerinden biri. Maden Yasası 2004’ten bugüne kadar tam 22 defa değişti. İktidar, bugün yaptığı yasayı birkaç ay sonra “bu olmamış” diye yeniden değiştiriyor. Aslında bu değişikliklerle denetimsizliğin, cezasızlığın ve talanın önünü açıyorlar. İliç’te yaşanana benzer başka felaketlere yasal zemin hazırlıyorlar. Açık ve net olarak söyleyelim: Olan ve benzeri olacak tüm doğa katliamlarının, tüm can kayıplarının sorumlusu bugün hükümet koltuklarında oturan bir avuç tuzu kuru iktidar elitidir.
Değerli Halkımız,
AKP iktidarı, sermayenin çıkarlarını korumak, bir avuç zenginin kazancına kazanç katmak için bugüne kadar nasıl canla başla çalıştıysa bundan sonra da aynısını yapacak. Çünkü ne toprağın, ne havanın, ne suyun kirlenmesi, ne de insanların zehir soluyup zehirli çamur altında boğulması bu iktidarın zerre kadar umurunda değil. Umurlarında olsaydı 301 emekçinin yaşamını yitirdiği Soma maden cinayetinin ardından Soma sokaklarında madencileri ve yakınlarını tekmeleyen, sonra da “ayağım incindi” diyen bir kişiyi konsolosluk ataşesi olarak atamazlardı.
İliç’teki siyanür cinayetinin bir benzerini her an, Kastamonu-Hanönü’de, Kütahya-Tavşanlı-Gümüşköy’de, Uşak-Eşme-Kışladağ’da, Gümüşhane-Mastra’da, Manisa-Turgutla-Çaldağ’da, Balıkesir-Balya-Kadıköy’de Artvin’de yaşayabiliriz.
Öte yandan, kimyasal atıkların biriktirildiği havuzların bulunduğu yerlerin çoğu aynı zamanda aktif fay hattı üzerinde bulunuyor. En küçük bir sarsıntıda bölgede yıkım olmasa bile bir deprem yıkımından daha büyük zararlar verecek kimyasal kirlenmeler meydana gelebilir. Çünkü böylesi bir kirlenme toprağı, suyu, havayı yani tüm ekosistemi zehirleyebilecek niteliktedir.
Türkiye’de bugün yeni maden bölgeleri için verilen ya da verilmek üzere olan en az 560 bölge var. Bunların kaçında kimyasal madencilik yapılacak tam olarak belli değil. Ancak bazı bölgelerde bu olasılık yüksek. Şu an Türkiye’de, farklı bölgelerde olmak üzere ağır metal atıklarının biriktirildiği yaklaşık 20 adet havuz var. Yani, her an başka bir siyanür cinayeti veya ağır metal kirlenmesi ile yüz yüze gelebiliriz.
Sevgili Haklımız,
Özellikle maden alanlarında yaşayan insanlarımızın sorunlarını çok iyi biliyoruz. Gözü doymaz şirketlerin çöreklenmesiyle tarlasından merasından, ormanın yoksun hale getirildiklerinin ve ücretli kölelik koşullarına mahkûm edildiklerinin farkındayız. Biz “madenler kapatılmalıdır” derken, bu yoksul halk kesiminin işsiz bırakılmasını, kendi haline terk edilmesini kesinlikle kabul etmiyoruz.
Devlet, yurttaşlarına karşı kamusal sorumluluğunu yerine getirmek zorundadır.
Devlet, insanların güvenli, sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrede hayatını sürdürme koşullarını oluşturmak zorundadır.
Devlet, kölelik koşullarında hayati tehlike altında çalışan insanları bu kölelik düzeninden kurtarmak, onların insani standartlarda iş bulabilecekleri, insani standartlarda gelir elde edebilecekleri bir çalışma düzenini kurmak zorundadır.
Devletin bütün bunları yapmaya olanağı elbette var.
Devlet elindeki olanakları sermayeye, şirketlere, holdinglere peşkeş çekmek yerine halkın sağlıklı ve güvenli bir ortamda yaşaması için kullanmalıdır.
Madenlerde kölelik koşullarında çalıştırılan insanlar devlet olanakları ile adil ve güvenilir bir şekilde daha insani koşullarda çalışacak işlerde istihdam edilmelidir.
Kırsal alanlardaki tarımsal üretim desteklenerek insanların ücretli köleliğe mahkûm edilmesinin önüne geçilmelidir.
Yapılması gereken çok şey var ama İliç özelinde ilk olarak şunlardan işe başlanabilir:
İliç’teki faciaya neden olan maden şirketinin ruhsatı iptal edilmelidir.
İliç’teki maden derhal kapatılmalıdır.
İliç ekokırım cinayetinin tüm sıralı sorumluları sebep oldukları yıkımın hesabını vermelidir.
Türkiye’nin dört bir köşesinde faaliyet gösteren maden ocakları şirketlerin değil, bölge halkının sağlıklı geleceği ve doğanın hakları gözetilerek sıkı ve sistematik denetimlerden geçirilmeli ve riskli bulunan maden işletmeleri derhal kapatılmalıdır.
Tüm madencilik faaliyetlerinde başta siyanür olmak üzere zehirli atıkların oluşmasına yol açacak kimyasalların kullanılması yasaklanmalıdır.
DEM Parti olarak sonuna kadar durumun takipçisi olacak, tüm halklarımızın eşit adil, güvenli ve sağlıklı koşullarda çalışabileceği bir sistemin inşa edilmesi mücadelemize devam edeceğiz.
Hepinizi DEM Parti Emek ve Ekoloji Komisyonları adına saygıyla selamlıyoruz.
16 Şubat 2024