Eğitim, Emek ve Çocuk Komisyonlarımız, yeni eğitim ve öğretim yılına ilişkin Genel Merkezimizde basın toplantısı düzenledi. Açıklamayı yapan Çocuk Komisyonu Eş Sözcümüz İhsan Seylan ve Emek Komisyonu Eş Sözcümüz Sevtap Akdağ Karahalı, sırasıyla şunları söyledi:
Seylan: Yeni bir öğretim dönemine de binbir kaygı ve sorunla başlıyoruz
Türkiye’de eğitim alanında iktidar tarafından yapılan ve yapılması planlanan çalışmaların bilimsel, akademik eğitime katkı vermediği ve eğitim sistemini giderek kötüye götürdüğü apaçık ortada. Bu durumu merkezi sınav sonuçlarından tutun da her alanda görmek mümkündür. Okullaşma oranı, okulların fiziki ve eğitsel koşulları, öğrencilerin ulaşım ve beslenme gibi temel haklarının sağlanmamasının yarattığı etkiler ve mevcut ekonomik koşulların eğitim süreci üzerindeki olumsuz etkisi kaygı verici düzeyde. Daha sözün başında şunu söyleyebiliriz: Yine yeni bir öğretim dönemine binbir kaygı ve sorunla başlıyoruz ve bu başlangıç 2024-25 eğitim-öğretim dönemini de bir kayba dönüştürmek üzere. Bu açıklamamız, aynı zamanda sorumluluk sahibi her kesimi bu eğitim-öğretim döneminin de bir kayıp yılı olarak yaşanmaması için birlikte mücadele etmeye çağrımızdır.
Maarif Modeli bu iktidarın toplumun yeniden şekillendirilmesine ilişkin niyetinin açık bir göstergesidir
Artan yoksulluk en çok çocukları etkilemektedir. Pazartesi günü kaç çocuğun çanta ve kıyafetleri eksiksiz şekilde okula başlayacağı ülkenin temel meselesidir. Yine kaç okulun tüm fiziki donanımıyla eksiksiz olarak eğitim-öğretim dönemine hazır olduğu da muammadır. İktidarın devlet okullarından adeta elini eteğini çekmiş olması, okullarda hijyen ve eğitim araç-gereçleri başta olmak üzere büyük eksiklikleri beraberinde getiriyor. Geçtiğimiz dönemden itibaren tartışılan Maarif Modeli, iktidarın aynı zamanda toplumun yeniden şekillendirilmesine ilişkin niyetinin de açık göstergesidir. Türkiye’de eğitim sistemi yıllara yayılan biçimde çeşitli değişimler yaşadı. Halihazırda bütçeden de epey pay ayrılan Maarif Modeli, geçmişten günümüze kadar olan bu değişikliklerin yarattığı tahribatı gözler önüne seriyor. Uygulamaya konulması planlanan yeni modelin endişe verici boyutları hala tartışılıyor.
İktidar eğitim emekçilerinin haklarını ellerinden alarak güvencesiz çalışma şartlarını yerleşik hale getirmeye çalışıyor
Yine kamuoyunda kaygı ve eleştirilere neden olan ve kamuoyunun istikrarlı ve yoğun karşı duruşu neticesinde görüşülmesi ertelenen Öğretmenlik Meslek Kanununun içeriği de iktidarın eğitim politikalarının önemli bir yansıması niteliğinde. AKP-MHP iktidar bloku, öğretmen atamalarında liyakat ilkesini sistematik şekilde yok etmekle kalmamış, diğer kanun tekliflerinde olduğu gibi tüm ülkenin haklarını gasp etmek için bu kanun teklifini getirmiştir. İlk kanun teklifinde, ataması yapılmayan öğretmenler sorununa bir çözüm yoktu, sözleşmeli öğretmenlere kadro verilmedi, engelli öğretmenler gözetilmedi. Sadece “Adaylık Değerlendirme Komisyonunu” öngören iktidar, siyasi kadrolaşma için çabaladı. İlk teklifle “aday öğretmen”, “öğretmen”, “uzman öğretmen” ve “başöğretmen” gibi tanımlamalarla öğretmenler arasında ayrımlar yapılarak hiyerarşik yapı oluşturuldu. İkinci teklifle bir “Milli Eğitim Akademisi” kurmayı hedefleyen iktidarın bu yasa teklifi yasalaşırsa Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in de dediği gibi zaten sivil toplum örgütü olarak görülen iktidara yakın tarikat ve cemaatlerin eğitim alanındaki varlığı adeta kural haline gelecek. ÇEDES ve değerler eğitimiyle yapmak istediğini kendi bünyesinde kurumsallaştıracak ve bunun zeminini güçlendirecek. İktidar aynı zamanda eğitim emekçilerinin sınırlı olan haklarını birer birer ellerinden alarak güvencesiz çalışma şartlarını yerleşik hale getirmeye çalışıyor. Özetle, bu teklif 2024-2025 eğitim-öğretim yılında siyasal iktidarın kendi öğretmenini yaratma projesi olacaktır.
İyi ve özgür bir şimdi ve gelecek inşası iyi bir eğitim sisteminden geçiyor
Şüphesiz ki iyi ve özgür bir şimdi ve gelecek inşası iyi bir eğitim sisteminden geçiyor. Türkiye’nin eğitim durumunu görmek için uluslararası verilere bakmak bile gerekmiyor. PISA değerlendirmeleri Türkiye’nin tüm branşlarda en geri sıralarda olduğunun altını çiziyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Kendi mahallemizdeki okullara baktığımızda dahi PISA’nın söylediğinin cisimleşmiş halini görüyoruz. Devlet, yoksul çocukların eğitiminden elini tamamen çekmiş durumda. Devlet aynı zamanda tüm çocukları eleştirel bilgiden uzak tutma çabasının önemli bir aşamasını çoktan tamamlamış durumda. Sürekli değiştirilen ama aslında gerçek ihtiyaçlardan kopuk olan eğitim sisteminin içinde eğitimin tüm bileşenleri -çocuklar, öğretmenler, veliler ve eğitim emekçileri¬- büyük bir kuşatma altındadır. 4+4+4 kuşatmasının ardından yaşanan tahribat ortadayken, şimdi de gerçek bir çözüm üretmek yerine Maarif Modeli altında, içeriği ideolojik yaklaşımlardan teşekkül bir sistemle AKP iktidarı yeni bir nesil yaratma projesinin bir adımını daha atmıştır.
Tarikatlardaki çocuklar MEB kayıtlarında görünmüyor
Eğitimden yoksun çocuklar kanayan bir yaradır. MEB kayıtlarında 19 milyon öğrenci için okullaşma oranı belirtilmiş ise de örgün öğretimdeki öğrenci sayısının 17,3 milyona kadar indiği biliniyor. Okullaşma oranının yüzde 85’lerde kaldığı artık verilerle de sabittir. 4+4+4 eğitim sisteminde 3, 4, 5 yaş da dahil zorunlu eğitimi terk ederek tarikatlara giden öğrenci sayısının 1,3 milyona kadar çıktığı iddiası mevcuttur. Diyanet İşleri Başkanlığının “Değerler Eğitimi” kurslarında 4-6 yaş grubu 210 bin çocuk olduğu, tarikatlardaki çocukların ise MEB kayıtlarında hiç görünmediği de kamuoyunun malumudur.
Eğitimin maliyeti çocukları okul dışına itiyor
Okullar bu yıl yine ekonomik krizin, yüksek enflasyonun, giderek artan eğitim masraflarının, yetersiz kamu yatırımlarının ve müfredat sorunlarının gölgesinde açılıyor. Güvenilirliği ziyadesiyle şüpheli olan TÜİK verilerine göre bile 2024’ün Temmuz ayında en yüksek fiyat artışı yaklaşık yüzde 105 ile eğitimde yaşanmıştır. Kırtasiye malzemelerinde bu oran yüzde 100’ü geçmiştir. Aileler okul masraflarıyla nasıl başa çıkacaklarını düşünüyor. Giderek artan sınıfsal eşitsizlik, çocukların yaşamlarını da birbirinden tamamen yabancı yerlere savuruyor. Yoksul çocuklar, eğitim yılı boyunca tamamlayamadıkları okul ihtiyaçları için, asıl devletin olan utancı kendi yüzlerinde taşımaya çalışıyorlar. Çocuklar, devletin onlara reva gördüğü utancı daha küçük yaşta omuzlarında taşımaya çalışırken, üzerlerine bir de başka bir yük daha alıyorlar. Okul masraflarını karşılamak için çalışmaya başlayan binlerce çocuğun omzundaki yük giderek ağırlaşıyor.
Karahalı: İktidar MESEM’ler eliyle çocukların işçileştirilmesini meşrulaştırmaya çalışıyor
Türkiye’de 12 yıllık eğitimin parasız ve zorunlu olması sadece kâğıt üstünde ve kocaman bir yalandan ibaret. Eğitim süreçleri boyunca her vesileyle çocuklardan alınan paraları bir kenara bırakalım, okullarda alınan kayıt ücretlerine baktığımızda bile bunu görebiliyoruz. Çocuklarını özel okullara gönderemeyen ailelere okul ve öğretmen seçme tercihi bir alternatif olarak gösteriliyor ve “kayıt ücreti” adı altında ücret alınıyor. Eğitimin iyi olduğu gerekçesiyle talebin yoğunlaştığı devlet okullarında kayıt ücretleri 100-200 binleri buluyor. Velileri en hassas olduğu konuda kuşatan bu anlayış, okulların tüm giderlerini bu kez de velinin sırtına yüklüyor. Bazı veli dernekleri ve demokratik kitle örgütleri bu konuyu gündem yapmak ve buna karşı mücadele etmek için epey çaba gösteriyor. Ancak bu mesele hala kanayan bir yara, önü alınamamış büyük bir eğitim ve yoksulluk sorunu olarak önümüzde duruyor. Eğitimin parasızlığı kalmadığı gibi zorunlu olma özelliği de ortadan kalkmıştır. Çünkü tam da bu noktada Milli Eğitim Bakanlığı açık liselerin önünü tamamen açıyor. Neden olarak öğrencilerin eğitimden kopmaması gösterilse de asıl neden eğitimden koparak çalışmak zorunda kalan öğrencilerin MESEM’lere yönlendirilmek istenmesi. İktidar, kendisinin neden olduğu ekonomik zorlukları kullanarak MESEM’ler eliyle çocukların işçileştirilmesini meşrulaştırmaya çalışıyor.
Çocukların fabrika köşelerinde can verdiği bir sistem yarattılar
Türkiye’de şiddetli yoksulluk içinde 6,5 milyon çocuk bulunuyor ve Türkiye’de her 5 çocuktan biri yeterli ve besleyici gıdaya erişemiyor. Her 4 çocuktan biri ise okula aç gidiyor. Coğrafi eşitsizlikler de göz önüne alındığında bu durum daha vahim bir hal alıyor. Hal böyle iken nitelikli eğitimden nasıl söz edilebilir? Beslenme hakkı, temel bir insan hakkıdır ve bu hakkın korunması ve sağlanması devletin sorumluluğudur. Bu sorumluluğu yerine getirmeyen devlet, yoksul çocuğun açlığını zerre umursamıyor. Aynı zamanda iktidarın gözünü yalnızca çocukların ekmeğine dikmediğini, onları işçileştirdiğini de açıkça ortaya koymamız lazım. Sermayeye ucuz işgücü sağlamanın yöntemini yasalaştırıp “MESEM” adı altında çocukların fabrika köşelerinde can verdiği bir sistem yarattılar. Bugün Mesleki Eğitim Merkezlerinde (MESEM) 1,5 milyondan fazla öğrenci var. MESEM’lere kayıtlı öğrenci sayısında yüzde 784’lük bir artış yaşanmış durumda. Bu öğrencilerin yaklaşık 300 bini ise 18 yaş altı. Peki, bu çocuklar kim? Elbette biliyoruz ki MEB tarafından çalıştırılırken hayatını kaybeden, sakatlanan bu çocuklar yoksulların çocukları. “Bir gün okulda, dört gün işyerinde eğitim” gibi makyajlı sözlerle yoksulların çocukları işçileştiriliyor ve yoksulluk onların da kaderi olsun isteniyor.
Müfredat değişikliği bir öç alma aracına dönüştürülmemeli
Demokratik, parasız, çoğulcu, bilimsel, laik, özgürlükçü, ekolojist, anadilinde ve cinsiyet özgürlükçü eğitim koşullarının yine çocuklar ve gençlerle birlikte inşa edilmesi en acil meseledir. Eğitim sisteminin değiştirilmesi oldubittiye getirilmeyecek denli önemli olup bu değişim bilimsel ve özgürlükçü yaklaşımı esas alan çalışmalarla gerçekleştirilmelidir. Müfredat değişikliği bir öç alma aracına dönüştürülmemeli, eşit ve özgür bir şimdi ve gelecek inşasına hizmet etmelidir. Eğitim sistemi, ancak normatif ve özcü olmayan; şiddet, baskı, düşmanlık, dışlama, cinsiyetçilik, ayrımcılık, ırkçılık ve mezhepçilik içermeyen; bilimsel, eleştirel, eşitlikçi ve özgürlükçü; demokratik ve hukukun üstünlüğünü esas alan; güncel gelişmelerle yoğrulan; toplumsal çeşitliliğin tümünü barındıran ve toplumun kültürel çeşitliliğine yabancılaşmayan ilkelerle şekillendirilirse güçlü bir toplum inşası mümkün olabilir.
Anadilinde eğitim hakkı yüz yıllık bir sorun olarak hala devam ediyor
Ancak 2024-2025 eğitim ve öğretim yılı başlarken, anadilinde eğitim hakkı dahi yüz yıllık bir sorun olarak hala devam ediyor. Bu eğitim-öğretim yılına da milyonlarca çocuk anadilini kullanamadan başlayacak ve devam etmek zorunda kalacak. En temel insan haklarından biri olan anadilinde eğitim hakkı uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır. Ancak Türkiye’de Kürt, Arap, Ermeni, Süryani, Çerkes ve Laz halkları için bu hak gasp edilmeye devam ediyor ve tek dilli eğitim modeli uygulanıyor.
Anadilinde eğitim talebinin seçmeli derslere indirgenmesi kabul edilemez bir durumdur
Anadilinde eğitim hakkının gasp ediliyor olması elbette birçok pedagojik sorunu da ortaya çıkarıyor. Özellikle anadilini eğitimde kullanamayan çocuklar, okula başladıkları anda hem dersleri hem de Türkçeyi aynı anda öğrenmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla kendini ifade edemeyen çocuklarda ortaya çıkan güven kaybı, zamanla bu çocukların eğitim sürecinden kopmasına neden oluyor. Diğer taraftan Türkçe bildiği halde anadilinde eğitim alamayan çocuklar da doğal asimilasyona maruz kalıyor ve kültürel ve kimliksel kayıp yaşıyor. Anadilinde eğitimin vazgeçilmez bir hak olduğu hakikatine karşılık bu talebin seçmeli derslere indirgenmesi ise kabul edilemez bir durumdur.
İktidara, temel haklara dair uluslararası kararları ve uluslararası sözleşmeleri hatırlatıyoruz
Yeni eğitim öğretim yılı başlarken, DEM Parti olarak, iktidara temel haklara dair uluslararası kararları ve uluslararası sözleşmeleri hatırlatmayı zorunlu görüyoruz. İktidara, ayrıca bu ülkenin okula aç giden, işçilik yapan çocuklara ve gençlere değil; okula karnı tok, aklı berrak giden çocuklara ihtiyacı olduğunu da hatırlatıyoruz. Sizin makamlarınız güçlendikçe, çocuklar aç kalıyor, bir kalem ile deftere muhtaç hale geliyor. Şahsi yaşamlarınızın bolluk ve bereketi arttıkça, yoksulun evinde bir ekmek daha azalıyor. Siz dünyanın her yerinde servet sahibi oldukça ve savaşta ısrar ettikçe, anadilinden, kültüründen ve kendi varlığından mahrum bıraktığınız çocuklar yaşadıkları topraklara bir kez daha yabancılaşıyor. Biliyoruz ki sizin bu ülkenin çocuklarından beklentiniz de umudunuz da yok. Ama bir kez daha ve ısrarla söylüyoruz: Biz çocuklardan da gençlerden de umudumuzu kesmedik.
Eğitimde çocukların yaşadığı hiçbir sorun münferit değil
Tam da o nedenle Narin’i arıyoruz hep birlikte. Onunla birlikte kaybolan tüm çocukları, depremde kaybolan çocukları, kimsesiz sayılan tüm çocukları da arıyoruz. İşçileştirilip hayatını kaybeden, sakat bırakılan çocukların haklarını onlarla birlikte arıyoruz. Eğitimde çocukların yaşadığı hiçbir sorunun münferit olmadığını biliyoruz. Yoksulluk, istismar, açlık ya da işçilik… Hiçbiri münferit değil ve elbette hiçbiri çocukların kaderi değil!
Eğitimde eşit ve özgür bir sistem mücadelesini hep birlikte güçlendirelim
2024-2025 eğitim-öğretim dönemine başlarken, sadece iktidara ve tüm siyasi partilere bir kez daha sorumluluklarını hatırlatmıyoruz; aynı zamanda tüm eğitim bileşenlerine, velilere, eğitim sendikalarına ve eğitim emekçilerine de eğitimde eşit ve özgür bir sistem mücadelesini hep birlikte güçlendirme çağrısı yapıyoruz. Eğitimde çocukların yaşadığı hiçbir eşitsizlik ve baskı kader olmadığı gibi, bu sistem de zorunlu ve vazgeçilmez değildir. 2024-2025 eğitim yılı, bize dayatılan bu sistemi en güçlü şekilde dönüştürdüğümüz yıl olsun; çocukların, velilerin, tüm eğitim emekçilerinin ve hepimizin “Evet, birlikte değiştirebiliriz” demesinin yılı olsun.
6 Eylül 2024