Ankara Büyükşehir Belediye Eş Başkan Adayımız Gültan Kışanak'ın Umut Gazetesi'ne verdiği röportaj:
Sevgili Arkadaşım Sevgili Gültan
AKP-MHP iktidarından kurtulmak için 31 Mart seçimleri için yeniden başlanan stratejik oy hesaplarından bunalan herkese, bu seçimin ezilenlerin mücadelesi açısından bir dönemeç olabileceği duygusunu veren en önemli adaylıklardan biri, senin Ankara Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan adaylığın oldu. Kürt özgürlük mücadelesinin başkenti sayılan Diyarbakır’ın yüzde 55 oyla seçilmiş belediye başkanıydın ve yedi yıl dört aydır hapishanedesin. Şimdi Türkiye devletinin başkentinden hem de hapishanedeyken aday oluyorsun. Adaylığı neden kabul ettiğine dair yazdığın kısa mektupta, “Diyarbakır’dan Ankara’ya Ankara’dan Türkiye’nin dört bir yanına toplumsal barış köprüleri kurmak için yola çıkıyoruz” demiştin. İstersen bu cümlenden başlayalım, biraz daha detaylandırır mısın bu yola çıkışın nedenlerini ve hedeflerini?
Adaylığımın, bu ülkenin sorunları kadar çok nedeni var. Adaylık önerisi geldiğinde, bu nedenleri tartışıp, toplumsal mücadeleye güç verme hedefiyle yola çıkmak gerektiğine karar verdim. Sorunda da işaret ettiğin gibi “stratejik oy” tartışmaları, siyaseti sığ ve çözüm üretmeyen bir alana sıkıştırdı. Toplum ve hakiki sorunlar, siyasetin dışına itilerek, demokratik mücadele, sandığa-seçime indirgendi. Ankara adaylığımın hedeflerini kısaca şöyle özetleyebilirim.
Hakikati ve hakiki sorunları siyasetin gündemine taşımak ve görünür kılmakToplumun, seçmen durumuna indirgenmesine itiraz edip, toplumsal mücadele dinamiklerini açığa çıkarmak.Başta kadınlar olmak üzere tüm toplumu siyasal mücadele alanına davet etmek. Zira siyasetin öznesi toplumdur.Kürt sorunun çözümünü engellemek için egemenler tarafından sürekli pompalanan “bölünme” korkusunun, gerçekte bir alakası olmadığını göstermek.Ortak vatanda, özgür demokratik ve eşitlikçi bir gelecek kurma arayışımızı politik olarak temsil etmek.Siyaseti, milliyetçi, daha milliyetçi, daha daha milliyetçi erkeklerin iktidar hesaplarının dışına çıkarmak.
Belki, önümüzdeki seçimin yerel yönetim seçimleri olması nedeniyle, bu politik hedefler Çok iddialı bulunabilir. Ama yerel demokrasi olmadan, merkezin ne kadar otoriterleştiğini yaşayarak gördük. Bu gidişata “dur” demenin yeri, yereldir, kenttir, mahalledir, köydür. Bu mücadele de bir seçimlik iş değildir. Moral ve motivasyon kazanmak, bir yerden başlamak gerekir.
Bu iddiayı, bu moral ve motivasyonu dört bir yana taşımak ve gerçek manada üçüncü yol stratejisine güç katmak amacıyla-hedefleriyle, bir kadın olarak, sorumluluk almam gerektiğini düşünerek karar verdim. Başta kadınlar olmak üzere, siyasetin gerçek öznelerini, politikalarına sahip çıkmaya ve toplumsal mücadelede inisiyatif almaya davet ediyorum. Demokrasi ve barış, siyasi pazarlık masalarında değil, mücadele ederek, tüm ezilenleri, yok sayılanları yan yana getirerek kazanılır. Hep beraber toplumsal barışımızı ve demokratik geleceğimizi kazanmak için bir adım öne çıkalım.
AKP-MHP iktidarından kurtulmak için yıllardır seçim takvimine ayarlı bir ‘parlamenter muhalefet’ söz konusu. 2023 seçimlerinde, tek başına seçim kampanyalarıyla bu rejimden kurtulmanın mümkün olmadığını gördük. Senin hapishanedeyken Ankara’dan aday olman ise mevcut rejimi değiştirmeyi, seçme-seçilme, kazanma- kaybetme yaklaşımının ötesinde bir bakış ile ele aldığını gösteriyor. Bu noktada bu seçim sürecinde mücadele perspektifinin ne olması gerektiğini düşünüyorsun?
Türkiye’de siyaset iki partili bir rejime doğru yönlendiriliyor, zorlanıyor. Demokratik, toplumsal muhalefeti tasfiye etmenin bir yöntemi bu. Bilindiği gibi, iki partili siyasal rejimlerde, tahterevalli misali, halk iki kutup arasında seçeneksiz bırakılmıştır. Hele ki Türkiye gibi, demokrasinin kurum ve kuralları ile yerine oturtulmadığı, sivil toplumun neredeyse yok edildiği, denge-denetleme mekanizmasının ve kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırıldığı ülkelerde, iki partili siyasal rejimler, tam bir felaket olur. “Stratejik oy” adı altında, kutuplaşma ve kamplaşmanın da katkılarıyla, toplam iki kötüden birine rıza göstermeye zorlanıyor halk. CHP’nin de bundan çok rahatsız olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca bu durum, siyaseti iyice kimliksiz, ilkesiz ve şekilsiz hale getirdi. Politikanın öznelerini de siyaset dışına itti. Bir söz söylesen, bir tutum alsan, bir talebini haykırsan hemen “bu kime yarayacak” hesapları yapılıyor. Daha doğrusu, bu demagoji ile toplumsal muhalefet, eylemsiz, sözsüz, tepkisiz bırakılıyor. İlkeleri net, politik sözü net, hedefi net bir seçim kampanyası yürütmeye gayret edeceğiz. Ve seçimden sonra da devam edecek bir politik mücadelenin açığa çıkması için hep beraber çalışacağız.
Sen savunmalarında da yazılarında da hep politik fikirlerini çok açık ve sade bir dil ile ifade edersin bu nedenle ben de hazır fırsatını bulmuşken sana merak ettiklerimi açıkça sormak istiyorum. 2023 seçimleri sonrasında Kürt halkı ve Kürt hareketi içinde süregiden tartışmalarda “ Kürdistanileşme mi, Türkiyeli sosyalistlerle ve diğer toplumsal güçlerle birlikte mücadeleye devam mı” diye özetlenebilecek bir başlığın da öne çıktığını gördük. Adaylığını bu tartışma çerçevesinde nasıl değerlendirirsin?
Bu tartışma aslında, demokratik politikanın zayıflığının bir göstergesiydi. Seçim stratejilerinde yapılan yanlışlar da, bu tartışmayı körükledi. Oysa Kürt siyasal hareketi, çok net bir perspektife sahiptir. Bazı çevreler, Kürt sorununu sadece kimlik sorununa indirgemek için özellikle uğraşan çevreler var. Ama bu siyasal gelenek, Kürt sorununun sadece kimlik sorunu olmadığının farkındadır. Evet, kimlik ve kültürel boyutu var, ancak sadece bundan ibaret değil. Kürt sorunu, demokratik ve özgürlükçü bir gelecek perspektifi olmadan çözülemez. Kürt sorunu ile demokrasi ve emek sorunları iç içe geçmiştir. Ortak mücadele perspektifinin hedefi de gerekçesi de bu iç içe geçmiş egemenlik ilişkileri ile ilgilidir. Bu durumu en iyi biz kadınlar biliyoruz, yaşıyoruz. Örneğin kimlik sorunu çözülünce, biz kadınların diğer sorunları-erkek egemenliğinden kaynaklanan sorunları- da çözülmüş olmayacak. Ya da yoksul, emekçi Kürt halkının sorunları tamamen çözülmüş olmayacak. Bu konularda Kürt halkının ve siyasal geleneğinin bir tereddüdü yoktur.
Bu tartışmanın diğer boyutu ise kimi sol çevrelerin, Kürt ve Kürdistan gerçeğini öteleyerek siyaset yapmayı zorlaması var, bunu da görmek gerekiyor. Ortak mücadele; Kürtleri de Türkleri de milliyetçilik-şovenizm eksenine kaymaktan koruyan önemli bir politik duruştur. Bunu korumak ve güçlendirmek gerekir.
Açık sorulardan devam etmek istiyorum, 31 Mart seçimlerinden sonra yeni kayyım darbelerinin önünü kesmek için özelde DEM Parti’nin genelde toplumsal muhalefetin bugünden başlayarak nasıl bir çizgi izlemesi gerektiğini düşünüyorsun? Kim, ne yapmalı?
Kayyım siyasetine karşı mücadelenin önemli merkezlerinden biri de Ankara olmak zorunda. Merkezi iktidara, yerel yönetimi ortadan kaldırma yetkisi veren kayyım yasasının kaldırılması için güçlü bir mücadele örgütlenmeli. Kayyım yasası değişmeden, hiçbir yerde halkın yerel iradesi güvende değil. Bunu tüm muhalefet partileri anlamalıdır. Bugün ayrımcı bir şekilde sadece Kürtlere uygulanan bu yasa, her an diğer partilere de uygulanabilir. Buna özel olarak dikkat çekmek istedim. Meselenin toplumsal mücadele boyutu ise işin esasını oluşturmaktadır. Benim Ankara adaylığım, politik olarak, iktidarın kayyım siyasetinin iflasının göstergesidir. Kürt halkı 2019 seçimlerinde kayyım siyasetinde gereken cevabı vermiştir. Bu seçimlerde de DEM adayları etrafında kenetlenerek, sandıktan güçlü bir irade çıkarılacağına eminim. Net bir politik tutum ve halkın örgütlü gücü ile kayyımların engelleneceğine inanıyorum. Bu netlik ve kararlılık, kayyım siyasetini durdurabilir. Ancak köklü çözüm; Türkiye’nin dört bir yanında yerel demokrasinin önemi konusunda bir bilinç açığa çıkarmak ve kentler arasında dayanışma ağları örmekten geçer. Kayyım uygulamasından da öte, yerel yönetimlerin neredeyse her görev alanına müdahale eden bir merkez anlayışı var. Kentler rant alanına, beton yatağına çevrildi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, aslında tüm belediyelerin üzerine atanmış kayyım vazifesi görüyor. Belediyelerin demokratik yönleri bir bir tırpanlandı, neredeyse merkezi iktidar izin vermeden adım atamaz hale getirildi. Kayyıma karşı mücadele, yerel demokrasi mücadelesi olarak örgütlenmeli.
Yerel seçimler denince her zaman, hizmet önemli, partiler üstü adaylık önemli gibi açıkçası memleket koşullarında pek de gerçekliğe değmeyen söylemler öne çıkıyor sanki. Hem parlamentoda iki dönem milletvekilliği, eş genel başkanlık yaptın hem de Diyarbakır BŞB Eş Başkanlığı, bu anlamıyla iki mücadele alanı arasındaki ortaklıklara ve farklılıklara ilişkin neler söyleyebilirsin?
“Hizmet önemli”, “partiler üstü aday” gibi tanımlamalar-arayışlar bugün yerel yönetimlerin demokrasi ile olan bağını koparma amacının kılıf haline getirildi artık. Kayyım siyaseti de kaynağını buradan alıyor. “Halkın iradesine ne gerek var, bir memur da çöp toplayıp, park yapabilir” diyorlar. Yerel yönetimler, demokrasinin beşiği bir noktadır, halkın yönetime katılma ve denetimi açısından birçok avantaja sahiptir. Yerelde demokrasi olmadan, merkezi yönetimin demokratik olmasını beklemek boş bir hayaldir. Evet, atanmış bir memur da park yapabilir, ama o parkın kimin ihtiyacına göre yapılacağına, halkın bütçesinin rantçılara peşkeş çekilip çekilmediğine ve diğer ihtiyaçlara göre öncelikli olup olmadığına o kentin halkı karar vermeli ve yapılan işi denetlemeli, yanlışsa hesap sorma hakkına sahip olmalı. Kayyımlar belediye bütçesini talan etti, hesap vermeden çekip gittiler. Yerel yönetim demek demokrasi demektir, halkın erişeceği, katılacağı, denetleyeceği, hesap soracağı bir yönetim modelidir. Yerelde demokrasi olmadığı için, kentler sınıfsal ve toplumsal ayrımcılığın mekânı haline geldi; hele ki metropol kentler. Mahalleler semtler arasında uçurumlar oluştu. Örneğin İstanbul’daki halkın yüzde kaçı İstanbul’u gerçek anlamda yaşayabiliyor, kentsel hizmetlerden yararlanabiliyorlar mı? Büyük çoğunluk İstanbul’un yükünü taşırken, küçük bir azınlık nimetlerinden faydalanıyor. Genel ve yerel siyaset çok da ayrı şeyler değil, hizmet politik bir perspektif olmadan üretilemez. Atılan her adım politiktir, kentlerin kimliği, hafızası, kültürel hizmetler hepsi politiktir. Aksini iddia edenler demokrasiyi rafa kaldırmak isteyenlerdir. Genel ve yerel siyaset açısından tek fark, genel siyasetin makro ölçekli olmasıdır. Ancak yerel zayıfladıkça merkez güçlenir ulaşılmaz olur, halktan kopar otoriterleşir ve hesap sormak da güçleşir. Aralarında böyle ters orantılı bir ilişki vardır. Bu nedenle yerel yönetimlere demokratik bir içerik kazandırmak, yetki ve sorumluluk alanlarını genişletmek, siyasal meclislerini, denetim mekanizmalarını ve katılım imkânlarını güçlendirmek hayati önemdedir. Bunu yapmazsak, bir yandan merkezi otoriter yönetim güçlenirken diğer yandan kentler rant düzeninin, sömürü ve ayrımcılık çarkının en acımasız mekanları haline gelir.
Gelelim kadın mücadelene… Sevgili arkadaşımız Sebahat ile birlikte Malatya’da yargılanmaya başladığınızda saymıştım, senin hakkındaki suçlamaların yarısından fazlası (Toplamda 31 suçlamanın 17 tanesi diye aklımda kalmış ve Sebahat için de benzer bir oran vardı.) verdiğin kadın mücadelesine ilişkindi. Ki sen de Malatya’daki, 6-8 Ekim davasındaki savunmalarında hep verdiğin(iz) kadın kurtuluş mücadelesi nedeniyle yargılandığını söyledin. Bu patriyarkayı, bu erkek devleti bu kadar ürkütecek neler yapmışsın diye sormak istiyorum?
Doğrusu dışarıda pratik mücadelenin içindeyken pek de yaptıklarımızın farkında değildik. Şimdi hem erkek devletin öfkesinden hem de toplumsal zeminde yeniden yükselen kadın sorunlarından anlıyoruz ki patriayarkayı/erkek egemen sistemi bir hayli zorlamışız. Devlet tam on yıldan beri bana kadın meclisi toplantımızın ve 8 Mart planlamamızın hesabını soruyor. Kadın çalışmaları çok dert olmuş! Daha 2014 yılında dokunulmazlığım kalkar kalkmaz soruşturmalar başlamıştı, sene 2024 hala 8 Martları, 25 Kasımları, kadın barış etkinliklerini, kadın buluşmalarını, kadın meclisi toplantılarını, kadınları cariye-köle olarak satan IŞİD’e karşı yaptığımız açıklamaları yargılamaya çalışıyorlar. Nedeni çok açık, ne biz cezaevlerinde-mahkemelerde boyun eğdik ne de dışarıda kadınlar sustu. Demek ki kadın özgürlük mücadelesinin temelleri sağlam atılmış. Belki yaptıklarımız yapmamız gerekenlerin yanında çok azdı ama toplumsal dönüşümü tetiklemişti. Toplumda değer yargıları değişmeye başlamıştı. Örneğin kadına yönelik şiddet –en azından fiziksel şiddet- büyük ölçüde gerilemişti. Bir parka katledilen bir kadının ismini vermek bile toplumda etki yaratıyordu. Kadınlarda özgüven gelişiyor toplumsal alana çıkarak dönüşüme güç katıyorlardı. Geçmiş zaman kipi kullandığıma bakma hala cezaevindeysek kadınlar evlerine geri dönmediği içindir. Bizi rehin alarak kadınlara gözdağı vermeyi, kadınları eski konumlarına geri itmeyi, toplumsal dönüşümün önünü kesmeyi hedeflediler. Ama beceremediler, kadınların mücadelesi güçlenerek yoluna devam ediyor. Ancak bu erkek egemen saldırı dalgasının yarattığı tahribatları da hızla onarmak zorundayız. Kadın cinayetlerinin hız kesmemesi, bölgede kadınlara yönelik şiddetin giderek artması, iktidarın kadınların kazanımlarına yönelik saldırıları, kadın mücadelesinin daha güçlü örgütlenmesi gereğine işaret ediyor.
Kürt kadın hareketi 1999’dan beri kadın belediye başkanlarının önünü açıyor. Senin Diyarbakır’da seçildiğin 2014’ten beri ise eş başkanlık uygulaması var. Ancak sen Diyarbakır gibi devasa bir metropolde güçlü bir kadın hareketinin mücadelesiyle seçildin. Biz feminist harekette, sen de biliyorsun, yıllardır yerel seçimlere ilişin talepler listesi hazırlarız; kreş, sığınak, aydınlık sokaklar, güvenli ulaşım vd. Ancak sen feminist hareketten yol arkadaşımız olarak hangi taleplerimizin ne kadar gerçekleşebileceğini, kentteki kadınlar için en önemli ve öncelikli adımların ne olması gerektiğini bizzat deneyimledin. Diyarbakır gibi devasa bir şehirde feminist bir belediye başkanı olduğunda kâğıt üstündeki talepleri/kararları hayata geçirmeye çalışırken ne tür sorunlar yaşandı. Bu deneyimin ışığında gerçekçi bir yerel yönetim programında kadınlar açısından acil, kısa vadeli ve uzun vadeli planlar neler olmalı?
Taleplerin en başına, belediyelerin karar mekanizmalarında kadın temsiliyetini ve kadın kurumlarıyla ortak çalışma ilkelerini yazmak gerekir. Belediyelerde de çok keskin bir cinsiyetçi işbölümü var. Buna müdahale etmek gerekiyor. Kadınlar genellikle sosyal politikalar alanında ve masa başında tutulmak isteniyor, kadınlarda da cinsiyetçi yaklaşımlar nedeniyle bu alanlarla sınırlı kalma, sahaya, şantiyeye gitmeme eğilimi var. Belediye çalışanlarına, kadın erkek ayrımı yapmadan, kesinlikle toplumsal cinsiyet eğitimi verilmeli. Karar vericiler, sahada çalışanlar ve planlama yapanlar, hatta denetleyenler toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifine sahip değilse, talepler listesi pek bir işe yaramıyor. Kadın kurumlarıyla politik çalışma hem politik perspektif açısından önemli hem de “memurlaşma” denilen sorunu aşmak, toplumsal sorumluluk duygusunu canlı tutmak açısından önemli. Ben bunu bizzat deneyimledim, kadın kurumlarında üç kişiyle yaptığın işi belediyede on kişiyle yapamıyorsun. Aslında bütün bunlar belediyelerin demokratik bir yönetim mekanizması olarak yeniden yapılandırılması ihtiyacına işaret ediyor. Yönetim mekanizması cinsiyet eşitliği esasına göre çalışmadan, kentsel hizmetlerden kadınların eşit ölçüde yararlanması, kadınların ihtiyaçlarını esas alan hizmetlere öncelik verilmesi çok da kolay değil. Yine de güçlü bir liste hazırlayıp kadın taleplerini, ihtiyaçlarını ve politik önerilerini görünür kılma mücadelesini vermek gerekiyor.
Bakım hizmetleri kadınlar için en büyük yük. İktidar bu yükü kadınların üstüne bırakan, kadınları ev içine bağlayan politikalar izliyor. Belediyeler engelli, hasta, yaşlı, çocuk bakımı konularında kamusal hizmet üreterek kadınlara alternatif yaşam fırsatı yaratmalı. Bu konu oldukça kapsamlı, en iyisi beni Ankara Belediyesi Eş Başkanı seçin, birlikte çalışarak iyi bir örnek ortaya çıkaralım. Tabii kayyım atanmasını da önlememiz gerekir.
Tüm kadınlara sevgilerimle…
Röportaj: Hülya Osmanağaoğlu
24 Şubat 2024