Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısıyla gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi:
Haftalık basın toplantımızla karşınızdayız. Bu ülkenin temel sorunlarını bu kürsülerde, alanlarda, meydanlarda dilimiz döndüğünce halkımıza, kamuoyuna anlatmaya çalışıyoruz. Cezaevlerinde yaşanan sorunlar ve özellikle de İmralı Ada Hapishanesinde kesintisiz bir şekilde devam eden 25 yıllık tecrit ve onun son üç yılının mutlak bir iletişimsizlik olarak yansıması temel gündemlerimizin başında geliyor.
Sayın Öcalan Kürt sorununun demokratik çözümünde asli muhatap
Kürtlerin, bu ülkede yaşayan demokratların, gerçekten bu ülkenin eşitliğinden ve özgürlüğünden yana olan herkesin bu tecride karşı çıktığını, tecridin ortadan kalkması için söz kurduğunu ve eylemsellik içinde olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Çünkü tecridin kendisi Türkiye’nin ulusal hukukunda da uluslararası hukukta da tam anlamıyla bir hukuksuzluğu oluşturuyor. Bunun için de hızlı bir şekilde ortadan kaldırılması gerekiyor. Yine Kürt halkı ve dünya halkları Sayın Öcalan’ın sağlığını ve güvenliğini merak ediyor. Çünkü Sayın Öcalan sıradan bir mahpus değil, sıradan biri değil; kendisi Kürt sorununun demokratik çözümünde asli muhatap pozisyonunda. Kürt sorununun çözülmesi için de hızlı bir şekilde bu tecridin kaldırılmasının elzem olduğunu hatırlatmak istiyorum. Hem cezaevlerinde hem de sokaklarda ve meydanlarda bunun için bir eylemsellik olduğunu ifade etmek gerekiyor.
Cezaevlerindeki açlık grevleri 93’üncü gününde
Biliyorsunuz cezaevlerinde başlayan ve bugün 93’üncü gününe varan bir açlık grevi eylemi var. Barış Annelerinin açlık grevleriyle dayanışmak için başlattığı adalet nöbetleri var. Yine partimizin de aralarında olduğu birçok partinin, demokratik kitle örgütünün 1-15 Şubat arasında yaptığı “Özgürlük Yürüyüşü” vardı. Yine uluslararası hukukun bu kadar duyarsız kalmaması için AİHM’e yapılan 9 başvuru var. Bununla beraber 74 ülkede başlayan ve gittikçe büyüyen uluslararası düzeyde bir yürüyüş var. “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” kampanyası var. Yürüyüşler, mitingler ve farklı eylemselliklerle desteklenen bir kampanya. Yine Türkiye’de aydınların, yazarların ve sanatçıların içinde olduğu Barışa Ses Ol Kampanyası başlamıştı ve Diyarbakır’da STK ve demokratik kitle örgütlerinin yan yana gelmesiyle oluşturulan Kürt Meselesine Çözüm İçin Sivil Toplum Buluşması gerçekleştirdiler. Kürt sorununun çözümü için diyalog kanallarının açılması çağrısını yine aynı şekilde Diyarbakır’da dile getirdiler. Bu çağrılar çok çeşitli mecralardan, kanallardan ve toplumun hemen hemen her kesiminden yükselen çağrılar ama ne yazık ki bütün bu çağrılara duyarsız ve görmezden gelen bir iktidar var.
İşkenceyi Önleme Komitesi CPT “işkenceyi izleme komitesine” dönüşüyor
Yarın 28 Şubat ve Dolmabahçe Mutabakatının yıldönümü. Dolmabahçe Mutabakatının fotoğrafını hep beraber hatırlayalım ve o dönem yaşanan siyasi atmosferi hatırlayalım. Türkiye’de barışa dair umudun nasıl yükseldiğini, Türkiye’de yaşayan bütün halkların bütün inançların, bütün toplumsal kesimlerin barış umudu etrafında, barış ikliminde nasıl buluştuklarını hatırladığımızda aslında bugün AKP’nin tecritle ne yapmaya çalıştığını da görüyoruz. Barış umudunu yok etmek, barış iklimini ortadan kaldırmak istiyorlar. Barış talebini bastırmak istiyorlar. Barışı kriminalize ederek ve geçmişteki fotoğraf karelerine sıkıştırarak bugünkü barış talebinin görünmez olmasına çalıştıkları açık. Ama biz Dolmabahçe Mutabakatının yıldönümünde buradan bir kez daha ifade edelim: Bu ülke Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yollarla çözmelidir ve bunun yolu diyalogdur, bunun yolu Sayın Öcalan’a yönelik uygulanan tecridin ortadan kaldırılmasıdır. Bunun yolu, Kürt sorununda yeniden masanın kurulması ve masaya tarafların oturmasıdır. Bu çağrımızı yenilemek istiyoruz.
Uluslararası toplumun, uluslararası kurumların tecride yönelik itirazları artarken, bir kurumun sessizliğini anlamakta gerçekten zorlanıyoruz. Geçenlerde CPT heyeti Türkiye’ye gelmişti ama ne yazık ki CPT heyeti İmralı’ya gidip oradaki mahpuslarla bir görüşme gerçekleştirmedi. CPT neydi, işkenceyi önleme komitesiydi. Ama CPT giderek işkenceyi izleme komitesine dönüşüyor ve bu da tabii ki bizim kaygılarımızı artırıyor. Avrupa’nın Türkiye’deki hukuksuzluklara göz yummasının, özellikle de tecride sessiz kalmasının aslında bizzat evrensel değerleri ortadan kaldırdığını, bu değerlerin bu kurumlar eliyle altının oyulduğunu da ifade etmek gerekiyor. Bir kez daha uluslararası topluma ve bu ülkede barıştan, adaletten, eşitlikten yana olan herkese çağrımızı yenilemek istiyoruz. Gelin, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için elimizi taşın altına koyalım. Gelin, tecridin kalkması için hep beraber yan yana duralım ve mücadele edelim.
AKP yargı paketleriyle hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını, temel hak ve özgürlükleri paketleyip götürdü
Meclis gündeminde bu hafta yargı paketi var. 41 maddelik yargı teklifini AKP yine torba şeklinde hazırlayıp getirdi. Öncesinde metinden size alıntı yaparak AKP’nin aslında neler yazdığını, nasıl bir vizyon çıkarmaya çalıştığını ama pratikte ne yaptığını aktaracağım. Adalet Bakanlığının Yargı Reformu Strateji Belgesinde, “Hukuk devletinin güçlendirilmesi, hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi, etkin ve hızlı işleyen bir adalet sisteminin oluşturulması amaçlanmıştır” denmiş. Yine o belgede öne çıkan önemli birkaç başlık şöyle: Hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi, hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının güçlendirilmesi, sistemin şeffaflığının artırılması, yargısal süreçlerin basitleştirilmesi, adalete erişimin kolaylaştırılması, savunma hakkının güçlendirilmesi ve makul sürede yargılama hakkının korunması. Ne kadar güzel, muazzam sözler bunlar değil mi? İnsan bakınca diyor ki ne muazzam amaçlar. Peki, pratikte ne oluyor? Reform kapsamında 8 yargı paketi TBMM’ye getirildi ve bu paketlerle AKP hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını, temel hak ve özgürlükleri paketleyip götürdü. Gelen paketler neye yaradı? Bırakın hak ve özgürlükleri geliştirmeyi, bedenden et koparırcasına hak ve adaletin koparılmasına, bir parçanın daha yitirilmesine yol açtığını ifade edebiliriz. Her gelen paketle hak ve özgürlükler sınırlandırıldı ve aslında temel haklarımız askıya alındı, yok sayıldı. O nedenle buna reform denmesi trajikomik bir durum. Çünkü reform böyle olmaz. Reformlar halk ve toplum yararına yapılır. Reformlar özgürlükleri ve adaleti geliştirmek için yapılır. Bunları kısıtlayan şeylerin adına reform dense de bunların reform olmadığını çok iyi biliyoruz.
Yargı Paketi toplum yararına değildir, siyasi çıkar amaçlıdır
8. Yargı Paketini getirirken çok ağdalı laflar edildi, büyük sözler söylendi. Peki, bu paketin içerisinde ne var? AYM’nin iptal ettiği bütün maddelerin daha farklı şekilde ifade edilerek paketin içerisine yedirildiğini görüyoruz. Meclis şu anda anayasasızlığa alet edilmiş durumda. Yargı darbesi Meclis eliyle devam ettirilmeye çalışılıyor. Ve AKP bu yargı paketlerini getirerek aslında AYM’yi tanımadığını gösteriyor. Fakat önemli olan ve altını özellikle çizmek istediğim bir madde var. 220/6. madde, yani örgüte üye olmamakla beraber örgüt adına suç işleme. Bu madde ne zaman getirilmişti? Zamanın cemaatçileri etkinken, beraber o yolları yürüdüklerinde bu düzenlemeler getirildi. Sonrasında 15 Temmuz darbe girişimi oldu. Cemaatçiler şimdi cezaevlerinde. Ama cemaatin aklı AKP’nin devamında. AKP şu an cemaatin aklıyla yol yürüyor, cemaatin yöntemlerini kullanıyor ve cemaatin aklıyla topluma yeni bir hiza veriyor. Yeni bir nizam, yeni bir düzen oluşturmaya çalıştığını biliyoruz. 220/6. maddenin, toplumun en temel haklarının askıya alınmasının maddesi olduğunu ifade edebiliriz. Basın toplantısına katılmaktan yürüyüş yapmaya kadar anayasal bütün haklarını kullanan kişiler, AKP’nin hoşuna gitmediği zaman çok hızlı bir şekilde sanık sıfatıyla kendilerini adliyede buluyorlar. Bunun üzerinden demokratik siyaset dizayn ediliyor. Demokratik siyasete aslında 220/6 üzerinden parmak sallandığını ifade edebiliriz. AYM bu madde için “kanunilik ilkesine ve ilkenin yansıması olan öngörülebilirlik ve belirlilik kriterlerine aykırı” diyor. Onun için de kanunilik ilkesine göre ve en önemlisi de öngörülebilirlik, belirlilik üzerine bir düzenleme yapın diyor. Ancak ne yazık ki aynı muğlaklık devam ettirilerek bir şekilde buradan siyasi çıkar ve sonuç alınmaya çalışıldığını görüyoruz. Bu anlamda tüm bu düzenlemeye bakıldığında toplum yararına olmadığını yeniden ifade edelim.
Düzenlemeye göre bir şirket hakkında yargısal bir süreç başladığında şirkete TMSF tarafından yönetici atanabilecek
Paket içerisinde önemli bir düzenleme daha var ve Truva Atı gibi toplumdan gizlemeye çalışmışlar. Düzenlemeye göre bir şirket hakkında fıkra içerisinde sayılanlar çerçevesinde suç işlendiğine dair yargısal bir süreç başlatıldığında, şirkete TMSF tarafından yönetici atanabilecek. Fon yönetimince atanan kayyımlar, AİHS başta olmak üzere Anayasaya ve en nihayetinde hukukun temel ilkelerine aykırılıkta tam sorumsuzluk zırhıyla kuşanmış oluyorlar. Ne demek istiyorum? Geçmişte de oldu biliyorsunuz. Cemaatin birçok şirketine kayyım atandı ve sonrasında bütün bu kayyımların yaptığı işlemlerin aslında korunduğunu görüyoruz. Yani kişi o suçtan beraat etmiş olsa bile şirkete döndüğünde kayyım mal varlığını harcamış, malvarlığını tasfiye etmiş, şirketi zarara uğratmış olsa bile bunlara yönelik bir soruşturma ve kovuşturma açılmadığını ve tam bir yargı zırhıyla korunduklarını, neredeyse bir dokunulmazlar haline getirildiklerini görüyoruz. Bunun kesinlikle kabul edilemez olduğunu ifade edelim.
Mehmet Uçum Saray’ın hukuk manipülatörü oldu, yargı darbesinin baş aktörü oldu, bir tek hukukçu olamadı
Yargıdaki kötü uygulamaları konuşuyoruz, reform diye getirdikleri toplum karşıtı düzenlemeleri konuşuyoruz ama bir şey deha konuşmamız gerekiyor. Saray’da oturup sabah akşam yargı fetvası veren Mehmet Uçum’u da konuşmak gerekiyor. Mehmet Uçum’un hukuk adına söylediklerinin, burada hukuka dair olmadıklarını ifade etmeyi kendime zul görüyorum ama şunu söyleyelim. Mehmet Uçum bir böyle bir şöyle. Geçmişte demiş ki “AYM’nin vereceği kararlar herkesin kabul edeceği kararlardır”. Şimdi ise bütün AYM kararlarının kesinlikle hukuksal olarak doğru olmadığını ve AYM’nin yargısal aktivizm yaptığını söylüyor. Yani insan anlamakta gerçekten güçlük çekiyor. “Sol ilkelere en uygun lider Erdoğan’dır” demiş Uçum. Bunu bile söyleyecek kadar akıldan, izandan yoksun bir kişiden bahsediyoruz. Şimdi biz buradan Sayın Mehmet Uçum’a seslenelim: Erdoğan’ın danışmanı oldun, Saray’ın hukuk manipülatörü oldun, ülkeyi çöküşe götüren yargı darbesinin baş aktörü oldun ama bir tek hukukçu olamadın. AYM’nin kararlarının tartışmaya açılmasında Saray’ın hukuk biriminin ve Mehmet Uçum’un rolüne dikkat çekmek istiyorum. Yargıda bir çürüme var. Bir yargısal darbe sürecinin içindeyiz. Elimizde hukuk adına, adalet adına elle tutulur hiçbir şey kalmadı. Bütün toplumun temel hak ve özgürlükleri askıya alınmış durumda. Bir anayasasızlık süreci içinden geçiyoruz.
Ülkede zenginler ve sermayedarlar büyüyor, çalışanların ve emeklilerin ekmeği küçülüyor
Ama daha başka bir şey de konuşmamız gerekiyor. O da bu ülkedeki yoksulluk meselesinin kendisi. Birleşik Kamu İş Konfederasyonunun araştırmasına göre açlık sınırı 19 bine yaklaştı, yoksulluk sınırı ise 52 bini aştı. Yoksulluk sınırında son bir yıldaki dönem artışı neredeyse 24 bin lira. Yani 24 bin liralık bir artış olmuş son bir yıl içinde. Peki, bu neyi gösteriyor? Bu, emekçilerin aslında artık geçinemediklerini, emeğiyle geçinenlerin ekmeğinin her geçen gün küçüldüğünü gösteriyor. Buna karşı kim büyüyor? Zenginler büyüyor, sermayedarlar büyüyor, müteahhitler büyüyor, 5’li Çete büyüyor, konsorsiyumlar büyüyor. Bunların karşısında toplumun, çalışanların, emeklilerin ekmeği küçüldükçe küçülüyor. Asgari ücret 17 bin 2 lira, emeklilere reva görülen ücret 10 bin lira ama açlık sınırı 18 bin 973 lira. Yuvarlayalım 19 bin lira diyelim. Yani emekliler açlık sınırının tam 9 bin lira altında ücret alıyorlar. Asgari ücretliler tam tamına 1972 lira açlık sınırında bir ücretle yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Peki bu hak mıdır, reva mıdır? Bu nasıl bir vicdansızlıktır ki açlık sınırının 19 bin lira olduğu bir ülkede 10 bin liraya emeklilerin yaşamasını bekleyen bir iktidar var. Hep söyledik, bir kez daha söyleyelim. İşte AKP Kürt sorununu bu nedenle çözmüyor. İşte bu nedenle AKP topluma her gün dindar ve kindar nesil yetiştireceğiz diye aslında dini propagandayı dayıyor. Çünkü toplumun gerçek sorunlarının üstünü örtmek istiyorlar. Neyle? Milliyetçilikle, dincilikle, hamasetle üstünü örtmek istiyorlar ve emekçinin gündemini görünmez kılmaya çalışıyorlar.
Saray’ın şatafatı bu ülkedeki enflasyonun nedeni değil de yoksul insanın kredi kartıyla evine ekmek götürmesi enflasyonun gerekçesi öyle mi?
Yine ekonomik gösterge olarak kredi kartlarının borçlanma miktarlarına bakmak gerekiyor. Geçen gün hem biliyorsunuz Ekonomi Bakanı hem de Merkez Bankası Başkanı bir açıklama yaptı. Kredi kartlarında bir sınırlamaya gitmek istediklerini ifade ettiler. Enflasyonun gerekçesinin kredi kartı kullanımı olduğunu ifade etti Bakan. İnsanlar kredi kartını kullanarak dayanıklı tüketim malları alıyorlarmış ve bunları stokluyorlarmış, bu nedenle de enflasyon artıyormuş. İnsan bu sözlere ne diyeceğini gerçekten bilemiyor. Toplam kredi kartı harcamalarının yüzde 41’i gıda harcamalarına gidiyor. Yani insanlar evlerine süt, yumurta, peynir, sebze ve meyve almak için kredi kartı kullanıyorlar. Dayanıklı tüketim malzemelerinin kredi kartı harcamalarının içerisindeki oranı ise sadece yüzde 14. Bu, rakamlarla nasıl oynadıklarını ve nasıl algı manipülasyonu yaptıklarını görmek açısından önemli. İnsanlar geçinemedikleri için borçları sürekli bir karttan çekip öbür karta yatırarak bir şekilde yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. Aralık 2023 itibariyle bireysel kredi kartı kullananların sayısı son bir yılda 2 milyon kişi artarak 40 milyon olmuş. Bireysel kredi kartı borcu olanların sayısı ise 3 milyon kişi artarak 36.7 milyona çıkmış. Yani yaklaşık 37 milyon insanın bu ülkede kredi kartı borcu var. Yani 37 milyon insan kredi kartı olmasa neredeyse gündelik hayatını sürdüremeyecek hale gelmiş ama Maliye Bakanı çıkmış bu konuda enflasyonun sebebi tüketicilerdir, kredi kartı kullananlardır diyebiliyor. Gerçekten hayretle izliyoruz ve pes diyoruz! Saray’ın şatafatı, sizin kamu harcamalarındaki lüksünüz ve israfınız, ülkenin tüm kaynaklarını ranta ve betona gömmeniz bu ülkedeki enflasyonun nedeni değil de yoksul insanın kredi kartıyla evine ekmek götürmesi, çocuğuna süt ve yumurta alması enflasyonun gerekçesi öyle mi? Ne diyelim, Allah biraz akıl fikir versin ama biraz da vicdan versin!
EYT için borçlanan milyonlarca insanı mağdur ettiler
Biliyorsunuz EYT ile ilgili seçim vaadi diye bir düzenleme yaptılar. Ama EYT’lilerin beklediği en önemli düzenlemeyi hayata geçirmediler. Ne yazık ki 5 bin prim günü düzenlemesini gerçekleştirmediler. EYT için borçlanan milyonlarca insanı mağdur ettiler. Bu düzenlemeden milyonlarca insanın faydalanmamasını sağladılar. Yine bir gün farkla insanların 17 yıl, 18 yıl hatta 20 yıl fazla çalışmasına neden oldular. Oysa ki biz yasa komisyona da Meclis’e de geldiğinde kademeli bir geçiş olmalı demiştik. Özellikle stajyer ve çırakların durumu gözetilmeli demiştik. Ve o dönemin bakanı Vedat Bilgin’in söz verdiği gibi 5 bin prim gününün esas alınması gerektiğini ifade etmiştik. Ama bütün bunlar yapılmadı ve oy uğruna çok sınırlı bir düzenleme yapıldı. Toplumun mağduriyeti giderilmedi. Yıllarca çalışan insanların mağduriyeti giderilmedi. Biz buradan bir kez daha bu mağduriyetin giderilmesi için Meclis’in sorumluluk alması gerektiğini tekrardan ifade edelim.
YSK Iğdır Belediye Eş Başkan Adayımızın adaylığını reddetmekle bu ülkedeki hukuksal düzenin ortadan kaldırıldığının fotoğrafını çekmiş oldu
Son başlığımız YSK darbesi. Yargı darbelerine alıştık ama artık yavaş yavaş YSK da darbe yapmaya heveslendi. Baktı ki ortamda adalet yok, hukuk yok kendine durumdan vazife çıkarmış olmalı ki bizim Iğdır’daki adayımızın başvurusunu hukuksuz bir şekilde engelledi. Mehmet Nuri Güneş’in adaylığını reddetti. Ne için reddetti biliyor musunuz? Mehmet Nuri Güneş daha önce örgüt üyeliğinden ceza almış, sonrasında memnu hakların iadesi belgesini almış, YSK’ya başvurmuş. Normal şartlarda adaylığı önünde herhangi bir engel yok ama oradaki YSK diyor ki evet sen memnu hakların iadesi belgesini almış olabilirsin ama ben senin adaylığını uygun görmüyorum. Ve aslında bu ülkedeki bütün hukuksal düzenin ortadan kaldırıldığının fotoğrafını da çekmiş oluyor. Sadece Iğdır Belediye Eş Başkan Adayımız değil, aynı zamanda Hoşber Beldesinde de aynı durumun yaşandığını ifade edelim. Biz bütün itirazlarımızı ve başvurularımızı yaptık. Bu hukuksuzluğun elbette ki tüm itiraz süreçleriyle takipçisi olacağız ama şunu da söylemek gerekir. YSK bu hakkı nereden buluyor? YSK kimdir? Bu cüreti nereden buluyor? Daha önce de bu tarz şeyler yapıldı. Bizim birinci olduğumuz, kayyımlarla gasp edilen belediyelerimize 50 bin kaçak seçmen taşındı. 50 bin güvenlik gücü getirildi. Oradaki halkların iradesine darbe vurulmaya çalışılıyor. Ve yaptığımız bütün itirazlara YSK sessiz kalıyor. “Bunlar haksızdır, hukuksuzdur, kentin iradesinin yansımasının önünde engeldir, bu nedenle de bu sahte seçmenleri iptal ediyorum” demiyor ama memnu hakları iade belgesi olduğu halde adayımızın adaylığını iptal ediyor. Saray’ın memurları çok. YSK’nın sarayın emrinde olduğunu, AKP’nin emrinde olduğunu iyi biliyoruz.
Hak verilmez alınır, bu da mücadeleyle ve hukuksal direnişle olur
Ama YSK ve Saray şunu da iyi bilsin ki biz ne YSK’nin ne Saray’ın ne AKP’nin ne de onun emir eri haline gelen yereldeki mülki idari amirlerinin baskılarına boyun eğecek değiliz. Halkımız dün geceden beri Iğdır’da sokağa çıkmış durumda ve bu hukuksuzluk giderilinceye kadar da sokakta mücadelemizi devam ettireceğiz. Hiç kimse oldubittilerle halkımıza ve bize yanlış yapamaz, bize hukuksuzluğu dayatamaz. Bu konuda sonuna kadar mücadele edeceğiz. Ve ne olursa olsun halkımızın iradesinin tecelli etmesi için elimizden geleni yapacağız. Ve direnen, iradesine sahip çıkan, adayımız Mehmet Nuri Güneş’in yanında duran Iğdır halkına da partililerimize de buradan selam ve sevgilerimi göndermek istiyorum. Aynen onların söylediği gibi hak verilmez alınır. Bu, mücadeleyle olur, hukuksal direnişle olur ve bütün bu oyunları boşa çıkararak olur.
27 Şubat 2024