Koçyiğit: Bazı kesimler Kürtçe üzerinde bir ret ve inkar politikasının olmadığını söyleme aymazlığına kapılıyor

Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi: 

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. 9 Şubat’ta Batman’da 26 yaşındaki Rojwelat Kızmaz’ın kaybolduğu haberi basına ve sosyal medyaya yansıdı. Rojvelat’ın kardeşi Mehmet Kızmaz, 9 Şubat’ta kız kardeşi kaybolduktan sonra Emniyete gittiklerini ve durumu bildirdiklerini ifade ediyor.

Ailenin bütün başvurularına rağmen ilk gün yapılması gereken aramalar başlatılmadı

Özellikle kız kardeşinin Hasankeyf’e gitmiş olabileceği bilgisini Emniyete verdiklerini söylüyor. Emniyetin olayla ilgilenmediğini, hiçbir çalışma başlatmadığını sosyal medyada yaptığı paylaşımda ifade etmiş kardeşi. Ardından aile sokak sokak bütün kenti tarıyorlar, Hasankeyf’e gidiyorlar. Hasankeyf’te baraj gölünün kenarında arama yapıyorlar ve orada kız kardeşlerinin giysilerini buluyorlar. Yeniden Emniyete bildiriyorlar. Ancak ciddi bir duyarsızlıkla karşılaşıyorlar. Milletvekilimiz Zeynep Oduncu ile sabah görüştük. Oduncu ilk andan itibaren hem vekiller hem de yetkililerle görüşüyor. Bunun üzerine AFAD’ın gece 4:00’te dalış yaparak arama çalışması yaptığı bilgisini aldık. Ama bu dört günde gerçek anlamda etkin bir arama faaliyeti yürütülmediğini, suyun kenarında kıyafetler bulunduktan sonra da hızlı bir şekilde dalış gerçekleştirilerek kurtarma faaliyeti yapılmadığını görüyoruz. 

Rojwelat’ın Gülistan Doku’nun akıbetine uğramaması için kamuoyunu duyarlı olmaya çağırıyoruz

Rojwelat aslında aynı zamanda Gülistan Doku’nun çok yakın arkadaşı. Bu anlamda hem bizim hem de ailesinin kaygıları var. Akıbetinin Gülistan gibi olmasından endişe ediyorlar. Yetkililere neden görevlerini yapmadıkları, neden etkin bir arama kurtarma faaliyeti yürütmedikleri sorusunu soruyorlar. Biz de buradan, Batman Hasankeyf Emniyeti ve arama kurtarma faaliyeti yürüten bütün kurumların ilk elden yapması gereken çalışmayı neden yapmadıkları sorusunu soruyoruz. Bütün kamuoyuna da duyarlılık çağrısı yapıyoruz. Umuyor ve diliyorum ki Rojwelat sağlıklı bir şekilde bulunur ve ailesiyle buluşur.

Birbirimize Hızır olmaya çağırıyoruz

Hızır ayındayız. Hızır oruçlarının tutulduğu aydayız. Şubat’ın 13-14-15’inde de Hızır lokmaları pay edilecek ve Hızır cemleri tutulacak. Alevi inancında Hızır’ın çok önemli bir yeri var. Neredeyse inancın temellerinden birini oluşturuyor. Darda kalanı kurtaran, sevdalılara umut veren, zalimlere mazlumların gücünü gösteren, afetlerde kurtarıcı olan, açları doyuran, hastalara şifa veren, bereket dağıtan, yetimin hakkını yiyene karşı duran güçtür Hızır’ın kendisi. Dolayısıyla Alevi inancında Hakkın ta kendisi olan Hızır doğanın gücüdür ve bu inanç da Aleviliğin temelini oluşturuyor. Hızır ayında oruç tutan ve lokmalarını pay eden bütün Alevi canlarımızın oruçları Hak katında kabul olsun. Bu zor ve karanlık günlerde, faşizmin gittikçe bütün toplumu ezdiği, inançları ve toplumsal kesimleri yok saydığı bugünlerde birbirimizin Hızır’ı olmaya çağırıyorum. 

Sayın Öcalan’ın özgürlüğü ve Kürt sorununun barışçıl yollarla çözülmesi için yürüyoruz

1 Şubat’ta 2 koldan başlattığımız Özgürlük Yürüyüşümüzün bugün 12’nci günü. Bir kolu Kars’tan, bir kolu Van’dan başlamıştı. İçerisinde milletvekillerimizin, sivil toplum kuruluşlarının, demokratik kitle örgütlerinin ve halktan temsilcilerin olduğu bir yürüyüş. Toplam 75 kişiden oluşuyor. İl ve ilçeleri gezerek burada halk buluşmaları yapıyorlar. Toplumsal kesimlerle, STK’larla ve inanç kurumlarıyla buluşuyorlar. Ciddi bir etki yarattığını ifade etmek istiyoruz. Niye yürüyor Özgürlük Yürüyüşçüleri? 21 Mart 2021’den beri, yani 1059 gündür İmralı’da mutlak tecrit altında olan Sayın Öcalan’a yönelik tecridin sonlandırılması, fiziki özgürlüğünün sağlanması ve Kürt sorununun demokratik barışçıl yollardan çözülmesi için bir sürecin başlatılması talebiyle yürüyor Özgürlük Yürüyüşçüleri. Tabii bu yürüyüşte özellikle tecridin kaldırılması ve Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması meselesinin direkt adalet ve barışla ilintili olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Yani bu yürüyüş aynı zamanda adaletin ve barışın sağlanması yürüyüşüdür. Sadece Sayın Öcalan’ın özgürlüğünden, bir bireyin özgürlüğünden değil; aslında bütün Türkiye halklarının özgürlüğünden, Kürt halkının özgürlüğünden, kadınların ve emekçilerin özgürlüğünden bahsettiğimizin de altını çizmemiz gerekiyor. 

Sayın Öcalan’ın özgürlüğü Türkiye’nin demokratikleşmesinin, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözülmesinin ilk adımını oluşturacaktır. Direkt bu mesele ile bağlantılıdır. O anlamıyla bu yürüyüş aynı zamanda Kürt halkının kültürel ve siyasal haklarının tanınması, anayasal yurttaşlık hakkının garantiye alınması için de yapılan bir yürüyüştür. Ve bütün bu taleplerin gerçek anlamda hayat bulması için de tecrit kaldırılmalı, Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü sağlanmalıdır. Bununla beraber Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollardan çözülmesi için müzakere masasının kurulması gerekiyor. Sayın Öcalan’ın başmüzakereci ve muhatap olarak bu soruna müdahil olması gerektiğini bir kez daha buradan ifade ediyoruz. 

Özgürlük Yürüyüşünün finali Amara’da

Kars kolumuz yaklaşık 5 il ve 17 ilçeye uğradı. Bugün Batman ve Bismil de olacak. Van kolu ise 4 il 13 ilçeye uğradı. Buralarda büyük bir coşkuyla karşılandılar. Bugün de Mazıdağ ve Çınar’da olacaklar. Ayın 13’ünde her iki kolumuz Amed’de buluşacak ve ayın 15’inde de finali Amara’da yapacaklar. Buradan Özgürlük Yürüyüşünü selamlıyoruz. Bu yürüyüşe bütün kamuoyunun, kurumların ve iktidarın ses vermesi gerektiğini, kulak kabartması gerektiğini ifade ediyoruz. 

Geniş tanımlı işsizlik oranı Aralık’ta yüzde 24,7’ye yükseldi

Bu sabah işsizlik oranları açıklandı. İşsizlik oranlarını da kategori kategori açıklıyorlar dar tanımlı, geniş tanımlı diye. Ancak hangi tanıma göre bakarsanız bakın bir gerçek var o da bu ülkede ciddi bir işsizlik sorunu olduğudur. Özellikle kadınlar, genç kadınlar ve gençler arasında ciddi bir işsizlik olduğunu hem verilerden biliyoruz hem de yaşamın içerisinde buna tanıklık ediyoruz. Verilerin içerisinde çarpıcı şeyler de var. Geniş tanımlı işsizlik oranı Aralık’ta yüzde 24,7’ye yükselmiş. Bu oran sorunun ciddi bir şekilde devam ettiğini, dar tanımlı işsizlik tanımı yapmanın yetersiz olduğunu bize net bir şekilde gösteriyor. Zamana bağlı eksik istihdam işsizlik oranının yükselmesi, ekonomideki istikrarsızlık ve emek alanındaki esnek çalışmanın kendisi aslında bugünkü işsizliğin temel nedenlerinden biridir. Bu faşist sistemi ayakta tutan temel şeylerden biri de çalışma rejimidir. Bugün esnekleştirilen, güvencesizleştirilen, parça başı çalıştırılmaya mahkum edilen, örgütsüzleştirilen çalışma yaşamının kendisi bugün AKP’nin temel dayanaklarından biridir. Bunların içinde en fazla yok sayılan da kadın emeği, göçmen emeği, genç emeği ve istismar edilen çocuk emeğidir. 

Yoksulluğu ve sefaleti geçtik, bambaşka bir yere sürükleniyoruz

Bu işsizlikler ile birlikte bir de yaşam maliyetleri artıyor. Enflasyon sürekli arttığı için yaşam çıkmaza girmiş durumda. Örneğin İstanbul’daki bir ailenin yaşama maliyeti 3 asgari ücret, yani 53 bin lira. Bu, bir yılda yüzde 80 oranında yaşam maliyetinin artmış olması demek. Yoksulluğu, açlığı ve sefaleti geçtiğimizin, bambaşka bir yere sürüklendiğimizin göstergesi bu. Bazı zamlar paket şeklinde açıklanıyor ama günlük olarak kuruş kuruş açıklanıp gözlerden kaçırılan bir zam var o da akar yakıt zamları. Biz akaryakıt zamlarını niye önemsiyoruz, çünkü akaryakıt zammı demek girdi maliyetlerinin, üretim maliyetlerinin artması demek. Aldığımız her ürünün aslında zamlanması demek. İşte artan akaryakıt zamları enflasyonu artırıyor. Motorin fiyatlarına yarından itibaren 2,5 lira zam gelecek. İstanbul’da motorin fiyatı 42 TL’ye, benzin 40 TL’ye yaklaştı. Bakın 1 litre motorinden bahsediyoruz. Bu artık çiftçinin tarlasını ekememesi demek, üreticinin üretim yapamaması demek, insanların bir yerden bir yere gidememesi demek. Her dakika ve her an yaşam maliyetlerinin artması demek. Maalesef buna yönelik bir tedbir alan yok. Daha geçtiğimiz günlerde de zam geldiğini, zamların rutine döndüğünü görüyoruz. 

Kendinden olmayan belediyelere yardım göndermediğini utanmadan Hatay’da söyledi

Bu zamlarla birlikte önümüzde yerel seçimler var. Bu hayat pahalılığının yerel seçimlerin gölgesinde kaldığını belirtmemiz gerekiyor. AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın yaptığı aslında infial uyandıracak açıklamalar neredeyse küçük eleştirilerle görmezden geliniyor ve üstü kapatılıyor. Erdoğan geçen gün, “21 yıllık iktidarımızda belediyelerimizi siyasi rengine göre ayırmadık” dedi. Ancak bir hafta sonra Hatay’da “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa, o şehre herhangi bir hizmet gelmez” dedi. Bununla ayrımcı olduğunu, kendinden olmayan belediyelere kaynak ve yardım göndermediğini bir deprem kenti olarak her türlü ayrımcılığı yaşayan Hatay’da söyledi. Bunu söylerken hiç utanmadı. İktidar gerçekten belediyeleri siyasi rengine göre ayırmıyor mu? Hayır, kesinlikle böyle değil. Basına yansıyan İl Bankası verilerine bakmak bu açıdan yeterli olacaktır. Muhalefetteki birçok belediye kredi almakta zorlandığını söylüyor. Sürekli bunun üstü kapatılıyor. 

Tayyip Erdoğan Hatay’da bir gerçeği ifade etti

İller Bankası verilerine göre; 2021 yılında 279 projeye toplam 1,2 milyar liralık kredi desteği sağlanmış. Yüzde yüz İller Bankası kredisiyle tamamlanan projelerden 43’ünü büyükşehir oluşturuyor. Bunlar kime ait büyükşehirler? Ne tesadüf ki 42’si AKP’li belediyede, bir tanesi de MHP’li belediyede. İl belediyelerinde durum nasıl? Yüzde yüz hibe desteğiyle tamamlanan projelere baktığımızda; 60 AKP, il özel idareleri 33, kayyım 4, MHP 4, CHP 1. Yani orada kaynakların tamamen AKP’li belediyelere gittiğini görüyoruz. Peki, bunu sadece İller Bankası mı yapıyor? Hayır, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 2018-2020 döneminde 994 belediyeye verdiği toplam 2628 aracın yüzde 97’sinin Cumhur İttifakı belediyelerine gittiği bir gerçek. Yani Çevre Şehircilik Bakanlığı da aynı ayrımcılığı yapmış durumda. Tabii bütün bunları üst üste koyduğumuzda aslında Tayyip Erdoğan’ın Hatay’da bir gerçeği ifade ettiğini çok açık ve net bir şekilde görüyoruz. Zaten fiili olarak yapılanı söylemiş oldu. Bir şeyi daha yaptılar bütün bu sözlerinin üstüne ve bugün bir yönetmenlik yayınladılar. Belediyelerin iç borçlanmalarını aslında merkezileştirdiler ve Saray’a bağladılar. Bundan sonra muhalif belediyeler bir proje için kaynak aradığında, borçlanmak istediğinde Saray’ın vetosuna takılma olasılığı neredeyse yüzde 100 olacak.

Belediyeleri erkek egemen mekanlara dönüştüren hizmetleri kadın bakış açısıyla değiştirmek istiyoruz

Ayın 9’unda Parti Sözcümüz birçok kent için adaylarımızı ilan etti. Onlar birer isimden ibaret değil. Bu rant ve talan politikalarına karşı Türkiye’nin bütün illerinde demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü yerel yönetim pradigmamızı, eşit temsil ve eş başkanlık sistemi ile yaygınlaştırmak istiyoruz. Yani belediyeleri birer erkek egemen mekanlara dönüştüren yerel yönetim anlayışına karşı kadının temsil gücünün artırıldığı, kadın bakış açısıyla gerçek anlamıyla hizmet ettiğimiz kentlere geçiş yapmak istiyoruz. Bunun için de özel olarak kadınların desteğini bekliyoruz. Partimizi tanımayanlar, demokratik işleyişimizi anlama kabiliyeti olmayanlar da ortalığı sürekli karıştırıp duruyorlar. Partimizin ya oraya ya da buraya dayanacağı yanılgısını çok derinden yaşıyorlar. Ama şunu söyleyelim: Bu spekülasyonlarla bize ayar veremezsiniz. Köklerimiz derin, tecrübemiz tarihseldir. Bunu güncelle buluşturup halklar lehine en doğru kararları veriyoruz. Bu kararların hayat bulması için canla başla çalışmaya da devam edeceğiz. 

Kadın kırımına karşı isyan ediyoruz, itiraz ediyoruz

Kadınların yerel yönetimlerdeki temsiliyetini artırma meselesi şu açıdan çok önemli. Kadınlar açısından güvenli kentler inşa etmek istiyoruz. Elimde kadına yönelik şiddetin çetelesi var. Gerçekten korkunç, bu verileri paylaşırken içimiz yanıyor. Bunlar sadece birer rakam değil; her biri bir can, her biri yaşam, bir dünyaydı. Ocak ayında tam 28 kadın ve 5 çocuk erkekler tarafından katledilmiş. Bir de bunun yanında basına şüpheli olarak yansıyan ölümler var. 25 kadın ve 3 çocuk da şüpheli şekilde hayatını kaybetmiş. Peki, onları kim öldürmüş? En yakınları. Boşanmak istedikleri eşleri, abileri, sevgilileri… Yani yakınındaki erkekler tarafından öldürülmüşler. Buna karşı Türkiye’de etkin bir mekanizma var mı? Hayır! İstanbul Sözleşmesi vardı ve bir gecede Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Türkiye sözleşmeden çıktı. Şimdi 6284’ü tartışmaya açan bir AKP aklı var. Buna yönelik de hiçbir önlem alınmadığını görüyoruz. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı ise gerçek anlamda kadınları korumak, çocukları korumak ve onların haklarını gözetmek yerine onun dışındaki her işle meşgul. Biz buradan bir kez daha ifade edelim; kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin artması artık bir kadın kırımına varmıştır. Bu kadın kırımına karşı isyan ediyoruz, itiraz ediyoruz. Bu kadın kırımına karşı dur diyecek mekanizmaların etkin bir şekilde hayata geçmesi için mücadele ediyoruz. Buna karşı Meclis’i de sorumluluk almaya davet ediyoruz. Kadın kırımının önüne geçecek uluslararası sözleşmelerin etkin bir şekilde uygulanması ve ulusal mevzuatta şiddeti önleyici mekanizmaların her yerde yaşam bulması için Meclis elini taşın altına koymalıdır.

Meclis’in bu ülkede yaşayan 20 milyon Kürt’ün anadil hakkını koruma sorumluluğu var

Bütün bunları konuşuyoruz. Meclis’i konuşuyoruz. Meclis’in yapması gereken görevleri konuşuyoruz. Meclis’in ayrıca bu ülkede yaşayan 20 milyon Kürt’ün ve diğer halkların anadil hakkını, anadil hukukunu koruması gibi bir sorumluluğu var. İkinci yarı yıl başladığı için seçmeli ders tartışmaları üzerinden Kürtçe yeniden gündem oldu. Kürtçenin okullarda seçmeli bir şekilde okutulması meselesi üzerinden anadil hakkını konuşuyoruz. Anadil varoluşsal bir haktır. Kişiye sıkı sıkıya bağlı olan, asla devredilemeyen, insanın içinde doğduğu ilk evrendir. Anadilden ayrı olmak aslında sizin var oluşunuza yönelik büyük bir tehdittir. Bunun altını çizmemiz gerekiyor. Anadilinde eğitim ve bütün kamusal hizmetlerin anadilinde olması; dil hakkı ihlalini engeller, eğitim hakkı ihlalini engeller, kültürel hakların ihlalini engeller, toplumsal ayrımcılık ve dışlanmayı engeller. Demokratik katılımın önündeki engelleri ortadan kaldırır, uzlaşma ve barış süreçlerinin önünü açar. Tam bir toplumsal barışın sağlanmasının en önemli başlıklarından biri de anadilinde eğitim ve kamusal hizmetlerdir. 

Anadilimizi seçmeli bir dil olarak seçmek zorunda kalmak en temel hak ihlalidir

Türkiye’de Kürtçe seçmeli ders olarak Çözüm Sürecinde müfredata yerleştirildi. AKP bunu bir lütuf gibi ifade ediyor. Ancak Kürtçenin seçmeli olmasının aslında yürüyen mücadele ile bağını görmek gerekiyor. Birincisi bu. İkincisi; bu ülkede yaşayan Kürt halkının anadili seçmeli dil olamaz. Bir dili seçmeli dil olarak ancak bir yabancı dil olursa seçebilirsiniz. İngilizceyi ikinci bir dil olarak öğrenmek için seçebiliriz. Almancayı, Fransızcayı seçebiliriz ama kendi anadilimizi seçemeyiz. Çünkü bizim anadilimiz zaten. Anadilimizi seçmeli bir dil olarak seçmek zorunda kalmak en temel hak ihlalidir. O nedenle DEM Parti olarak, anadilinde eğitim ve anadilinde kamusal hizmet temel talebimizi yineliyoruz. 

Bazı kesimler Kürtçe üzerinde bir ret ve inkar politikasının olmadığını söyleme aymazlığına kapılıyor 

Bu arada AKP’nin ittifak yapıp Meclis’e taşıdığı bazı kesimler, bu ülkede Kürtçe sorunu yoktur, anadil sorunu yoktur gibi cümleler sarf etmiş. Biz kendilerine buradan çağrı yapıyoruz; gelip Meclis’te 3 kelime Kürtçe konuşsunlar, bakalım bu ülkede Kürtçe konuşmak serbest mi, serbest değil mi görsünler. Herhalde biz Kürtçe konuştuğumuzda tutanaklara “X” diye geçince ve birileri bize Anayasa ve içtüzük hatırlatınca hiç rahatsız olmuyorlar ki anadil hakkının korunduğunu, Kürtçe üzerinde bir ret ve inkar politikasının olmadığını söyleme aymazlığına kapılabiliyorlar. Diyecek söz bulamıyoruz. Onları Kürt halkının ve Türkiye kamuoyunun vicdanına havale ediyoruz. Halkımız her şeyi çok iyi görüyor. 

Deprem Araştırma Komisyonu kurulmasına izin vermeyenler Maden Yasası getiriyor

Daha fazla uzatmak istemiyorum. Bu hafta Maden Yasası geldi Meclis’e. Geçen hafta depremi konuştu Meclis ve maalesef çalışmadı. İktidar milletvekilleri, işlerine gelen yasalar çıkması gerektiğinde burada hemen tesbih boncukları gibi diziliyor, çok rahat el kaldırıp indirebiliyor. Ama burada deprem gibi çok temel bir gündem varken Meclis’e gelme zahmetine bile katlanmadılar. O nedenle pek çok vekilimizin verdiği deprem önergesi görüşülemedi. Bu ülkede depremin yaralarının sarılmaması utancına, geçen hafta bu Meclis’te Deprem Araştırma Komisyonu kurulmaması utancı da AKP-MHP ittifakı sayesinde eklenmiş oldu. Bütün bu utançlar yetmiyor onlara. Toplumun bu kadar derdi varken, insanlar konut bulamıyorken, suya, eğitime ve diğer hizmetlere erişemiyorken onlar Maden Yasası getiriyorlar. Çünkü Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile protokol imzaladılar ve Türkiye’deki bütün maden sahalarını BAE’ye peşkeş çekmek istiyorlar. Onun için de bu yasayı getirmişler ve yeniden rant ve talan yasası ile Meclis’i oyalamak istiyorlar. Bunu kabul etmediğimizi, buna muhalefet edeceğimizi belirtmek istiyorum.

12 Şubat 2024