Koçyiğit: DEDAŞ’ın suçunu örtbas etmeye çalışanların DEDAŞ’la ne gibi bir çıkar ilişkisi var?

Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi: 

Kayyım gaspına karşı ülkenin dört bir yanında mücadelemizi devam ettireceğiz

Herkesin geçmiş bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Memleketin sorunları o kadar büyük ki gerçekten bayramları bayram tadında kutlayamıyoruz. Neredeyse her bayram bir önceki yılı aratır durumda. İnsanlar bayramda sevdiklerini göremiyor, sofrasına düzgün bir yemek koyamıyor. Bu yokluk içinde bayramı kutlamaya çalışan milyonlar olduğunu çok iyi biliyoruz. 

Bayramda da kayyım gaspına karşı mücadelemiz devam etti. 13’ünde Hakkari’de bir miting gerçekleştirdik. 14’ünde Mersin’de yine kayyıma karşı mitingimizi gerçekleştirdik. Bayram boyunca eş genel başkanlarımız iki koldan bütün belediyelerimizi ziyaret etti. Kayyıma karşı onlarla beraber tutumumuzu, duruşumuzu açık ve net bir şekilde ortaya koyduk. Bundan sonra da kayyım gaspına karşı ülkenin dört bir yanında mücadelemizi dört bir koldan devam ettireceğiz. 

Yangında hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı diliyoruz 

Mardin’in Mazıdağı ve Diyarbakır’ın Çınar ilçelerinde 20 Haziran tarihinde başlayan ve 66 km’lik alana yayılan büyük bir yangınla karşı karşıya kaldık. Ne yazık ki 15 yurttaşımız hayatını kaybetti. 75 yurttaşımız da yaralandı. Ağır yaralıların olduğunu biliyoruz. Yine yoğun bakımda olan ve kritik durumda olan yaralılar var. Yüzlerce hayvan can verdi, birçok ev ve iş yeri zarar gördü, tarlalar ve ekinler büyük zarar gördü. Öncelikle yaşamını yitiren 15 yurttaşımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Hastanede olan yaralıların bir an önce sağlıklarına kavuşmasını diliyoruz.

Baskı yapmada hızlı olan AKP yangın felaketinde kaplumbağa hızındaydı


Türkiye afetleri sürekli olarak yaşayan bir ülke pozisyonunda. Pandemi olur felakete dönüşür, sel olur, deprem olur felakete dönüşür, yangın çıkar felakete dönüşür. Çünkü bu ülkede yurttaşın canının bir kıymeti yoktur. Çünkü bu ülkede yurttaşı düşünen bir iktidar ve devlet aklı ne yazık ki yoktur. İnsanları, canlıları, ekolojik dengeyi öncelemeyen, varsa yoksa kendi iktidarını ayakta tutmaya çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu ülkede 10 yurttaş toplanıp demokratik protesto hakkını kullansa orada devletin TOMA’sını, polisini, gazını çok hızlı bir şekilde görürüz. Ama ortada bir felaket varsa, bir yangın çıkmışsa, deprem olmuşsa, sel olmuşsa yurttaşın yardımına koşması gereken devletin orada olmadığını görürüz. Halk kendi kaderine terk edilir, kendi imkanlarıyla kendi yarasını sarmaya çalışır. Mardin’deki yangında da aynı manzarayı gördük. Yasakçılıkta, baskıda, yurttaşı susturmada hızlı olan AKP iktidarının, mesele gerçek anlamda yaraları sarmak olunca, mesele yangın, deprem, sel olunca kaplumbağa hızıyla hareket ettiğini ve insanları çaresiz bir şekilde ortada bıraktığını çok açık ve net bir şekilde görüyoruz. 

Halkımız canı pahasına yangını söndürmek için alana koştu

Peki, bu pervasızlığın sonucu nedir? Depremde yüz binlerce insanın, belki de resmi olmayan kayıtlara göre 150 bin insanın yaşamını yitirmesi ve en son yangında da 15 insanımızın yaşamını yitirmesi gibi bir bilançoyu açığa çıkarıyor. İşte insanı öldüren, yurttaşı yok sayan bu akıl, yurttaşın canına mal olan bir akıldır. Bu aklın hızla terk edilmesinin ve insanı ve yaşamı önceleyen, halkı önceleyen bir bakış açısının tesis edilmesinin gerektiğinin altını çiziyoruz. Yangın sırasında halkımız canı pahasına yangını söndürmek için alana koştu. Eş başkanlarımız valilikten hızlı bir şekilde helikopter talebinde bulundu ama gece görüşü yokmuş diye helikopter gönderilmedi. Milletvekillerimiz illerin valilerini aradı ama tenezzül edip telefona çıkmadılar. Diğer köylerden yardıma giden yurttaşlarımızın önü “yasak bölge” denilerek kesildi. Son üç yangın büyüdükçe büyüdü, kontrol altında alınamadı. Yangının ortasında kalan yüzlerce hayvan ve 15 can ne yazık ki yitip gitti. Ama bütün bunlara karşı bir ses yok. Bütün bunlara bir söz söyleyen yok. Neymiş, gece görüşlü helikopter yokmuş. Daha geçen yıl Yunanistan’daki yangına iki uçak ve bir helikopter gönderen Türkiye’nin söz konusu Kürtlerin yaşadığı bölge olunca, Kürtler olunca, bu ülkedeki milyonlarca yoksul olunca ne uçağı ne helikopteri oluyor. Saraya uçak filosu düzenlerin, bir gece görüşlü uçak ve helikopter bulundurmamasını ve yangına bir helikopterle dahi müdahalede bulunmamasını nereye konumlandırabiliriz? Bunu bütün yurttaşlarımıza sormak istiyorum. 

Ön raporda yangının DEDAŞ’ın elektrik tellerinden çıktığı açık ve net bir şekilde görülüyor

Bir diğer mesele DEDAŞ’ı aklama meselesi. Bu yangının nasıl çıktığı tartışması çokça yapıldı. Diyarbakır Valiliğinden fail DEDAŞ’a, yandaş gazetecilerden İçişleri Bakanlığına kadar herkes ağız birliği etmişçesine yangının anızdan çıktığını, bir örtü yangını olduğunu söyledi. Gerçek tabii ki böyle değil. Cumartesi günü eş genel başkanlarımız, milletvekili arkadaşlarımız ve belediye eş başkanlarımızla taziye ziyaretine gittik. Orada bulunan her bir yurttaşı dinledik. Şunu söylüyorlar: “Biz onlarca dilekçe verdik, onlarca defa DEDAŞ’a gittik. Telleri onarın, bu iletkenleri çürümüş 40 yıl öncenin yapısıyla hizmet vermekten vazgeçin, bunlar yangın tehlikesi oluşturuyor diye söyledik ama bize kulak asan olmadı. Bunları yapan olmadı”. İşte açık ve net bir şekilde beyanları böyle. Ama bütün bunlara rağmen ne oldu? Bilinçli şekilde manipülasyon yapıldı ve sanki yangın anızdan çıkmış gibi Türkiye’de algı oluşturulmaya çalışıldı. Oysa ki sadece görgü tanıklarının ifadesi yok, bakın bölgedeki meslek odalarının raporları da var. Meslek odaları ilk andan itibaren gittiler, bölgede araştırma ve inceleme yaptılar ve bir ön rapor yayımladılar. Bu ön raporda da yine yangının DEDAŞ’ın elektrik tellerinden çıktığı açık ve net bir şekilde görülüyor. Bayram boyunca DEDAŞ halkı elektriksiz bıraktı, yine elektrik nedeniyle birçok köy susuz kaldı. Elektrik yeniden verildiği anda da yüksek voltaj nedeniyle yangının çıktığını oradaki köylüler söyledi. 

Bütün gece milletvekillerimiz telefon açtı, valiler telefona bile çıkmadı


Valilerin taziye ziyaretlerinde yaptıklarına değinmeden edemeyeceğim. Diyarbakır Valisi Ali İhsan Su acılı ailelere taziye ziyaretinde bulunuyor ve taziye ziyaretinde yangının anızdan çıktığında ısrar edince orada bulunan aileler ve köylüler buna itiraz ediyor. Sonra valinin koruması da acılı aileleri darp ediyor. Taziyeye güya giden, acıyı paylaşmaya giden, güya oradaki insanları dinlemeye giden, yaraları sarmak gibi bir görevi olan valinin korumaları orada bulunan acılı aileleri darp ediyor. Yetmiyor alınan görüntüleri sildiriyorlar. Mardin Valisi Tuncay Akkoyun da taziye ziyaretine gitmiş. Taziye ziyaretinde köylüler tepki gösterdi. Çünkü Mardin Milletvekilimiz Saliha Aydeniz’in oraya girişi engellenmeye çalışıldı. İlk geceden beri alanda olan büyükşehir belediye eş başkanlarımız, milletvekillerimiz, PM üyelerimiz orada. Taziye çadırında halkın içerisinde olan, onların acısını paylaşan, onlarla beraber ağıt yakan, onların yaralarını sarmaya çalışan milletvekilimizin girişini engelliyorlar. Neden, hangi gerekçeyle? Bütün gece milletvekillerimiz telefon açtılar. Hem Mardin Valiliğine hem Diyarbakır Valiliğine. Helikopter kaldırın, yardım edin, yangın büyüyor, insanlar yaşamını yitiriyor dediler. Telefona bile çıkamadılar. Telefona çıkmayan vali, kendisi taziyeye gitti diye milletvekilinin oraya girişini engelliyor. 

DEDAŞ’ın suçunu örtbas etmeye çalışanların DEDAŞ’la ne gibi bir çıkar ilişkisi var?

Ne oldu, halk tepki gösterdi. Vali korumalarını alıp oradan uzaklaştı. İşte hakikatin kendisi budur. Buradan sormak istiyoruz; DEDAŞ’ın suçunu örtbas etmeye çalışanların DEDAŞ’la ne gibi bir çıkar ilişkisi var? Merak ediyoruz. DEDAŞ’la çıkarlarınız uyuşuyor mu? DEDAŞ’la nasıl bir ilişkiniz, nasıl iltisaklınız? DEDAŞ sizin için ne ifade ediyor? Buradan yüksek sesle soruyoruz. Bütün bunlar olurken DEDAŞ elektrik hatlarını onarıyor mu? Hayır. Orada yaptığı yanlışla 15 insanın yaşamının kaybından sorumlu olan DEDAŞ, aksayan durumları gidermeye çalışıyor mu? Hayır. Elektrik tellerinin çarpışması sonucu yangın çıktığını gören köylüler hakkında gidip suç duyurusunda bulunuyor. Bu da suçlu olduklarını, nasıl büyük bir suçun paydaşı olduklarını gösteriyor. Ekin vakti elektriği kesen, ekini tarlada susuz bırakan, hizmetsizliğin karşılığında uçsuz bucaksız borç çıkaran DEDAŞ, köylü ve çiftçinin zulme eşdeğer olarak gördüğü bir kurumdur. Meclis tutanaklarını açtığınızda milletvekillerimiz en fazla DEDAŞ hakkında konuşmuşlardır, DEDAŞ zulmünü anlatmışlardır. Elektrik direklerinin tepesine sayaç çıkaran, kafasına göre fatura kesen, köylüyü jandarma ile darp eden bir DEDAŞ çete anlayışı ile karşı karşıyayız. Ama bu çete anlayışının bizzat iktidar uygulamalarından beslendiğini çok iyi biliyoruz.  

Bütün bilimsel veriler yangının elektrik tellerinden çıktığını ortaya koyuyor

Elektrik Mühendisleri Odası Diyarbakır Şubesinin açıkladığı bir rapor var. Raporun detayları var ama ben bir iki tespiti sizinle paylaşmak istiyorum. Raporda yangının elektrik hatlarındaki ciddi bakım eksikliklerinden kaynaklandığı ortaya konulmuş. Özellikle iletim hatlarında eklerin ve liflenmelerin, direkteki izolatörlerin kırık olduğu ve bu durumun yangın çıkarabileceği ifade edilmiş. Ayrıca hatların geçtiği güzergahlarda yangına karşı yeterli önlemlerin alınmadığı, direk diplerindeki otların biçilmediği, teknik bakımların yeterince yapılmadığı tespit edilmiş. Benzer şekilde Mardin’in Derik ilçesi Xiral yani Dumanlı kırsal alanında bulunan Xofi mezrasında yangının çıkışı kameralara yansımıştır. Güvenlik kamerasına yansıyan görüntülerde, yangının rüzgar nedeniyle elektrik tellerinin birbirine teması ile oluşan kısa devreden çıktığı açık bir şekilde görülüyor. Görüntülerde sürtünme nedeniyle elektrik tellerinde çıkan kıvılcımın bahçeye sıçraması nedeniyle yangının çıktığı görülüyor. Yine TMMOB Koordinasyon Kurulu da bir rapor hazırlamıştı. Savcılık hazırlanan bu ön raporu yetersiz bulduğu için yeni oluşturulan bilirkişi heyeti -ki elektrik harita yüksek mühendislerden oluşan 3 kişilik bir heyet- ilk raporunu açıkladı. Bu heyete göre de sigortalı yük ayıracı direğinde sigorta yerine iletken tel sarmalı kullanıldığı ortaya çıktı. Raporda iletken telin koparak yerlerdeki teli tutuşturması ile yangının başladığı ve şiddetli rüzgarın etkisi ile geniş bir alana yayıldığı tespit edilmiş oldu. Yani bütün bilimsel veriler açık bir şekilde Çınar ve Mazıdağı’ndaki yangının elektrik tellerinden çıktığını ortaya koyuyor. Oturdukları yerlerden “anızdan çıkmıştır” diyenlerin bu bilimsel rapora söyleyecekleri bir söz var mıdır? Bu yangın çok büyük bir alanı etkiledi. Büyük bir maddi kayıp açığa çıktı. Manevi kayıpları ifade etmek imkansız. İnsanların en önemli geçim kaynağı olan tarım alanları, mahsulleri yandı. Yine hayvanlarını kaybettiler. Bunun uzun vadede çok büyük ekonomik, psikolojik ve sosyal kayıp yaratacağı açık. Can ve mal kaybını gidermek için önlem alınması ve bölgenin afet bölgesi ilan edilmesi, halkın zarar ve ziyanının karşılanması, halkın yaralarının acil şekilde sarılması gerekiyor. Biz de bugün bu konuda bir kanun teklifi sunduk. Umuyorum ki TBMM ve vicdan sahibi olan her bir milletvekili duyarlılık gösterecektir, halkımızın yaralarının sarılması için çaba içinde olacaktır.  

Ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikası yine son gaz devam ediyor

Asıl büyük yangın da ekonomide. Yeni vergi paketiyle halkın sofrasındaki, cebindeki, mutfağındaki yangın gün geçtikçe büyüyor. Yeni bir vergi reform paketi getirdiklerini söylüyorlar. Bu hafta içinde geleceği basına yansıdı. Aslında vergi reform paketi adı altında bir haraç paketi gelecek, bir haraç yasası gelecek. Bunu çok iyi biliyoruz. İçeriğiyle ilgili çeşitli spekülasyonlar ve bilgiler var. Aslında özel olarak basına bunun sızdırıldığını, halkın nabzını yoklamaya çalıştıklarını ve gelen tepkilere göre paketin içeriğini şekillendireceklerini çok iyi biliyoruz. Yani ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikası yine son gaz devam ediyor. Bütün bu hazırlanan paketlerde vergi yükünün kime yükleneceğini de ifade edelim. Tabii ki milyonlarca işçinin, emekçinin ve dar gelirlinin sırtına vergi yükü yeniden yüklenecektir. İktidar yoksulların, emekçilerin kalan birkaç kuruşuna da göz dikmiş durumda. Moto kuryelerin vergilendirilmesinden bahşişlerden vergi alınmasına, yurt dışı çıkış harcının 20 kat artırılmasına kadar birçok başlıkta düzenleme yapmayı öngörüyorlar. 22 yıldır ülkeyi yönetiyorlar, 22 yıldır rant ve talan politikalarını devam ettiriyorlar. Günün sonunda çalışanın bahşişine göz dikecek bir pozisyona geldiklerini görüyoruz.

Yakında “nefes vergisi” getirirlerse, “ayak bastı parası” alırlarsa şaşırmayacağız

Diğer bir mesele yurt dışı çıkış harçlarıyla ilgili. Biliyorsunuz 150 TL idi. Önce 20 kat artırmayı düşündüler. Şimdi 1 500 TL olacağı ifade ediliyor. Yani 3 bin TL değil de 1 500 TL oldu diye halkın sevinmesini mi bekliyor Mehmet Şimşek ve AKP iktidarı? Zaten hiçbir hizmet karşılığı olmayan bir harçtan bahsediyoruz. Tamamen ortadan kaldırılması gereken bir harçtan bahsediyoruz. Ama bunun yerine 10 kat artırarak 150 TL’den 1500 TL’ye çıkarıyorlar. Yakında Mehmet Şimşek ve kabinesi nefes vergisi getirirse, ayak bastı parası alırsa sanırım hiçbirimiz şaşırmayacağız. Bunu açık bir şekilde görüyoruz. Neden bunu yapıyorlar? Çünkü bir tercih ile karşı karşıyalar. AKP de tercihini iktidardan yana kullanıyor, sermayeden yana kullanıyor, büyük firmalardan yana kullanıyor. Örneğin sermayeye verdikleri muafiyet, istisna ve aflara ilişkin bir düzenleme yapmayı akıllarından geçiriyorlar mı? Hayır! Onun yerine her seferinde vergiyi tabana yayarak yoksul halkın son kuruşuna kadar vergilendirilmesini tercih ediyorlar. Bu yıl asgari ücrete sadece bir kez zam yapılacağı söylendi. Neden diyoruz? Kaynak yok, bütçe yok deniliyor. Ama burada asgari ücretliye olmayan kaynağın yandaş firmalara gittiğini görüyoruz. Özellikle garanti ödemelerinde bir yılda dört defa zam yapıldığını, enflasyon güncellemesi yapıldığını bütün Türkiye kamuoyu biliyor. O anlamıyla da vergide reform yasasının sinekten yağ çıkarma meselesine döndüğü, halkın ümüğünü sıkmaya kadar vardığını açık ve net bir şekilde söyleyelim. Burada formül açık. Halkın yüzde 70’inden vergi almak yerine vergiyi çok kazanandan alma, çok az kazanandan ise az vergi alma yönetiminin tercih edilmesi gerekiyor. Vergide adaletin sağlanması gerekiyor. Gerçek anlamda bir vergi reformu yapmak istiyorsanız gelin konuşalım. Bütün paydaşlarla beraber bu süreci yürütelim ve gerçek anlamda yoksulun sırtına bindirdiğiniz bu vergi yükünü hep beraber tasfiye edelim. Ama bunu yapmayacağınızı çok iyi biliyoruz. Çünkü orada çıkarları bozulur, iktidarları sarsılır. 

Her bir ölümün sorumluluğu hükümetin bizzat kendisindedir

Son başlık olarak şuna değinmek istiyorum. Biliyorsunuz geçen hafta Şırnak Cezaevinde bulunan 34 yaşındaki Yıldırım Han yaşamını yitirdi. Kanser hastasıydı. Tedavi edilmek için Ankara’ya getirildi ve ne yazık ki tahliye edilmedi. Bu tahliye edilmeme sürecinde önce teşhis, sonra tedavi süreci aksadığı içinde yaşamını yitirdi. Bu süreçlerin bütün siyasi mahpuslar için olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Teşhis aşamasının gecikmesi, hastaneye sevklerin sistematik olarak yapılmaması, özellikle raporların zamanında çıkmaması, heyet raporlarının ATK’ye intikalinin gecikmesi, ATK’nin zaten tam bir düşman ceza hukukuyla siyasi mahpuslara yaklaşması ve hepsinin tahliyesi önündeki temel engel kurum olması nedeniyle siyasi mahpuslar cezaevinde yaşamını yitiriyor. İHD verilerine göre 2023 yılında 43 mahpus cezaevinde yaşamını yitirmiş. Ama buna söz söyleyen bir Adalet Bakanı yok. Buna ses çıkaran bir Adalet Bakanı yok. Bundan mutsuz olan bir Adalet Bakanı yok. Aksine bütün bunların üstünü örten, görmezden gelen bir sistem var. Ne Yıldım Han’ın ölümü ne de diğer 42 mahpusun ölümü sıradan bir ölüm değildir. Hepsi cinayettir. Onlar devletin gözetiminde cezaevinde bulunuyorlar. Her bir ölümün sorumluluğu hükümetin bizzat kendisindedir, Adalet Bakanlığının bizzat kendisindedir. Gerçekten bu ülkede bir gün adalet tesis edilirse bu ölümlerin hesabını vermeleri ve yargılanmaları gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Adalet Bakanlığı gerçeğin üzerini örtmeyi, tecridin olmadığını söylemeyi tercih ediyor

Diğer bir mesele cezaevlerinde devam eden tecrit sistemi. İmralı Cezaevinde 4 yıl, 3 ay, 23 gündür aile görüşü yapılmıyor. 4 yıl 10 ay 29 gündür avukat görüşü yapılmıyor. Yine mahpusların 27 Kasım’da başlattığı açlık grevi de artık mahkemelere çıkmamaya, aile ve avukat görüşü yapamamaya evrildi. Her hafta Adalet Bakanlığı önüne anneler geliyorlar, Adalet Bakanı ile görüşmek istiyorlar, eylem yapıyorlar. Cezaevi önünde her hafta aileler eylem yapıyorlar. Bu tecrit kalksın, siyasi mahpusların durumu düzeltilsin diye. Ama buna bir cevap alamıyoruz. Bunun yerine Adalet Bakanlığı gerçeğin üzerini örtmeyi, bu ülkede tecridin olmadığını söylemeyi tercih ediyor. Eğer tecrit yoksa 35 barodan 1330 avukatın İmralı'ya gitmek için yaptığı başvuruya neden yanıt vermiyorsunuz? Eğer tecrit yoksa milletvekili grubumuzla İmralı'ya gitmek için yaptığımız başvuruya neden yanıt vermiyorsunuz? Eğer tecrit yoksa İmralı'ya yazılan mektupları neden iletmiyorsunuz? Avukat ve aile görüşmesini neden gerçekleştirmiyorsunuz? Bu sorulara Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç cevap vermelidir. 

Kürt sorununun çözüm muhatabı İmralı’dadır, Sayın Öcalan’dır 

Bu ülkede Kürt sorunu çözülmeden ne ekonomi çözülür ne toplumsal refah sağlanır ne de barış sağlanır. Kürt sorununu çözmenin yolu açıktır, net muhatabı bellidir. İmralı’dadır, Sayın Öcalan’dır. Sayın Öcalan’ı muhatap alarak Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü sağlayabilirsiniz, ülkenin dört bir yanında büyüyen siyasal ve ekonomik bu yangını söndürebilirsiniz. 

24 saatte 7 kadın katledildi, bunun sorumlusu erkek egemen iktidardır 

Son 24 saatte 6 farklı kentte 7 kadın erkek şiddeti tarafından katledildi. Bu ölümlerin münferit olmadığını çok iyi biliyoruz. Biz kadınlar en yakınımızdaki erkekler tarafından her gün sistematik bir şekilde katlediliyoruz ama bu sistematik katliamın asıl sorumlusunun erkek egemen iktidar olduğunu çok iyi biliyoruz. İstanbul Sözleşmesini kaldıran, 6284’ü etkin uygulamayan, Medeni Kanun’dan doğan haklarımızı tartışmaya açan anlayış bizzat bu ölümlerin sorumlusudur. Erkek devlet şiddeti sonucu katledilen her bir kadın isyanımızdır. Kadın özgürlük mücadelemizi her alanda büyütmeye devam edeceğiz. Katledilen bütün kız kardeşlerimi buradan saygıyla anıyorum. 

24 Haziran 2024