Koçyiğit: İç Güvenlik Paketiyle umumi müfettişliği kalıcı hale getirmeye, kayyım rejimine yasal kılıf uydurmaya çalışıyorlar

Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi: 

Bize her gün akıl verenlerin önce kendi akıllarını başlarına almaları ve hukuka dönmeleri gerekiyor

Bugün yine bir hukuksuzlukla güne başladık. Esenyurt ilçe binamızın polis tarafından dağıtıldığı, avukatlara ve yöneticilerimize haber verilmeden bu hukuksuzluğun yapıldığı bilgisini aldık. Esenyurt'ta kayyım gaspıyla bir hukuksuzluğa imza attığınız, oradaki halkın iradesini çaldınız. Bununla da yetinmeyip oradaki ilçe binamıza baskın yapıyorsunuz, oradaki bütün eşyaları dağıtıyorsunuz. İlçe Eş Başkanlarımız Rojda Yılmaz ve Abdullah Adnan’ı Emniyete çağırdıklarına dair bir bilgi aldık. Bütün bunları üst üste koyduğumuzda şunu sormak istiyoruz: Siz bizim il ilçe binalarımızda ne arıyorsunuz? Siz bizim demokratik siyaset alanındaki varlığımıza ne zaman tahammül edeceksiniz? Siz bu ülkede hangi partinin il-ilçe binasına polis baskını yapıyorsunuz, hangi partinin il-ilçe binasını dağıtıyorsunuz? Sistematik olarak hangi partinin yöneticilerini gözaltına alıp tutukluyorsunuz? Her gün bize akıl verenlerin, rota çizenlerin önce kendi akıllarını başlarına almaları ve hukuka dönmeleri gerekiyor. 

Yeni doğmuş bebeklerin katledilmesine göz yumdular

Bugün önemli bir gün. “Yenidoğan Çetesi” olarak kamuoyunda bilinen çetenin yargılaması İstanbul’da başladı. Bizim de milletvekili arkadaşlarımız ve yöneticilerimiz davayı takip ediyor. Kamuoyuna yansıyanlara baktığımızda, aslında bu çetenin çok uzun bir süredir bu hukuksuzlukları yaptığını, buna dair çok uzun bir süredir bilgi ve belgelerin var olduğunu görüyoruz. İl Sağlık Müdürlüğünün, SGK yöneticilerinin ve teftiş yapanların bu sürece göz yumduklarını, bilerek ve isteyerek yeni doğmuş bebeklerin katledilmesine göz yumduklarını görüyoruz. Sağlık Bakanlığı şimdi gerine gerine soruşturma üzerinden bir şekilde rant devşirmeye çalışıyor. Soruşturma yürüttüklerini ifade ediyor. Oysaki soruşturma başlattıkları süreçte bu hastaneler kapatılmadığı için, hasta kabulüne ve para akışına devam ettikleri için bebekler orada can vermeye devam etti. Peki, bütün bunlar olurken, kamuoyuna yansırken tek bir yönetici istifa etti mi? Hayır. Dönemin İl Sağlık Müdürü olan bugünkü Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu koltuğunda otuyor mu? Evet. İstifa etmeyi düşünüyor mu? Hayır. Görevden alınan var mı? Hayır. Tek bir bürokrat, sağlık yöneticisi ya da SGK görevlisine soruşturma açan var mı? O da yok. İddianamenin içinde tek bir kamu görevlisinin adı geçiyor mu? Hayır. 

Bebeklerin katledilmesinin sorumlusu Sağlık Bakanlığı ve AKP iktidarıdır 

Soruyoruz: Bütün bunlar bu ülkede olmadı mı? Yenidoğan Çetesi bu ülkede örgütlenmedi mi? Bu ülkede özel hastaneler eliyle bebekler katledilmedi mi? Sağlık Bakanlığı, AKP iktidarı bunun sorumlusu değil mi? Utanmadan sıkılmadan üzerinden bunca süre geçmişken, bugün yargılamanın ilk celsesi görülürken hiçbir şekilde bunun sorumluluğunu almıyorlar. Bütün sorumluluk çetelerde, bunu yapanlarda. Sağlıkta dönüşümü allayıp pulladılar, tam bir yıkım getirdiler. Sağlık hizmetlerini ticarileştirdiler, hastaneleri ticarethaneye dönüştürdüler. İnsan yaşamı üzerinden para kazanmayı destur edindiler. Bugün bu yöntem nedeniyle yeni doğan bebekler can veriyor hastanelerde ama tek bir yetkili istifa etmeyi aklından bile geçirmiyor. Bu aslında Türkiye’nin nasıl bir çete devletine dönüştüğünün açık ve net göstergesidir. Denetimsiz, liyakatsiz, insan yaşamını hiçe sayan, her şeyi para olarak gören anlayışın dışa vurumudur. Çürümenin ve kokuşmanın geldiği aşamayı Yenidoğan Çetesi üzerinden okuyabiliriz. Bugün gerçek anlamda bir teftiş yapılsa, gerçek anlamda bu özel hastanelere ve sağlık sistemine el atılsa her tarafında büyük çürümüşlüğün olduğunu göreceğiz. Ama bunların üstü kapatılıyor, bunlar toplumdan kaçırılıyor. Biz hem Meclis’te kurulan komisyonda hem adliye koridorlarında hem de yaşamın her yerinde, bu meseledeki gerçek anlamdaki suçlular yargı önüne çıkıncaya, hesap verinceye kadar mücadele etmeye ve süreci takip etmeye devam edeceğiz. Hiç kimse 3-5 çete mensubunun hakim karşısına çıkarılması ve sonrasında cezalandırılmasıyla bu dosyanın kapatılacağını ve sürecin akamete uğrayacağını düşünmesin. Açık ve net söylüyoruz ki bu tür suçlarda günü gelecek ve sorumluların her biri hesap verecek, hiç kimse hesap vermekten kaçamayacak. 

Batman’da on binler tecridin kaldırılması için haykırdı 

Dün Batman’da Demokratik Kurumlar Platformunun öncülüğünde Demokrasi ve Özgürlük Mitingimizi gerçekleştirdik. Batman, Halfeti, Mardin ve çevre illerden on binlerce yurttaşımızın katıldığı coşkulu ve görkemli bir mitingi hep beraber gerçekleştirdik. Batman, Halfeti, Esenyurt, Mardin, Hakkari halkı; yani Türkiye’nin dört bir yanında iradesine el konulan, belediyesi gasp edilen herkes tek yürek oldu ve “Kayyıma geçit yok, kayyım darbedir” dedi. Kayyım siyasetine karşı halkın iradesini ve demokrasiyi savunma konusunda ısrarını ortaya koydu. Sistematik olarak devam eden İmralı tecridine karşı da halk tek bir ağızdan tecridin kaldırılması talebini haykırdı, yeniledi. İşte bütün hukuksuzluklara karşı, İmralı’daki tecride karşı, kayyım hukuksuzluğuna karşı, Kürt sorununun çözümsüz bırakılmasına karşı da milyonlar sokaklarda, milyonlar haykırıyor. Hak, hukuk, demokrasi, adalet ve barış için, Sayın Öcalan’ın gerçek anlamda sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması için milyonlar haykırıyor. Umuyor ve diliyoruz ki milyonların bu haykırışı gerçek anlamda muhataplarına ulaşıyordur ve bugün kayyımı yol belleyenler, tecridi kendileri için temel bir politika olarak belirleyenler bu haykırışa göre bir yanıt oluşturacaklardır. Bir an önce tecridi kaldırıp kayyım siyasetine son vermeleri gerekiyor. 

Dersim için dilenen özrün gereği yerine getirilmelidir

15 Kasım, Seyid Rıza ve arkadaşlarının katledilmesinin yıldönümüydü. Bizler de oradaydık. Haksız hukuksuz şekilde ve alelacele bir mahkeme tarafından Seyid Rıza ve yol arkadaşları idam edildi. AKP Genel Başkanı başbakanken “Dersim olaylarında özür dilemek gerekiyorsa, ben özür dilerim ve diliyorum” demişti. Ama ne yazık ki bu özrün gereğini yapmadıklarını görüyoruz. Hala Dersim Katliamının arşivlerinin kapalı tutulduğunu görüyoruz. Seyid Rıza ve onunla birlikte idam edilen yol arkadaşlarının mezar yerlerinin hala açıklanmadığını görüyoruz. O dönemde öksüz ve yetim kalan ve başka yerlere sürgüne gönderilen, evlatlık verilen çocukların akıbetlerinin bilinmediğini görüyoruz. En önemlisi Dersim Tertelesi ile yüzleşilmediğini, bu acılarla hesaplaşılmadığını ve hesabının sorulmadığını görüyoruz. O anlamıyla da biz bu özrün gereğinin yapılması gerektiğini ifade ediyoruz. Bu ülkenin en büyük katliamlarından biri olan ve 70 bin sivilin yaşamını yitirdiği bir katliamın kuru bir özürle geçiştirilmesini doğru bulmuyoruz. Bu özrü dileyenlerin bugün dönüp yeniden gerçeği tarif etmelerini, hakikatleri karartmalarını, Dersim ve Seyid Rıza üzerinden halkımızın canını incitmelerini, onların hatıralarına saygısızlık etmelerini de asla ama asla kabul etmiyoruz. 

Sivil siyasetin her türlü işini ve sözünü kriminalize eden bir yasaya asla razı olmayacağız

Meclis’in gündemi yoğun. Geçen hafta Noterlik Kanunu geçti. İçerisinde de basın mensuplarını oldukça yakından ilgilendiren “etki ajanlığı” maddesi vardı. Genel Kurul aşamasında bu düzenlemeyi AKP geri çekti ama halihazırda bu düzenlemeden vazgeçmedikleri görüyoruz. Mayıs ayında da yine etki ajanlığı ile ilgili düzenleme yapacaklarını ifade etmişlerdi. Kamuoyunun basıncı, demokratik muhalefetin tepkisi ve basın meslek kuruluşlarının itirazı sonucunda o zaman da getiremediler. Şimdi tüm bu hengamenin içerisinde ve 1 Ekim tartışmalarının gölgesinde yeniden kamuoyunun gözünden kaçırarak bir şekilde getirip Noterlik Kanununa koydular. Yine büyük tepkiler, bizlerin muhalefeti ve sokaktaki itiraz nedeniyle teklifi metinden çıkardılar. Ama anlaşılan getirmekte ısrarcılar, yeniden getirmek için zaman kolladıklarını görüyoruz. Şunu açıkça söylüyoruz: Toplumun, sivil siyasetin, basın meslek örgütlerinin ve derneklerin her türlü işini ve sözünü kriminalize eden, casusluk faaliyeti olarak nitelendiren böyle bir yasaya asla razı olmayacağız, yol vermeyeceğiz. Sonuna kadar hem sokakta hem de Meclis’te böyle bir düzenleme karşısında tutum alacağız. İktidar yetkilileri, “Gelsinler tekliflerini söylesinler, yoksa aynı şekilde getireceğiz” demiş. Bizim teklifimiz açık ve nettir. Toplumun ve demokratik kamuoyunun alanını daraltacak; onun her sözünü kriminalize edecek, casusluk faaliyeti olarak nitelendirecek iş ve işlemlerden uzak durun. Biz buna asla razı olmayacağız. 

Umumi müfettişliği kalıcı hale getirmeye, kayyım rejimine yasal kılıf uydurmaya çalışıyorlar 

Bu hafta Meclis’e Dahiliye Kanunu yani İç Güvenlik Paketi geliyor. 22 yıllık AKP iktidarının en büyük özelliği torba yasa yapma karakteridir. Bu sadece torba da değil; 3 kelimeyle ifade edersek torba, zorba ve çorba. Kanun yapma yöntemleri tam olarak bu. Şimdi 48 maddelik bir tekliften bahsediyoruz. 17 adet kanunda ve bir adet Kanun Hükmünde Kararnamede değişiklik öneriyor. Yani toplam 18 kanunda değişiklik öneren bir yasa maddesi. Bunlardan 13’ü AYM tarafından iptal edilen düzenlemeleri içeriyor. Bunun özel olarak altını çizmek istiyorum. Bu teklif metninin en önemli maddesi, mülkiye müfettişleri ile ilgili düzenleme yapan 3’üncü maddesi. Bu düzenleme aslında tam bir kayyım düzenlemesi. Kayyım düzenlemesine yasal kılıf uyduran, kayyım uygulamasını daha da kolaylaştıran, bazı yerlerde kayyım atamadan kayyım pratiğine yol açabilecek bir düzenlemeyi hayata geçirmek istiyorlar. Geçmiş iktidarlara özenmiş durumdalar. Kime özeniyorlar? Cumhuriyetin kuruluş yıllarında umumi müfettişlikleri hayata geçiren iktidarlara, tek parti yönetimine ve onun istibdat aklına, tüm temel hak ve özgürlükleri yok sayan aklına özendiklerini görüyoruz. Müfettişlere bu kadar geniş yer verilmesi, umumi müfettişliklerin güncellenmesi, kurumsallaştırılması ve genişletilmesi politikasının bir devamıdır. 

AKP-MHP iktidar bloku kayyım rejimiyle ayakta kalacağını sanıyor

AKP-MHP iktidar bloku kayyım rejiminin aslında tadına vardı. Rantı iyi biliyor, kayyım rejimiyle ayakta kalacağını sanıyor. Bunu genişletmek, derinleştirmek ve kalıcılaştırmak istiyor, rejimin ana karakteri haline getirmek istiyor. Yani kendi rejimini ayakta tutacak temel sacayağı olarak kayyım politikasını devam ettiriyor. Şimdi mülkiye müfettişlerine fiili kayyım yetkisi veren maddede ne var? Örneğin kamu kurumu ve kuruluşlarındaki eşyaları, odaları ve depoları mühürleyerek muhafaza altına alma yetkisi veriliyor. Yine bu kurum ve kuruluşlardaki bilgisayarları, bilgisayar programlarını, kütükleri ve diğer dijital materyalleri, kamuya açık sistemleri ve kamera kayıtlarını muhafaza altına alma yetkisi veriliyor. Belediyenin ya da kamu kurumunun her şeyini didik didik inceleyebilme yetkisi veren ve bu anlamıyla da Anayasaya tam aykırı olan bir düzenlemeyi bu paketin içine koydular. Neden? Çünkü 31 Mart seçimlerinde AKP büyük yenildi. Şimdi muhalefetin elindeki belediyeleri işlevsizleştirmek için, halka hizmet edemeyecekleri bir pozisyona taşımak için ya kayyım atıyor ya da mülkiye müfettişlerine geniş yetkiler vererek belediyeleri işlemez hale getirmeye çalışıyor. 

Bekçilerle ilgili düzenlemeyle bu iktidar sokakta kendi milis gücünü oluşturmaya çalışıyor

Peki, başka ne var bu kanun teklifinde? Bekçilerle ilgili bir düzenleme var. AKP’nin gün geçtikçe artan güvenlikçi, topluma müdahale eden, her şeyi bir polisiye vaka olarak gören ve toplumu dizayn etmeye çalışan bakış açısının bir yansıması olduğunu görüyoruz. Özel güvenlik ve bekçiler eliyle tam olarak toplumu zapturapt altına almaya çalışan bir düzenleme yapılıyor. Bunun en temelde yurttaşın temel hak ve özgürlüklerini düzenleyen bir düzenleme olduğunu söylememiz gerekiyor. Geçmişte ilk uygulamaya geçildiğinde bekçilerin sokakta uyguladıkları şiddet kamuoyuna sıkça yansımıştı. Bu konuda çokça tartışmalar yürütüldü. Şimdi tüm bunların üzerine bir de yetkileri gün geçtikçe artan bir bekçi gerçeğiyle karşı karşıyayız. Ne yapıyor? Üst arama yetkisinde, sokakları güvenlikçi politikalarla yönetme anlayışında ısrar ettiklerini görüyoruz. Halkı bekçilerden kim koruyacak? Yurttaşı bekçilerden kim koruyacak? Sokak ortasında insanları durduran, hukuksuz şekilde onların üstünü arayan, mahremiyetlerine ve özel hayatlarına saygısızlık yapan bu bekçilerden toplumu kim koruyacak? Bu soruları buradan soruyoruz. Ancak görüyoruz ki AKP polisiye bir devlet aklıyla ülkeyi yönetmeyi kendisi için temel ilke edinmiş. Bu bekçi politikasını neye benzetebiliriz? Mısır'da Hüsnü Mübarek’in muhalifleri bastırmak için kullandığı Baltacılara veya Suriye'de Esad rejiminin muhaliflere karşı kullandığı Şebbia gibi paramiliter yapılara benzetebiliriz. İktidar sokakta kendi milis gücünü oluşturmaya çalışıyor. Kendisine bağlı bir başka yapılanma kurmaya çalışıyor. Ne yapmaya çalışıyorlar? Polisi, askeri, özel güvenlik görevlisini bekçileri bu kadar özel yetkilerle donattıkları politikalarla ne yapmak istiyorlar, neyin hazırlığını yapmak istiyorlar? Bu soruyu hep beraber sormamız gerekiyor. Çok açık ve net! Topluma, muhaliflere, direnenlere ve toplumsal muhalefete gözdağı vermek istediklerini; üç kişi yan yana gelmesin ve toplumsal bir itirazını ortaya koymasın diye önlem aldıklarını ve yığınak yaptıklarını açık ve net bir şekilde söylememiz gerekiyor. 

Depremde ölen öldüğüyle kaldı, AFAD ise bugün ödüllendiriliyor

Düzenlemede önemli bir başlık daha var. 46. maddede AFAD başkanı ve başkan yardımcısının tazminat göstergelerinin yükseltileceği söyleniyor. AFAD’ı 6 Şubat Depreminden biliyoruz. Bir battaniye vermeyen, bir çadır götüremeyen ve hiçbir ekipmanı olmadığı için insanların yakınlarının ölümüne tanıklık etmek zorunda kaldığı o AFAD, depremin hesabını vermeden, depremde yitirdiğimiz her bir canın hesabını vermeden kalkmış başkan ve başkan yardımcılarının görev tazminatlarını artırıyor. Yani ödüllendiriyorlar. Demek ki neymiş? Bu ülkede halkın canının hiçbir önemi yokmuş. Deprem, sel, tufan, ne olursa olsun önlem almayanlar, halka yardım elini uzatmayanlar, temel sorumluluğunu yerine getirmeyenler demek ki bu ülkede ödüllendiriliyormuş. Biz AFAD’a yönelik düzenlemeyi de böyle değerlendiriyoruz. Resmi rakamlara göre 50 binden fazla, resmi olmayan rakamlara göre 150 binden fazla insanı kaybettiğimiz o büyük depremden sonra tek bir yöneticisinin görevden alınmamış olması ile aslında bugün yapılan düzenleme paraleldir. Ölen öldüğüyle kaldı ve bugün AFAD yeniden ödüllendiriliyor. Bu düzenlemeye karşı çıkacağız. AFAD’ın da günü geldiğinde hesap vereceğinin altını çiziyoruz. Bununla birlikte birçok düzenleme var. Göçmen ve mültecilerle ilgili, bireysel silahlanmayla ilgili ve araç çakarlarıyla ilgili düzenlemeleri de teklif metnine koymuşlar. Ülkede 12 bin 100 çakarlı araç var. AKP önüne gelene çakarlı araç veriyor ama en önemlisi mafya liderlerine veriyor. Tabii silah ve uyuşturucu kaçırırken çakarlı araç lazım olur diye, kolaylık olsun diye en çok da çakarlı araçları onlara verdiklerini görüyoruz. Bu çakarlı araç meselesinin suistimal edildiğini, yapılan düzenlemenin de yeterli olmadığını ifade edelim. 

AKP demokratik ilkeleri hiçe sayan bakış açısıyla yol yürümek istiyor 

Sonuç olarak, müfettişlere kayyım yetkisi verilmesinden bekçilere üst arama yetkisi getirilmesine kadar bütün düzenlemelere baktığımızda, AKP’nin otoriterleşmeyi devam ettirmek istediğini; hukuku askıya alan, Anayasayı hiçe sayan ve demokratik ilkeleri hiçe sayan bakış açısıyla yol yürümek istediğini görüyoruz. Buna karşı sokaklarda ve meydanlarda muhalefet etmeye devam edeceğiz. 

Alın teriyle geçinen milyonlarca kişiye ayda 11 bin lira reva görüyorlar

Geçen hafta, biliyorsunuz, Mehmet Şimşek Plan Bütçe Komisyonunda konuştu. Ülkenin ekonomik tablosu ortada. Tam bir sefaletle karşı karşıyayız. TÜİK’in dezenformasyonlarıyla sürekli enflasyon verileri aşağı çekilmeye çalışılıyor. Buna rağmen gerçek enflasyonun çok yüksek olduğunu bu ülkede yaşayan her yurttaş çok iyi biliyor. Ancak hiçbir adım atılmıyor. Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplanacak ve yeni yılın asgari ücretini belirleyecek. Asgari ücretin ne olacağından çok, bu ülkede asgari ücretin bu kadar çok konuşuluyor olması bir problem değil mi? Bu ülkede asgari ücretin çalışan nüfusun neredeyse yüzde 50’sinden fazlasının ücreti olması bir sorun değil mi? Bugün asgari ücret temel ücret olmuş durumda. Milyonlarca insan 17 bin 2 TL’ye -ki bunun reel karşılığı 11 bin liradır alım gücü ve enflasyon arttığı için- yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyor. Seçimden önce yılda iki defa asgari ücreti artırdılar ama seçim olduktan sonra yılda bir defa artırdılar. Otoyolların ve köprülerin geçiş ücretlerine her seferinde enflasyona göre zam yaparak yılda 4 defa zam yapanlar, alın teriyle çalışan işçinin ve emekçinin ücretini sadece yılda bir defa artırıyor. Onu da şimdi yeni kavramlarla hedeflenen enflasyon üzerinden ayarlamaya çalışıyorlar. Bunun haksızlık olduğunu, büyük bir zulüm olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. 

İktidar işçiyi ve toplumu küçümseyen bir bakış açısıyla fildişi kulelerinden bu ülkeyi yönetmeye çalışıyor

Sayın Bakan (Mehmet Şimşek) açıklama yapmış, “Halkımızı, çalışanları enflasyona ezdirmedik” demiş. Evet, enflasyona ezdirmediniz, enflasyonun altında yok ettiniz. Artık insanlar inim inim inliyorlar. Açlık ve yoksulluk ülkenin dört bir yanını sarmış durumda, siz ise kulaklarınızı kapatmışsınız. Fildişi kulelerinizde oturmuş işçi sınıfını küçümseyen, toplumu küçümseyen bir bakış açısıyla ülkeyi yönetmeye çalışıyorsunuz. Sayın Bakan, “Asgari Ücret Tespit Komisyonu var, biz sürece karışmıyoruz” demiş. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ve Merkez Bankası Başkanı Fatih Kara asgari ücretin tespitine dair dünya kadar söz söyledi ama sanırım Sayın Bakan bunu duymadı ve buna dair bir sözü yok. Yine Mehmet Şimşek, “Ben hiç vergi borcu silmedim” demiş. Sayın Şimşek hangi hükümetin bakanı? Hükümetten istifa ettiyse ya da özerkliğini ilan ettiyse de bizlere ve topluma açıklamalı. AKP iktidarı döneminde sadece 5’li Çetenin milyonlarca dolarlık vergi borcunun silindiğini biliyoruz. Üzerine binlerce sayfa konuşmamız var, tutanaklarda mevcut. Ancak bunu da görmezden geliyorlar, kulaklarını tıkıyorlar, karartmaya çalışıyorlar. Bu kabul edilemez. 

Asgari ücret teklifimiz 35 bin TL’dir, yılda en az iki defa artırılmalıdır

Asgari ücret teklifimiz 35 bin TL’dir. En az yoksulluk sınırın yüzde 50’si olmalıdır ve yılda en az iki defa artırılmalıdır. Bunu geçen hafta grup toplantımızda Eş Genel Başkanımız ifade etti, biz de burada yeniden ifade etmiş olalım. 

9. Yargı Paketindeki soyadı düzenlemesinin geri çekilmiş olması lütuf değildir, eşitliğin gereğidir

Son olarak bir başlığa vurgu yapıp bitirmek istiyorum. Bu ülkede ortalama günde 3 kadının katledildiği bir ortamda 25 Kasım’ı karşılayacağız. AKP'nin kadın düşmanı politikaları sokaktan Meclis’e kadar uzanıyor. 9. Yargı Paketindeki soyadı düzenlemesinin geri çekilmiş olmasının kadınlar açısından bir kazanım olduğunu ama bu konuda halihazırda bir düzenleme yapılmadığını ifade etmemiz gerekiyor. Bu bir lütuf değildir; bir haktır, kadınları eşit ve özgür bireyler olarak görmenin gereğidir. Bunu biz sağlanıncaya kadar, yani kendi soyadımızı özgürce kullanıncaya kadar da bu mücadelemizi devam ettireceğiz. Bu konuda kanun teklifi verdik. Bir düzenleme yapılmak istenirse kanun teklifimiz Meclis’in arşivinde duruyor. O kanun tekliflerini tozlu raflarda bekletmek yerine indirip bakmalarını, toplumdan ve kadından yana düzenleme yapmalarını öneriyoruz. 

Bu düzene mecbur değiliz; mücadele ederek sistemi demokratikleştirebiliriz

Kadını ve çocuğu aileyle ifade eden, kadın ve çocuk üzerinden iktidarını tahkim eden bu anlayışa karşı mücadele edeceğiz. Geçen hafta 5 çocuk Selçuk’ta yanarak can verdi. Ne yazık ki iktidar sözcülerinin kadını suçladığı, yaşam tarzını ve anneliğini sorguladığı beyanlarına tanıklık ettik. Bunu asla kabul etmiyoruz. Şu soruları soruyoruz: Çocuklar neden o evde yalnız kaldılar, anne neden hurda toplamak zorunda kalıyor? O yoksulluğu neden devam ettiriyorsunuz? Yoksulluğu bitirmek yerine yoksulluğu yönetme politikasından ne zaman vazgeçeceksiniz? Anayasanın temel ilkesi olan sosyal devlet ilkesini ne zaman hayata geçireceksiniz? Her bir olayda kendi sorumluluğunuzu ıskalayıp neredeyse öleni suçlayan anlayışınızdan ne zaman vazgeçeceksiniz? Bu ülkede çocuklar, kadınlar ve toplum korumasız. AKP topluma, çocuklara, kadınlara ve emekçilere büyük bir saldırıyı başlattı ve bu saldırıyı devam ettiriyor. Bu saldırıya karşı birlikte mücadele etmek ve sonuna kadar direnmek, söz söylemek dışında bir seçeneğin olmadığını ifade ediyoruz. Bu düzene mahkum değiliz. Bu düzene mecbur değiliz. Mücadele ederek bu sistemi demokratikleştirebiliriz; özgür, eşit ve gerçek anlamda insanca bir yaşamı kurabiliriz. 

18 Kasım 2024