Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi:
Halk oylaması doğrudan demokrasinin örneğini oluşturdu
13 Ocak Cumartesi’den bu yana Diyarbakır, Mardin ve Van gibi büyükşehirler de dahil olmak üzere 90 yerde 4 bine yakın adayımızı ön seçim sonucunda oyladık ve 100 binin üzerinde delege arkadaşımız da bu ön seçimlerde oy kullandı. Çoğunlukla iki turlu yaptığımız ön seçimlerde halkımızın ağırlıklı olarak desteğini aradık ve adaylarımızın en geniş katılımla oylanması için çok ciddi bir çaba sarf ettik. Her 200 kişi için bir sandık kurduk, 3’er kişilik sandık kurulu belirledik ve imza karşılığı oy kullandırdık. Sonra pusulaları aday adaylarının ve delegelerin gözleri önünde açtık ve saydık. Tüm aldığımız kararlarda aday adaylarımızın onayını aradık. Bizim için bu sürecin doğrudan demokrasinin çok önemli bir örneğini oluşturduğunu, çok özel bir deneyim yaşadığımızı ifade etmek isterim.
Eşit temsilin ve eş başkanlığın kurumsallaşması için bir adım daha attık
Halklarımız hem ön seçimleri sahiplendi, ciddiye aldı hem de kendi iradesinin sandığa yansıması için büyük dikkat gösterdi. Adaylarımız ve delegelerimiz sadece partililerimizden değildi, toplumsal muhalefetin birçok temsilcisinden de oluşmaktaydı. Bazı kurumlar binlerce delege ile temsil edildi. Beyaz tülbentli annelerimizi, gençleri, kadınları, emekçileri, STK temsilcilerini ve o kentte yaşayan tüm kesimleri bu ön seçimlerde söz sahibi yapmaya çalıştık. Tüm aday adaylarımıza propaganda imkanı tanıdık. Onların hem çalışma yürütmelerine hem de kendilerini tanıtmalarına olanak sağladık. Böylece yoldaşça bir yarış olmasını sağladık. Tüm delegelerin sadece başkan adaylarını değil aynı zamanda eş başkan adaylarına da oy vermesini şart koştuk. Böylece kadınların eşit temsiliyetini artırdık ve eş başkanlığın kurumsallaşması için de bir adım daha ileri atmış olduk. Aynı zamanda belediye meclis üyelerinin ve il genel meclis üyelerinin de ön seçimle belirleneceği bir modeli oluşturduk. Örneğin Batman’da 3 bine yakın delege hem birinci hem de ikinci turda oy kullandı. Tüm seçimler aday adaylarının onayladığı çerçevede yürütüldü. Orada bulunan herkese açık bir şekilde yürütüldü. Yoldaşça bir yarış sonucu belediye eş başkan adaylarımız 2 bine yakın oy ile seçildi. Diğer illerimizde de benzer süreçlerin yaşandığını ifade edebiliriz. Bu ön seçimler, aslında Türkiye’deki tüm siyasi partilere örnek olabilecek birçok yeniliği içeriyor. Doğrudan demokrasinin en önemlilerinden olan ön seçimler sayesinde yerel yönetimlerdeki iddiamızı daha da ileriye taşıdığımızı ve yerel yönetimleri sahiplenme noktasında halkımızın çok daha kararlı bir tutum sergilediğini ifade etmemiz gerekiyor.
Sermayeye, patronlara, yandaşa İşsizlik Sigortası Fonunun yağmalanmasının yasasını getiriyorlar
Ülkede yerel seçimleri konuşuyoruz, kendi partimiz açısından ön seçimleri konuşuyoruz ama Türkiye’nin çok sorunu var. Ekonomi bunların başında geliyor. Biliyorsunuz pazartesi Meclis’e bir torba kanun gelecek ve perşembe günü Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşecek. Peki, bu torba yasanın içinde ne var? Yine sermayeye, patronlara, yandaşa İşsizlik Sigortası Fonunun yağmalanmasının yasasını getiriyorlar. Bu yasa teklifinin gerekçesini bakın nasıl ifade ediyor AKP’liler. İşverenlerin işgücü maliyetlerini düşürmek için bu yasa teklifine ihtiyaç duyduk diyorlar. Bunun için asgari ücret desteğini aylık 500 liradan 700 liraya çıkardık ve bu para da İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanacak diyorlar. Yani işverenlerin iş gücünün maliyetini düşürmek gibi AKP’nin bir derdi var, bir çalışması var. Peki, bunu nereden sağlıyor? İşsizlik Sigortası Fonundan. Bu fon işçilerin ama sürekli AKP tarafından yağmalanıyor. Yani patronun işçiye verdiği asgari ücret desteğini yine işçinin fonundan, işsiz kaldığında asgari geçiminden çalıyorlar. İşsizlik Sigortası Fonunun ilk yağmalanması değil bu. Onlarca düzenleme geçirerek bu fondan patronlara, sermayeye dünya kadar teşvik ve kaynak aktardılar. İşsizlik Sigortası Fonundan yararlanma meselesini işçi lehine değil de sürekli patronlar ve sermaye lehine düzenleyen bu akıldan bir an önce vazgeçmeniz gerekiyor. İşçiler dışında İşsizlik Fonunu herkese kullandıran bu akıldan bir an önce vazgeçilmesi gerektiğini bir kez daha ifade ediyoruz.
İşçiden alıp patrona verme fonu
Eğer buradan geri adım atılmıyorsa da bunun fonun adını değiştirmeyi öneriyoruz. Yani elmaya elma, armuda armut demenin zamanı geldi, geçti. Bu İşsizlik Sigortası Fonu değil “işçiden alıp patrona verme fonu” ya da “sermaye sigortası fonu” olarak isimlendirilebilir. Çünkü mevcut haliyle işçiye bir faydası yok. İşçiye kullandırılmayan bir fondan bahsediyoruz. Kaldı ki patronların maliyetlerini sürekli kıstıkları halde, patronlara destek üzerine destek verdikleri halde aslında bunun bir sermaye birikimine dönüştüğünü de görmeyen bir akıl var. Sürekli teşvikleri patronlara veriyorlar. Bunun karşısında sermayenin karı yüzde 400-500’ler oranında artarken, işçiler gün geçtikçe yoksullaşıyor. Büyük bir çalışan yoksullar sınıfı oluşmuş durumda. Emekçileri daha fazla yoksullaştıran düzenlemelere geçit vermemek gerekiyor. Bunun için sokakta, fabrikada, Meclis’te emeğin hakkı için mücadeleyi hep beraber yükseltmeliyiz. Bu ne işçiler için ne işsizler için bir kader değildir. Bunu değiştirmenin imkanları bütün işçi sınıfının elindedir. Bunu hep beraber yeniden yaratmamız gerekiyor. Ekonomi ile ilgili şunu söyleyelim. Memlekette emeğiyle geçinen yurttaşın, emeklilerin, çiftçilerin, yoksulların, esnafın, gençlerin sorunları gün geçtikçe ağırlaşıyor. Enflasyon yüzde 60’ları geçti ama buna rağmen torba yasaların içinde Allah rızası için tek bir madde işçi, emekli, çocuk, kadın yok. Varsa yoksa patronları, sermayeyi gözeten yasaları Meclis gündemine getiriyorlar ve bundan üstelik de utanç duymuyorlar.
İktidarın seçim ekonomisi uygulaması 2023 yılındaki rekor bütçe açığının sebebidir
Ayın 15’inde 2023 bütçe verileri açıklandı. Mehmet Şimşek bir açıklama yaptı, “Bu bütçe açığı verileri orta vadeli planla uyumludur, deprem harcamaları çokça arttığı için öngörülen üzerinde çıkması normaldir” dedi. Öngörülen, 660 milyar liralık bütçe açığının olmasıydı. Ancak bunun iki katından fazlası, yani 1 trilyon 374 milyar liralık bütçe açığı gerçekleşti. Bu sanırım Türkiye tarihinin en büyük bütçe açıklarından biri. İktidarın özellikle seçimi kaybetme korkusuyla sürekli seçim ekonomisi uygulaması 2023 yılındaki rekor bütçe açığının kaynağını oluşturuyor. Bir taraftan Saray harcamaları ve diğer bütün lüks harcamalar bir taraftan sürekli artan kamu harcamaları ama bunun da gerçek anlamda bir toplumsal kamu harcaması olmadığını biliyoruz. Ranta, israfa, lükse ve şatafata giden kamu harcamaları artırılıyor. Seçimi kazanmak için bir seçim ekonomisi uygulayan AKP, özellikle Mayıs seçimlerinde bugünkü bütçe açığının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bütçe açığı niye önemli? Çünkü bu bütçe açığının kapatılma yeri yeniden dönüp vergilerin artırılması oluyor. Yani bütçe açığı her arttığında milyonlar daha fazla yoksullaşıyor, daha fazla açlık oranları artıyor. Bunun sonucunda artan vergi oranlarıyla milyonlar vergi yükünün altında eziliyor.
Bütçe savaş, İHA-SİHA, lüks ve şatafat için harcanıyor
Bütçe açığının milli gelir oranına baktığımızda çok açık ve net görüyoruz. 2023’ten bu yana en yüksek seviyeye çıkmış. 2022’ye göre tam yüzde 864 artmış. Bunların çok büyük ve korkunç rakamlar olduğunu, bütçenin bir kara deliğe döndüğünü ve özel olarak da topluma harcanmayan, bu ülkede yaşayan milyonlarca kişi için harcanmayan bir bütçe olduğunu görüyoruz. Bütçenin bugün savaş için, tank, top, İHA, SİHA için harcandığını, lüks ve şatafat için harcandığını çok iyi biliyoruz. Bu bütçe açığının da temel gerekçesinin bu olduğunu ifade edelim. Yani rant ekonomisi, israf ekonomisi, savaş ekonomisi bu bütçe açığının temel nedenlerini oluşturuyor. Tabii sadece bu hedefte mi sapma oldu? Hayır, sadece bütçe açığı hedefinden sapma olmadı. Onun dışında birçok iktisadi göstergede de aslında hedeflerinin tutmadığını görüyoruz. Enflasyon deseniz gerçeklikten uzak, ihracat hedefleri deseniz maalesef aynı şekilde. Tüm bunların da maliyetini AKP ve onun sermayesi değil yoksul milyonlar ödüyor. Bu anlamıyla Temmuz’da çıkarılan ek bütçeyle artırılan vergi yükü de dahil edildiğinde ve bütçe hedefine göre vergi gelirindeki gerçek orana baktığımızda bu oranın da hedefin yüzde 105 üzerinde olduğunu görüyoruz. Bir taraftan sürekli vergileri toplayan, yoksuldan ve dar gelirlinin kaynağından vergi kesen bir iktidar var; diğer taraftan da savaş ekonomisiyle bütçe açığını büyüten bir iktidar var.
AKP emeklileri bir yük olarak görüyor, onları gözden çıkarmış
2024 yılındaki bütçe hedefinin de tutmayacağını buradan ilan ediyoruz. Bu yılın ortasına gelindiğinde yeniden bu hükümet ek bütçeyi Meclis’e getirmek zorunda kalacak. Şimdi bütün bu bütçe açığı ve artan enflasyon içerisinde en önemli gündem maddelerinden biri de emeklilere yönelik zam açıklaması. SSK ve BAĞ-KUR emeklisine 5 puan artışla yüzde 42.6 oldu emekli maaşları. En düşük emekli maaşı 10 bin TL oldu. Enflasyonun yüzde 136 olduğu bir ülkede, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, 10 bin TL’lik bir maaşı kalkıp milyonlarca emekliye müjde diye duyurabiliyor. Bu 10 bin TL neye tekabül ediyor? Bakın, açlık sınırının bile çok çok altında olan bir sefalet ücretini konuşuyoruz ama bunu bir müjde gidip topluma ilan ettiler! Yetmedi bir de 2024 yılını emekliler yılı ilan ettiler. Biz de bir isim öneriyoruz. 2024 yılı emekliler yılı değil emeklilerin açlık ve sefalet yılı olabilir! Emeklilerin canını okuma yılı ya da emeklilerin kırım yılı olarak söylense hiç de yanlış olmaz. Çünkü bütün bunlar hakikate tekabül ediyor. AKP 21 yıllık performansı ile emekçi ve emekli karşıtı olduğunu göstermiştir. Şunu da ifade edelim; AKP emeklileri bir yük olarak görüyor, onları gözden çıkarmış. Gündeminde emekli yok. Bu açlık ücretleriyle bu ülkede yaşayan milyonlarca emeklinin ayakta kalmasını beklemek gerçeklikten kopmaktır. O nedenle olsa olsa burada bir yok saymadan, ne halleri varsa görsün deme politikasından bahsedebiliriz. AKP ilk iktidara geldiği dönemlerde emekli ücreti asgari ücretin yüzde 20’inin üzerindeydi. Bugün yüzde 25 asgari ücretin altında kalmış durumda. Bu oranların nasıl korkunç olduğunu ifade edelim. Yani toplamda yüzde 45 gibi bir oranı emekliler geçen bütün süre boyunca kaybetmişler, maaşları erimiş artan enflasyon karşısında. Yine Erdoğan şöyle diyor: “Amacımız emeklilerimizin hayat kalitesini artırmaktır”. Bir kilo etin 400 lira, yumurtanın 10 TL, bir kilo elmanın 40 TL olduğu ülkede Erdoğan 10 bin TL ile emeklilerin hayat kalitesini artırmaktan bahsediyor. Ne diyelim emeklileri gözden çıkardınız ama en azından onlarla dalga geçmeyin. İnsan onuruna yaraşır bir ücret vermiyorsunuz ama gerçekten insanların gururlarını ve onurlarını rencide etmeyin. Bütün hayatlarını çalışarak geçirmiş emeklileri, rahat etmesi gereken insanlarımızı böyle rencide etmeye hakkınız yok.
En düşük emekli ücretinin asgari ücret tutarında olması için kanun teklifi vereceğiz
Türk-İş’in açıkladığı açlık verisi 14 bin 431 TL ve emekli ücretleri 10 bin TL yapılıyor. Bunun kök ücret artışı olmadığının da altını çizmek gerekiyor. Biz ne öneriyoruz? Biz asgari ücretin yoksulluk sınırının yarısı ve en düşük emekli ücretinin de en az asgari ücret seviyesinde olması gerektiğini ifade ediyoruz. Plan Bütçe Komisyonunda da önergeler vererek bu teklifin yasallaşması için elimizden gelen çabayı hem Komisyon hem de Genel Kurul aşamasında ortaya koyduk. Emeği ve emeklileri konuşuyor bu ülke ve yok sayılan bir kesimin de sorunlarını dile getirmek istiyorum. Çocuk işçiler ve maruz kaldıkları sömürünün kendisi artık çok boyutlu hale geldi. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Eğitim Bakanlığı çocuk işçiliğini resmi bir şekilde uyguluyor. Bundan dolayı yaralanmalar var. Bunun dışında stajyerlik yapanların emekliliğe o çalıştıkları günlerin sayılmaması gibi bir durum söz konusu. Ben de meslek liseliyim. Biz haftanın 4 gününü hastanede geçirirdik, gece nöbet tutardık ve orada çalışan herhangi bir hemşire kadar çalışırdık, her işi yapardık, bütün risklere maruz kalırdık ama bakın emekli olduğumuz zaman o stajyerliğimiz emekliliğimize esas teşkil edilmedi. Şimdi de 1 milyon 785 bin kişi bu mağduriyeti yaşıyor, EYT’de bir düzenleme yapılması için bekliyorlar. 86 yılında bir yasa çıkarılmış, 3308 Sayılı Meslek Kanunu. Böylece stajyerlik bir yasal zemine kavuşturulmuş ama ne yazık ki çocuk işçiliği resmileşmiş olmasına rağmen onun emeklilik hakları da çalışma yaşamındaki hakları da gözetilmemiş, kanuna konulmamış. Bu mağduriyet, bu hak gaspı devam ettiriliyor. Bu konuda çağrı yapıyoruz, hızlı bir şekilde yasal düzenleme yapılması gerekiyor. Biz de bu konuda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Yakın dönemde Meclis’e yine yeniden kanun teklifleri vereceğiz ama bu sorunu gidermek gerekir. Artık çocuk işçiliğinin bakanlıklar eliyle yürütülmesine, okula gitmesi gereken çocukların haftanın dört günü sanayide, atölyelerde çalışmasına daha fazla göz yumulmamalı. Yoksul ailelerin çocukları, oradan asgari ücretin 3’te biri oranında aldıkları geliri aile bütçesine bir katkı olarak görüyorlar ve mecburen bu alanlara yöneliyorlar. Bunun büyük bir sömürü olduğunun tekrar altını çizmek istiyorum.
HSK üye seçimini meşru görmüyoruz, katılmayacağız
Son başlık olarak HSK’yı konuşalım. Biliyorsunuz, bugün Adalet ve Anayasa Karma Komisyonunun HSK üye seçimlerine ilişkin bir gündemi var ve Meclis’te bir toplantı gerçekleştirilecek. Bu vesile ile HSK’ya ilişkin görüşlerimizi paylaşmak istiyoruz. Başta 2017’deki değişiklikler olmak üzere HSK’nın oluşumu ile oynanmasının, Adalet Bakanının bu kurulun başkanı olmasının bu kurulun bağımsızlığına gölge düşürdüğünü daha önce ifade ettik, bugün de söylüyoruz. Yürütmenin başındaki bir bakanın HSK başkanı olması asla kabul edilebilir bir durum değildir. Yerel mahkemelerin AYM ve AİHM kararlarına uymaması, mahkemelerin siyasetin sopası haline gelmesi, en son Can Atalay kararı üzerinden yargıya yapılan darbe ve Yargıtay’ın hukuki karar verdikleri için AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmaya cüret edebilmesi artık hukukun kırıntısının bile bu ülkede kalmadığının açık ve net göstergesidir. HSK’nin diğer kurumların etkisiyle hareket ettiğini ispatlayan dünya kadar uygulama var. Kurul kararlarının yargı denetiminin dışında tutulması temel bir problem. Kurul kararlarına karşı etkili bir itiraz mekanizmasının oluşturulmaması da yapısal bir sorun olarak önümüzde duruyor. Bu nedenle biz yapılacak HSK üye seçimini meşru görmüyoruz. Orada sözümüzü söylemekle beraber kurul seçimine katılmayacağız.
Yargıdaki çürümenin can yakıcı örneği Kobanî Kumpas Davası
Yargıda çürümeye ilişkin en temel, en can yakıcı örnek şu anda Sincan’da devam eden Kobanî Kumpas Davasıdır. Buradaki bütün sürecin kendisi, yani delil yaratmadan tutun bir bütün davanın kumpas olması bile aslında yargı açısından çokça şeyi ifade ediyor. Yargıdaki çeteleşme, rüşvet ağları… Biliyorsunuz en son borsalar oluştu, FETÖ borsası bunlardan biriydi. Birçok suç örgütü lideri yakalandığında aslında nasıl yargıya uzandıklarını, buldukları ilişki ağları üzerinden nasıl bir kapıdan tutuklanırken öbür kapıdan salıverildiklerini de hepimiz iyi biliyoruz. Örneğin Cumhuriyet Savcısı Osman Yarbaş’ın uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama, suç örgütü kurma iddiasıyla çıkarıldığı hakimlikçe tutuklanması. Barış Akademisyenlerinin iddianamelerini yazan Cumhuriyet Savcısı İsmet Bozkurt ile Cumhuriyet Savcısı Lütfü Karabacak’ın FETÖ suçlamasıyla yargılananlarla para pazarlıkları yaptığı için açığa alınması bunun iki örneği. Tutuklanan suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan’ın eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı yeni Yargıtay üyesi Yüksel Kocaman ve daha başka yargı mensupları ile bağlarının olduğuna yönelik iddialar etkilerini sürdürüyor. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar HSK’ye gönderdiği yazıda uyuşturucu kaçakçılarının, yasa dışı bahisçilerin, milyonlarca lira gasp edenlerin nasıl tahliye edildiğini ortaya koymuştu. Bu vahim iddialar karşısında HSK’nın harekete geçmesi gerekirken, bu iddiaları gündeme getiren Timur Soykan’ın yargı içindeki çürümeyi gündeme aldığı yazısına yayınlanmasının üzerinden 24 saat bile geçmeden erişim engeli kararı verilmişti. Tüm bu sebeplerin her birisi buradaki HSK üye seçiminin de iktidarın kendisine yakın bir üyeyi HSK’ya göndermesinden başka bir şey olmadığını gösteriyor. O nedenle bu kurulun da yargıdaki diğer bütün mekanizmaların da işlevsizleştiğini, çürüdüğünü ve ne yazık ki aslında liyakatten yoksun kurullar olduklarını ifade ediyorum.
17 Ocak 2024