Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis'te yaptığı basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi:
Türkiye IŞİD ve El Kaide'ye para transferleri yapıldığı için gri listeye alınmıştı
Yine Meclis’te ve Türkiye kamuoyunda hareketli bir döneme girdik. Bu hafta Meclis’e gelecek olan kripto para düzenlemesi önemli başlıklardan birini oluşturuyor. Hatırlatırsınız OECD bünyesinde kurulan Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından Türkiye 26 Ekim 2021’de gri listeye alınmıştı. İşte bu kripto düzenlemesi Türkiye’nin gri listeden çıkmak için çabası olarak ifade edilebilir. Maliye Bakanı bunu kendisi ifade etti. Türkiye neden griye listeye alındı? Türkiye kara para aklama ve terörün finansmanıyla mücadele konusunda başarısız bulundu. Bu nedenle gri listeye alındı. Daha vahimi FATF Başkanı, Türkiye’den El Kaide ve IŞİD gibi örgütlerle bağlantılı para transferi gerçekleştiğini söylemişti. İşte o günden bugüne de hala gri listede ve gri listeden çıkmak için de belli yasal düzenlemeler yapılıyor ama gerçek anlamda bir sonuç alınıyor mu? Hayır. Bu terörün finansmanı meselesini, getirip götürüp bugün çoğu bizim arkadaşımız olan ve cezaevine para yatıran insanların gözaltına alınmasıyla bertaraf eden bir akıl olduğunu görüyoruz. Yani cezaevinde yakınlarına para gönderenleri gözaltına alıp tutukluyorlar ve bununla da terörizmin finansmanın önüne geçtiğini iddia eden bir AKP gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Türkiye kara para aklama cennetine dönüşmüş durumda
Türkiye'nin suç şebekeleri üssü haline geldiğini biliyoruz. IŞİD ve birçok terör örgütünün kara para aklama konusunda Türkiye’yi bir üs haline getirdiğini biliyoruz. Bütün bunların olmasına zemin sağlayan bir siyaset olduğunu biliyoruz. Bir rasyonalite, Mehmet Şimşek'in deyimiyle bir rasyonalite olduğunu biliyoruz. O da nedir? Şeffaflığın olmaması, hesap verilebilir bir yönetim anlayışının olmaması ve en önemlisi de demokrasinin olmaması. Neden demokrasi yok? Çünkü bu ülkenin 100 yıllık sorunu olan Kürt sorununda demokratik ve barışçıl bir çözüm gerçekleştirilmiyor. Herkes Kürt parantezine alındığı için de demokrasi askıda, şeffaflık askıda, hesap verilebilirlik askıda ve bunun sonucunda da Türkiye kara para aklama cennetine dönüşmüş durumda. Türkiye suç örgütlerinin cirit attığı bir ülke durumunda.
Bakan Şimşek sosyal Darwinist ekonomi politikası uyguluyor
Bununla beraber tabii yine Mehmet Şimşek’in bugün de bir açıklaması vardı. “Kira artışlarında yüzde 25 sınırının devam etmesi için bir sebep göremiyorum. Etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Etmesi yönünde yapılan bir çalışma da yok. Büyük ihtimalle de devam etmez diye düşünüyorum. Piyasada fiyatlara müdahale edilmemesi gerektiğine inanıyorum” diyor. Yani tam bir neo-liberal akılla karşı karşıyayız. Tabii Sayın Mehmet Şimşek’in tuzu kuru, muhtemelen kira diye bir sorunu yok. Ama bu ülkede ayda 10 bin lira alan emeklinin, ayda 17 bin 2 TL ile ay sonunu getirmeye çalışan işçinin, asgari ücretlinin ciddi bir kira sorunu olduğunu da sanırım görmüyor. Aslında yüzde 25’lik kira artışı sınırının getirilmesiyle devlet asli sorumluluğundan bir şekilde çekilmiş ve kiracı ile ev sahiplerini karşı karşıya bırakmıştı. Dünya kadar olay oldu. İnsanlar bu nedenle yaşamlarını yitirdiler. Evlerinden atılan, gece yarısı eşyaları kapıya konulan kiracılar oldu. Karşılıklı bir mağduriyet olduğunu biliyoruz ama buna yönelik hiçbir düzenleme yok. Örneğin Sayın Şimşek’in aklına dar gelirliye kira yardımı yapmak; kira ödemesi sorunu olmasın diye dar gelirlinin elinden tutmak, asgari ücreti artırmak, emekli maaşlarını artırmak gelmiyor. Sayın Şimşek için şunu söyleyebiliriz. Kendisi çok fazla İngiltere’ye gidip geliyor sıcak para arayışları nedeniyle. İngiliz sermayesiyle çokça içli dışı sanırım ve Demir Leydi’ye özeniyor. Tam bir sosyal Darwinist ekonomi politikası uyguluyor. Yani ölen ölsün, kalan sağlar bizimdir. Kirasını ödeyen öder, ödemeyen de sokakta kalır, bize ne diyen bir anlayışla karşı karşıyayız. Böyle olmasaydı emeklileri, dar gelirlileri, işçileri piyasanın insafına terk etmezdi. Sosyal devlet olma sorumluluğu taşıyarak dar gelirliler için bir çözüm üretirdi. Bunu üretmemesi de kimden yana olduğunu gösteriyor. Açık ve net şekilde bir sermaye iktidarı olduğunu gördük.
Yükselen isyanı ve itirazı görmeyen bir akıl var
Yine Şimşek’in ekonomi programıyla ilgili açıklamaları var. “Program gerçekten çalışıyor. Ekonomide büyümenin kompozisyonu iyileşiyor, daha sürdürülebilir ve dengeli bir büyüme var” diyor. Biz soruyoruz: Kim büyüyor? Gerçekten bu ülkede kimin kasası büyüyor, cüzdanı şişiyor? Kim karına kar katıyor? Bu soruyu hep beraber sormamız gerekiyor. Yoksulun ve çiftçinin büyümediği açık, gençlerin iş bulmadığı açık. Engellilerin iş bulmadığı açık. Gerçek anlamda milyonlarca insan yoksulluk kıskacına alınmış durumda, ay sonunu getiremiyor. Emekliler 10 bin TL’ye mahkum edilmiş. Buna yönelik bir çözüm yok. Yükselen isyanı ve itirazı görmeyen bir akıl var ama buna rağmen diyorlar ki büyümenin kompozisyonu iyileşiyor. Asıl sizin kompozisyonunuz iyileşiyor. İşçinin, emeklinin ve dar gelirlinin kompozisyonunun iyileşmediğini hepimiz biliyoruz.
Öncelikle şunu söyleyelim; bu enflasyon altında, her şeyin her gün fiyatının arttığı bir ortamda asgari ücretliye yılda bir kere zam yapmak demek aslında asgari ücretliyi açlığa ve yoksulluğa mahkum etmektir, asgari ücretlinin alın terini sermayeye peşkeş çekmektir. Bu ülkede üreten çiftçinin alın terini zenginlere ve bir avuç sermayedara peşkeş çekmek demektir. Buna yönelik hiçbir şey yapmıyorlar ama ne yapıyorlar? Mehmet Şimşek, kamu özel işbirlikleri anlaşmalarında müteahhitlere kıyak geçmekte hiçbir beis görmüyor. Daha önce biliyorsunuz müteahhitleri kırmadılar ve iki defa olan artışları şimdi yılda dört defaya çıkarttılar. Böyle bir ülke ekonomisi tablosu varken bunu yapıyorlar, zam üzerine zam veriyorlar. Emekliye, işçiye ve memura vermediklerini yine imtiyazlı müteahhitlere, yine Beşli Çeteye ve sermayedara aktarmaya devam ediyorlar. Sonra da dönüyorlar bunun içerisinde yeni bir tasarruf paketi açıklıyorlar. Buradan uçakla Hatay’a gidiyorlar ve Hatay’da otobüsle programın yapılacağı yere gitmeyi de bize tasarruf diye anlatmaya ve halkla dalga geçmeye devam ediyorlar. Ne diyelim Allah akıl fikir versin, ondan önce de vicdan versin!
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Anayasa aykırı ama evet” demesiyle o süreç tam olarak ilerledi
Bugün 20 Mayıs. 2016 yılında bugün dokunulmazlıklar kaldırılmıştı. Bu tartışmanın nasıl başladığını kısaca hatırlatmak istiyorum. 6-8 Ekim 2014’te Kobanî’nin IŞİD tarafından kuşatılmasına karşı Türkiye halkları sokağa çıktı ve demokratik haklarını kullandı. Bu süreç kriminalize edildi. Paramiliter güçler o dönemde sokağa çıktı ve 50’den fazla yurttaş yaşamını yitirdi. Erdoğan, 6-8 Ekim olaylarıyla partimizi ilişkilendirerek HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması çağrısı yaptı. Ardından 17 Mart 2016’da dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu aynı çağrıyı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Anayasa aykırı ama evet” demesiyle de bu süreç tam olarak ilerledi. 20 Mayıs 2016’da Anayasanın 83’üncü maddesine geçici bir madde eklenerek milletvekillerimizin dokunulmazlıkları kaldırılmış oldu. İkinci turda dokunulmazlıkların da kaldırıldığını ifade edelim. Ardından 15 Temmuz darbe girişimi oldu ve 4 Kasım'da eş zamanlı operasyonlarla birçok ilden HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da içinde olduğu milletvekillerimiz gözaltına alınıp rehin olarak cezaevine konuldu. Aslında 20 Mayıs 2016’da başlayan dokunulmazlıkların kaldırılması meselesinin bugün üzerinde konuştuğumuz Kobanî Kumpas Davasının taşlarını döşediğini ve o günden bugüne demokratik siyasetin tasfiyesi konusunda adım adım AKP’nin yol aldığını ifade etmemiz gerekiyor.
Kobanî Kumpas Davası aslında demokratik siyasete kurulmuş bir kumpas
16 Mayıs’ta Kobanî Kumpas Davasında 400 yılı aşkın cezalarla arkadaşlarımız cezalandırıldı. Kobanî Kumpas Davasının bütün yargılama sürecini burada da çokça konuştuk, Genel Kurulda da ifade ettik. Hiçbir hukuki gerekçesi olmadığını da bütün Türkiye ve dünya kamuoyu çok iyi biliyor. Bunun bir kumpas davası olduğunu, siyasi saiklerle hazırlanan bir dava olduğunu yine Türkiye halkları biliyor. Aslında bu davanın bir amacı vardı. 7 Haziran 2015’te HDP’nin yükselişi ve HDP ile birlikte toplumsal muhalefetin mevzi kazanması sonucu AKP’nin ilk kez seçimi kaybetmesi ve tek başına iktidar olma yetisini kaybetmesi nedeniyle AKP bir siyasi mühendisliğe girişti. 8 Haziran sabahı Kürt siyasal muhalefetine, HDP’ye ve demokratik muhalefete karşı bir ittifak kuruldu. İçinde AKP ve MHP’nin olduğu, Ergenekoncuların olduğu bir ittifak kuruldu. O ittifak Kürt siyasal hareketini, demokratik siyaseti tasfiye etmek üzerine de planlarını işletmeye devam etti. O anlamıyla Kobani Kumpas Davasının aslında demokratik siyasete kurulmuş bir kumpas olduğunun da altını çizmemiz gerekiyor. HDP’nin 7 Haziran başarısını sindiremeyen ve iktidardan düşen AKP’nin iktidarda kalmasını sağlamlaştırmak için açılmış bir dava olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Yine Kobani Kumpas Davasının IŞİD’in kaybettiği Kobani’den intikam alma davası olduğunun da altını çizmemiz gerekiyor. Çünkü eğer IŞİD Kobani’yi ele geçirmiş olsaydı bu kumpas davası açılmayacaktı. IŞİD Kobani’yi almış olsaydı bugün Türkiye ile sınır olan IŞİD’den hiç rahatsız olmayan bu iktidar, bu dava sürecini de başlatmayacaktı. O anlamıyla aslında rahatsız olunan şeyin HDP’nin zaferinden, Kürtlerin Kobani’de tarihi bir zafer elde etmiş olmasından ve enternasyonalist mücadeleyi büyütmüş olmasından duyulan rahatsızlığın bu davanın hazırlanma sürecinin temel saiklerini oluşturduğunu ifade etmemiz gerekiyor.
Arkadaşlarımız söyledikleri sözün gereğini yapıp eyledikleri için cezalandırıldı
Dava sürecinin öncesi ve sonrasında seçim meydanlarında arkadaşlarımız çokça karalandı. Özellikle Yasin Börü’nün ölümü üzerinden arkadaşlarımız sürekli hedef gösterildiler ama yargılamanın sonucunda çıkan cezalandırmalarda gördük ki arkadaşlarımız Kobani olaylarında ölen 52 kişiden sorumlu olmadılar, hepsinden beraat ettiler. İsnat edilen bütün suçlardan beraat ettiler. O anlamıyla kurulan kumpas davasının bir kez daha kendi mahkemeleri eliyle çöktüğünü ifade etmemiz gerekiyor. Peki, neyden ceza aldı arkadaşlarımız? Kürsü konuşmalarından, katıldıkları eylem ve etkinliklerden, yaptıkları konuşmalardan; yani bu ülkede siyaset yaptıkları için, bu ülkenin özgürlüğü, demokrasisi ve barışı için söz kurdukları için ceza aldılar. Söyledikleri sözün gereğini yapıp eyledikleri için cezalandırıldılar, mahkum edilmeye çalışıldılar. Peki, gerçek anlamda bu dava sadece arkadaşlarımızla mı ilgili midir? Tabii ki hayır. Bu dava Türkiye halklarına kurulan bir kumpastır. Türkiye ikinci yüzyılına adım attı, 31 Mart seçimleri sonrasında yeni bir tablo açığa çıktı. Aslında yelkenini 7 Haziran’da olduğu gibi demokrasi, barış ve eşitliğe kırmış olsa bambaşka bir rotaya girebilecek ve bütün Türkiye’yi refaha kavuşturabilecek bir iklim açığa çıkmıştı. Fakat ne yazık ki AKP-MHP ittifakının yine ve yeniden rotasını baskıya, zora ve zulme kırdığını Kobanî Kumpas Davasından anlıyoruz.
Türkiye halklarına ceza verilmiştir
Bunu tarihsel olarak Türkiye’deki Kürtlere yönelik uygulamalardan ayrı ele alamayız. O anlamıyla Şark Islahat Planının, Kobanî Kumpas Davası ile devam ettiğini söylememiz gerekiyor. Umumi Müfettişlikler, DGM’ler, özel yetkili mahkemeler gibi istisna hukukunun her seferinde Kürtleri biçtiğini ve Kürtlerin sürekli bir yargı kıskacıyla demokratik siyasetten ve toplumsal hayattan dışlanmaya ve tasfiye edilmeye çalışıldığını ifade edelim. Zaman içerisinde farklar da oluştu. Kobanî Kumpas Davasındaki yargılamalar, DGM dönemindeki yargılamalara rahmet okutan cinstendi. O yüzden hukuksal bir değerlendirme yapma ihtiyacı duymuyoruz. Hiçbir usul hukukun gözetilmediği, CMK’nın hiçbir amir hükmüne uyulmadığı, adil yargılanma hakkının yok sayıldığı, avukatların savunmaların görmezden gelindiği bir süreçti. Bir önceki mahkeme başkanı olan Bahtiyar Çolak’ın “Atatedeler” adlı suç örgütü üyesi olması nedeniyle kurduğu bütün ara kararlara uyulması da aslında nasıl bir kumpasla karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne serdi. Bu anlamıyla bu dava sürecinin kendisi de verilen cezalar da Türkiye halklarına verilen bir cezadır. HDP fikriyatı ve tüm toplumsal kesimleri içeren demokratik bir cumhuriyeti inşa etme hedefi önüne kurulmuş bir barikattır. Biz Kobani’yi Türkiye halkları olarak; Kürtler, Aleviler, Sünniler, mütedeyyinler, kadınlar, gençler, feministler, sol sosyalist güçler olarak savunduk. Bu ülkenin demokratikleşmesini isteyen vicdan sahibi herkesle beraber savunduk. Yargılama sürecinde de bu kesimlerin hepsiyle yan yanaydık. Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesini yan yana yürütmeye de tabii ki devam edeceğiz.
Normalleşme tartışmalarının kimi dışarıda bırakmaya çalıştığı da açıktır
Bu davanın kararının olduğu gün ilginç gelişmeler de oldu. Hem İçişleri Bakanının hem de Mehmet Uçum’un yaptığı paylaşımların aslında bu davanın nerelerde planladığını, sonuçlarından kimlerin medet umduğunu göstermesi açısından da çok önemli olduğu ortada. Yerli ve milli yargı denilen şeyin Kürtleri biçen yargı olduğunu; sosyalistleri, devrimcileri, demokratları, feministleri, bu ülkenin geleceği için söz söyleyen herkesi biçen yargı olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Bu anlamıyla bu yargısal süreçlere alkış tutanların elbet bir gün bu ülkede demokratik bir sistem inşa edildiğinde, adil bir yargılama süreci işletildiğinde hesap vereceklerini hep beraber göreceğiz. Biz bunun için elimizden gelen bütün mücadeleyi yürütüyoruz ve yürütmeye devam edeceğiz. Hem hükümet kanadından gelen bu açıklamaları hem de aynı gece bir cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle 28 Şubatçıların salıverilmesini birlikte düşündüğümüzde, normalleşme ve yumuşama tartışmalarının kimi dışarıda bırakmaya çalıştığı da açık ve nettir. Operasyonel sonuçlar doğurması için çaba harcandığını açık ve net bir şekilde görüyoruz. Bugün muhalefete Kobani Kumpas Davası ve onun cezaları üzerinden kumpas kurulmaya çalışılmaktadır, yeniden bir “Yenikapi ruhu” yaratılmak istenmektedir. Yeniden bir müesses nizamın inşası için aslında adım atılmaktadır Bunun taşları döşenmektedir. Burada herkese bir kez daha bu dava ve davayla eş zamanlı gelişen olaylara yakından bakma ve iktidarın kurduğu bu yeni tuzaklara karşı da dikkatli olma çağrısında bulunuyoruz.
Evet, Kobani’yi savunduk ve savunmaya devam edeceğiz. Kobani halkların onurdur, Kobani Kürtlerin onurudur. Kobaniyi savunmaktan geri durmayacağız. Ama bugün Kobani şahsında yargılanmak istenen arkadaşlarımızı da savunacağız. Ne olursa olsun özgürlüklerine kavuşuncaya kadar da onlar içeride biz dışarıda demokratik mücadeleyi yükseltmeye devam edeceğiz.
Kayyımlardan kalan borçların silinmesi gerekiyor
31 Mart seçimleri Türkiye’de yeni bir harita açığa çıkardı. Türkiye’nin birçok yerinin ala ve mora boyanmasında partimizin ciddi bir emeği ve katkısı var. Ama devraldığımız belediyeler tam bir batık halinde. Kayyım borçları neredeyse temel hizmetleri yürütmeyeceğimiz bir pozisyonu açığa çıkarmış durumda. Bunlara rağmen belediyelerimiz halka hizmet için canla başla gece gündüz durmadan çalışıyor. Bugün bir yasa teklifi verdik. Kayyımların belediye borçlarının ortadan kaldırılması için bir teklif. Yasa teklifimizdeki bir iki kalem borcu söyleyip nasıl bir enkaz bıraktıklarını ifade etmek istiyorum. Sadece 3 büyükşehirden örnek vereceğim. Van Büyükşehir Belediyesinin kayyım borcu 8,5 milyar TL, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin borcu 3 milyar 345 milyon TL, Mardin Büyükşehir Belediyesinin borcu 3 Milyar 502 milyon TL, Batman’ın da 3 milyar 53 milyon TL. Yani kasalar boşaltılmış, yıllarca gelecek geliri haczedecek bir borçlanma olmuş. Bu borçların özellikle de özel hukuka tabii olanların hızlı bir şekilde Hazineye devredilmesi gerekiyor. Hazine alacağı niteliğinde olanların, yani vergi ve SGK gibi borçların da silinmesi gerekiyor. Bunu daha önce yapmış mı bu ülke? Yapmış, 22 Mayıs 1975 tarihli 1902 Sayılı Kanun ve Hazine Müsteşarlığının genel tebliği ile belediye borçları silinmiş. Bugün de bunun yapılması gerektiğinin altını çizmemiz gerekiyor. Hatta 1963 yılında İsmet İnönü imzalı bir kanun teklifinin gerekçesinde, “Belediyelerin mali imkansızlıklardan doğan bir hizmet yetersizliği içerisinde bulundukları bilinmektedir. Kamu hizmetlerini yerine getirmemeleri tedbir alınması zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır” denilmiştir. Evet bugün de belediyelerin hizmet etmesinin önünde kayyım borçları ciddi bir engeldir. Bu nedenle de hızlıca bir yasal düzenleme yapılması ihtiyacı olduğu açık ve nettir. Tabii ki özellikle kayyımların yaptığı borçların Hazineye devredilmesi meselesinde özel bir önem ifade etmek gerekiyor. Hazineye devrettiğimizde, bütün halka bu borç çıkmış oluyor. Oysa ki bu borcu yapanlara hızlı bir şekilde rücu edilmesi ve bu borcu yapanlardan yani kayyımlardan tahsil edilmesi gerekiyor. Biz bu kayyım borcu sistemi sorununun peşini bırakmayacağız. Buradan bir kez daha çağrı yapmak istiyorum. Sayıştay gelsin, belediyelerimizi incelesin, raporlarını tutsun. Suç duyurularını biz bulunuyoruz. Onlar da bulunsun. Bu dönemde halkın parasını kim yemişse, halkın parasını kim zimmetine geçirmişse bunlar açığa çıksın. Halkın parasıyla zevk sefa içinde yaşayan, kendilerine lüks banyolar, yatlar, katlar edinen kayyımlardan da bu borçların tahsil edilmesi gerekiyor.
20 Mayıs 2024