Koçyiğit: Toplumun en önemli ihtiyacı barıştır, Meclis barış için elini taşın altına koymalıdır

Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi: 

TBMM’nin Enfal Katliamını resmi olarak tanıması yönünde kanun teklifi vereceğiz

Bugün 14 Nisan, Baas rejimi tarafından Kürtlerin katledildiği Enfal Katliamının da yıldönümü. 86 ve 89 yılları arasında 3 yıla yayılan bir süre zarfında Saddam Hüseyin rejimi tarafından 7’den 70’e Kürtlerin kimyasal silahlar da dahil birçok insanlık dışı yöntemle katledildiği günün adı. Enfal Katliamında yaşamını yitiren bütün insanlarımızı saygı, sevgi, minnet ve rahmetle anıyorum. Hala Kürtlerin hafızasında Enfal Katliamı çok canlı bir yerde durmaktadır ama ne yazık ki Enfal Katliamı da diğer Kürt katliamları gibi cezasız bırakılmış, gereği yapılmamıştır. Özellikle zamanın konjonktüründe gerekli tepkiler gösterilmediği için yüz binlerce Kürt’ün yaşamına mal olmuş bir katliamdır. Bu katliamı uluslararası mecralarda birçok ülke resmi olarak katliam ve soykırım olarak tanıyor. TBMM’nin de bu konuda adım atmasının önemine vurgu yapmak istiyorum. Biz de bir kanun teklifi hazırladık. TBMM’nin de Enfal Katliamını resmi olarak tanıması yönünde kanun teklifimizi bu hafta vereceğiz. Kanun teklifimize de Meclis’ten ortak bir ses ve yaklaşımla pozitif bir sonuç almayı umduğumuzu ifade etmek istiyorum. Bunun aynı zamanda yeni dönemde tartıştığımız Kürt sorununun demokratik çözümü, Kürtler ve Türkler arasındaki tarihsel ilişkinin güncellenmesi ve ittifakın güncellenmesine de pozitif bir katkı sunacak önemli bir başlık olduğunu ifade etmek istiyorum. Ortak bir geleceği kuracaksak, ortak acılara ağlamayı, ortak yas tutmayı ve geçmişte kalan ortak acıları yad etmeyi de bilmemiz ve onlarla yüzleşmemiz gerekiyor. 

KCK operasyonlarıyla o dönem sürece sabotaj yapıldı


Aynı zamanda bugün KCK operasyonlarının yıldönümü. 14 Nisan 2009’da Türkiye’nin yeniden Kürt sorununun demokratik çözümünü konuştuğu bir dönemde eş zamanlı KCK operasyonları yapılmıştı. Aydın, yazar, siyasetçi ve gazeteci birçok kişi gözaltına alınıp tutuklanmış ve uzun süreye yayılan bir yargılama süreciyle yüz yüze bırakılmıştı. Şimdi o davaları ve iddianameleri hazırlayanların birçoğunun cezaevinde ya da başka yerlerde olduklarını biliyoruz. Bugün yeniden bir çözüm tartışması yürüttüğümüz, yeni bir sürece adım attığımız bu dönemde bunu özel olarak vurgulamak istiyorum. O gün karanlık bir el devreye girmişti ve çözüm çabalarını KCK operasyonlarıyla sabote etmek istemişti. Bu sabotajda da başarılı olmuştu. Bugün yeniden çözümün ve diyaloğun gereğinin altını vurgulamak istiyorum. Herkesi de 2009 yılında gerçekleşen çözüm karşıtı KCK operasyonlarının maliyetini bir kez daha düşünmeye davet ediyorum. Bu, on yıllık karanlık bir döneme kapı aralayan operasyonun adıydı. 

Diplomatik faaliyetlerimizi de çözüm ve barış için yürütüyoruz


DEM Parti olarak, Türkiye’de demokrasi gelişsin diye, bu ülkenin halkları eşit, özgür ve gerçek anlamda demokratik bir ülkede yaşasın diye mücadele ediyoruz. Herkesin hak ve adaletten faydalandığı bir Türkiye için mücadele ediyoruz. Bu mücadeleyi de kararlılıkla yürütüyoruz. Bu mücadelenin en temel başlıklarından birisi de müzakeredir. Biz müzakereyi demokratik Türkiye’den, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü mücadelesinden ayrı görmüyoruz. Bu mücadele ve müzakere dinamiğini birlikte yürütmek gerekiyor. Bu çerçevede birçok siyasi parti ve STK ile görüşmeler yaptık. Özellikle çözüme katkı sunacağını düşündüğümüz bölge ülkeleriyle de çeşitli diplomatik faaliyetler yürütüyoruz. AB ülkelerinden Rusya’ya, Hindistan’dan Irak’a yayılan geniş bir yelpazede heyetlerimiz görüşmeler yapıyor. 

Cumhurbaşkanı ile görüşme Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı için yeni bir eşik

Geçen hafta Sayın Cumhurbaşkanı ile İmralı Heyetimizin yaptığı görüşme vardı. Özellikle Sayın Öcalan’ın Kürt sorununun şiddet ve çatışmadan arındırılması ve tarihsel Kürt-Türk ittifakının gelişmesi için yaptığı Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı yeni bir aşamaya taşıyan, yeni bir aşamanın başlangıcını oluşturan önemli bir eşikti. Bundan memnuniyet duyuyoruz. Bu görüşmede sürecin aksayan, tıkanan yönleri ele alındı. Sürecin dinamiği niteliğindeki adımın İmralı tecridinin lağvedilmesi olduğu ve Sayın Öcalan'ın hedeflediği çalışmaların yapılması için gereken koşulların sağlanmasının gerekliliği bu görüşmede yeniden teyit edilmiş oldu. Biz tecridin ortadan kalkması gerektiğini söyledikçe, bazı çevreler bunu anlamamakta direniyor. Gerçek anlamda bu meseleyi çarpıtan yaklaşımlar olduğunu görüyoruz. Hepimizin düşlediği barışı ve çözümü mümkün kılacak adımları atacak olan en önemli aktör Sayın Öcalan değil midir? Evet, kendisidir. Yine kendisiyle yapılan görüşmede bu iradeyi açıkça ortaya koymamış mıdır? Evet, ortaya koymuştur. O zaman madem ki silahlar sussun, silahlar devreden çıksın ve şiddet son bulsun isteniyor, o zaman neden bunu yapacak en önemli aktör şu anda tecrit altında tutuluyor? Bunun önüne neden engel konuluyor? Ve çözümü ve barışı istemeyenin kim olduğunu, bütün bu tablo içerisinde kamuoyu nezdinde yeniden sormak istiyoruz. Şimdi bu tarihsel sorunu ve ülkenin sırtındaki en büyük yükü kaldırmaya beraber karar verdiysek, madem böyle bir yola girdiysek, madem herkesin çok büyük anlamlar yüklediği tarihsel bir eşikteysek, o zaman neden hala içtihattan ve usulden dem vuruluyor? Bunu gerçekten anlamakta zorluk çekiyoruz. Meclis çatısı altında bu meseleyi onlarca kez konuştuk. Meclis Kürt sorununun demokratik çözümü için ne yapacak? 1 Ekim’den bu yana dünya kadar tartışma oldu. Belirli aşamalar oldu, görüşmeler oldu, çağrı yapıldı. Ama Meclis’te hiçbir adım atıldığını görmedik. Meclis’te yaprak kımıldamıyor. Hiçbir inisiyatif geliştirilmiş değil. Bunu anlamakta güçlük çekiyoruz.

85 milyonun iradesinin tecelli ettiği Meclis’in inisiyatif alıp sürece müdahil olması gerekiyor

DEM Parti ve halkın, demokratik toplum ve barışın inşası için atılacak adımlara dair ne beklediği ve istediği ortadadır. Bu konuda bir muğlaklık yok, bir sorun yok. Diğer taraftan Meclis’in sessizliği kaygı verici. Bu konuda Meclis’in inisiyatif almasının ve elini taşın altına koymasının zamanı geldi de geçiyor. Bu hafta İmralı Heyetimiz Sayın Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile bir görüşme gerçekleştirecek. Bu sürecin yasal meseleleri, ceza infaz hukuku ve diğer başlıklara dair kendisiyle görüş alışverişi yapılacak. Sürecin daha detaylı ilerlemesi için Meclis’in rol üstlenmesine ve sürecin gerçekçi bir yasal zemininin oluşturulmasına ihtiyaç var. Halihazırda bu yasal zeminden uzaktayız. Bu zeminden yoksun bir şekilde süreç ilerletilmeye çalışılıyor. Bu iş niye Meclis’te çözülecek? Bu çağrı, bütün ülkeye yapılmış bir çağrı; 85 milyona, Türkiye halklarına yapılmış bir çağrı. 85 milyon yurttaşın iradesinin tecelli ettiği yer olan Meclis’in hızla sürece müdahil olması gerekiyor. Bu tartışmalar 1 Ekim’de başladı Meclis’in açılmasıyla beraber. Biz ondan çok önce bütün milletvekili arkadaşlarımızla birlikte umut hakkıyla ilgili kanun teklifini Meclis’e sunmuştuk. Tecride son verilmesi ve Kürt sorununun demokratik çözümü için bir özgürlük yürüyüşü gerçekleştirdik. Yani aslında bizim gündemimiz çok uzun bir süredir tecridin kaldırılması, umut hakkının tanınması, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollardan çözülmesidir. Heyetimiz bu süreci adım adım şeffaf bir şekilde kararlılık ve samimiyetle ilerletiyor. Ancak siz de görüyorsunuz ki hala tecrit devam ediyor. Sayın Öcalan’la heyet dışında bir görüşme trafiği oluşmuş değil. Aile ile sınırlı bir görüşme oldu. Onun dışında heyetle sınırlı bir görüşme trafiği yürüyor. Bu, kabul edilebilir değil. Tecridin tamamen kaldırılması ve bu sürecin ilerletilebilmesi için Sayın Öcalan’ın özgür yaşam ve çalışma koşullarının derhal ve hızla oluşturulması gerekiyor. İmralı Heyeti dışındaki heyetlerin de adaya gitmesi gerekiyor. Aydınların, yazarların, farklı siyasi partilerin ve bu konuda çalışma yürüten herkesin gidebileceği, Sayın Öcalan’ın görüşmek istediği herkesle görüşme yapabileceği koşulların hızla oluşturulması gerekiyor. Bundan imtina etme, ülke barışına ve bu sürece kaybettiriyor. 
 
İktidarın çözüm ve barış konusunda hızla güven artırıcı adımlar atması gerekiyor


Topluma bir çağrı yaptı Sayın Öcalan. O zaman bu çağrısını bizzat kendisinin topluma anlatması en doğrusu değil midir? Kendi sesiyle toplumla temas etmesinin, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı bizzat kendisinin ifade etmesinin en önemli ve en doğru yöntem olduğunu söyleyelim. Bu anlamıyla iktidara çok sorumluluk düşüyor. İktidarın çözüm ve barış konusunda hızla güven artırıcı adımlar atması gerekiyor. Çünkü bu konuda kamuoyunda da ciddi bir kafa karışıklığı ve güven bunalımı var. Bugün herkes şu soruları soruyor: Kürtlerle barış, muhaliflerle savaş olur mu? Kürtlere özgürlük, muhalefeti susturmak olur mu? Bir yandan kayyım atayarak, bir yandan barış görüşmeleri yapılabilir mi? Bir yandan düşman hukuku uygulanırken, bir yandan demokratik hukuk konuşulabilir mi? Bunlar kamuoyunda çokça sorulan sorulardır. Bu soruların müsebbibinin de bizzat hükümetin kendi pratikleri olduğunu ifade edelim. İktidar pratiğiyle hem kendi meşruiyetini hem de çözüme dair niyetini sorgulatan bir pozisyondadır. Hızla buradan çıkması ve toplumu kutuplaştırıp çözüm tartışmalarını negatif etkileyecek pratiklerden de hızla kaçınması gerekiyor.

Toplumun en önemli ihtiyacı barıştır, Meclis barış için elini taşın altına koymalıdır

Bu güven artırıcı adımların başında da haksız yere tutuklamaların derhal sonlandırılması geliyor. Tutuklamanın bir yöntem olarak tercih edilmesinden vazgeçilmesi gerekiyor. Gezi ve Kobanî gibi kumpas davalarının hızla ortadan kaldırılması, AYM ve AİHM kararlarının hemen uygulanması gerekiyor. Yine cezaevlerinde bugün ölümle burun buruna gelmiş hasta mahpusların amasız fakatsız derhal salıverilmesi gerekiyor. Onların en azından bu andan itibaren sağlıkları ve yaşam hakları için tahliye edilmeleri gerektiğini ifade edelim. Yine siyasi tutsaklara yönelik ayrımcı infaz hukukunun hızla gözden geçirilmesi gerekiyor. Kuyu tipi, Y ve S tipi cezaevlerinin lağvedilmesi, tek kişilik hücrelerin ve tecrit sisteminin terk edilmesi gerekiyor. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nda da vardı. İfade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin de hızla kaldırılması gerekiyor. Demokratik değerlerin özüne saldırmayacak şekilde herkesin görüşlerini ve düşüncelerini tartışabileceği, protesto hakkını kullanabileceği özgür ve demokratik bir Türkiye’ye ihtiyaç var. Bunun koşullarını oluşturmak bizzat hükümetin sorumluluğundadır. Yine 27 Şubat’taki çağrısında Sayın Öcalan ifade etmişti. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir. Biz de DEM Parti olarak demokratik uzlaşmayı temel bir yöntem olarak ele alıyoruz. Demokratik uzlaşma için de toplumun her kesimiyle görüşme ve diyalog kanallarını artırma, barışın ve çözümün taraftarlarını büyütme gibi bir sorumluluğumuz var. Bu konuda çalışıyoruz. Toplumun en önemli ihtiyacı barıştır, Meclis barış için elini taşın altına koymalıdır.

İktidarın ideolojik saiklerle proje okullarına saldırılarına karşı öğrencilerin yanındayız

Bütün bu konuştuğumuz konular aslında Türkiye’nin temel sorunlarından biri olan Kürt sorununun demokratik çözümüne dair. Ama ülkenin sorunları bununla sınırlı değil. Her gün dünya kadar haksızlığa hukuksuzluğa uyanıyoruz. Örneğin Milli Eğitim Bakanı her gün yeni ve şahane pratiklerle karşımıza çıkıyor. Çok köklü ve tarihi okulların öğretmen kadrolarını ya açığa alma ya da yerlerini değiştirerek “proje okulları” adı altında kendi siyasi kadrolarını yetiştirme gibi bir pratiğe girdi. Bunun eğitime ideolojik bir bakışın yansıması olduğunu çok iyi biliyoruz. Milli Eğitim Bakanı da YÖK de eğitim sistemini AKP’nin ideolojik yaklaşımına göre şekillendirmek ve bu ideolojik bakış açısına göre yeni bir genç kuşak ve toplum inşa etmek istiyor. Bunun için kendi düşüncesinde olmayan herkesi bu süreçlerin dışına iten bir yaklaşım sergilediler. 2016 yılında başlayan KHK’larla akademisyenlerin ve öğretmenlerin ihracı bunun en temel adımıydı. Şimdi bu köklü okulların öğretmenlerini sürgün ederek işe devam ediyorlar. Buna karşı da liseli öğrencilerin muazzam bir direnişi ve itirazı var. Bu kıyıma karşı öğrenciler öğretmenlerinin yanında yer aldılar. Bu kıyıma karşı öğrenciler seslerini yükselttiler. İstanbul Korkmaz Yiğit Anadolu Lisesi öğrencileri sınav kitapçıklarının üzerine sadece sürgün edilen öğretmenlerinin adını yazdılar ve sınavdan çıktılar. Atatürk Anadolu Lisesi öğrencileri yine aynı çağrıya kulak verdi ve öğretmenlerini sahiplendiler. Bu gençler susmak istemiyor. Bu gençler demokratik bir ülke istiyor, özgür ve eleştirel bir ortamda eğitim almak istiyor. Bilimsel düşünceye göre bir eğitim sistemi talep ediyorlar. Ama ne yazık ki bütün bunlardan uzak bir yaklaşım benimseyen bir Milli Eğitim Bakanı var. Kadıköy Anadolu Lisesi öğrencileri diyor ki yaklaşık 30 öğretmenin belirsizliğe itilmesi hem eğitim hakkını hem de okul yapısını tehdit ediyor. Bu ses Şehremini Anadolu Lisesinden şöyle yankılanıyor: “Bu uygulamalarla yalnızca öğretmenleri değil inşa etmeye çalıştığımız adil geleceği hedef almaktalar”. Çünkü gençlik sorgular ve hesap sorar. Süleyman Nazif Lisesi mezunları diyor ki ses kalmayacağız. Bütün bu sesleri duyuyoruz ve itirazları görüyoruz. DEM Parti olarak yanınızdayız, asla yalnız değilsiniz. Bu haksızlıklara karşı her yerde sizinle olmaya ve mücadele etmeye devam edeceğiz. MEB’in liyakatten yoksun, özellikle kendi siyasal kadrolarını oluşturmak için yaptığı bu açık operasyonu kınıyoruz. Aynı şekilde öğrencilerin itirazlarının kriminalize edilmesini, okullara kolluk gönderilmesini, öğrencilerin okul yönetimleri tarafından tehdit edilmesini kınıyoruz. Bunlar asla kabul edilemezdir. Bu gençler toplumun vicdanı, ülkenin geleceğidir. Ne geleceğimizin karartılmasına ne de vicdanımızın susturulmasına asla göz yummayacağız. Buradan Milli Eğitim Bakanına şunu söyleyelim: Proje okullarındaki tüm görevden alma ve atamaları geri geçin. Atama süreçlerini kıdem, liyakat ve mesleki yeterlilik gibi objektif meslek kriterlerine göre ve yönetmenliklere uygun yapın. Öğrencilere yönelik soruşturmalara son verin. Eğitim kurumlarını siyasal kadrolaşma alanı olmaktan çıkarın. Eğitim sistemini ideolojik saiklerinize göre şekillendirme anlayışından derhal vazgeçin. 

İklim Yasasına iklimi ve doğayı koruyan bir yasa demek mümkün değil

Bu hafta Meclis’e İklim Yasası gelecek. Buna iklim yasası demek, iklimi ve doğayı koruyan bir yasa demek mümkün değil. Tam anlamıyla AKP iktidarının, sermayenin lehine yaptığı bir düzenlemedir. Ticari saiklerle hazırlandığını imzacı olan AKP’li vekiller de bizzat itiraf etti. Bu yasaya sonuna kadar muhalefet edeceğiz ve geçmemesi için elimizden gelen bütün çabayı göstereceğiz. Plan Bütçe Komisyonuna bir yasa taslağı geldi. Yasanın içeriğine bakıyoruz ne var? AYM’nin iptal ettiği tüm KHK’ları şimdi yasalaştırıyorlar. Bunu teamül haline getirdiler. AKP önce kararnamelerle iş görmeye çalışıyor ve 3-5 yıl kararnamelerle işlerini yürütüyor. AYM bunu Anayasa’ya aykırılıktan iptal edince de bu maddelerin hepsini bir çuvala koyup Meclis’ten geçirmeye çalışıyorlar. Meclis’i işlevsizleştiren, işlevsiz bir iş yüküyle uğraştırmaya çalışan, gerçekten bu ülkenin sorunlarına derman olacak hiçbir sorunun konuşulmasına fırsat vermeyen bir anlayış her geçen gün AKP tarafından Meclis’e dayatılıyor. Bu asla bir yasama faaliyetinin doğruluğunu göstermiyor.

Meclis halkın derdine derman olacak yasaların yapılacağı bir pratiğe hızla dönmelidir

Meclis’te çok önemli şeyler konuşmamız gerekiyor ama bunları konuşamıyoruz. Ülkede büyük bir açlık ve yoksulluk var. Açlık sınırı 26 bin TL’ye, yoksulluk sınırı 80 bin TL’ye çıktı. Asgari ücret ise 22 bin TL. İnsanlar bir asgari ücretle kirasını ödeyemez hale geldi. En yaşamsal ihtiyaç olan barınmadan bahsediyoruz. İnsanlar barınamıyorlar, kiralarını ödeyemiyorlar. Buna karşı Meclis’te çok söz kurduk. En son da bir kira yardımı kanun teklifi verdik. En azından dar gelirliye bir nebze de olsa katkı sunmak ve kira derdini biraz da olsa hafifletmek gibi bir amacımız var. Bu konuda Meclis’in de üzerine düşeni yapması gerekir. İstanbul gibi bir kentte ortalama kira 24 bin TL olmuş, asgari ücret ise 22 bin TL. Bu koşullarda ne asgari ücretlinin ne de dar gelirlinin yaşama şansı yoktur. Meclis artık copy-paste yapılan AYM’den dönen KHK'lerin yasalaştığı bir zemin olmamalıdır; halkın derdine derman olacak yasaların yapılacağı bir pratiğe hızla dönmelidir. AKP’yi muhalefetle konuşarak toplumun ihtiyaçların gözeten bir yerden yasa yapmaya davet ediyorum.

Soru: Öcalan için özgür yaşam dediniz. Sayın Pervin Buldan da fiziki özgürlüğünden söz etti. Bunu biraz açar mısınız? Sizin verdiğiniz umut hakkına dair kanun teklifleri var. Bu çerçevede bir özgürlük mü, yoksa bu süreçle ilgili rahat çalışma ortamının sağlanmasına yönelik mi?

Öncelikle sürecin yürümesi açısından halihazırda tecridin devam etmesi asla kabul edilemez. Sayın Öcalan’ın bu süreci sağlıklı yürütebilmesi için gerçekten çalışma koşullarının hızla düzeltilmesi gerekiyor. İstediğiyle görüşebileceği, isteyen heyetin yanına gidebileceği koşulların bugünden düzelmesi gerekiyor. Ama nihai olarak tabii ki uluslararası bir kavram olan ve bizim de verdiğimiz kanun teklifine konu olan umut hakkının da hızla bir yasal düzenlemeyle Meclis’e getirilmesi gerekiyor. Yani, 25 yılını aşan ağırlaştırılmış müebbet hapislerin ömür boyu cezaevlerinde kalamayacağı gerçeğinden yola çıkarak, özgürlük koşullarının önünü açabilecek yasal düzenlemenin hızla yapılması gerekiyor. Bu anlamıyla biz Sayın Öcalan’ın tabii ki fiziki özgürlüğünü talep ediyoruz. Ama bugün ilk elden yapılması gereken ve oraya gidiş aşamasının da taşlarını döşeyecek olan şey hızlı bir şekilde çalışma koşullarının düzeltilmesi, herkesle görüşebileceği bir iklimin oluşturulması ve tecridin ortadan kaldırılmasıdır.

Futbolcular futbol oynasın, kadınlar nasıl doğuracağına kendileri karar verir

Soru: Bir futbol maçında futbolcular sahaya normal olan normal doğumdur pankartıyla çıktılar. Kadınlar buna tepki gösterdi. Buna dair değerlendirmelerinizi almak isteriz.


Ben yıllarca hemşirelik yaptım. Bu konu, erkeklerin ya da spor sahalarına inmiş kişilerin karar vereceği bir şey değil. Bu, kadınların kararıdır. En nihayetinde kadınlar kendi bedenleriyle ilgili kararları vereceklerdir. Kadının psikolojik sağlığından tutalım fiziksel sağlığına kadar hekimiyle beraber istişare ederek vereceği bir karardır. “Normal doğum normaldir, doğrudur; sezaryen yanlıştır” gibi bir yere kadınları tekrardan sıkıştırmayı, bunun üzerinden psikolojik basınç uygulamayı kadına dönük beden politikalarının, biyo-politikanın bir parçası olarak görürüz. Bu tartışmayı kadınlar yürütmelidir ve kadınlar kendileri kararlarını vermelidir. Futbolcular da bence top oynamalıdır.

27 Şubat Çağrısı Sayın Öcalan ile devlet arasında oluşmuş bir mutabakattır 

SORU: Perşembe günü Adalet Bakanı ile görüşme var dediniz. Siz de Ceza İnfaz Yasasında bazı düzenlemelere ihtiyaç olduğunu ifade ettiniz. AİHM’in aldığı karar var. Şimdi umut hakkı mı yoksa koşullu salıvermenin yansıtılması mı Öcalan’a? Bu konu ile ilgili düşünceniz var mı? Bazı kaynaklar, koşullu salıvermenin getirileceğine yönelik bazı ifadelerde bulunmuşlardı. İkinci olarak topluma, Meclis’e, iktidara çağrıda bulundunuz. Ama Öcalan’ın mesajı PKK’ye yönelikti. Burada aldığımız duyumlar da PKK harekete geçmeden, silah bırakmadan Ankara’nın da harekete geçmeyeceği yönünde. Bu anlamda kongreyi toplaması ve kendini feshetmesidir. Sizin burada PKK’ye bir çağrınız olur mu?

Umut hakkı da bir koşullu salıverilme düzenlemesi olarak da hukuken ifade edilebilir. Sadece kavramsallaştırılması farklı. Umut hakkı, ağırlaştırılmış müebbet hapiste 25. yıldan sonra özgürlük koşullarının değerlendirilmesini içeren bir hak. Yani bu anlamıyla özgürlük koşullarını içeriyor. O yüzden biz bir koşullu salıverme diye ifade etmeyi doğru da bulmuyoruz. Umut hakkı. Yani ağırlaştırılmış müebbet alanların salıverilme umudunun korunması ve dışarıya çıkma koşulları. Sayın Öcalan için de umut hakkı olarak formüle ediyoruz ve umut hakkını talep ediyoruz. Meclis’in de bu konuda hızla bir yasal düzenleme yapması gerekiyor. Şimdi PKK’ye ilişkin konuşacak olursak. Bu mutabakat, yani 27 Şubat deklarasyonu Sayın Öcalan'ın çağrısı ama sadece Sayın Öcalan'ın çağrısı değil. Bu Sayın Öcalan ile devlet arasında oluşmuş bir mutabakattır. Devletten bağımsız bu metnin ortaya çıktığını düşünemeyiz. Bu çağrı aynı zamanda devlete, hükümete ve Türkiye toplumuna yapılan ve herkese bazı sorumluluklar yükleyen bir çağrıdır. PKK bu çağrıdan üzerine düşeni aldığını ifade etti. Sayın Öcalan geliştirdiği sürecin arkasında olduğunu ifade etti. Bundan sonraki süreç devlet ile PKK arasındaki görüşmelere kalıyor. Bu koşulların oluşturulması da devletin sorumluluğundadır. Basına ve kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda, “Biz silah bırakmak istiyoruz, kongreyi toplamak istiyoruz ama bu koşullardan yoksunuz” diyorlar. Güvenlik ve diğer bazı koşullar öne sürüyorlar. Bu koşullardan biri de Sayın Öcalan'ın özgürlüğüdür. Bu anlamıyla devletin bir mesai yapması gerekiyor. Bizim çağrımızın bir karşılığı olacağını düşünmüyoruz. Zaten örgütüne çağrı yapmış. Sayın Öcalan’ın geliştirdiği sürecin de parti ve Kürt halkı olarak arkasında olduğumuzu ve sürece güven duyduğumuzu, bu mücadeleyi yürüteceğimizi ifade ettik. Bu anlamda bir çağrıya ihtiyaç olduğunu düşünmüyoruz. Bu bir süreçtir. Bu süreci yürütmesi gerekenler de Kandil, İmralı ve hükümetin kendisidir. Onların bu süreci konuşması, süreci hal yoluna koyup işleri çözmesi gerekiyor. 

Soru: Adalet Bakanı ile görüşme sonrası bir kez daha İmralı’ya gidilecek mi?

Heyetimiz bunu açıkladı. Adalet Bakanı ile görüşmeden sonra İmralı’ya gitmek için bir başvuru yapılacak. Bir gidiş öngörülüyor. Takvimi bakanlık netleştiriyor, kesinleşmiş bir takvim ifade etmem mümkün değil.

Soru: PKK’nin fesih kongresine dair 5 Mayıs tarihi ortaya atıldı. Pervin Buldan İtalya'da, “Haziran sonuna kadar bu işlerin çözüleceğini öngörüyorum” dedi. Fesih kongresi tarihine ilişkin bir bilginiz var mı?

Yok. Kamuoyuna yansıyan bir şey de yok. Pervin Hanım hem hükümetin hem de Sayın Öcalan'ın sürece nasıl baktığını ifade etti. Bu iki durumun örtüştüğünü söyledi. Hükümetin beklentisi ile Sayın Öcalan'ı bu süreci hızla yürütmek istediğinin örtüştüğünü ifade etti. Bu, kesinleşmiş bir takvim olduğu anlamına gelmiyor. Böyle bir bilgi elimizde yok. Yaprak kıpırdamıyor Meclis’te. Meclis’te halihazırda hiçbir şey yapılmış değil. Ceza İnfaz Yasasından tutalım bir yasa tasarı bile yok. Meclis Başkanına onlarca defa çağrı yaptık. Bütün siyasi partileri Kürt sorununun demokratik çözüm ekseninde davet edin, görüş ve düşüncelerini alın, hep beraber Meclis’te ne yapacağımızı konuşalım dedik. Bu konuda bir adım atılmıyor. Yaprak kımıldamıyor derken kastım bu. Buldan'ın sözleri Sayın Cumhurbaşkanı ile yapılan görüşmenin önemine dair de bir vurgudur. Cumhurbaşkanı ile yeni bir aşamayı teyit etti. Heyetimizin de yaptığı açıklamadaki gibi bazı adımların hızla atılması beklentimizi ifade ediyoruz. Adımlar atıldıkça da kamuoyuyla paylaşılacaktır.

Soru: Adalet Bakanı ile yapılacak görüşmeden sonra yapılacaklarla ilgili kamuoyuna yönelik bir açıklama beklemeli miyiz?  


Bu önemli bir görüşmedir tabii. Cumhurbaşkanı ile yapılan görüşmeden sonra Adalet Bakanı ile görüşüyoruz. Adalet Bakanı ile yapacağımız görüşmede de tecridin kaldırılmasına, Sayın Öcalan'ın koşullarının hızla düzeltilmesine, hasta tutsaklara, Ceza İnfaz Yasası gibi bütün ayrımcı yasal sorunlara, adalet mekanizmasındaki sorunlara ve Kürt sorununun çözümüne dair başlıkları konuşup yol almayı umuyoruz. Görüşmeden sonra görüşme başlıklarına dair yazılı veya sözlü bir açıklama yapılacaktır. Şu anda şöyle olur deme koşulum yok. Heyetimizle bu konuda bir istişarede bulunmadık. 

14 Nisan 2025