Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit TBMM’de basın toplantısı düzenledi. Koçyiğit, şunları söyledi:
Silopi’de katledilen kadınları anıyorum
5 Ocak’ta Seve Demir, Pakize Nayır, Fatma Uyar bugün katledildi. Silopi'de ablukalar sürecinde katledilen 3 kadın arkadaşımızı anarak başlamak istiyorum. Her konuşmamıza anmalarla başlıyoruz. Bu da bu ülkenin tarihi açısından çok üzücü. Dün basına çok detaylı bir şekilde yansıdı. Koç Üniversitesinde bir üniversite öğrencisinin Alevi ve Kürt olması nedeniyle oda arkadaşları tarafından darp edilmesine ve ırkçı saldırıya, nefret saldırısına maruz kalmasına ilişkin haberleri takip ettik. Bu sürecin de ne yazık ki gereğinin yerine getirilmediğini, sürecin akamete uğratıldığını, saldırıya uğrayan öğrencinin okuldan uzaklaştırıldığını ve saldırganlarla ilgili hiçbir şekilde bir sürecin işletilmediğini görüyoruz. Genç arkadaşla milletvekili arkadaşlarımız irtibat halindeler. Öncelikle kendisine geçmiş olsun dileklerimizi iletmek istiyoruz. Bu olayların münferit değil aslında sistematik olduğunu, bu şiddeti üretenlerin en başında da AKP-MHP iktidarının geldiğini biliyoruz. Kürt’e, Alevi’ye, sosyaliste, devrimciye, kadına ve LGBT+ bireylere yönelik nefret söylemleri bu ülkedeki şiddeti olağanlaştırıp yaygınlaştırıyor ve hayatın her alanını şiddetle kuşatıyor.
Yargıtay bir kez daha yargısal darbeye imza attı
Son birkaç gündür hararetli bir tartışma var. Daha önce de Hatay Milletvekili Can Atalay’ın başvurusu üzerine AYM bir hak ihlali kararı vermişti ve bunun gereğini yapması için kararı İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesine göndermişti. Neydi bu karar? Can Atalay’ın yargılanmasının durdurulması ve tahliye edilmesi. Ama ne yazık ki İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi AYM kararını yerine getirmeyerek bu kararı Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesine gönderdi ve Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi de 8 Kasım tarihinde yargısal bir darbe olarak nitelendirilen bir kararla AYM’nin kararının uygulanmayacağını ifade etti. Bunun üzerine Can Atalay’ın avukatları yeniden AYM’ye bireysel başvuru yaptı. AYM bir kez daha hak ihlali kararı verdi. Anayasanın 153/6 fıkrasına, yani Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargıyı, gerçek ve tüzel kişileri bağladığına ilişkin fıkrasına atıf yaparak bu kararın derhal uygulanması gerektiğini ifade etti. Ama ne yazık ki İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi bu karara uymak ve gereğini yerine getirmek yerine topu bir kez daha Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesine attı. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi de bir yargısal darbeye imza atarak haddini ve sınırlarını aşan bir karara imza koymuş oldu.
Kürt meselesinin çözümsüzlüğü darbe mekaniğini canlı tutuyor
Bu kararın detaylarına politik olarak bakış açımızı ifade etmeden önce bu karara ve bu sürece nasıl geldiğimizi kısaca özetlemek istiyorum. Biz bu darbe sürecini çok uzun bir süredir yaşıyoruz. Aslında Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün sürekli darbe mekaniğini canlı tuttuğunu çokça ifade ettik bu kürsülerde. Ama bu darbe mekaniğinin, son 7-8 yıllık sürecin başlangıcını oluşturan 30 Ekim 2014 tarihli MGK kararıyla ve ardından 24 Temmuz 2015’te Çözüm Sürecinin yok edilerek yeniden Kürt sorununda güvenlikçi anlayışın devreye girmesiyle başladığını ifade etmek gerekiyor. Bu başlangıcın bir gerekçesinin de HDP’nin 7 Haziran başarısı olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bu ülkede Kürtlerin, demokratların, sosyalistlerin ittifakıyla 80 milletvekilinin Meclis’e girmesi, müesses nizamı ve onun bekçilerini oldukça ürküttü. Hızlı bir şekilde kırmızı alarm vererek Kürt düşmanı bir ittifakı hayata geçirdiler ve o gün bugündür de başta Kürt halkı olmak üzere demokratik siyasete ve tüm alanlara saldırılar olduğunu biliyoruz. Ne yapıldı? 20 Nisan 2016 tarihinde Meclis Anayasa’ya aykırı olduğu halde milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırdı. O zaman “Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz” diyenlerin, bugünkü anayasal krizde de devlet krizinde de emeklerinin olduğunun, payları olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. O gün bu yargısal darbeye, bu hukuksuzluğa geçit verilmeseydi; sırf Kürt’tür diye, sırf demokratik siyaseti temsil ediyor diye HDP’li milletvekillerinin, arkadaşlarımızın dokunulmazlıkları kaldırılmasaydı bugün belki de bunları konuşmuyor olacaktık.
Bizim dışımızda bu karanlığı aydınlatmaya çalışan yazık ki yok
Ama sadece bununla da sınırlı kalmadı. Hatırlatalım. 4 Kasım 2016’da eş zamanlı olarak Eş Genel Başkanlarımız ve milletvekilli arkadaşlarımız gözaltına alındı, tutuklandı ve cezaevine konuldu. Bununla da yetinmediler. 2016 yılındaki darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL eliyle, aslında KHK’lar eliyle bir bir siyasi mühendislik yapmaya çalıştılar ve bununla da toplumu ve bir bütün olarak sistemi değiştirmek istediklerini göstermiş oldular. Bu da yetmedi. HDP’ye kapatma davası açıtlar. Kobanî Kumpas Davasıyla da arkadaşlarımızı en ağır suçlarla yargılamaya çalışıyorlar ki hali hazırda bu dava devam ediyor. Bütün bunların aslında yeni kurulmak istenen rejimin, sistemin sacayakları olduğunu, bütün bunların bir büyük planın parçası olduğunu biliyoruz. İlk elden kendileri açısından sorun teşkil eden Kürtleri, devrimcileri, sosyalistleri, aslında bu ülkenin direniş odağını yok etmek istediklerini çok iyi biliyoruz. İşte bu nedenle bu ülke 7 Haziran 2015’ten sonra büyük bir karanlığın içine gömülmüştür. Bu karanlığı bizim dışımızda aydınlatmaya çalışanlar olmadığını; bizler, yani DEM Parti, HDP geleneği ve demokratik toplumun dışında buna karşı duranlar olmadığını ne yazık ki görüyoruz. Bütün bunları yakından takip ediyoruz. Bu nedenle bu kadar darbeye maruz kalmış, yargısal darbelere maruz kalmış bir parti olarak bugün yaşanan sürecin aslında çok önceden başladığını hep ifade ediyoruz. Bugün de bunun altını bir kez daha çizmemiz gerekiyor. Tabii ki yargıdaki mesele sadece bize yönelik kumpaslar ve darbelerle sınırlı değil; aslında liyakatsizliğin başını alıp gittiği, çeteleşmenin ve yargıda borsaların konuşulduğu bir yargısal çürüme sürecinin içinden de geçiyoruz.
Mehmet Uçum’un açıklamalarını kim yazıyor, Uçum kimin adına konuşuyor?
Kürtlere, Gezi Davası eliyle Türkiye'deki muhaliflere, Boğaziçi Üniversitesine, bu ülkenin aydınlarına ve demokratik yüzlerine yönelik bütün bu saldırılar bugün artık sona gelmiş durumda. Mehmet Uçum’un müjde şeklinde ifade ettiklerini biz satır aralarından okuyoruz, şöyle diyor: “Biz başkanlık sistemine geçtik, kendimiz açısından yeni bir düzeni kurduk ama bu düzenin içerisinde hali hazırda önümüzde engeller var. AYM bazen hoşumuza gitmeyen kararlar alıyor. Onun için AYM’nin de Anayasa’nın da değiştirilmesi gerekiyor”. AYM’nin itibarsızlaştırılması, yetkilerinin gasp edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Mehmet Uçum bunu kimin adına söylüyor? Çünkü dün AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in bir açıklaması vardı. Yine Erdoğan’ın da aynı şekilde yaptığı açıklaması vardı. “Bu iki yüksek yargı kurumu arasındaki çelişkide hakemim” diyordu. Öncelikle şunu söyleyelim. Bu bir maç değil. Bu bir maçsa da topluma karşı oynadığınız bir maç. Bütün toplumun, muhaliflerin elini kolunu bağladığınız, kaleciyi kale duvarına sabitlediğiniz ve tek taraflı oynadığınız şikeli bir maçtır. Eğer hakemsen, Mehmet Uçum’un açıklamalarını kim yazıyor? Mehmet Uçum kim adına konuşuyor? Mehmet Uçum, Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesinin 8 Kasım'da verdiği ilk kararında da son kararında da açık ve net bir şekilde AYM’ye parmak sallıyor, tehdit ediyor, aslında AYM’yi birçok konuda suçluyor.
AYM’ye parmak sallayıp siyasi mühendislikle ülkeyi başka yere taşımaya çalıştıklarını biliyoruz
Sadece yeni bir hukuksal düzenin kurulması gerektiğini ifade etmiyor. Henüz HDP Kapatma Davasında karar vermediği ve son yerel seçimde HDP’ye yapılan Hazine yardımı nedeniyle AYM’yi terörün finansmanıyla suçlayan akıldan, izandan, sağduyudan yoksun açıklamalar yapıyorlar. Bir karar vermeleri gerekiyor. Bu tartışmanın içinde Saray’ın nerede durduğunu çok iyi biliyoruz. Saray bizzat taraftır. Kendi yeni rejimini kurmak ve tek adam rejimini sağlamlaştırmak için, bu iktidara dikensiz gül bahçesi yaratmak için Saray’ın taraf olduğunu, Erdoğan’ın taraf olduğunu biliyoruz. Tek taraf da olanlar onlar değil. Özellikle grup ve kürsü konuşmalarında AYM’ye parmak sallayanlar, partimizin kapatılması için oradan emir ve talimat verenler ve bugün aslında Yargıtay’ın birçok dairesinde ve özellikle 3’üncü Ceza Dairesinde etkin olduğunu bildiğimiz siyasi partinin de bu işin bir tarafı olduğunu ve siyasi mühendislik yaparak ülkeyi başka bir yere taşımaya çalıştığını çok iyi biliyoruz.
Yargıtay Meclis ve halka da parmak sallıyor, bunu kabul etmeyeceğiz
Artık ortada bir anayasasızlık hali var. Ne yazık ki AYM de bu anayasasızlaştırma meselesinde bir taraftı, bu sürece katkı koydu, bu sürecin parçalarını oluşturan bir yerde duruyordu. Ancak meselenin çok daha ileri boyuta gittiğini; Yargıtay’ın sadece AYM’ye değil aynı zamanda halka, Meclis’e, Meclis Başkanına da parmak sallayan, had bildiren bir noktaya geldiğini görüyoruz. Bunu kabul etmek, buna sessiz kalmak mümkün değil. Biz de bunu kabul etmeyeceğiz, sessiz kalmayacağız. Bu siyasi krizin bir yönüyle de aslında yaratılmak istenen bir kriz olduğuna dair şüphelerimiz de var. Yani bir danışıklı dövüşün olduğunu, bir kavganın seyircisi pozisyonuna bütün toplumu ve siyasi getirmek isteyen bir anlayışın da olduğunu görüyoruz.
Faşizmi kurumsallaştıran bir anayasa yapmak istiyorlar, buna geçit vermeyeceğiz
Ömer Çelik açıklamalarında bütün bu krizin asıl nedeninin mevcut anayasa olduğunu, mevcut anayasa durduğu sürece bu krizlerin de artarak devam edeceğini ifade etmiş. Şunu söyleyelim; yeni bir anayasa tartışması Türkiye’nin en temel tartışmalarından biridir. Biz de yeni, demokratik, çoğulcu, özgürlükçü, laiklik ilkesine sahip bir toplumsal sözleşmenin, anayasanın yapılması gerektiğini çokça ifade ettik. Ancak AKP’nin kafasındaki anayasanın asla çoğulcu ve demokratik bir anayasa olmadığını tam da bu sürece bakarak görebiliriz. Yapmak istedikleri şey 12 Eylül Anayasasını aratacak daha otokratik, daha despotik, temel hak ve özgürlükleri daha fazla tırpanlayan bir anayasa yapmaktır. Yeni yönetimi daha kalıcı hale getiren, faşizmi gittikçe kurumsallaştıran bir anayasa yapmak istiyorlar. Bu anlamıyla da bu krizi yeniden Allah’ın bir lütfu olarak gördüklerini ve bu kriz üzerinden de yeni anayasa tartışmalarını ilerletmeye çalıştıklarını açık ve net bir şekilde görüyoruz. Buna geçit vermemek gerektiğini ifade edelim.
Gelin bu darbeye hep beraber direnelim!
Bu bir karanlık dehliz, bu bir karanlık eşik. Türkiye çok yakın dönemde aslında birçok dönemeçten geçti, birçok kritik aşamadan geçti. 7 Haziran 2015 bu eşiklerden birisiydi. Barışın ve demokrasinin tercihini yapmıştı bütün Türkiye halkları ve gerçekten o yoldan gidilseydi bugün Türkiye bambaşka bir yerde olurdu. Ama diğer tarafta güvenlikçi, savaştan, askeri operasyonlardan medet uman, yeniden Kürt sorununun çözümsüzlüğünden beslenen bir yol vardı. Ne yazık ki AKP iktidarı bu yolu tercih etti. O gün bugündür de Türkiye ne yazık ki düze çıkamıyor. Şimdi yeni bir yol ayrımındayız. Ya hep beraber bu ülkedeki yurttaşlar olarak, bu ülkedeki siyasetçiler olarak temel hak ve özgürlüklerimizi ve anayasal düzeni savunacağız ya da bu büyük karanlık ve kötülük kendini gittikçe büyütecek ve bütün ülke sathına yayılarak yeni bir anayasal düzeni bize dayatacak ve bunun içerisinde her birimiz kaybolup gideceğiz. Biz çağrımızı bütün Türkiye halklarına yapmak istiyoruz; gelin bu darbeye hep beraber direnelim. Çağrımızı Meclis’e de yapmak istiyoruz. Meclis’in iradesine, halkın kendisine verdiği temsile sahip çıkması gerekiyor. Meclis’in onuruna sahip çıkması gerekiyor. Bugün Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi Meclis’e parmak sallıyor. Bugün Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi Meclis’e kayyım olarak atanmak isteniyor. Bu kayyımcı anlayışa karşı Meclis’in de onuruna, haklarına toplum adına Türkiye halkları adına sahip çıkması gerektiğini ifade ediyoruz.
Meclis Başkanına çağrı yapıyoruz: Yargıtay’ın kararı asla ama asla Meclis’te okunmamalıdır
Bu yargısal krizin, Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesinin kararının geçmişteki darbe muhtıralarından bir farkının olmadığını altını çiziyoruz. Bu kararın 28 Şubat muhtırasından, 27 Nisan e-muhtırasından hiçbir farkı yoktur. O günün mazlumları bugünkü darbenin başında ve bütün topluma darbe yapıyor. Sayın Numan Kurtulmuş'a çağrı yapıyoruz: Asla ama asla Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesinin kararı Meclis’te okunmamalıdır. Sizden de Meclis iradesine sahip çıkacak bir tutum bekliyoruz.
Bütün bu sürecin mağduru olan, Hatay halkının iradesi olan Can Atalay var. Can Atalay hali hazırda hepimiz gibi milletvekili olarak seçildi ama ne yazık ki yemin edemedi, milletvekili görevlerini yerine getirmiyor. Neden tutuluyor? AKP’nin aslında emelleri için tutuluyor. AKP’nin yeni Türkiye inşası için cezaevinde rehine pozisyonunda tutulmaya devam ediyor. Bir kez daha AYM kararının derhal uygulanması ve Hatay Milletvekili Can Atalay'ın derhal serbest bırakılması çağrısını yinelemek istiyoruz. Bu ülkedeki bütün toplumsal kesimleri de darbeye karşı demokratik barışçıl gösteri hakkına sahip çıkmaya, darbeye karşı direnmeye, ülkeyi karanlıktan çıkarıp aydınlığa taşımak için elini taşın altına koymaya davet ediyorum.
5 Ocak 2024