Diyarbakır, Şırnak, Muş, Mardin ve Hakkari Milletvekillerimiz 14 Aralık Kent Ablukalarının yıldönümü nedeniyle Meclis’te basın toplantısı düzenledi. Açıklamayı yapan Newroz Uysal, şunları söyledi:
Bugün, 14 Aralık ve Cizre-Silopi ilçelerinde sokağa çıkma yasağı ve Kürt kentlerine uygulanan ablukaların yıldönümü. Ablukaya alınan Kürt kentlerinin milletvekilleri olarak, o dönem yaşanan katliamları ve vahşeti lanetlemek; o katliamları unutmayacağımızı, kamu vicdanında unutturmayacağımızı göstermek; faillerden ve sorumlulardan siyaseten ve hukuken hesap sormaya devam edeceğimizi bir kez daha ifade etmek için toplandık. Kürt halkı, dünyanın gözleri önünde yaşanan insanlık katliamlarından fazlasıyla nasibini almıştır. Kürt halkının, Osmanlı’dan bugüne uğradığı katliamlar neredeyse görülmeyen, duyulmayan katliamlar olmuştur. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin “Kıyamet Tablosu” olarak nitelendirdiği kent ablukalarında ve sokağa çıkma yasaklarında yaşananlar, aslında inkar, imha ve asimilasyon şeklinde süren asırlık Kürt sorununun ve Kürtlerin yaşadıklarının bir özetidir.
Newroz Deklarasyonu ve Dolmabahçe Mutabakatı barışa dair umutları yükseltmişti
Dönüm noktası 14 Aralık olan bu kıyamet tablosu nasıl ortaya çıktı? 2012 yılının son aylarında başlayan Çözüm Süreci, kısmi bir çatışmasızlık ortamı yaratarak sorunun diyalog ve müzakere yöntemiyle çözülebileceğine dair umutları yükseltmiştir. 21 Mart 2013 Diyarbakır Newrozunda Sayın Abdullah Öcalan tarafından hazırlanan “Demokratik Çözüm Deklarasyonu”nun okunmasıyla Çözüm Süreci resmen başladı. Sayın Öcalan tarafından Çözüm Sürecine ivme kazandırmak için bir müzakere taslağı hazırlanmış, HDP İmralı Heyeti ve devlet heyetine sunulmuştur. Taraflar arasında ortak bir mutabakat metni çıkarılmış ve bu metin 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Sarayı’nda kamuoyuna ve halklara ilan edilmiştir. Metinde, Kürt sorununun çözümüne ve Türkiye'nin demokratikleşmesine dönük acil atılacak adımlar 10 maddede sıralanmıştır. Newroz Deklarasyonu ve Dolmabahçe Mutabakatından sonra Türkiye'de Kürt sorununun demokratik çözümü ve toplumsal barışa dair umutlar iyice yükselmiş, süreç geniş kesimler tarafından desteklenmiştir.
Kent ablukaları ile Türkiye tarihinin en yıkıcı, kanlı ve karanlık dönemi yaşandı
Ancak hemen sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dolmabahçe Mutabakatını tanımadığını ilan ederek barışa evrilebilecek müzakere masasını yıkmasıyla, eski çözümsüzlüğe dönen yeni bir süreç başlamıştır. 7 Haziran 2015 seçimlerinin arifesinde gerçekleştirilen Ağrı-Diyadin provokasyonu ve HDP’nin Diyarbakır’daki seçim mitingine yapılan bombalı saldırıyla birlikte çözümsüzlükten yana ısrarcı bir politika sergilenmiştir. Fakat HDP 7 Haziran seçimlerinden tüm baskı ve saldırılara rağmen büyük bir zaferle çıkmıştır. Tek başına iktidar olamayan AKP ise halkın iradesini çiğneyerek seçimleri yenileme kararı almıştır. “Ya kaos ya istikrar” diyerek tehditkar bir ikilem yaratmış ve 1 Kasım seçimlerine şiddet ve çatışma zemininde gitmiştir. 7 Haziran’da HDP’nin yüzde 13’ün üzerinde bir oyla 80 milletvekili kazanması sonrasında iktidar, HDP’nin en çok oy aldığı il ve ilçeleri hedef yaptı. Kürt halkına yönelik topyekun savaş ilanıyla 16 Ağustos 2015'te Muş-Varto'da “sokağa çıkma yasağı” adı altında ilk kent ablukasıyla tüm hukuki ve insani değerler askıya alındı. Türkiye tarihinin en yıkıcı, kanlı ve karanlık dönemi yaşandı.
Sistematik biçimde yaşam hakkı ve temel haklar askıya alındı
Bu yıkımın ve katliamın planının da 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısında “Çöktürme Planı” kapsamında hazırlandığı anlaşıldı. Birçok kente yayılan bu yasaklar süresiz/tüm gün/24 saat sürerek kent ablukalarına dönüştürüldü. Diyarbakır’da 159, Mardin’de 48, Hakkâri’de 23, Şırnak’ta 13, Bitlis’te 14, Muş’ta 7, Bingöl’de 7, Dersim’de 6, Batman’da 6, Elazığ’da 2 ve Siirt’te 4 kez ilan edilen sokağa çıkma yasaklarından yaklaşık 2 milyon kişi olumsuz etkilendi. 16 Ağustos 2015’ten itibaren, resmi olarak tespit edilen verilere göre, 11 il ve 49 ilçede toplam 289 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sokağa çıkma yasakları sırasında su ve elektrik kesintileri, GSM hatlarının çalışmaması, internet yokluğu, fırınların, eczanelerin ve marketlerin kapalı olması ya da sınırlı çalışması gibi sistematik uygulamalarla yaşam hakkı ve temel haklar askıya alındı. Yasak uygulamasının olduğu yerlerde, konvansiyonel silahlar ve öldürücü mahiyetteki silahlar şehir merkezlerinde sivil halka karşı kullanıldı. Yaşamını yitiren çoğu kişi keskin nişancı kurşunlarıyla can verdi. 16 Ağustos 2015'te Muş Varto'da, yani sokağa çıkma yasağının ilan edildiği ilk yerde ve ilk günde infaz edilen Kevser Eltürk’ün (Ekin Wan) ağır işkence gördüğü belli olan bedeni, çıplak şekilde sokak ortasında teşhir edilerek basına servis edilmiş, buna dair herhangi bir soruşturma yapılmamış, bölge kadınları başta olmak üzere tüm kadınlara gözdağı vermek hedeflenmiştir. Bu savaş yöntemi daha sonra 11 Şubat’ta Cizre’de, 21 Nisan’da ise Yüksekova’da sürdürülmüştür. Cinsiyetçi küfür ve yazılamalar, Taybet Ana’nın bedeninin 7 gün bekletilmesi, Silopi’de Seve Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar’nın vücutlarındaki kurşun sayısı; Derya Koç ve Aysel Yüksel’in Cizre’de bodrum diye anılan adreste can vermesi ve Asya Yüksel’in katledilmesi kadın özgürlüğünü hedef almıştır.
Ablukalarda kent kırımı yaşandı
Hakkari Yüksekova’da 13 Mart-30 Mayıs 2016 arasında süren ablukada da aynı yıkım ve katliam yaşanmıştır. Evler ateşe verilmiş, çoğunun beden bütünlüğü olmayan 78 kişi yaşamını yitirmiştir. Siyasi iktidar, özgürlük mücadelesinde direnişin sembolü olan Nusaybin’e bütün güçlerini yığarak, kendi ülkesinin sınırları içerisinde olan bir toprağa ve o toprakta yaşayan halka savaş ilan ettiğinin en açık fotoğrafını vermiştir. Nusaybin ve Dargeçit’te toplam 22 mahallede yasak ilan edilmiştir. Nusaybin’de evinin merdivenlerinden inerken keskin nişancıların hedefi olan Selami Yeşilmen, 2 çocuk, 7 kadın da dahil olmak üzere 25 sivil yaşamını yitirmiştir. Kent içinde ve sivillerin bulunduğu yaşam alanlarında kullanılması yasak olan ve kullanımı uluslararası anlaşmalara bağlanan ağır silahların şehir merkezlerinde kullanılması hem sivil kayıplara ve hem yıkıma neden olmuştur. Nusaybin'de TOKİ binalarının altında, aylar sonra bile insanlara ait kemikler bulunmuştur. Cizre’de yıkılan binaların molozlarının döküldüğü Dicle Nehri’nde kemikler bulunmuştur. Sur’daki hafriyat kamyonlarında insanlara ait beden parçaları aylar sonra bulunmuştur. Dünya tarihinin en uzun yasağı olan Sur ilçesindeki yasak, Tahir Elçi’nin tarihe sahip çıkma çağrısı yaparken 4 Ayaklı Minare önünde vurulmasıyla başlamıştır. Kürt düşmanı politikalar, bir yandan can alırken, diğer yandan da halkın yaşam alanları yakıp yıkmış, halkı göçe zorlanmıştır. UNESCO Kültür Mirası Listesinde olan Sur’da, daha sonra ise “kentsel dönüşüm” adı altında kent kırımı yaşanmıştır. Yine onlarca cenaze, DNA örnekleri bahane edilerek aylarca morglarda bekletilmiş, ailelerin acıları körüklenmiştir. Sur’da 17 yaşında katledilen Rozerin Çukur’un ailesi ve daha nice aile günlerce çocuklarının cenazesini alamamıştır. 25 Mart 2016’da Bakanlar Kurulu kararıyla Sur ilçesinin tamamı kamulaştırılmıştır. Büyük kültürel ve insani yıkıma yol açılmış, kutsal mekanlar harabeye çevrilmiştir. Daha sonra TOKİ tarafından yapılan evler Sur’un mimarisine uygun inşa edilmemiştir.
İnsanlığını kaybetmemiş hiç kimse unutmaz
En ağır insanlığa karşı suçların yaşandığı yer Cizre’dir. Yurttaşlarımızdan 177’si Cizre’deki vahşet bodrumlarında katledildi. Cizre bodrumlarında yaşatılan vahşet ve bu vahşetin açtığı yaralar yüreğimizde ve hafızamızda yerini koruyor. 18 Ocak-7 Şubat tarihleri arasında tüm çağrı, açıklama ve başvurulara rağmen bu adreste bulunan 76 kişi yanarak can verdi. AİHM’in 19 Ocak Orhan TUNÇ Kararı başta olmak üzere tedbir kararları yerine getirilmedi. Yine Silopi’de en az 29 sivil yurttaş yaşamını yitirmiştir. Barolar, hukuk kurumları, STK’lar, gazeteciler ve siyasetçilerin bu adreslere ve şehirlere girişine izin verilmedi. Yine Şırnak merkezde 240 gün gibi uzun bir aralıkta 7 mahalle yıkıldı, 60 can kaybı yaşandı. İdil’de 43 günde 23 sivil katledildi. 12 yurttaşın İdil’den çıkarken havadan bombalanarak öldürülmesiyle ilgili dosyada herhangi bir işlem yapılmadı. İnsanlığını kaybetmemiş hiç kimse, DNA örnekleri bahane edilerek onlarca cenazenin aylarca morglarda bekletilmesini ve kimsesizler mezarlığına gömülmesini, Cizre’de cenazesi buzdolabında saklanan 13 yaşındaki Cemile’yi, 3 Ekim 2015 gecesi öldürülen ve ardından bedeni akrep tipi zırhlı araçla sürüklenen Hacı Lokman Birlik’i unutmaz.
İnsanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili soruşturma açılmadı
İnsanlığı yerde sürükleyen ve dondurucuda bekleten iktidar; Nusaybin, Sur, Silopi, İdil, Silvan ve Dargeçit’te “sokağa çıkma yasağı” adı altında estirilen devlet terörüne “terörle mücadele” ve “güvenlik” diyerek kimseyi kandıramaz. 10 Mart 2017’de BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğince hazırlanan raporda, 18 ay devam eden operasyonlar sırasında 2 bine yakın kişinin hayatını kaybettiği, ciddi insan hakları ihlallerinin yaşandığı belirtilmiştir. Cumhuriyet tarihi boyunca var olan paramiliter ve resmi katliamcı güçler, 90'larda JİTEM, Özel Tim, Korucular, Hizbullah olarak aldıkları isimleri değiştirerek, o gün JÖH, PÖH, Esedullah timleri gibi adlarla karşımıza çıkmıştır. Bu grupların cinsiyetçi, ırkçı ve faşist söylemlerle yıkılmış evlerin duvarlarına yaptıkları yazılamaları ise hala hafızamızda. O gün Kürt illerinde insanlık suçu işleyen siyasi iktidar ve kolluk güçleri hiçbir şekilde yargılanmazken, ablukaya alınan kentlerdeki yüzlerce kişi tutuklanarak ağır cezalara çarptırılmıştır. Bu insanların çoğu hala cezaevlerindedir. Abluka dönemindeki insanlığa karşı suçlar cezasızlık politikasıyla karşı karşıya. Çöktürme Planında bu suçlara ve eylemler karışanlara soruşturma açılamayacağı belirtilmişti. Bu nedenle de tek bir soruşturma yoktur.
Türkiye’yi Kürtlerin karşısına cihadist güçleri çıkarmaktan vazgeçmeye çağırıyoruz
2015 ve 2016 yılları boyunca Kürt kentlerinde yaşatılan yıkımdan sonra, AKP iktidarı yayılmacı politikalarını Afrin’de de devam ettirdi. Bugün aynı yıkımı Kuzey ve Doğu Suriye’deki diğer alanlara taşımak isteyen siyasi iktidar, elinde tuttuğu maşalarla yeni katliamların peşinde. O gün Kürt illerinde işgal görüntüsü vererek Arapça konuşup sokakları gezenler, bugün Kuzey ve Doğu Suriye’de aynı saldırıları Kürtlere karşı devam ettirmektedir. Kendilerinin eğitip donattıkları ve adını “Suriye Milli Ordusu” koydukları bu yapıyla İŞİD artıklarından oluşturdukları gruplar, halkların bir arada demokratik bir yaşam kurdukları Rojava’ya saldırıyor. Gerçekten millilik ve yerlilik savunulacaksa, binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan ve bin yıldır birlikte tarihin önemli yol ayrımlarında ittifak kurulmuş olan Kürtlerle birlik olunmalıdır. Bu nedenle yüz yıllık güvenlikçi yaklaşımlardan, Kürt fobisi ve paranoyasından bir an önce Türkiye’nin kurtulması gerekiyor. Amerika yerine öncelikle Türkiye’nin, Suriye’deki Kürtlerle ortaklık kurması gerektiğini hatırlatıyoruz. Kürtlerin karşısına cihadist güçleri çıkarmaktan vazgeçmeye çağırıyoruz. 20 milyonu aşkın Kürt vatandaşı olan Türkiye, Rojava’ya ve Kürtlere dönük bu saldırılardan vazgeçmelidir. 2015 -16 süreci başta olmak üzere Kürtlere yönelik katliamlarla yüzleşilmeli, adalet sağlanması için içeride ve dışarıdaki Kürtlerle birlikte olunmalıdır. Yoksa Suriye'de düşmanca yaklaşılan, üzerine savaş çeteleri yollanan Kürtlerle, kendi içinde huzur ve barışın sağlanması mümkün değildir.
Bu suçların hesabını sorana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz
Yakın tarihte dünyada örneğine az rastlanan bu insanlık suçlarının ve onarılması imkânsız acıların olduğu 2015-16 süreçleri sadece Kürt kentlerine değil Türkiye'de direnen tüm kesimlere gözdağı vermiştir. Ekonomik kriz, 15 Temmuz, KHK’lar, OHAL süreci, yargı krizleri ve çeteler, 2015-16 sürecindeki ablukalara sessiz kalışın bir sonucudur. O dönem yaşananlar toplumsal bir kırılmaya yol açmış ve devlete de daha büyük suçlar işlemek için cesaret vermiştir. Dünden bugüne devam eden bu çatışmaların ve gelişmelerin bağlantısını görmek ve Kürt-Türk ilişkilerinde tarih sayfalarını daha büyük acılarla dolduracak tarihi akışı değiştirmek için önümüzdeki tarihi fırsatı yine tarihi bir ittifaka dönüştürmek gerekir. Toplumsal barışın sağlanması için de önemli bir hakikat zeminidir. Tam da bu noktada Rojava’daki saldırıları ve 2015-16’daki saldırıları paralel okuyarak, başta Mehmet Tunç, Asya Yüksel, Cemile Çağırga, Rozerin Çukur, Seve-Fatma-Pakize olmak üzere ablukalarda yaşamını yitirenleri saygıyla anıyoruz. Bu suçların hesabını siyaset ve uluslararası hukuk nezdinde sonuna kadar sormak için mücadelemizi sürdüreceğiz.
14 Aralık 2024