Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç'un, 2024 yılı bütçesi kapanış oturumunda yaptığı konuşması:
Sizleri saygıyla selamlıyorum. Ekranları başında bizleri izleyen değerli halklarımızı saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Şu anda cezaevlerinde haksız ve hukuksuz olarak tutulan ve bizleri izleyen Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak, Sabahat Tuncel ve Selçuk Mızraklı şahsında cezaevlerindeki tüm arkadaşlarımızı sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Sizler insani ve siyasal duruşunuzla bizlerin onurusunuz.
2024 Bütçesi’nin hem Plan ve Bütçe Komisyonu hem de Meclis Genel Kurulu görüşmeleri bir kere daha göstermiştir ki, DEM Parti olarak bütçe görüşmelerinde önemli bir mücadele verdik. Bütçenin halkların bütçesi olması için sözümüzü en gür şekilde söyledik.
11 bin 402 liralık sefalet ücretine mahkûm edilen asgari ücretlilerin, aylık 7 bin 500 lira reva görülen emeklilerin, yoksullaştırılan kadınların, tarlasına gübre atamayan çiftçilerin, yok sayılan engellilerin, günü siftahsız kapatan esnafın, barınamayan ve KYK borçlarını ödeyemeyen öğrencilerin, ataması yapılmayan öğretmenlerin, ormanlarını ve yaşam alanlarını savunan köylülerin ve daha nicelerinin sesini ve taleplerini bütçe görüşmelerine taşıdık.
Eksiklerimiz ve yetersizliklerimiz olsa da canla başla çalıştık. Ancak bu kadar emeğe, bu kadar mesaiye, bu kadar tartışmaya rağmen AKP-MHP ortaklığı 2024 Bütçesinde bir virgül dahi değiştirmedi. Tüm muhalefetimize rağmen halkların taleplerini 2024 Bütçesine yansıtmadı. 2024 Bütçesi’nin Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yaklaşık 4 buçuk hafta süren görüşmelerinde yaklaşık 50 tane önerge verdik. Halkın sorunlarının çözülmesi için ödenek arttırılmasını talep ettik. Ancak yine Cumhur İttifakıoylarıyla önergelerimizin hepsi reddedildi.
Evlerin depreme dayanıklı hale getirilmesine, deprem bölgesinde uygun eğitim şartlarının sağlanmasına, engellilerin kamudaki istihdam kotasının arttırılmasına, en düşük emekli aylığının yoksulluk sınırının yarısına denk gelecek şekilde yeniden düzenlenmesine, kreş açılmasına, öğrenciler için yeni yurtlar yapılmasına kim karşı çıkabilir? Kim hayır diyebilir? Cumhur İttifakı bunlara bile hayır dedi! Evet yıllardır söylediğimiz gibi bütçeler bir iktidarın vicdanıdır. 2024 Bütçesi vicdansız bir bütçedir!
Biz 2024 Bütçesi’ni görüşürken milyonlarca insanın gözü kulağı Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda. Bu bir utançtır! Bir toplumun şayet en önemli gündemlerinden birisi asgari ücret toplantılarıysa vay o ülkenin haline!
Neden? Çünkü Türkiye’de çalışanların yarısından fazlası asgari ücret alıyor. Neden? Çünkü asgari ücret Türkiye’de temel ücret haline gelmiş durumda. Çünkü emeğiyle geçinen yurttaşlar enflasyona yem edilmiş durumda. Çünkü herkes yeni yılda gelecek zam ve vergi yağmuruyla nasıl baş edeceğim diye hesap yapıyor.
Maalesef asgari ücret bu ülkede artık ortalama ücret oldu. Artık. 10 Milyonlarca işçi ve emekçi asgari ücretle hayatını sürdürmek zorunda kalıyor. Bu iktidar yanlış ekonomi politikaları ve tercihleri ile işçiyi, emekçiyi, dar gelirliyi, ücretli çalışanı perişan etmeye devam etmektedir.
Bu bütçe hangi uluslararası koşullarda tartışılıyor? Bu konuda birkaç belirleme yapmak istiyorum. 2023 yılı küresel egemen güçlerin kıyasıya çarpıştığı, jeopolitik rekabetin korkunç derecede arttığı, toplumsallık adına somut ilerlemelerin yok hükmünde olduğu bir yıl olarak geride kalıyor. Bu yılı geride bırakırken, içinden geçtiğimiz buhran tablosunu en iyi ‘belirsizlik’ ve ‘polikriz’ kavramları karşılamaktadır. Bu belirsizlik çağı, geride bıraktığımız bu yılı da doğrudan özetlemektedir. IMF’nin son küresel tahmininde yaklaşık 70 kez belirsizlik kavramı geçiyor. Oysa 2022 raporlarında bunun yarısı kadardı. Aynı şekilde çevresel, jeopolitik ve ekonomik krizlerin iç içe geçmesini anlatan “polikriz” kavramının da 2023’te Davos’a damga vurması tesadüf değildir. Savaş semptomlarının canlı kaldığı ve küresel alanın yumuşak karnı sayılan ekonominin iyice kırılganlaştığı bir aralıkta; demokrasiye güvenin iyice azaldığına, faşizan-populist sağcı siyaset ve yapıların yükseldiğine küresel alanda tanık olmaktayız.
Şu an küresel siyasette iki temel süreç, tüm alanlara yön veriyor. Merkezi güçlerin hegemonya savaşı bu iki fay hattı üzerinden sürüyor. Bunlar IMEC ve OBOR hatlarıdır. OBOR, yani Çin’in 2013 yılında hayata geçirdiği, 150’den fazla ülke ve 30’dan fazla uluslararası kuruluşla anlaşmaları olan, bir trilyon dolarlık yatırımı aşan “Bir Kuşak Bir Yol” girişimi; şu an Çin’in mega projesi olarak adeta her kıtayı etkilemektedir.
Hindistan’da yapılan son G20 zirvesinde duyurulan IMEC, yani Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomi Koridoru’nun ise Çin’in bu kuşak yol projesine karşı bir çerçeveleme konsepti olarak bu yıl ilanı yapılmıştır. Çin’in küresel ekonomi üzerinde artan etkisini bu şekilde kırmayı amaçlayan bu girişim, Hindistan’dan Avrupa’ya uzanan bir koridor ile enerjiye dair yepyeni bir projeksiyon çiziyor. IMEC projesinde ABD, AB ve Pasifik bölgesinin büyük ekonomileri yer alıyor. ABD öncülüğünde yürütülen bu projede İsrail’in Arap dünyasına entegrasyonu, Hindistan üzerinden körfez ülkeleri işbirliği ve İran’ın izole edilmesi, Rus gazına bağımlılığı azaltmak, Çin ile rekabette Hindistan’ı yanına almak gibi pek çok amaç güdülüyor.
İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün, Yunanistan gibi ülkeler bu projede en kazançlı ülkeler olarak görülürken, Türkiye bilinçli bir şekilde dışarıda tutuluyor. Bu durum, Türkiye’nin güven vermeyen dış siyaseti ve tutarsızlığı, bölgesel Kürt düşmanlığı, sosyal çürüme yaratan baskıcı iç politikaları ve hukuk, adalet gibi evrensel normların bitirilmiş olması bu kararların alınmasında başat etkenlerdir. Çünkü her enerji yolu istikrar ve güven ortamı ister!
AK Parti’nin 2023 seçim beyannamesinde vurguladığı “Türkiye Ekseni”ne kimse evrensel düzeyde güvenmemektedir. Çünkü ortada bir eksen yoktur hamaset vardır. İşte önümüzdeki yılları derinden etkileyecek OBOR ve IMEC arası rekabet Ortadoğu’da yaşanıyor. Bildiğimiz İpek Yolu ortadan kalkıyor. Ortadoğu tüm bunların merkezi olarak hayati konumunu korumaktadır. Çok uzağa gitmeden, Filistin ve Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye’de devam eden savaşlarında gösterdiği üzere, uluslararası hukuk, barış kurumları ve bilinen tüm teamüller yerle yeksan olurken, 2024’te yeni arayışların burada daha sert cereyan edeceğini göstermektedir.
Bu iktidar bu gelişmeleri ne yazık ki öngörememiştir, yanlış okumuş veya yanlış çözümlere kapılmıştır. Dış politikada hem Ortadoğu’da hem de dünyanın diğer bölgelerinde yanlış üzerine yanlış yapmıştır. Şimdi yanlışlardan uzaklaşmaya çalışılsa da güven kalmadığı için olması gerekenlerin hiçbirini yapamamaktadır bu iktidar. Ekonomide ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ safsatası ile yaratılan felaket; dış politika ve diplomaside de ‘bir gece ansızın gelebiliriz’ tehditleri ile sürmektedir. Uluslararası gelişmeler direk ekonomimiz etkilemektedir. 2024 bütçesi nu gelişmele hazırlıklı değildi.
Konuşmamın bu bölümünde size bu çatı altındaki, yani Meclis’teki bir çalışmadan, bir çabadan, bir rapordan söz edeceğim. BU belge Kasım 2013 yılında tamamlanmış. “Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması Ve Çözüm Sürecinin Değerlendirilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu raporu. Kasım 2013’te yayınlanmış. 495 sayfa. Tuğla gibi. 12 bölümden oluşuyor. Meclis belgeleri arasında, arşivde bulabilirsiniz. Okumanızda fayda var. Çünkü Kürt sorunu hakkında bütçe görüşmelerinde dinlediğimiz kimi konuşmalar ‘eğitim şart’ sözünü hatırlattı. Bu Komisyon, 43 kişiyi TBMM’de, 129 kişiyi ise başka şehirlerde dinleyerek bir rapor oluşturmuştu.
Size bu raporda geçen birkaç konunun sadece başlıklara değinmek istiyorum.
Birkaç başlığa değinerek on sende nereden nereye geldik göstermek istiyorum. Yeni Anayasa, Ana Dil Tartışmaları, Özerklik Tartışmaları, Yerel Yönetimlerin Güçlendirilmesi, Koruculuk Müessesesi, Yerleşim Yeri Adları Tartışmaları, Şiddet Kültürü, Travma Toplumu say say bitmez, 495 sayfa.
Şimdi bu konulardan herhangi birine dair bu çatı altında bir tartışma açalım, konuşalım, fikrimizi söyleyelim desek iktidar, ortağı ve bu konudaki gizli ortağı hep bir ağızdan “törörö” diyerek bizi bastırmaya, sesimizi kısmaya, çalışmaktadır.
Mecliste dile getirdiğimiz linç edileceğimiz konular o zaman tarihsel hem de güncel boyutuyla meclis çatısı altında tartışılmıştı. Şimdi bu Mecliste dile getirdiğimizde linç edileceğimiz kimi konular o dönem hem tarihsel hem güncel boyutuyla tartışılmıştı.
O zaman ben de komisyona Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile ilgili fikirlerimi anlatmıştım. “Bütün çağdaş demokrasilerde ve nüfusu ve coğrafi alanı büyük olan ülkelerde merkezî vesayet yerine ademi merkezi anlayışın gelişmesi büyük önem taşıyor.” demiştim.
Komisyon raporunun sonuç bölümünde ise “Kürt kimliğinin ret, inkâr ve asimilasyonu, silahla bastırma ve polisiye tedbirlerle sorunu çözme yaklaşımı ile demokratik bakış, diyalog, görüşme ve görüşmeyle çözüm yaklaşımı arasındaki farkı iyi kavramak gerekmektedir. Devam ediyor “Çözüm Sürecinin başarıya ulaşarak akan kanın kalıcı bir şekilde durmasıyla elde edilecek ortam ile ülkemizin yakalayacağı ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel gelişme ivmesi de orta ve uzun vadede çözümün hanesine yazılacak önemli kazanımlar olacaktır.” Bunlar biz söyleyince öfkelendiğiniz fikirler. Ama bunları bu meclis çatısı altında raporda açık ve net bir şekilde ifade ediliyor. Bahsettiğimiz o günleri nostalji olarak anlatmıyorum. Kürt sorununda gerçek bir çözüm için gerçek bir girişim olduğundan dolayı size hatırlatıyorum.
Çözümde şeffaflık, demokratik hukuki parlamenter zemin, siyaset zemini işler. Çözümsüzlükte ise tüm bu zeminler hasar alır, hukuk dışılık, gayri meşruluk, karanlık politikalar devreye girer. Çözümde, demokratik siyaset güçlüdür, her türlü karanlığı sona erdirir. Çözümsüzlükte ise karanlık güç kazanır, demokratik zemini ortadan kaldırır. Hukuksuzluk karanlığı her yeri, tüm toplumu sarar, kuşatır.
Şimdi iktidar partisi “Biz Kürt sorununu çözdük, artık Kürtlerin hiçbir sorunu yoktur” kocaman yalanına bizi inandırmaya çalışıyor. Neden mi yalan? Bir yandan 2013-2015 arasında ülkede çözüm rüzgarları eserken Kamu Güvenliği Müsteşarlığında da 2014 sonunda “çöktürme planı” adlı plan tek tek, adım adım tartışılıyordu. Bu kapsamlı ve tamamen Kürt muhalefetini ve siyasetini tüm kurum ve toplumsal alan örgütlenmeleri ile yok etmeye dönük plan, Dolmabahçe’deki mutabakat masasının 2015 Nisanında devrilmesiyle hayata geçirilmeye başlandı.
Bu plan halen devrededir. O yüzden ‘Kürt sorununu çözdük’ koca yalanına kimseyi inandıramazsınız. Sizin döneminizde arkadaşlarımız cezaevinde, sizin döneminizde partimize kapatma davası açıldı, sizin döneminizde yargı iktidarın aparatı ve Kürtlerin üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanmaya devam ediyor, sizin döneminizde halkın iradesi gasp edilerek kayyımlar atanıyor ve birçok Kürt düşmanı uygulama her gün devam ediyor. Kürt sorununa her gün yeni bir sorun ekliyorsunuz.
İktidara söylüyoruz: Sizin “verdik” dediğiniz tüm hakların arkasında muazzam bir demokratik mücadele, fazlasıyla ödenmiş bedeller var. Üstelik halen bu bedeller ödenmeye devam ediyor Kürt halkı tarafından. ‘Yeter artık, edi bese’ diyoruz. Türk-Kürt kimse bedel ödemesin istiyoruz. Çağrımız meclisteki bütün partilere. Gelin bu sorunun çözümü için yeniden inisiyatif alalım. Çözüm sürecinin tıkanan yanları neydi? Sona ermesinin nedenleri neydi? Bu süreç nasıl ilerletilir? Bir araştırma komisyonu kuralım, hızlı bir biçimde çalışmalarına başlasın ve siyasetin, demokratik kamuoyunun, toplumun önüne bir yol haritası çıkarsın?
Kürt sorununun doğrudan kaynaklık ettiği demokrasi, hukuk, adalet, toplumsal eşitsizlikler, ekonomik krizlerin çözüm yolları konusunda araştırma yapmak üzere bir Meclis komisyonu oluşturalım ve çalışmalarına başlasın. Parlamentoda grubu bulunan ve bulunmayan siyasi partiler olarak, ikinci yüz yılında cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak, eşit yurttaşlığın önünü açmak, toplumsal yaraları saracak onarıcı bir adaletin gerçekleşmesi için neler yapılabileceği konusunda ortak bir gündem oluşturalım ve tartışalım.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılı, tüm sorunlarımızın ortak akıl ve uzlaşı ile çözüme kavuşturulacağı bir çözüm yüzyılına dönüştürülsün. Demokrasi yüzyılına dönüştürülsün. Ve nihayetinde demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir anayasayı hep birlikte yapalım. Açık ve net teklifimiz budur. Çözüm yeri parlamentodur. Çözüm yolu diyalog ve müzakeredir. Çözüm aracı demokratik siyasettir. Demokratik siyasetin güç kazanmasıdır. Kürt sorununun demokratik müzakere yoluyla çözümünden korku duyulmaması gerekiyor. Barışçı ve demokratik bir çözüm toplumun yararına değil midir? Aksini kim iddia edebilir? Herkes şapkasını önüne koyup bunu iyi düşünmelidir.
Güvenlikçi politikaların peşinden sürüklenip gideceğinize, ülkede toplumsal barışı yaratsak ve dünyaya örnek olsak ne kaybederiz? Hangi iktidar, hangi koltuk, hangi makam, hangi mevki toplumsal barıştan daha değerli olabilir? İnsan hayatından gençlerin hayatından daha kıymetli olabilir?
Bu parlamento nasıl ki, uluslararası meselelerde, İsrail-Filistin, Ukrayna-Rusya gibi konularda barış ve müzakere çağrısı yapıyorsa, diplomasi öneriyorsa kendi meselemizde de demokratik müzakere sürecini neden işletebilmelidir.Terzi olarak kendi söküğümüzü neden dikemiyoruz?
Biz bu meseleyi kendi içimizde, parlamenter zeminde demokrasi yoluyla çözülebilecek birikime, tecrübeye sahip değil miyiz? Sahibiz. Yeter ki siyasi irade ortaya konulsun. Burada oturup cesaretle her şeyi tartışabilmeliyiz.
Bakın günlerdir, aylardır, yıllardır bahsettiğimiz bir konu var: İmralı’daki tecrit. Sadece son bir yılda 169 kez başvuru yapıldı ama tek bir cevap yok. Son 3 yıldır da hakeza bine yakın başvuru var, yine cevap yok. Peki böyle nereye kadar? Bu bir çözüm mü? 1000 günden fazla, 34 ay kadar bir süredir Abdullah Öcalan’a aile, avukat veya telefon görüşmesinin yaptırılmaması, ‘mutlak iletişimsizlik’ uygulaması gerçekten çözüm mü sizce? Bu insanlık dışı bir durum. Ayrıca hukuk dışı bir durum. Tecrit ve İmralı adası, bugün hukukun kara deliği haline gelmiştir. Tecrit uygulamasında hukuk nasıl oldu da kendini inkâr edecek hukuku oluşturmak durumunda kaldı? Hukuk nasıl oldu da şiddete dönüştü? Bu sorulara makul bir cevabınız yok.
Dünyada bir örneği yok bunun. Kimseye böyle bir tecrit yaşatılmadı. Kimseye böyle yaklaşılmadı. Bizler bu hukuksuzluğu anlatmaya devam edeceğiz. Tecrit durumunu, topluma dayatılan alışma halini kesin bir dille reddediyoruz. Bu bilinmelidir. Bunu söylemekten vaz geçmeyeceğiz. Ta ki bu hukuksuzluk sona erene kadar.
Yönetim dediğimiz şey, toplumsal ihtiyaçların düzenlenme alanıdır. Yerel yönetimler bu ihtiyaçların toplumsal düzeyde sağlandığı alanlardır. Bu açıdan yerel seçimler, başta demokrasi olmak üzere yerel demokrasi açısından da hayati bir zemindir. Çünkü yerele bakılarak bir ülkenin demokratik siyaset kavrayışı anlaşılır. Yerel yönetim alanlarının özgürlüğü ile toplumsal özgürlükler paraleldir.
Bu bir tespitten öte, yüzyılların somutlaştırdığı bir gerçektir. Bundan hareketle biz yerel yönetim anlayışımızı “demokratik yerel yönetimler” olarak tarif ediyoruz. Merkeze bağlı ama kendi özgücüne yaslanan bu model, temel belediyecilik hizmetlerinin halkın yararına uygun bir şekilde planlanıp yaşamsallaştırılmasını savunur. Gerçekleştirilen her çalışmanın bütün süreçleri halkla birlikte planlanır, kararlaştırılır ve uygulanır. Yani katılımcı ve müzakereci bir demokrasi esastır.
Geride kalan 30 yıllık deneyimde; yani Halkın Emek Partisi (HEP), Demokrasi Partisi (DEP) ile başlayan, bugün Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) ile süren siyasal gelenek ve yerel yönetim pratiğinde, daima ‘toplumsal inşayı’ hedefledik. Çünkü toplumsal inşa demek, devletçi zihniyete entegre olmadan, demokratikleşme kültürü etrafında zihniyet sorunlarının, mülkiyet ilişkilerinin, cinsler arası ilişkilerin, etik, politik ve ekonomik sorunların çözüleceği alanları yaratmak, son kertede halkın ‘kendini ve kentini yönetebileceği’ bir zemini kurmak demektir.
En önemlisi de demokratik bir yerel yönetimin, belediyeciliğin ölçütü, kadın özgürlüğünde varılan düzeydir. Eş başkanlık, kadın kentleri, kadın belediyeciliği bu anlamda yerel yönetimlere evrensel düzeyde katkımızdır.
Yerel yönetimlere bakışımızın en önemli tarafı ise şudur: Yerel yönetimler deneyimimiz boyunca, bu alanı Kürt sorununun çözümünde de başat kıldık. Bundan ötürü başta 1999’dan 2019 seçimlerine kadar; hepsinin taslaklarında, seçim bildirgelerinde dair ortak vurguladığımız başlıklar vardı. Bunlar tesadüf değil. Mücadelemiz ve siyasal okumamızın bize öğrettiği hakikatlerdi.
İşte böylesi bir tablo ve arayış içinde karşımıza baskı, inkâr ve kayyım rejimi tesis ediliyor. Daha 1979’da kazandığımız Hilvan Belediyesi’nin başkanı Nadir Temel ve meclis üyelerinin görevden alınması ile Batman Belediyesi Başkanı Edip Solmaz’ın katledilerek yerine bir askerin kayyım olarak atanması hatırlatmak isterim. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden kazandığımız 65 belediyenin 6’sına seçimlerin ertesi günü KHK’li adaylar bahane edilerek, YSK’nın AKP’li kayyımları iş başına getirdi. Seçildiklerinden kısa bir süre sonra ise 48 belediyemize İçişleri Kayyımları atanmıştır.
Kayyım atamaları keyfi ve hukuksuzdur. Bu tartışmasız bir gerçektir. Bu kayyım atama politikası aslında bir ‘Atanmışlar Rejimi’ oluşturmanın adımlarıdır. Bu dayatılan atanmışlar rejimi, sadece Kürdistan coğrafyasının veya bizim seçmenlerimizin sorunu değildir. Kayyım çok açık ve net; halkın iradesinin, seçme ve seçilme hakkının gasp edilmesidir. Anayasa’nın, yasaların, Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelerin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın ihlal edilmesidir, tanınmamasıdır, yok sayılmasıdır, çiğnenmesidir. Kürtleri yerel demokratik siyasetten ve yerel yönetimlerden tasfiye etme adımlarıdır.
Hukukun bittiği yerde gayri meşruluk başlar. Kayyım atamaları da halkın sandıktaki iradesinin üzerine gayri meşru çökülmesidir. Tabii bunu hukuk yalanına, kılıfına uydurarak yapıyorsunuz. Ama işin özü değişmiyor. Konuşmaya gelince millet iradesinden bolca bahsedersiniz. Ama mesele Kürtler ve belediyeleri olduğunda ise Neo-Şark Islahatçı’sınız. Umumi Müfettişlerin iktidar partisi olarak siyaset tarihine geçtiniz!
Kayyım atanan tüm belediyelerimizde, halkımızın iradesinin gasp edildiği her yerde bu rejim usulsüzlük, yolsuzluk ve borç batağına saplanmıştır. Kayyımla yönetilen şehirlerin Sayıştay raporları incelendiğinde çok vahim bir tablo söz konusudur. Ki Sayıştay raporları buzdağının görünen kısmı bile değildir. O kayyımlar şimdi, giderayak belediyelerin bir bir içini boşaltıyor. Yaptıkları yolsuzluklar talan hırsızlıkların ötesinde bir bir belediyelerin için boşaltıyor.
Taşınmazları, arazileri, tesisleri, hatta belediyelerin hisselerini bile devrediyor, peşkeş çekiyor. Kime iktidar yandaşlarına. 31 Mart’ta boş belediye binaları bırakıp kaçacaklar. Amaçları budur. Kara bir leke ve büyük bir utanç. Bu gaspçı uygulamayla Kürt halkında nasıl bir kırılma yarattığınızın farkında mısınız? İnsanları duyguda nasıl uzaklaştırdığınızın farkında mısınız? Kürt halkı demokratik siyasette ısrar ediyor. Demokratik siyaseti çözüm yolu olarak görüyor. Sandığa gidiyor. Ezici bir çoğunlukla belediye başkanını, meclis üyelerini seçiyor. Kentini, kendi belediye başkanları yönetsin istiyor. Siz ise Kürt halkına hakaret ederek bu yolu kapatıyorsunuz, iradesini gasp ediyorsunuz. Demokratik siyaset yolunu kapatmak hangi akla ve amaca hizmettir? Hiç düşündünüz mü?
İnsanlar belediyeleri kendi evi olarak görüyor. Siz o eve kayyım olarak valiyi, kaymakamı gönderiyorsunuz. İnsanlar dilini, kültürünü reddeden, Kürtçe tabelaları dahi söken, hakaret eden vali ve kaymakamları kendi evinin içinde görmek istemiyor. Kayyım rejimi, demokratik yerel yönetimler ve yerel demokrasinin imha girişimidir. Yine son yüzyıllık asimilasyon ve inkâr politikalarının devamı anlamına gelen kayyım rejimi, bizleri inandığımız bu yoldan ve kendimizi yönetme mücadelesinden asla ama asla alıkoyamaz.
31 Mart bu açıdan tarihi öneme sahiptir. 31 Mart, zulme, inkara ve hakarete karşı halkın topyekün sandık yoluyla vereceği tarihi yanıta tanıklık edecektir. Göreceksiniz. Kayyım politikanız sandıkta çöp olacaktır. Halk sizin bu siyasi mühendislik projelerinizi un ufak edecektir. Kayyımsız demokrasiyi yaratacaktır. Kayyımların sandıkta kaybedecek olması aynı zamanda Türkiye’nin her yerinde demokrasinin kazanması demektir. Çünkü kayyım, batı için de bir tehdittir. O yüzden herkesin Kürt halkının kayyımlara karşı yükselteceği yerel demokrasi mücadelesine destek olması gerekir, sahip çıkması gerekir. Boğaziçi’nin kayyımdan kurtularak özgürleşmesi için Cizre’nin, Amed’in kayyımlardan özgürleştirilmesi gerekiyor. Önümüzde bir yerel seçim vardır. O yüzden bu kayyımlar meselesini yoğun olarak ele almak durumunda kaldım.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı sayın Cevdet Yılmaz, bütçe görüşmelerinde Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin 2024’te yenileneceğini söyledi. Sonra da çıkıp Türkiye bu darbe anayasasından kurtulmalı diyorsunuz. Darbe anayasasının dayanağı tam da sizin yenilemek istediğiniz kırmızı kitaptır. Güvenlikçi, statükocu vesayet anlayışına sımsıkı sarılıyorsunuz.
Şimdi bakıyoruz; AB’ye üyelik müzakereleri için demokrasi alanında atılacak adımları içeren ev ödevlerini yerine getirmiyorsunuz. Köprüleri atıyor ya da ayak sürüyorsunuz. AB İlerleme Raporları ortada, her yol yayınlanıyor. Demokrasi ödevinde tembel öğrenci gibi sınıfta kalmaya devam ediyorsunuz. Her yıl açıklanan rapordan sonra Dışişleri Bakanlığı’nın aynı kınama açıklamasını yapması sadece komedidir, gayri ciddi bir tutumdur. Türkiye Hukukun Üstünlüğü kategorisinde 173 ülke arasında 148. sıradadır. Türkiye sayenizde gri listededir.
AİHM kararlarını tanımıyorsunuz. AYM kararlarını tanımıyorsunuz. Maddelerini de tanımıyorsunuz. Hukukun temel ve evrensel ilkeleriyle aranıza büyük bir mesafe koymuşsunuz. Demokrasiyle aranıza mesafe koymuşsunuz. Demokratik siyaset alanını kumpas ve kapatma davalarıyla daraltmaya çalışıyorsunuz. Gazeteciler cezaevinde. Demokratik siyaset yürüten siyasetçiler cezaevinde. Seçilmişler cezaevinde. Bu parlamentonun bir üyesi, Can Atalay cezaevinde.
Yerel yönetimler kayyım darbesi altında. İşte tüm bunların dayanağı kırmızı kitaptaki zihniyettir. Belli ki, kırmızı kitabı iyi hatmetmişsiniz. Harfi harfiyen uyguluyorsunuz. Yeni vesayet rejimini bizzat siz adım adım inşa ediyorsunuz. Ama yanlış yapıyorsunuz, yanlış yol izliyorsunuz. Türkiye’nin ihtiyacı kırmızı kitaplar değil. Milli güvenlik siyaset belgeleri değil. Güvenlikçi paradigma değil. Türkiye’nin ihtiyacı demokratik siyaset belgesidir. Demokratik çözümdür, demokratik müzakeredir, demokrasi reformlarıdır. Gelin, Meclis komisyonunun ortaya çıkardığı bu raporu güncelleyelim.
Konuşmama başlarken bir konuya değinmek istiyorum. Biliyorsunuz 5 yıl önce HDP Grup Başkanvekili olarak göreve başlamıştım. Bu iktidarın yüzünden ardından Yeşil Sol Parti Grup Başkanvekili olarak devam ettim. Sonra HEDEP Grup Başkanvekili oldum. Yine iktidarın çabasıyla DEM Parti Grup Başkanvekili olarak kürsüdeyim. Ben aynı benim, aynı fikirlere sahibim, aynı görüşlerimi anlatıyorum ama parti isimleri farklı. Nedeni ise bu iktidarın HDPye, Kürt siyasetine, Kürt demokratik muhalefetine yönelik açtırdığı siyasi kapatma davası ve demokratik siyasetten tasfiye çabasıdır. Demokratik siyasetten bizleri, Kürt halkının ve Türkiye demokrasi güçlerinin sesi, sözü ve siyasi temsilini tasfiye etme çabasıdır. Bu da demokrasi ve hukuk adına bu iktidarın ayıbı ve utancıdır. İktidara söyleyelim ki, bu yol demokratik ve hukuki bir yol değildir. Yanlış yolda gidiyorsunuz.
25 Aralık 2023