Parti Meclisimiz, yeni dönem mücadele hattını belirlemek ve planlama yapmak üzere Genel Merkezimizde toplandı. Toplantının açılış konuşmasını yapan Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:
33 düş yolcusunu saygı ve minnetle anıyorum
Değerli arkadaşlar hepinizi saygıyla selamlıyorum, hoşgeldiniz. Verimli bir toplantı geçireceğimize inanıyorum. Geçen perşembe günü Eş Genel Başkanımızla birlikte Sincan Cezaevi'ndeydik. Kobanî Kumpas Davasında yargılanıp ceza verilen Zeynep Karaman, Zeynep Ölbeci, Aynur Aşan, Dilek Yağlı, Pervin Oduncu, Leyla Güven, Selver Yıldırım ve Ayşe Gökkan’la görüştük. Hepinize çok selamları vardı. Dayanışmanızdan dolayı sizlere teşekkürlerini ilettiler. Moralleri yerindeydi, gelişmeleri yakinen takip ediyorlar. Onlar da orada direniyorlar. Bizimle birlikte olduklarını belirtmek istiyorum. Yine dün Türkiye halklarıyla Rojava halkları arasında bir dayanışma köprüsü oluşturmak için yola çıkan 33 düş yolcusunun Suruç’ta katledilmelerinin üzerinden 9 yıl geçti. 33 düş yolcusunu saygı ve minnetle anıyorum. Onların halklar arasında kurmaya çalıştığı barış, demokrasi, özgürlük ve dayanışma köprüsünü büyüterek devam ettireceğimizin sözünü arkadaşlarımıza veriyoruz. Bu katliamı yapanları, katliamın alt yapısını oluşturanları da buradan kınadığımızı belirtmek istiyorum.
Bölgesel güçler savaşlardan güç devşirmeye çalışıyor
Değerli arkadaşlar, çok önemli bir süreçten geçiyoruz. Dünyada yine hepimizin takip ettiği gibi çatışmalar, savaşlar derinleşerek devam ediyor. Bir türlü de çözüme kavuşturulmuyor. Çünkü savaş bölgelerinde dünyanın hegemonik güçleri var. Onların orada paramiliter güçler aracılığıyla bazen direkt kendilerinin müdahil olduğu bir savaş devam ediyor. Yine takip ediyorsunuz. Dünyanın birçok ülkesinde seçimler oldu, yönetimler değişiyor, yönetimler yenileniyor. Çok sıcak bir gündem var. Fransa, İngiltere ve İran'daki seçimleri hep birlikte izledik. Dünyada ve bölgemizde iki temel başlık göze çarpıyor. Bir savaş başlığı, bir de siyasi karmaşa. Bu siyasi boşluğu, kapitalist neo liberal politikalarla doldurmaya çalışan otoriter iktidarlar var. Bizim boş bıraktığımız, bizim örgütlü olmadığımız, halkların örgütsüz olduğu, güçlü bir mücadele yürütmediği yerde işte Suriye’de olduğu gibi, Lübnan’da olduğu gibi, Libya’da olduğu gibi ekonomik güçler orada boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. Yine sıcak çatışmaların olduğu yerler çin Rusya, Türkiye, körfez ülkeleri olmak üzere bu çatışma yerlerinden kendilerine güç ve çıkar devşirmeye çalışıyorlar. Buralardaki dengelerde güçlü yer almak için o bölgelerde bulunmaya devam ediyorlar.
Türkiye’nin Afrin’de, İsrail’in Gazze’de ne işi var?
Savaş bölgelerinde bu savaşı közleyen ve derinleştiren güçlere de sormak istiyoruz. Kiminle, kimin için, niye o savaş bölgelerinde bulunuyorsunuz? Aslında sesli bir şekilde sormak lazım. Afrin’de Türkiye’nin ne işi var? Afrin’de Türkleri ilgilendiren ne var? İsrail devletinin Gazze’de, Filistin topraklarında ne işi var? İran’ın, Rusya’nın, ABD’nin bölge ülkelerinde ne işi var? Ukrayna’da hegemonik güçlerin ne işi var? Bu savaş bölgelerinin tamamı bu ekonomik güçlerin çıkar ve paylaşım savaşlarının yürütüldüğü ve enerji hatlarının geçtiği yerler, bu güçlerin kendi ülkelerine refah ve daha fazla rant sağlamak ama orada yaşayan halkları açlığa, yoksulluğa, sefalete mahkum etmek isteyen siyasetleri var. DEM Parti bu siyasetin karşısında durmaya çalışıyor. Savaş karşıtı mücadeleyi büyütmeye çalışıyor. Bu savaşların derinleşmemesi için, halkların iradesi ile çözülmesi için mücadeleye devam ediyor.
Savaşı isteyenler halklar değil; iktidarlardır, iktidarını sürdürmek isteyen bireylerdir
Bu savaşları isteyenler Suriye'deki veya Irak'taki halklar değil. Bu savaşı isteyenler Ukrayna’daki halklar değil, Lübnan’daki halklar değil. Savaşı iktidarlar istiyor. Savaşı iktidarlarda bulunan otoriter mantığa sahip bireyler istiyor. İktidarlarını korumak için Afrin'in demografik yapısını değiştirmeyi göze alıyorlar. İnsanların perişan olmasını, katledilmesini, oranın kültürünün ve doğasının talan edilmesini çok rahatlıkla isteyebiliyorlar. Dolayısıyla bu savaş isteyen halklar değil, emekçiler ve kadınlar değil, biz hiç değiliz. Bu savaştan zarar görenler, bu savaşın mağdurları, savaş isteyenlere karşı durmak ve itiraz etmek durumundadır.
Federe Kürdistan’daki savaş halkların değil, AKP-MHP iktidarının savaşıdır
Değerli arkadaşlar Türkiye’nin de önemli gündemleri var. Türkiye’de dikkat ediyorsak 2015 sonrası siyaset tekrar güncellenerek devreye geçirilmeye çalışılıyor. İktidar her kaybettiğinde, her kaybedeceğini anladığında başta Ortadoğu’da ve coğrafyamızda savaş ve çatışma peşinde koşuyor. Kendi iktidarını devam ettirmek için savaş ve çatışma arıyor. Tam da 2015’ten sonra yaşanan bir durumla karşı karşıyayız. Üçüncü dünya savaşı diyorlar, güvenlik meselesi diyorlar, Rojava’da halkların demokratik bir şekilde yaşamasını tehdit olarak görüyorlar. Ne alakaları ve işleri varsa Federe Kürdistan Bölgesi'nde, Amediye'de, oradaki dağlarda, kırlarda, ovalarda üsler, kalekollar kurmaya devam ediyorlar. Belli ki bunu belli bir süre daha devam ettirmeye çalışacak bu iktidar. Halk açlık ve sefalet içinde. Emekliler geçim derdindeyken, ülkede büyük bir yoksulluk yaşanırken iktidar dün Rojava'da, bugün Federe Kürdistan Bölgesi'nde bir çatışma bir savaş peşinde koşuyor. Buna itiraz ediyoruz, kabul etmiyoruz. Bu savaş ve çatışmalı anlayışa muhalefetin de destek olmaması ve bu oyuna gelmemesi gerektiğini buradan belirtmek istiyorum. Çünkü savaş AKP-MHP iktidarının savaşıdır, Türkiye halklarının savaşı değil. Kürtler tehdit değil, Federe Kürdistan Bölgesi'nde yaşayan insanlar Türkiye’nin güvenliği için tehdit değil. Sadece bir şey var: İktidarın kendisini devam ettirmek için orada bir düşman yaratmaya ve orayı bir savaş alanı haline getirmek istiyor. Dolayısıyla biz, bizim olmayan bu savaş karşısında dün olduğu gibi bugün de durmaya devam edeceğiz.
Bütçesinin büyük bir bölümünü Kürt karşıtlığı için örgütleyen iktidar Esmanur’un katilidir
Biraz önce söyledim. Derin bir yoksulluk var. Ama Türkiye'nin ana gündemi savaş ve çatışmadır. Siz de dün izlediniz. Aslında cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar büyük bir yoksulluk, derin bir kriz var. Darbe dönemlerinde bile bu ülke böylesine derin bir ekonomik kriz yaşamamıştır. İnsanlar topraklarını ekemedikleri, üretemedikleri, biçemedikleri için mevsimlik işçi olup yollara düşüyorlar. En son dün Viranşehir'den Bursa'ya giden tarım işçileri, çalıştıkları tarlaya giderken traktör devrildi. 15 yaşındaki Esmanur ve ablası traktörün altında kaldı. Lanet olsun savaş ve çatışma isteyenlere! Türkiye’nin ekonomisini, bütçesini, Kürtler demokratik özgürlüklerine, statüye kavuşmasın diye, Rojava'ya, Federe Kürdistan Bölgesi'ne döken, bütçesinin büyük bir bölümünü Kürt karşıtı politikalar için örgütleyen, planlayan bu iktidar Esmanur’un katilidir. Esmanur, Viranşehir’de geçinebilseydi, ailesi Viranşehir’de yaşamını devam ettirebilseydi bugün aramızda yaşayacaktı.
Türkiye’deki ekonomik felaketle ilgilenmek yerine yoksul çocukları Kürt dağlarında savaşa gönderiyorlar
Sadece savaşlarla insanlarımızın canını almıyorlar. İşte bu ekonomi politikalarıyla da, bu savaşa giden bütçeyle de bir çok insanımızın yolda katledilmesine sebep oluyorlar. Evet bu iktidarın tek bir derdi var, Türkiye halklarını aç bırakmak, yoksul bırakmak, sermayeyi daha fazla güçlendirmek ve sermayenin karını arşa çıkarmaktır. Artık bu çok iyi biliniyor. Bu iktidar gözünü Kürt kazanımlarına dikmiş durumdadır. Kürt anasını görmesin diye yapmadıkları şey yok, söylemedikleri şey yok. Emin olun üçüncü dünya savaşı diyorlar değil üçüncü dünya savaşı 10 defa da savaş çıksa bu iktidarın tüfeği Kürtlere dönük, elleri emekçilerin, yoksulların cebinde olmaya devam edecektir. Bunların amacı da siyaseti de budur. Sadece Ortadoğu'daki Kürtler hedef alınmıyor. Ortadoğu'ya istikrarın gelmesini de önlüyorlar. İstikrarın önündeki engeldir bunlar. Ortadoğu halklarının bir arada yaşaması önünde de engeldirler. Bu işgalci akla soruyoruz: Nereye kadar Kürt düşmanlığı? Ne kazandıracak size Kürt düşmanlığı? Türkiye’deki ekonomik felaketle ilgilenmek yerine, Kürt dağlarında, Kürt coğrafyasında Türkiye’nin emekçi yoksul gençlerini çocuklarını savaşa göndermek, üstler kalekollor kurmak nereye kadar? Bu soruları sormaya devam edeceğiz.
Suriye’ye, Irak’a, Yunanistan’a çözüm eli de sıra Kürde gelince niye tank, top?
Dün birlikte izledik. Kıbrıs’ta bir konuşmada şöyle diyor Erdoğan; ''müzakereye, görüşmeye Kıbrıs'ta kalıcı barışı ve çözümü sağlamaya hazırız'' diyor, ''çözüm yolunda uzatılan hiçbir elin bugüne kadar boş çevirmedik'' diyor. Peki Şam’a çözüm eli, Irak İran’a çözüm eli, Yunanistan'a çözüm eli. Olsun tabi her yerde olsun ama Kürde gelince Federe Kürdistan Bölgesi'nde Rojava'da olduğu gibi tank top niye? Çözüm niye Kürtler için yok? Uzatılan çözüm eli neden Kürtlerin elini tutmuyor? Kürtler o kadar mı düşman?
Kürtler bu kadar mı düşman, Malazgirt’ten beri kader birliği ettiğiniz Kürtlere niye çözüm eli yok?
Malazgirt'ten bugüne kadar ortak bir kader birliği yapmış, en zor günlerde birlikte yan yana durmuş ve yaşamış, birbirine komşu, yüz yıllardır birlikte yaşayan Kürtlere çözüm eli yok, müzakere yok, el uzatmak yok, elini tutmak yok ama dünyanın her yerindeki kendisine karşıt belirlediği güçlerle çözüm ara! Biz bu mantığı eleştiriyoruz. Bu mantık bir yere gitmez. İşte tam da değerli arkadaşlar bu politikayı teşhir etmek lazım. Esad’la barışabilirsiniz, çözüm eli uzatabilirsiniz. Ama Afrin’deki Kürdün ne suçu var? Kürdistan Federe Bölgesi'nde, Amediye’de yaşayanların ne suçu var? Daha bir kaç gün önce İsrail’in Gazze'ye attığı bombaların on misli büyüklüğündeki bombalar Amediye köylerine ve çevresine atıldı. Ormanlar yakılıyor, doğa tahrip ediliyor. İnsanlar katlediliyor. 90'larda olduğu gibi Kürdistan’da boşaltılan köylerin aynısı bugün Federe Kürdistan Bölgesi'nde yapılıyor. Sen kimsin, ne arıyorsun, hangi hakla ordasın? Senin sınırların içinde olmayan bir coğrafyada Kürt köylerini boşaltma, orada kalekol yapma hakkını sana kim verdi?
Kürdistan Bölgesel Yönetimi bu askeri yığınağa, köylerin bombalanmasına ne zaman ses çıkaracak?
Tam da bu noktada Federal Kürdistan Bölgesi yöneticilerine de çağrı yapmak istiyoruz. Allah aşkına bir yönetim mi var orada? Böyle bir yönetim mi olur? Başka bir ülke başka bir ülkenin, kendisinin olmayan, sınırlarının ötesindeki bir bölgede 80 tane üst kuruyor. Amerika’nın Suriye’de kurduğu üstlerden daha fazla. Onlarca kalekol kuruyor. Oradaki yonetim bu üstler, bu tanklar, bu toplar ne için, kimin için sorusunu ne zaman soracak? Bi zahmet sorsunlar. Biz o üstlerin, oradaki askeri güçlerin neden orada olduğunu çok iyi biliyoruz. Türkiye emekçileri ve ezilenleri de bunu çok iyi biliyor. 60 milyon Kürt, bu iktidarın orada ne gezdiğini çok iyi biliyor. Bunu sadece Federe Kürdistan Bölgesi yönetimi bilmiyor. Onlara çağrımızdır: Lütfen bu işgal politikalarına alet olmayın. Lütfen bu işgalin orada derinleşmesine, burada olduğu gibi Kürdün evini, köyünü, yaylasını yakmasına, köyleri boşaltmasına, orada yaşayan insanları perişan etmesine alet olmayın. Kürtlerin bu yaklaşımdan dolayı vicdanları sızlıyor. Buruk bir şekilde izliyorlar. Kürtler kendi aralarında ne zaman diyalog kurduysa, ne zaman konuştuysa, birlikte hareket ettiyse kazanımlarını büyüttüler. Rojava’da olduğu gibi. IŞİD saldırılarına karşı bir çok yerde ortak mücadele ettikleri gibi. Şimdi Kürtleri 70’lerde, 90’larda, 2000’lerde yaşanan kardeş kavgası yerine, acıların tekrar etmesi yerine diyalogla, kendi aralarında müzakereyle bu işgalci politikalara karşı durmaya çağırıyoruz.
Toplumu savunmak için demokratik ittifakları büyüteceğiz, sahada hiçbir dönem olmadığı kadar mücadele edeceğiz
Bugün PM üyelerimizle toplandık. En acil görevlerden biri AKP-MHP iktidarının topluma yönelik saldırıları karşısında güçlü bir mücadele yürütmektir. Siz de izliyorsunuz. Milyonlarca emekli aç ve yoksul. Asgari ücret açlık sınırının altında. Yoksulluk sınırının dörte biri kadar insanlar ücret alamıyorlar. Ama Türkiye devletinin, iktidarının tankları topları bütçesi işte kendilerinin olmayan bir savaşta, çatışmada, Türkiye sınırlarının ötesinde duruyor. Bunlar bizim mücadele gerekçelerimizdir. Yetmiyor on bin liraya mahkum etmiş, iki bin lira emeklilere zam yaparak büyük bir şey bahşetmiş gibi, devrim gibi lanse ediyorlar, sanki 12 bin lirayla emekliler geçinebilecek, yaşamını sürdürebilecek. O kanallarda anlatılıp duruyor. Sanki 12 bin lira 12 trilyon gibi anlatılıyor. Neler alınmıyor, neler yapılmıyormuş. Meğer çok şey yapılıyormuş. Bu parayla sadece kuru soğan ve ekmek, zeytin ve peynir alabiliyor, bu bir ay geçinmek için yeterli olmayan bir ücret. Buna da karşı duracağız. Bunlar yetmiyor gibi yeni vergi paketleri açıklıyorlar. Nefes vergisi alacaklar. Emin olun bu çok uzak değil. Nefes ölçer takacaklar. Çünkü başka vergi koymadıkları kalem kalmadı. Bunlar bizim mücadele gerekçelerimizdir. Emekçilerle, ezilenlerle, geçinemeyenlerle, insanca yaşayamanlarla, adalet ve özgürlük arayan ama copla cezaeviyle yargıyla terbiye edilmeye çalışılan milyonlarla bizim mücadelemiz sürecektir. Hepimiz mücadele yoldaşıyız. Onun için PM’deki arkadaşlarımızın hiç olmadığı kadar bu dönem daha duyarlı, daha yoğun, daha çalışmalara kendisini katan, daha koşturan, giden, örgütleyen, partiyi büyüten bir anlayışa ve çalışma tarzına sahip olmaları gerektiğini belirtmek istiyorum. Bu zorba düzeni bir gün mutlaka yenilgiye uğratacağız. Bu zorbalık sür git değil, bu zorbalık karşısında DEM Parti ve geçmiş geleneğimizdeki partileri de çok iyi biliyorsunuz, bugüne kadar diz çökmedi, boyun eğmedi. Bu zorbalığı kabul etmeyeceğiz. 31 Mart'ta bu zorbalığa karşı Türkiye halkları çok önemli bir cevap verdi. İşte tam da bu süreçte 31 Mart'ta bu zorba, zulüm, sömürü ve zam düzenine karşı iradesini ortaya koyan halklarla buluşma ve onları örgütleme, mücadele ederek bu iktidarı gönderme gibi bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Örgütlenmemizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Örgütlenmemizi büyütmeliyiz. Örgütlenme yoksa mücadele de yok. Örgütlenme yoksa bu zorba düzen karşısında başarıya ulaşma da yok. Önümüzdeki temel görevlerden biri de örgütlenmedir. Eğitim yoksa bir parti yok. Bir partinin paradigmasının, bir partinin mücadelesinin başarıya ulaşmasının en önemli adımı eğitimdir. Örgütlenme gibi önümüzdeki dönem eğitime de çok büyük bir önem vereceğiz. Toplumu savunmak için demokratik ittifakları büyüteceğiz, toplumu savunmak için mücadele ortaklığını büyüteceğiz, sahada hiçbir dönem olmadığı kadar mücadele edeceğiz.
Türkiye halklarıyla, emekçileriyle, ezilenleriyle buluşup mücadeleyi büyüteceğiz
Dün Kadın Meclisimiz 'Özgür ve Eşit Yaşamda Israrcıyız, Örgütleniyoruz' kampanyasının startını verdi. Biliyorsunuz biz de Ekmek ve Adalet Buluşmalarımızın startını verdik. Önümüzdeki günler hem kadın meclisimizin hem de bizim başlattığımız Ekmek ve Adalet Buluşmalarının başarıya ulaşması için elimizden gelen bütün çabaları ortaya koyacağız. Bu kampanyaları Türkiye halklarıyla, emekçileri, ezilenleriyle buluşturacağız, büyüteceğiz. Aş arayan, iş arayan özgürlük arayan, demokrasi arayan bütün çevrelere dokunacağız. Önümüzdeki dönem bu konuda büyük bir çaba ve çalışma içinde olacağız.
Biz ekmek diyoruz onlar savaş diyor, biz adalet diyoruz onlar daha fazla imtiyaz diyor
Önceki gün Mardin’deydik. Orada kampanyamızın startını verdik. Büyük bir sahiplenme vardı. Oradaki emekçiler, tarım üreticileri geldiler, katıldılar, seslerini yükselttiler, sözlerini dile getirdiler. Çok ilginç şeyler söylediler. Kızıltepe biliyorsunuz Mezopotamya Bölgesi'nin en verimli toprakları üzerinde bir ilçemizdir. 400 bine yakın insan yaşıyor, tarımla geçinen bir ilçemiz. Bir kilo buğdayın çiftçiye maliyeti 10 TL. Açıkladıkları taban fiyatı 10 TL’nin altında bir fiyat. Ekmeyin diyor, tarımla uğraşmayın diyorlar, taban fiyat maliyetin altında ama üç buçuk milyar dolar para harcayarak buğday ithal ediyorlar, böyle bir mantık olabilir mi? Bir soru sormak lazım. Gerçekten toplumun geçinmesini, ekmesini, biçmesini mi istiyorsunuz yoksa üç beş AKP’li gıda ithal eden rantçıyı zenginleştirmek mi istiyorsunuz? O kadar gözleri kara. Elektriğe yüzde yüz zam, devlet su işlerine bağlı sulama birliklerinin verdiği suya yüzde 60-400 arasında zam. Mazota yüzde 100 zam. Buğdayın taban fiyatına ise sadece yüzde 10 zam. İşte bu iktidar çiftçi, köylü, emekçi düşmanı bir iktidardır, bu somut örnekler de bunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Biz ekmek diyoruz onlar savaş diyor. Biz adalet diyoruz onlar daha fazla imtiyaz diyor. Biz eşit adil düzen diyoruz onlar itaat edin diyorlar. İtaat onların kültüründe var ama dün Garip Dede Dergahı'ndaydık. Bizim kim olduğumuzu da unutuyorlar. 1340 yıldır Hüseyni bir direnişin, bir geleneğin, bi mücadelenin devamı olduğumuzu bilmiyorlar. Onlar itaat edin diyorlarsa biz de Hüseyni direnişi toplumun her sahasında, her zeminde hayata geçirmeye çalışan bir hareketiz. Derdimiz ortaktır. Edirnelinin de Amedlinin de Samsunlunun da ortak bir derdi var. Ekmek ve adalet. Dolayısıyla bizim ekmek ve adalet zemininde, Türkiye'nin dört bir yanında emekçilerle, tarımla uğraşanlarla buluşma zorunluluğumuz olduğunu belirtmek isterim. Yeni dönemde en büyük görev de sizlere düşüyor. Dün olduğu gibi bugün de yarın da layıkıyla güçlü bir şekilde yerine getireceğinize inanıyorum. Kimsenin şüphesi olmasın. Halklarımızın hiç şüphesi olmasın. Umudumuz tam, inancımız tam, mücadele edecek bu zam, zulüm ve sömürü düzenini değiştireceğiz. Türkiye'de halkların insanca yaşadığı, barış ve kardeşlik içinde yaşadığı demokratik bir ülke yarattığımızı belirtiyor hepinizi saygıyla selamlıyorum.
21 Temmuz 2024